Gönderen Konu: Ticaretin şartları ve esası  (Okunma sayısı 2324 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ticaretin şartları ve esası
« : 17 Ekim 2010, 08:29:38 »

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Ticarette üç şart vardır: Kalite, fiyat ve tatlı dille güler yüz. Kalite ve insan önemli olduğu gibi, fiyat da önemlidir. Ticaretin durgunlaştığı bir dönemde, Abdurrahman bin Avf hazretleri günde bin deve satardı. Aldığı fiyata verir, yularları ona kâr kalırdı. Yuların değeri fazla olmasa da, miktarı çok olunca, satıldığında elde edilen kâr çok oluyordu.

Ticarette istif zararlıdır. Bir tüccar parayı biriktirirse, o tüccar silinir gider. Tüccar, parayı işleten insandır. Parayı döndürmeyen, parayı altına çeviren, parayı arsaya yatıran, ticaret yapamaz. Başka şeyler yapsa da, büyük tüccar olamaz.

Akan su, temiz, gıdalı sudur. Akan para, temiz, gıdalı paradır. Akan para, az kârla çok iş yapıp, parayı çok çevirmektir. Bazı çok büyük tüccarların başarılarının tek sebebi, parayı döndürmeleridir. Aldığını vadeli alırlar, sattığını cüz’i kârla peşin satarlar, ama çok satarlar. Çok satıp sürümden kazandığı gibi, hem stok maliyetinden, hem de enflasyonun zararından kurtulmuş olurlar, çünkü imalatta ham maddenin beklemesi, satıcıların elinde de ürünün beklemesi, her saat onun zararınadır.

Ahir zamanda, ticarete dayalı olmayan, gelir kaynakları sağlam olmayan hiçbir icraata girmemek lazım, çünkü zaman, macera zamanı değildir. Bir ülkede hukuk yoksa, orada yatırım yapılmaz.

İdarede faydalı olmak iki şarta bağlıdır, adalet ve merhamet. Sırf adaletle iş yaparsak, ahirette zelil oluruz. İşlenen suçlara hemen ceza verilseydi, dünyada bir şey kalmazdı. Adalet ve merhametten vazgeçmeyeceğiz, ama ilim, ahlak ve ihlâstan da vazgeçmemek gerekir. İtibarımızın, paramızdan kıymetli olduğunu unutmamalıyız.

Ticaretin esası şudur: Vermesini bilmeyen, almasını bilemez. Vermeden almak olmaz. Veren el, alan elden üstündür. İnsanları sevindirelim ki, Allahü teâlâ da bizi sevindirsin. İnsanları sıkıntıdan kurtaralım ki, Allahü teâlâ da bizi sıkıntıdan kurtarsın.

Müminleri, Allahü teâlânın kullarını sevindirelim, onlara elimizde olanlardan verelim. Allahü teâlâ da bizi sevindirir ve bize bol bol mükâfat verir.

Mümin, (Önce sen, sonra ben diyebilen yiğit kimse) demektir. Yani Müslüman, (Önce senin hakkın, sonra benim hakkım, önce senin menfaatin, sonra benim menfaatim gelir. Önce sen rahat et, mutlu ol, sonra ben, çünkü senin hakkın çok büyük. Allahü teâlâ, bana senin hakkından soru soracak) der. Önceliği hep din kardeşine verip, gerçek mümin olmaya çalışmalıyız.

M.Ali Demirbaş

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ticaretin kuralı
« Yanıtla #1 : 24 Ekim 2010, 06:31:10 »
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Müşteriye gittiğimiz zaman, müşteriye bir şey vereceğimiz veya ona bir şey anlatacağımız zaman, kendimizi onun yerine koymalıyız. Ona nasıl faydalı olacağımızı düşünmeliyiz, verdiğimiz ürünün mutlaka iyi olduğuna, yaptığımız hizmetin mutlaka onun lehine olduğuna, önce kendimiz inanmalıyız.

Ahir zamandayız. İnsanlar artık kime, neye inanacaklarını şaşırdılar. Toplumda doğruluk, mertlik yok gibi. Bu ikisine sarılırsak, başarılı oluruz, ama herkese uyarsak, herkesin yaptığını yapmaya kalkarsak, kaybetmeye mahkûm oluruz, herkesten bir farkımız kalmaz. Farklılık inançta, dürüstlükte, insanları Allah için çok sevmektedir, çünkü Allahü teâlânın yarattığı insanın karşısındayız, eften püften bir şeyin karşısında değiliz. Onun gözünü, kulağını, burnunu, kalbini yaratan, ona o güzelliği veren yüce Allah hakkı için, o mümin sevilmez mi?

İşte bugün dünyada kaybolan şey, karşılıklı güven ile bundan kaynaklanan sevgi ve başarıdır. Peki, ne kaldı geriye? Karşılıklı, güç kuvvet kullanımı kalmıştır. Sen bu kadar güçlüysen, ben de bu kadar güçlüyüm deniyor, hâlbuki dünyada insandan daha âciz ne var ki?

Helal olmak şartıyla, rızkın onda dokuzu ticarettedir, çünkü insanın elbisesinde, düğmesinin bir ipliği haram olsa, bu elbise ile kılınan namaz kabul olmaz. Yani bizim dinimiz, başkasının hakkı bize geçmesin diye, çok sevab kazanmaktan önce, kötülükten çok sakınmayı emrediyor. Müşteri velinimetimizdir, müşteri daima haklıdır, biz daima haksızız, çünkü hak ondadır. Alın teriyle kazandı, zorla kazandığı parayı bize veriyor, biz de ona bir ürün veriyoruz. O halde üründe bir bozukluk, yanlışlık varsa sorumluluk bize aittir.

Ticaretin kuralı, dürüstlüktür, kul hakkından korkmak, aldatmamak ve aldanmamaktır. Aldatmak ne kadar günahsa, aldanmak da o kadar günahtır. Aldatmak, aldanmaktan daha kötüdür. Aldanırsak yine bir hak geçer, onu günaha sokmuş ve onun Cehenneme gitmesine sebep olmuş oluruz. İmam-ı Gazali hazretleri de buyuruyor ki:

Fakirlerin malını fazla parayla almalı, onları sevindirmeli, fakat zenginden mal alırken aldanmak sevab değildir, kötüdür. Malı zayi etmektir. Pazarlık edip ucuz almak gerekir. Hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin, her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almaya uğraşırlardı.

Kendilerine, (Bir günde birçok sadaka veriyorsunuz da, bir şey satın alırken niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz?) dediklerinde, (Verdiklerimizi Allah rızası için veriyoruz, ne kadar çok versek yine azdır, fakat alışverişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasındandır) buyururlardı.

M.Ali Demirbaş