Gönderen Konu: Âilede Sohbet-Muhabbet  (Okunma sayısı 2838 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Âilede Sohbet-Muhabbet
« : 22 Temmuz 2011, 18:56:24 »

Âilede Sohbet-Muhabbet

Bazılarına tespitim sert gelebilir, ancak kanaatim şu ki, aile hayatımız saldırı altında...

Başta televizyon olmak üzere, her gün aile hayatımızın üzerine Nemrut ateşleri yağıyor!

Biliyor musunuz Amerika bu tehlikeyi neden sonra sezmiş ve aile yapısını kuvvetlendirici tedbirlere yönelmiş...

Devlet, gerçek Amerikan ailesini Amerikan vatandaşlarına anlatan ve onları öyle olmaya özendiren özel televizyon dizileri yaptırıyor. Filmler finanse ediyor. Kitaplar yazdırıyor...

Maksat Amerikan ailesinin geleneksel hususiyetlerini korumak ve aileyi modernitenin saldırılarından kurtarmak...

Başka çareleri yok: Aile yapısını diri tutamayan toplumların akıbet çözülüp çökeceğini ve devleti de çökerteceğini nihayet anladılar...

Biz çok şeyimizi kaybettik, ancak çok şükür henüz aileyi kaybetmedik...


Ama böyle bir yola girdik...

Kendimizi derleyip toparlamamız lazım...

Çünkü aileyi kaybedersek bizi biz yapan değerlerin özünü ve özetini de kaybetmiş oluruz...

“Biz”den geriye hiçbir şey kalmaz.



Aileyi dinamik ve sağlam tutmanın yolu, aile bireyleri arasındaki iletişimi diri tutmaktan geçer...

Bunun en kestirme ve kalıcı yolu ise “muhabbet”tir...

Yani sevgi ve bilgi eksenli sohbet...

Muhabbet sadece karşılıklı konuşma değil, aynı zamanda bir büyük paylaşmadır: Yürekten yüreğe köprü kurmaktır!

Bu bakımdan aileye muhabbet havası hâkim olmalıdır.

Ama bu, “Gelin bu akşam muhabbet edelim” şeklinde tahsisli zamanlarla sınırlandırılmamalı, hayatın her alanına yayılmalıdır...

Alışverişte muhabbet, piknikte muhabbet, yürüyüşte muhabbet, okul ve dersler konusunda muhabbet, okunan kitaplar hakkında muhabbet, hatıralar ve yaşanmışlıklar üstüne muhabbet...

Kısacası, hayatın her alanında muhabbet...

Bir anlamda muhabbeti aile hayatının temel direği olarak düşünmek gerekiyor. Bu sadece aile içinde sıcak bir hava oluşmasını sağlamayacak, aynı zamanda aile bireylerinin birbirlerini tanımalarını da sağlayacaktır.

Birbirlerine çok yakın gibi duran aile bireyleri maalesef birbirlerini tanımıyorlar. Tanımadıkları için de kolayca birbirlerinin damarına basabiliyorlar...

Mesela genç bir kız, aile büyüklerinin kendisini ismiyle çağırmamasına, isminin yerine “hişt... ufaklık... kız... hey” gibi soyut kelimeler kullanılmasına çok kızdığını yazmıştı...

Bana gelen bazı mailler kara düşünce, bazı mektuplar hicrandır...

“Kimlik” ve “kişilik” konusunda genç kızlar daha hassas oldukları için en çok onlar yazıyor.

Gencecik yürekleri tökezleten problemlerin bazıları yerel geleneklerden kaynaklanıyor, bazıları dinin yanlış yorumundan...

Bazıları da ideolojik tercihlerde farklılaşmaktan...

Bu tür problemleri muhabbet havasında konuşarak çözmek mümkündür.

Yani muhabbet, aile içi çatışmaları en aza indirecek formüldür!

Aile hayatımızı kaybedersek kayboluruz!

Görmek zorundayız, çünkü biz “modernleşme-çağdaşlaşma” uğruna çok şeyimizi feda etmiş bir milletiz!

Aileyi de feda edecek halimiz yok, zira onunla ayaktayız!

İsveçli Prof. Gaston Jezz’in aşağıdaki tespitini unutmayalım:

“Ben Batılı bir âile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz.


Kendimizi derleyip toparlamamız lazım...

Çünkü aileyi kaybedersek bizi biz yapan değerlerin özünü ve özetini de kaybetmiş oluruz...

Geriye hiçbir şey kalmaz!

Gözlerimizi televizyon ekranından alıp birbirimize çevirmenin zamanı çoktan geldi...

Her akşam ortalama 5 saat seyrettiğiniz televizyonunuz, bakın size neler veriyor:

1. Yüzde doksanı Müslüman olan toplumumuzun ekranlarına gelen insanların sadece yüzde 20’si Müslüman. Yüzde 44.1’i Hıristiyan. Gerisi Yahudi, yahut putperest.

2.
Ekrandaki ailelerin eğitim düzeyiyle eğitim düzeyimiz, varlıklarıyla varlığımız, terbiye anlayışlarıyla terbiye anlayışımız uyuşmuyor. Yer yer taban tabana zıtlaşıyor.

3. Ekrandaki ailelerin namus anlayışı, toplum ekseriyetimizin “namus” telâkkisine uymuyor. Ekranda her türlü sapıklık kol geziyor.

4.
Dizilerdeki insan ilişkileri yapay. İnsanlarda yardımlaşma duygusu yok. Her şey menfaat üzerine dönüyor.

5. Televizyonda yoğun biçimde gösterilen aile yapısının yüzde 20’si Amerikan tipi. İstanbul tipi aile yüzdesi yalnızca 14.

6. Sık sık ekrana sürülen tiplerden yüzde 74’ü üst gelir grubundan. Toplumumuzda ekseriyeti teşkil eden gelir gruplarının ekrana yansıma oranı ise yalnızca yüzde 26. (“Türkiye’de Televizyon ve Aile” konulu araştırmadan)

Sonuç: Ekranda seyrettiğimiz insan modeli ve aile yapısı ile bizim insan modelimiz ve aile yapımız arasında hiçbir bağ yok... Televizyonlarımızdaki aileler aile hayatımızın bir izdüşümü değil.

Amaç, toplumun içinde yaşamadığı bir hayatı ve dünyayı, topluma dayatmak...

Tekrarlıyorum: Gözlerimizi ekrandan alıp birbirimize çevirmemiz lâzım.



Yavuz BAHADIROĞLU - 22 Temmuz 2011 Cuma

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Âilede Sohbet-Muhabbet
« Yanıtla #1 : 22 Temmuz 2011, 23:58:22 »
 

 Yavuz Bahadıroğlu'nun bu güzel yazısını bizimle paylaştınız için teşekkürler...
Beklerdim'ki,Yavuz Bey'in bu konuda,özellikle Hükümetin ve Diyanet işleri Başkanlığının da üzerine düşenleri (ne düşüyorsa)yazmasını...



Diğer taraftan,

TRABZON -AA- Trabzon'da 23-30 Temmuz tarihleri arasında yapılacak 11. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları (EYOF), kent genelindeki tüm camilerde Cuma hutbesine konu edilerek, cemaate duyuruldu.(Laiklik ilkesi zarar görmüşmüdür bu da ayrı bir konu...mazhar.)
Trabzon merkezle ilçelerindeki camilerde okunan cuma hutbesinde, İslam dininin yardımlaşma ve dayanışmayı emrettiği belirtilerek, "Müslümanlar her türlü davranışlarını bir ibadet-kulluk şuuru, Allah'a hesap verme iç disiplini içerisinde gerçekleştirmek durumundadır...
diyerek,Bu konuları Camilere taşıyan Diyanetten beklentimiz müslümanların en büyük sorunu olan  aile  aile içi değerlerin hutbelerde sık sık işlenmesi.üzerinde sürekli durulması...

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Âilede Sohbet-Muhabbet
« Yanıtla #2 : 23 Temmuz 2011, 17:29:15 »
Hükmetmekten Hüküm Altına Girmeye
  
Sık sık takılır kafama: Hükmetme seviyesinden hüküm altına girmeye nasıl geldik? Uzun hikâyedir: Uzun ve acı...

Bir hatırlayın lütfen: Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi, “Gök kubbe çökse mızraklarımızla tutarız” diyecek kadar mağrur Haçlı güruhuna tokat üstüne tokat atan?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi Akdeniz’i bir “Türk gölü” haline döndüren?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi “Dünya bir padişaha çok, iki padişaha az” diyerek 30 Türkiye büyüklüğünde bir devlet inşa eden?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi, yeri geldiği zaman hem kâinata, hem de hayata meydan okuyan?..

Bizim ninelerimiz dedelerimiz miydi, farklı dinden, farklı dilden, farklı kılık kıyafetten olanlara hoşgörü içinde bakan...

“Öteki”yi “ötekileştirme”den içselleyip “inanç, ibadet, kıyafet, seyahat, ticaret özgürlüğü” tanıyan?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi her meydana ebedî âbideler diken?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi aç kalan Hollanda’ya, Fransa’ya ve Yunanistan’a ekmek veren?..

Bizim ninelerimiz dedelerimiz miydi Açe’ye (Endonezya) yardım gönderen?..

Acaba bu kendine güveni, bu cesareti, bu cüreti, bu hoşgörüyü nereden alıyorlardı?

Aynı millet olduğumuz halde bizde neden aynı cesaret, aynı cüret, aynı beceriklilik, aynı hoşgörü yok? Acaba genlerimiz de mi bozuldu?

Genlerimizi bilemeyeceğim, ama biz bozulduk! Ninelerimizin, dedelerimizin kudret kaynağından koptuk.

Bediüzzaman diyor ki: “Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.”

İspatı ortada: Ceddimizin yaptığı tarih, “kâinata meydan okuma” tarihidir.

Peki, şimdiki halimiz nedir? Hüküm mevkiinden hükmedilme mevkiine geldik. Höt dendiğinde arkamıza bakmadan kaçıyoruz! Otur dendiğinde oturuyor, kalk dendiğinde kalkıyoruz. “Selam dur!” komutu geldiğinde hemen selam duruyoruz. Kime? Bilmiyoruz, ama olsun: “Her ihtimale karşı”, her isteneni yapıyoruz.

“Bize zarar gelmesin de, kime gelirse gelsin”miş!..

“Bize dokunmayan yılan bin yaşasın”mış!..

“İtle dalaşmaktan, çalıyı dolaşmak evla” imiş!..

“Köprüyü geçene kadar ayıya dayı derler”miş!

Ya bize dokunmayacakmış gibi yapan yılan bizi sıraya koymuş, önünde sonunda dokunmaya karar vermişse?..

Ya it kendisiyle dalaşanlardan çok çalıyı dolaşanları ısırıyorsa?..

Ya ayı, kendisine “dayı” denmesinden hoşlanmıyorsa?..

O takdirde yılanın sizi ısırmayacağını, itin ve ayının size dalmayacağını bilemezsiniz.

Belki ısırılma ihtimalini ortadan kaldırmanın yegâne çaresi cesur olmaktır. İtin, kopuğun önünde dimdik durup “Sizden korkmuyorum” diye haykırmaktır.

Kaldı ki, it kısmı önce en çok korkanı ısırır!

Şahsen ben kavga etmeyi hiç sevmem, dalaştan asla hazzetmem, ama “teslimiyetçilik”ten de nefret ederim! Ne olursa olsun, insan haysiyetiyle yaşamalı.

Unutmayın ki, cesareti olmayanın başarısı da olmaz.


Yavuz BAHADIROĞLU - 23 Temmuz 2011 Cumartesi