Gönderen Konu: Dost  (Okunma sayısı 2923 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ay Işığı

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1166
Dost
« : 01 Şubat 2009, 23:02:24 »


Kavlimiz böyle değildi; sırt sırta vermişliğimiz sıradan bir desteğin işareti sayılamazdı. El ele, omzu omuza, gönül gönüle olmaklığımız yapmacıktan uzaktı. Hele gösteriş hiç sayılamazdı. Kalbimiz, basit sevdalar, pespaye tutkular, ayağa düşmüş duygu kırıntıları için kan pompalamayacaktı damarlarımıza… Dizlerimizdeki mecâl, bacaklarımızdaki güç basit koşular için basit yollarda tükenmeyecekti. Biz çileli, dikenli ve tozlu yolların uzun mesafeli koşucuları olacaktık. Kısa mesafede, yollar ne kadar çetin de olsa, yarışı terk etmek yoktu…

Kavlimiz böyle değildi; yaşadığımız toprak parçasının, taştan ve topraktan ibaret olmadığını bilecektik. Bu bilmenin mutluluğunu ve hazzını yaşayacaktık. Artık alışageldiği şekilde söylenilen “bu vatanın bir çakıltaşını bile vermeyeceğiz” sözündeki derin anlamı ve iddiayı en iyi biz bilecektik. Bu iddianın gereği olan ve gerekirse canımızdan geçebilecektik. Bu uğurda yola çıkıp boğazımıza yapışan ecele de tevekkül içinde şöyle diyebilecektik:

“ Hep cenk ederiz şevk ile pür neşe ve hande,
   Git söyle ecel beklemesinler beni evde.”

Kavlimiz böyle değildi, elimizde Mevla’nın, Yunus’un Ahmet Yesevi’nin ışığı varken, karanlıklar içinde yolumuzu şaşırmayacaktık. Dilimize düşeni, gönlümüze de düşürecektik. Fikrimiz neyse, zikrimiz de o olacaktı. Değişmeyecektik, değişen şartlara göre. Bukalemun kolaycılığına sığınmayacaktık...
Kavlimiz böyle değildi; güçlünün, ezenin, zalimin yanında değil daima zayıfın, ezilenin ve mazlumun yanında olacaktık… Zoru seçecektik. Taşın altına elimizi hiç sakınmadan sokacaktık. Sıkıntıyı, kederi ve hüznü paylaşıp azaltacak, mutluluğumuzu da yudum yudum çoğaltacaktık…

Bir âsude bahar ülkesi olacaktı yaşadığımız memleket. Nerede susuz varsa ona avucumuzla su götürmeyi, nerede bir aç var ise ekmeğimizi onunla bölüşmeyi göze alacaktık. Yolsuzlara yol olacaktık. Güçsüzlerin gücü, görmeyenin gözü, işitmeyenin kulağı olacaktık. Bunları hiç yüksünmeden, Yaradan’a sığınıp yaradılanı sevip, Yaradan’dan ötürü yapacaktık. Bu asli görevimizde ödül ve taltif asla beklemeyecektik. Ancak ve ancak görevini yapmışların tatlı huzurunu yüreğimizin en ücra köşesinde duyacaktık. Kırkikindi yağmurlarının serinliği ve bereketi yayılacaktı her yana… Gecenin “leyl-i secâsı” ne kadar kuvvetli olsa da güneşin yarın doğacağından emin olduğumuz gibi emin olacaktık birbirimizden. Yeryüzündeki büyük depremleri oluşturan faylar gibi ötelenmeyecektik ve kırılmayacaktık birbirimize… Gönlümüz, inancımız, mefkuremiz ve sevgimiz faylarla bölük börçük olmayacaktı.

Kavlimizi böyle değildi; ekmeğin ne kadar elzem, suyun ne kadar mübarek olduğunu bilecektik. Bunların sadece kendi memleketimizde değil, tüm dünyada hakça bölüşülmesi için bu ağır, bu zor yükü omuzlarımızın cılızlığına bakmadan yüklenecektik hamalların duyduğu mutluluğa özenerek… Hamallar en ağır yüklerin altına bile gülerek girerler. Son zamanlarda bizde peydahlanan bu hamal korkaklığına ne demeli?...

Denize dönen dalgalar gibi olacaktık. Pınar başından akıp çağlayanlar gibi metrelerce yüksekten dökülme özgürlüğü yaşayacaktık. Düz ovada, ummana kavuşma bahtiyarlığından dolayı sessiz sessiz ve kıvrıla kıvrıla Sakarya gibi akacaktık…

Kavlimiz böyle değildi; Aslımızı bilecektik. Zira aslını bilen ölümden dirimden korkmazdı. Aslımızı kaybettiğimiz gibi asıl sevgilimizi de yitirmeyecektik… Cepheden cepheye, can pazarına koşanlar gibi, biz de pervaneler gibi ateşe koşacaktık. Bir kanat boyu mesafeyi korumaya çalışmadan… Ateşe düşmeyi göze alacaktık.

Kavlimiz böyle değildi; atalarımızın yaptığı gibi aç kurtlara, göç ederken sakatlanan leyleklere vakıflar kuracaktık. Gariban, kimsesiz kuşlar için kuş evleri yapacaktık. Hani evsizlere ev yapacaktık?..

Kavlimiz böyle değildi; televizyondaki belgesellere bakıp aslanların peşinden koştuğu ceylanın ürkekliğini iliklerimizde hissedip onun için üzülürken, dünyanın neresinde olursa olsun masum çocuklara, suçsuz insanlara bomba atanları da unutacak mıydık?

Harita, adil harita çizenlerin torunları olarak şimdi kanla ve barutla harita çizenleri yadırgamayacak mıydık? Bunun için serçe parmağımızı dahi oynatmayacak mıydık? Çizilen haritalarda, gözyaşının ve acının olduğunu bilecek, yaşlı gözlere mendil, acılara merhem olacaktık hani?

Hülâsa dostum;

Kavlimiz böyle değildi. Her geçen gün basit tutkuların, sabun köpüğü gibi arzuların, sürüp giden erozyonun, bir sele dönüşen acımasızlığın ve her ne olursa olsun kazanmak uğruna, boş dünya için boş ambarlarını doldurmaya uğraşan dostum, kavlimiz böyle değildi.

Ben yine bir Kaf Dağının ardında seni bekliyor olacağım. Senden yana içimdeki kırık ümitlerle… Yine de senden yana umudumu kaybetmedim… Eğer gelirsen, beni orada bulacağını biliyorsun. Yok gelmeyeceksen de, tek başıma, hani sahildeki adamın denizyıldızlarını teker teker denize atması gibi, beni, deniz yıldızlarını, bayrağımdaki hilalin yanına gökyüzüne fırlatmak için son gücümü ve son nefesimi verinceye dek çalışacağımı bilmeni isterim…

İsmail Bilgin

Çevrimdışı lalegül

  • yazar
  • ****
  • İleti: 513
    • Sidre.net
Ynt: Dost
« Yanıtla #1 : 03 Şubat 2009, 23:49:17 »
Ben yine bir Kaf Dağının ardında seni bekliyor olacağım. Senden yana içimdeki kırık ümitlerle… Yine de senden yana umudumu kaybetmedim… Eğer gelirsen, beni orada bulacağını biliyorsun. Yok gelmeyeceksen de, tek başıma, hani sahildeki adamın denizyıldızlarını teker teker denize atması gibi, beni, deniz yıldızlarını, bayrağımdaki hilalin yanına gökyüzüne fırlatmak için son gücümü ve son nefesimi verinceye dek çalışacağımı bilmeni isterim…

Teşekkürler.
Şu rahmete bakın ki,
insanlar bütün azalarıyla günah işlerken,
sadece diliyle yaptığı tövbeyle affolunuyor.

Aziz Mahmud Hüdai (k.s)