Dua aynı duâ, ya okuyan ağız...
Muhyiddin-i Arabi (kuddise sirruh) hazretlerinden:
Fakirin biri bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.)'ye gelir ihtiyaçlarını arz eder:
—Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der.
Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş...
—Al, der fakire. İhtiyacını karşıla!
Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:
Allah aşkına söyle yâ Emîre'l-mü'minîn! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der.
Hz. Ali (r.a.) anlatır:
Kur'ân-ı Kerîm, Fatiha sûresinde gizlenmiştir. Ben de Kur'ân-ı Kerîm'i okudum, yani Fatiha sûresini okudum bu kumlara...
Bunu öğrenen fakir durur mu? 0 da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. Okur, okur, okur... Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. Altın filan olmuyor, aynen duruyor. Tekrar gelir ve imam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine:
Ben de okudum, ama bir şey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. Emîrü'l-Mü'mînin Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:
Ne yapayım, der. Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!..
İşte bütün mesele buradadır. Okuyanın ihlâsında ve tevec¬cühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı ihlâs ve aynı teveccühle oku¬nacak ki, aynı netice elde edilebilsin. Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz.