Gönderen Konu: Dizilerin Kuşatması Altında  (Okunma sayısı 3592 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Dizilerin Kuşatması Altında
« : 07 Kasım 2010, 01:20:56 »


Bu konuda yazacak değildim ama yine duramadım. Sezonun başlamasıyla birlikte ekranlar dizilere deyim yerindeyse doydular.

Arka arkaya ünlü oyuncuların oynadığı ve diziyi uzatabilmek için, ekranda kalmasını sağlamak için türlü türlü atraksiyonların yapıldığı senaryolarla karşıkarşıyayız… Her birisinin tekrar tekrar yayınlanmasından dolayı da her şekilde karşınıza çıkmaları mümkün…

Kara kedi gibiler. Her an, her saatte karşınıza çıkıyorlar, ya jenerikleriyle ya tekrarlarıyla ya da sözüm ona tam metin özetleriyle... Kaçmak neredeyse mümkün değil! Bir yerde, bir sahneyle sizi yakalayıp reklam arasına kadar transa geçirebiliyorlar.

Reklamda kendinize gelip kanalı değiştirdiğinizde, nasıl olsa yarın bir gün aynı bölümün devamına rastlayabiliyorsunuz.

Hatta izlediğiniz bir diziyi iki ay izlemeyin, sonra tekrar izlemeye başladığınız yerden devam edin anlamakta hiç zorlanmıyorsunuz. Nitekim tüm senaryolar aynı. Aldatma, birinin sevdiğini diğerinin elinden almaya çalışması türlü türlü oyunlar çevirenler,aynı bilindik esprileri orjinalmiş gibi yutturmaya çalışanlar ve daha neler neler…

Yaz tatili dönüşü kimilerimizi internet, kimilerimizi bilgisayar oyunları kapmıştı ki kalanları da dizilere ve evlilik programlarına kaptırdık. Oysa yeni bir sezon yeni umutlarlabaşlamıştı ne planlar yapmıştık bu dönem için kendimize dair...

İnsan ruhunun sevinç kaynağı, bir şeyler öğrenebilmesindedir, pasif bir seyirci olarak izlemesinde değil! Oysa televizyon ve diziler izleyerek sanal bir yaşanmışlık içinde bir illüzyona davet ediyorlar insanları.

Gerçek olmadığını bilerek ama sanki gerçek bir yaşammış gibi sunulduğundan avutuyor gibi görünüyorlar...oysa göz göre göre bir aldatma, bir yaşamsal formatlama var...

Bugün dizide gördüğü romantik bir adamı evde bulamayan kadın ya hayata küsüp kendine kızgın savruluyor.Yada kendi çapında arayışa geçiyor msn ve faceboook birazda buna hizmet ediyor sonrasında.Bir başkasındaysa, dizilerde gördüğü aldatmalar eşine karşı şüpheci davranmasının zeminini hazırlıyor.Babasına bile güvenemez oluyor...

Diziler hayatımıza masalsı bir tonda girerek yanlızlaşmamıza eşlik ediyor gibi görünüyor.Diğer yandan aynı evde kendi dizisiyle bir köşeye çekilmiş yanlızlaşmış, anneler babalar, büyükanneler ve çocuklar üretiyor...Herkese göre bir dizi var bu pazarda...Herkese ayrı bir format atılıyor sonrasında...

Kadın romantizmin pembeliklerinde uçarken, adam yeraltı mafyasının derinliklerinden sesleniyor mesela eşine ''bana bir su kapıp getirsene diye''. İzlediği diziden etkilenmiş olsa gerek sert bir ses tonuyla emir kipinde istenen her şey incitiyor rüyadaki kadını.

Dizideki adam ne kadar nazik oysa.Bir ayıyla yaşadığını söylüyorken yakalıyor kendisini ...O sırada sihirli dizilerde her gördüğünün bir parmak hareketiyle olduğunu öğrenmiş çocuk istediğinin olamayışına kızıyor.

Dizilerin amacı bağımlılık oluşturmaktır.Ve hepimiz her bir bakayım dediğimiz diziye bağlanıp kalırız.Bundan değilmidir beş yıl süren diziler var. Geriye dönüp baktığınızda benzer olaylar, benzer tepkiler, benzer sonuçlar, bolca reklam araları ve kocaman bir sıfır...

Aldanıyoruz, ama adatan değil suçlu olan...Biz aldanmak istiyoruz o nedenledir bunca aldanmışlığımız.Onca yapacak şey,başlanmış ama bitirilmemiş iş, okunacak kitap, gidilecek eş dost, konuşulacak konu, geliştirilecek hobi varken biz bir dikdörtgenin başında eski çağ mitolojilerinden farksız yaşamlara şahit olmayı seçiyoruz...

Hafta sonu İstanbul'da bir sürü kongre, sempozyum, seminer, tiyatro vardı...Belediyeler, dernekler, kültür merkezleri hobi evleri ve danışmanlık merkezlerinde alanında uzman insanlar, insana emek veriyor.

Atölye çalışmaları takip ettğiniz bir yazarla sizi buluşturuyor.Seminerler televizyondan tanıdığınız bir uzmanı mahallenize getiriyor.Kongreler dünyanın bilim insanlarını bir arada görebilmenize fırsat tanıyor...

Binalarımız var, hocalarımız var, imkanlarımız var peki dinleyicilerimiz neredeler?Biz buradayız,siz neden hala oradasınız?

Yolsa evde “Fatmagül’ün suçu ne?” diye merak ededururken, en büyük suçu kendi hayatlarımızda kendilmize karşı işliyor olmayalım? Kendimizi, kendi yaşamlarımızın katili olmaya sürükleyerek...

Bugün yalnızca büyük şehirlerde değil, Türkiye’nin hemen hemen her yerinde gitmek isteyen insan için gidilebilecek eğitimler, atölye çalışmaları, konferanslar var! Üstelik eğitimin sınırları ve yaşı da olmadığı için her düzeyde insanın katılabileceği kongreler, seminerler ziyadesiyle mevcut.

Eee, un var, şeker var, ama biz helva yapmıyorsak, üstelik şikâyet ediyorsak, yazık bize!

Yeni dönem başladı-başlayacak… Kısa bir araştırma yaparak nerede, kim, ne anlatıyor diye bakmak bazen anlatan, bazen dinleyen olmak için harekete geçmek lazım...

Dizi seyretmeyin demiyorum bu arada .Dediğim şey seçerek seyredin de değil. Eğer biz yaşamımızı ihtiyaçlarımız doğrultusunda anlamlı şeylerle yapılandırmazsak hayatımızı birilerinin yapılandırdığı ve istila edildiğimiz gerçeği. Bağımlılık belirtileri göstermeye başladığımız.

Yaşamımızın yapamadıklarımızdan oluşan bir keşkeler bataklığına dönüşmesi.Seyrede seyrede “seyirlik olmak” işten bile değil. Hadi kalkalım ve hayatımız değişsin!

Nazlı Özburun
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Doğru İp
« Yanıtla #1 : 17 Mart 2011, 02:22:40 »

EĞER HALA KUYUDAYSAN VE DOĞRU İPİ ARIYORSAN...

Descartes hayatını anlamlandıracağı sağlam bir nokta ararken kendi düşüncesinin gerçekliğine ulaşmıştı. Düşünüyorsam varım,ben varsam beni var eden benden daha bir mükemmel varlık olmalı diyerek huzura kavuşmuştu belki…

Onun için tatmin edici olan bu nokta, benim için bir yerden sonra yetersiz kalmıştır. Akıl yürütme biçimine hayran olsam da başka bir şey daha olmalı daha diye hissedişim, arayışımı sonlandırmama yetmemiştir.

Geçenlerde yazdığım kuyudaki adamın öyküsünden sonra gelen e-postalarda “Hangi ipin doğru ip olduğunu nasıl bileceğiz?” sorularıyla epeyce meşgul olmuştum ki aklıma sonunda bir cevap geldi.İnsan hangi noktada yanıldığı görmeden doğruya bir adım dahi yaklaşamıyor!

Bizim içinde bulunduğumuz karanlık da yalanlarımızın bir sonucu. Her şey kendimize yalan söylemekle başlıyor. “Mış” gibi yaşamlarımız, kendi kendimizi aldatmalarımız, hepsi sadece yalandan ibaret.

Beyaz, pembe, gri yalanlar... Bize masum görünen ama gerçekte hem kişisel bozulmanın hem de toplumsal bozulmanın nedeni olan yalanlar.

Bugün her yerde yalan satılıyor. Yalanın alıcısı da satıcısı da bol. Reklamlar ve medya, hep yalan üzerine dönüyor. Araban olursa, evin olursa, yakışıklı veya güzel olursan, en mutlu insanın sen olacağı yalanıyla avutuyorlar bizi. Biz de kendimizi ve başkalarını...

Her yalan biraz daha kirletiyor insan olan yanımızı. Sonra yalanlarımızı savunmaya başlıyoruz. “Bu devirde” ile başlayan bir sürü laf ediyoruz.

Bazen kendimizi olduğumuzdan farklı göstermek, bazen çıkarlarımızı arttırmak, bazen köşeye sıkışmış olmaktan kurtulmak, bazen cezalandırılmaktan kaçınmak, bazen de gerçek olanla yüzleşmemek için yalan söylüyoruz.

Mesela ön tarafa incirin güzelini, arka tarafa kötüsünü koyan satıcı yalan söylüyor. Etin içine sakatatı karıştırıp yüzde yüz dana eti diyen satıcı yalan söylüyor. Organik diyerek yalan söyleniyor.

Seni sonsuza kadar seveceğim diyen adam/kadın yalan söylüyor. Dilenciye “Bozuk param yok!” diyerek hızlı adımlarla ilerleyen adam yalan söylüyor. Beğenmediği halde “Çok güzel olmuş!” diyen kadın yalan söylüyor.

Bilardoda olduğu halde “Toplantıdaydım.” diyen adam yalan söylüyor. Yeni aldığı kazağı “Zaten evde vardı.” diyerek lafı değiştiren kadın yalan söylüyor. Sürekli yalan söylüyoruz. Diğer yandan da çocuklarımıza “Yalan, nasıl yakalanmadan söylenir?”in canlı modellerini sunuyoruz.

Kendi çıkarlarımız söz konusu olduğunda gözümüzü kırpmadan yalan söylüyorsak, bize yalan söylediğini düşündüğümüz karşımızdaki insana neden kızıyoruz?

Bu da bizim insanî çelişkimiz. Aslında kendimize geçtiğimiz torpili, karşımızdakinde gördüğümüzde sıkıntı yaşıyoruz.

Doğruluk, hem bizi hem de ilişkilerimizi kurtaracak yegâne iptir. Yalanlarla düştüğümüz kuyuda bize uzatılmış en sağlam ip, doğruluktur.

Peygamberimizin “Yalan söyleme!” diye nasihat ettiği, Hz. Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!” diyerek yalan söylememeyi esas aldığı “Urvetül Vüska” ‘’tutulacak sağlam ip’’doğruluktur.

“Mış” gibi yaşamlarımızdan ancak kendi kendimize doğruyu söyleyerek kurtulacağımız kesin. İkili mesajlarla yorulan ruhumuz, doğrulukla dinlenecek gibi görünüyor.

Yanlış da olsa yapılan, doğru söylendiğinde kişinin yanlışını düzeltme ihtimali varken; yalan söylemeye devam edildiğinde insan yalanlar denizinde pusulasız bırakılmış oluyor. Çıkarlarımızın dalkavukluğunu yapmaktan sıyrılarak doğru olmaya niyet edersek, sağlam noktayı bulmuş olacağız sanırım.

İki yol var önümüzde ya doğru söylemek ya da susmak. Üçüncü bir beyaz/yeşil/pembe yalan yok!

Her yerde, her doğruyu söyleyemiyorsak en doğrusu susmak olacaktır. Yani her konuştuğumuz doğru olmalı ama “Her doğruyu, her yerde söyleyeceğiz!” de değil.

Fakat kendimize karşı her daim doğru olmayı öncelemeliyiz. Kuyudan kurtuluşumuz, doğruluğun ipine sımsıkı sarılmakla mümkün olacak.Diğerleri sonradan gelebilirler.

Ama hayatımızda doğruluk yoksa diğerleri de yoktur. İyi insan memnun ve huzurlu insan tanımının içine ne koyarsanız koyun en başta doğruluk gelmiyorsa diğerleri sıfırla çarpılmış gibi anlamsız olur.

Şimdi ipi bulduk sıra tutunmak da, aydınlığı eğer istiyorsak hala…
 
Nazlı Özburun
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Ynt: Dizilerin Kuşatması Altında
« Yanıtla #2 : 17 Mart 2011, 09:56:37 »
teşekkürler tuğra, güzel konular, ne çok da yalan söylüyormuşuz,düşününce fark ediyor insan,aslında anı kurtarmaktır gaye,vardığı noktaları düşünmeden..