Gönderen Konu: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları  (Okunma sayısı 1010116 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Zorlu Yolculuk | Allah Rızasını Tercih Etmenin Fazileti
« Yanıtla #735 : 14 Aralık 2012, 10:30:24 »


"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (hakkıyla) îmân etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size bildireyim mi? Aranızda selâmı yayınız!”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)



14
Aralık Cuma 2012

Hicrî: 1 Safer 1434 - Rûmî: 01 Kânûn-ı Evvel 1428

Amundsen'in Güney Kutbu'nu Keşfi (1911) • Bosna Barış Antlaşması (1995)


Zorlu Yolculuk

Bir gün Hüdhüd bütün kuşları bir araya toplayıp onlara padişahlarına gitmek için bir seyahat teklif eder. Onlara sultânın vasıflarını anlatarak isteklendirir, ancak yolun zorluklarını da bildirir. Her biri birer mazeret söyleyerek özür dilerler Hüdhüd de onlara cevap verir. Onun yerine başka kim olsa daha iyisini söyleyemez.

İçlerinden birisi, bir şüphecisi Hüdhüd’e şöyle der:
“Sen kimsin, bize yol göstermen için sana ruhsat verecek bizden fazla neyin vardır.”

Hüdhüd şöyle cevap verir:
Sizden fazla bir şeyim yoktur. Yalnız bir an Hazret-i Süleymân aleyhisselâmın nazarı bana düşüvermişti. Bu devlete o nazarla erdim. Yoksa mal ve mülk ile değil. Bu makam ibâdetle de elde edilmez. Şeytân da epey ibâdette bulundu ama ona faydası olmadı. Sen ibâdetini aslâ terk etme ama ibadetine mağrur da olma, aldanma. Ömrünü ibâdetle geçir ki Hz. Süleymân sana da baksın.


Allah Rızasını Tercih Etmenin Fazileti

Gazneli Sultan Mahmud’un, Sumenat seferinde ele geçen ganimetler arasında Lât adındaki meşhur put da vardı. Hintliler bu putu geri almak için sultana yirmi batman altın vermeyi teklif ettiler. Ama sultan putu satmaya asla razı olmadı, yaktırmak istedi.

Serkeşin biri, “Putu yakmak yerine satmak daha iyi değil miydi, altın, puttan elbet daha iyidir, satması gerekirdi.” dedi.

Sultan bu sözleri duyunca şu cevabı verdi: “Kıyâmet günü Allâhü Teâlâ, herkesin önünde 'Âzer’le Mahmud’a iyi bakın, bunların ikisi de birdir, birisi put yapar, öbürü de satardı.’ demesinden korktum.” dedi.

Yığdırdığı odunları ateşledi ve putu yaktırdı. Puttaki madenler ateşte eridi, tam yirmi batman ağırlığında mücevher meydana çıktı.

Sultan dedi ki: “Lât'ın hak ettiği buydu, elde ettiğim şeyler de Allâh’ın bana mükâfatıdır.”

Batman : 7,697 kg’lık ağırlık ölçü birimi.
Âzer      : İbrahîm aleyhisselâm’ın üvey babası ve amcası olup putperestti. Geçimini put yapıp satarak temin ederdi.


İSİMLERİMİZ: Erkek: Faruk, Kız: Ferhan




Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını (avret mahallerini) muhâfaza etsinler, bu kendileri için daha temizdir. Her halde, Allah ne yaparlarsa haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhâfaza etsinler...”
(Nûr Sûresi, âyet 30-31)



15
Aralık Cumartesi 2012

Hicrî: 2 Safer 1434 - Rûmî: 02 Kânûn-ı Evvel 1428

Sultan İkinci Selim Han'ın Vefatı (1574)


Yolun Hakkı

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

“Yollar üzerine oturmaktan sakının!”

Ashâb-ı Kirâm: “Yâ Resûlullâh! Bizim bundan sakınmamız pek güçtür. Yol üzerleri bizim mühim meselelerimizi konuştuğumuz yerlerdir.” dediler ve müsâade istediler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Mâdem ki sizin için herhalde oturmak zarureti vardır, öyle ise yolun hakkını verin.” buyurdular.

“Yolun hakkı nedir?” denildi:

“Haramdan göz yummak, halka ezâ vermemek, selâm verenin selâmına mukâbele etmek, iyiliğe, dînin güzel gördüklerine irşâd edip, kötülükten; dînin haram yahut mekrûh saydıklarından sakındırmak, sorana yol göstermek, mazlûma yardım etmektir.” buyurdular.


Hazret-i Ali'den Hikmetler

Hz. Ali kerremAllahü vecheh buyurdular:

• İnsanlar yaratılış bakımından birbirine denktirler. Zîra babaları Hz. Adem aleyhisselam, anaları da Hz. Havva’dır. Eğer asıllarındaki bir şerefle övünüyorlarsa "toprak ve su ile övünüyorlar" demektir.
• Büyüklenen kimseler, mezarlıklardaki başı yukarı servi ağaçlarına benzer. Onlardan meyve beklenmez. Meyve, meyve veren ağaçlarda ve onların aşağı eğilen dallarında aranmalıdır.


TRAFİK: Vasıtalarda Hava Yastığına Dikkat!

Vasıtalarda sürücü ve yolcuların emniyeti için hava yastığı ve emniyet kemeri başta gelen tedbirlerdendir. Hava yastığı çarpmalara karşı ancak emniyet kemerleri ile birlikte faydalı olur. Tek başına koruyucu değildirler.

Hava yastıkları emniyet kemerine yardımcıdır ve kemerlerle sabitlenmiş olan vücudun ve başın direksiyona vesair yerlere çarpmasına mani olur.

Hava yastığının açılmama ihtimali vardır. Hava yastıklarının sağlıklı çalışması için bakım ve kontrolleri zamanında yapılmalıdır. Bir sebeple açılan hava yastıkları mutlaka yenisiyle değiştirilmelidir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kavmin Efendisi Hizmet Edenidir
« Yanıtla #737 : 16 Aralık 2012, 14:54:51 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Bir kimse Allah için tevâzû ederse Allâhü Teâlâ muhakkak onu yükseltir.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)



16
Aralık Pazar 2012

Hicrî: 3 Safer 1434 - Rûmî: 03 Kânûn-ı Evvel 1428

Musul'un Cemiyet-i Akvam (BM) Tarafından Irak'a Verilmesi (1925) • Kazakistan'ın İstiklâli (1991)


Kavmin Efendisi Hizmet Edenidir

Hanefî âlimi ve muhaddis Yahyâ bin Eksem (rh.) anlattı;

Bir gece Abbâsî Halîfesi Me’mûn’a müsâfir olduk. Gece yarısı pek susadım, su içmek üzere ayağa kalktım.

Me’mûn beni gördü,
“Niçin uyumuyorsun, ey Yahyâ!” dedi.
“Ey mü’minlerin emîri, hakikaten pek susadım.” dedim.
“Yerine dön.” dedi ve kendisi bizzat gidip mahzenden bir bardak su getirdi ve başım ucunda durarak, “Ey Yahyâ, buyur iç” dedi.
“Ey Emîr, bir hizmetliye emretseydiniz.” dedim.
“Onlar uyumaktadırlar.” dedi.
“Kendi suyumu alırdım.” deyince “Bir kişiye müsafirine hizmet ettirmek fenalık olarak yeter. Ey Yahyâ, sana bir hadîs rivâyet edeyim mi?” dedi.
“Buyurunuz.” dedim. Halife, kendi babaları yoluyla İbn-i Abbâs hazretlerinden rivayet edilmiş olan şu hadîs-i şerîfi nakletti:
“Kavmin efendisi ona hizmet edenidir.”


Nükte: Akıllı Vezir

Hindistan padişahlarından Cihangir'in gayet sevdiği bir atının, seyisi tarafından öldürülmesi üzerine hükümdar hiddetlenerek kılıcını sıyırır ve öldürmek üzere seyisin üzerine hücum eder.

Bu sırada hükümdarın yanında bulunan vezir, cezalandırma işinin kendisine verilmesini rica ettikten sonra seyise üç büyük kabahatte bulunduğunu söyler:
Birincisi atı öldürmek, ikincisi padişahı hiddetlendirmek ve üçüncüsü padişah bir at için bir adam öldürmüş diye halk arasında padişahın adının kötüye çıkmasına sebep olmak.

Cihangir, vezirinin bu sözleri üzerine hareket tarzının yanlış olduğunu anlayarak seyisi affetmiştir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #738 : 17 Aralık 2012, 11:27:45 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İlim öğrenmeye sabah erkenden çıkın. Zira ben Rabb’imden sabahın erken vaktini ümmetim için bereketli kılmasını istedim.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat)



17
Aralık Pazartesi 2012

Hicrî: 4 Safer 1434 - Rûmî: 04 Kânûn-ı Evvel 1428

Hz. Mevlana'nın Vefatı (1273) • Sultan Üçüncü Murad Han'ın Vefatı (1595) • Türkiye'de Ekmeğin Karne İle Verilmesi (1941)


Şeyh Ebu'l-Hayr Muhammed El-Cezerî

İmâm Cezerî (r.h.), Şam’da dünyaya gelmiştir. (M. 1350) 13 yaşında Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemiştir. 18 yaşında iken yedi kıraati öğrenmiş ve aynı yıl hacca gitmiştir. Sonraki sene Mısır’a giderek on kıraati (kırâat-i aşere), sonra on iki kıraati, ardından da on üç kıraati öğrenmiştir. Şam ve Mısır’da Dimyâtî, Eberkûhî, İsnevî, Ebûlfidâ İbn-i Kesîr ve Bulkînî gibi âlimlerden tefsîr, fıkıh, hadîs, usûl, meânî ve beyân ilimlerini tahsîl ederek icâzet aldıktan sonra kıraat ilminde ders vermeye başlamış ve İslâm âleminin neredeyse her tarafında birçok halk Kurân’ı ve kırâat-i aşereyi ondan öğrenmiştir. Şam, Bursa, Mâverâünnehr’i dolaşmış Mekke ve Medîne’de ve buralara giderken geçtiği her yerde halkın her sınıfından insanlar gerek âlim gerek esnaf hattâ sultânlar, hepsi ondan kırâat ilmini ve vecihlerini öğrenmişlerdir.

Mekke ve Medine’de ikâmetinde H. 823 yılında Haremeyn imamı kendisinden Kur’ân-ı Kerîm’in kıraatı (okunması)na dair ilimler okumuştur. Bu sıralarda kıraate dair “Kitabü'n-Neşr fi'l-kırââti'l-aşer, muhtasarı olan et-Takrîb ve tahbîru't-teysîr fi'l-kirââti'l-aşre ve büyük ve küçük Tabakâtu'l-kurrâ’yı yazmıştır.
Şiraz şehrinde vefat etmiş ve kendi inşa ettirdiği Dâru’l-Kurrâ’nın bahçesine defnedilmiştir (M. 1429). Allah ondan, onun selef ve haleflerinden razı olsun.
Merhum el-Cezerî’nin dört oğlu ve üç kızı vardı. Bütün çocukları da Kur’ân-ı Kerîm’i tertil üzere okuyan kurra ve hadîs hafızı idiler.

Emir Timur, el-Cezerî’yi Maveraünnehir’e götürdüğünde onun için büyük bir ziyafet tertip etmişti. Emir Timur ziyafet sofrasında ilim adamlarını sağ tarafına, emirlerini sol tarafına oturtmuş ve el-Cezerî’yi, Seyyid Şerif’in önüne geçirmişti. Sebebi sorulduğunda şöyle cevap vermişti: “Kitab ve Sünnet’i çok iyi bilen ve bir müşkili olduğunda bizzat Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) danışarak çözen birini nasıl öne geçirmem.”

En meşhur eseri Kur’ân-ı Kerîm tecvidine dâir el-Mukaddime ile Kur’ân-ı Kerîm’in kıraatlerine dâir Tayyibetü'n-neşr fi'l-Kırâati'l-aşr’dir.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allâh'ı Seven Onu Seveni ve Onun Sevdiği Her Şeyi Sever
« Yanıtla #739 : 18 Aralık 2012, 12:07:54 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Başkasının ayıp ve kusurunu söyleyeceğin zaman, derhal kendi kusurunu hatırla.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl)



18
Aralık Salı 2012

Hicrî: 5 Safer 1434 - Rûmî: 05 Kânûn-ı Evvel 1428

İmam Gazali Hazretleri'nin vefatı (1111)


Allâh'ı Seven, Onu Seveni ve Onun Sevdiği Her Şeyi Sever

İmâm Gazâlî Hazretleri buyurdular: "Güzel ahlâk sevmeyi, birlik ve beraberliği icap ettirdiği gibi kötü ahlâk da düşmanlığı ve çekememezliği icap eder."

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• “Mü’min, sever ve sevilir. Başkası ile geçinemeyen ve kendisi ile geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.”
• “Birbiri ile buluşan iki (din) kardeşi bir diğerini yıkayan iki el gibidir. Allâhü Teâlâ, birbirine ülfet eden her iki mü’minin her birini diğer arkadaşı sebebi ile hayırla mükâfâtlandırır.”


Sevmek ve dostluk ya Allâh içindir veya dünya içindir.
Bu da dört kısımdır.
Birinci kısım, bir şeyi yaratılışından ve tabiatından dolayı seversin. Eğer bu sevmek her hangi bir maksada dayanmadan bir akarsu, çiçek, çimenliğe bakmak gibi olursa bu mübahtır. Ne övülür ne de kötülenir. Eğer fenâ bir maksadla olursa o kötüdür.

İkinci kısım bir kimseyi bir menfaat elde etmek için sevmektir. Burada aslında sevilen şey o elde edilecek menfaattir. Eğer sevilen şey dünyaya ait ise bu Allâh için bir sevgi değildir. Talebenin hocasını ilim tahsîli için sevmesi gibi. Zira burada sevgi ilmedir. Onu Allâh’a yaklaşmak için değil onunla mal ve mülk kazanmak ve insanlar nazarında makbûl olmak için seviyor.

Üçüncü kısım, bir şeyi dünyâdaki menfaati için değil de âhiretteki menfaati için sever. Mesela bir kimse hocasını yahud şeyhini hayırlı amel işlemesine yarayacak ilim öğrettiği için sever. Eğer ilim ve amelden maksadı âhirette kurtuluşa ermek olursa bu Allâh yolunda sevgidendir. Yine hoca da talebesini sever. Zira, onun sebebi ile Allah katında kıymeti artar.

Dördüncü kısım, Allâh’ı kendi zât-ı ilâhîsi için sevmektir. Bu en yüksek ve en ince derecedir. Allâh’ı seven, onu seveni ve onun sevdiği her şeyi sever.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
“Ehl-i kitâb’a dine âit hiçbir şeyi sormayın”
« Yanıtla #740 : 19 Aralık 2012, 10:39:28 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilen (Kitaba, dîn)e iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahih-i Müslim)



19
Aralık Çarşamba 2012

Hicrî: 6 Safer 1434 - Rûmî: 06 Kânûn-ı Evvel 1428

Hattat Yesârî'nin Vefatı (1798) • Hattat Yesârî'nin Vefatı (1798) • Türkiye'nin Yunanistan'a Gıda Yardımı (1940) • Türkiye'nin Yunanistan'a Gıda Yardımı (1940)


“Ehl-i kitâb’a dine âit hiçbir şeyi sormayın”

Hz. Ömer (r.a.), Ehl-i Kitab’a ait eline geçen bazı sahifelerle gelip Resûlullâh’ın (s.a.v.) huzûrunda okuyunca Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) gazablandılar ve şöyle buyurdular:

“Muhakkak ben sizlere taptaze ve tertemiz olanı getirdim. Siz onlara (Ehl-i Kitâb; Yahûdî ve Hıristiyanlara) -dinî- hiçbir şeyi sormayınız... Nefsim kudretinde olan Allâh’a andolsun ki eğer Mûsâ aleyhisselam hayatta olsa bana uymaktan başka yol bulamazdı."

Diğer bir hadîs-i şerîflerinde ise:

“…Ehl-i Kitâb’a dîne ait hiçbir şeyi sormayın.” buyurdular.

Abdullah İbn-i Abbâs (r.a.) buyurdu: "Ey Müslüman topluluğu, peygamberinize indirilen Kurân-ı Kerîm taptaze olup halen sizler onu okumakta olduğunuz halde ve ona asla bir şüphe karışmamış iken ehl-i kitâba nasıl bir şey sorarsınız. Halbuki muhakkak Allâhü Teâlâ size bildirmiştir ki ehl-i kitâb Allâh’ın onlara indirdiğini değiştirip elleriyle tahrif ettiler. Sonra biraz para almak için “Bu, Allah tarafındandır.” dediler. Size gelen ilim, onlara bir şey sormanızı yasaklamıyor mu? Hayır, Vallâhi onlardan hiç bir adam sizin dininizi sormazken sizin onlara sormanız aslâ câiz olmaz."

Muhammed bin Vazzâh’a Hıristiyanların bilginlerinden birisi: “Müslümanların kitabı nasıl böyle ne bir ziyade ne de bir noksanı olmadan kaldı. Bizim kitabımız ise böyle değildir.” deyince o şöyle cevap verdi:

“Muhakkak Allâhü Teâlâ, kitabınızı muhafaza etmeyi size (Ehl-i kitap âlimlerine) havale etti ve Mâ'ide sûresinin 44. âyetinde sizleri Allâh’ın kitâbını muhâfazaya memûr ettiğini bildirdi. Bizim kitabımız için ise Hicr sûresinin 9. âyetinde “Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, herhalde biz onu muhafaza da edeceğiz.” buyurdu ve Allâhü Teâlâ muhâfazasını bizzat üzerine aldı. Onda ne bir ilaveye ne de bir çıkarmaya asla imkân yoktur."



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: "Duvardan Dökülen İnciler" Takvim Yaprakları
« Yanıtla #741 : 20 Aralık 2012, 10:37:49 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İbrahim aleyhisselâmın ateşe atıldığı zaman en son sözü ‘Hasbiyellâhü ve ni’me’l-vekîl’ olmuştu.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahih-i Buhârî)



20
Aralık Perşembe 2012

Hicrî: 7 Safer 1434 - Rûmî: 07 Kânûn-ı Evvel 1428

İmam Şâfii Hazretleri'nin Vefatı (820)


“Ey Ateş! Serin ve Selâmet ol”

Hz. İbrahim (a.s.) kavmini putlara tapmaktan vazgeçip Allâhü Teâlâ’ya ibadete davet ediyor fakat onlar bundan vazgeçmiyorlardı. Bir bayram günü herkes bayram yerine gitti. Hz. İbrahim hasta olduğunu söyleyip gitmedi. Putların bulunduğu yere gitti ve bir balta ile hepsini kırdı, sonra da elindeki baltayı en büyük putun boynuna asarak oradan ayrıldı.

Halk, bereketlensin diye putların yanına bıraktıkları yemekleri almaya geldikleri zaman putlarının halini görünce Nemrut’a ‘İbrahim, putlarımıza dil uzatıyor, onlarla alay ediyordu. Bunu ancak o yapmıştır.’ dediler. Huzuruna çağırıp “Ey İbrahim! Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın.” diye sordu. Hz. İbrahim de “Belki de şu büyüğü yapmıştır. Eğer konuşurlarsa onlara sorunuz. Kendisiyle beraber küçük putlara da tapmanıza kızmış ve onları kırmıştır.” deyince biraz insafa geldiler. Sonra ‘Bunların söz söylemediğini sen de biliyorsun,’ dediler. Bunun üzerine onlara nasihat etti, “O halde Allâh’ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek putlara mı tapıyorsunuz?” dedi.

Fakat, neticede Hz. İbrahim’i zindana attılar. Yedi yıl zindanda kalan Hz. İbrahim hakkında Nemrut ve kavmi yakılarak öldürülmesine karar verdiler. Üç ay boyunca, odunlar toplanıp yığıldı. Her taraftan tutuşturulan odunlar yanınca pek şiddetli bir ateş meydana geldi. Havada uçan kuşlar bile bu ateşin şiddetinden yanıp kavruluyordu. Hz. İbrahim’i bu ateşe nasıl atacaklarını bilemiyorlardı. Yanlarına lânetli İblis, insan suretinde gelip onlara mancınığı öğretti. Onlar bir mancınık yapıp ona bağlıyarak Hz. İbrahim’i ateşe attılar. Allâhü Teâlâ “Ey ateş! İbrahim’e serin ve selamet ol.” buyurdu ve ateşin yakıcı ve sıcak tesiri yok oldu, bir bahçe, bir gülzar oldu. Orada yedi gün kalan Hz. İbrahim’in bu harikulâde halini Nemrut gördü. Yanına melekler insan suretinde gelip oturuyorlardı.

Bu mucize karşısında Nemrut Hz. İbrahim’in oradan çıkmasını istedi ve onu serbest bıraktı. Fakat batıl dininden ayrılmadı.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allâhü Teâlâ Elbette Tevbeleri Kabul Eder
« Yanıtla #742 : 21 Aralık 2012, 11:25:07 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Kim benim kabrimi vefatımdan sonra ziyâret ederse, beni hayatımda iken ziyaret etmiş gibi olur.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr)



21
Aralık Cuma 2012

Hicrî: 8 Safer 1434 - Rûmî: 08 Kânûn-ı Evvel 1428

Sultan Üçüncü Mehmet Han'ın Vefatı ve Sultan Birinci Ahmed Han'ın Tahta Cülûsu (1603) • Sultan Vahdettin Han'ın Meclis-i Mebusan'ı Feshi (1918)


Allâhü Teâlâ Elbette Tevbeleri Kabul Eder

Hz. Ali (k.v.) anlattı: “Biz Resûlullâh Efendimiz’i (s.a.v.) defnettikten sonra bir A’râbî geldi. Kendini Resûlullâh’ın mübârek kabrine attı, toprağından başına saçtı ve şöyle dedi:

“Yâ Resûlallâh! Sen buyurdun, biz sözünü dinledik. Sen Allâh’dan kabını doldurdun, biz de senden doldururduk.

Allâhü Teâlâ’nın sana “…Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına mağfiret dileseler, peygamber de kendileri için istiğfar ediverse idi elbette Allâh’ı Tevvâb, Rahîm bulacaklardı…” (Nisâ sûresi, âyet: 64)” indirdiği şey için sana geldim. Ben dahi nefsime zulmettim ve istiğfâr etmen için sana geldim.”

Bunun üzerine kabr-i şerîfden “Muhakkak günahın bağışlanmıştır.” diye nidâ olundu.


Ashab-ı Kirâm'ın Biatı

Ubâde bin Sâmit (r.a.) rivayet ediyor:

Etrafında ashâbından bir cemaat olduğu halde Resûlullâh (s.a.v.) buyurdu ki:

Allâh’a (ibadette) hiçbir şeyi şerîk etmemek (ortak koşmamak), hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evladınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla (kimseye) iftira etmemek, hiçbir (emr-i) mârufta isyan etmemek üzere bana bîat ediniz.

Sizden kim ahdinde durursa ecri ve mükâfatı Allâh’a aittir.

Kim bunlardan birini yapar da, bundan dolayı dünyada iken azab ve sıkıntıya düşerse bu azab ona keffarettir.

Kim bunlardan birini yapar, Allâhü Teâlâ da onun yaptığını örterse, işi Allâhü Teâlâ’ya kalır. Allâhü Teâlâ dilerse onu affeder, dilerse ona azab eder.”


Biz bu şartlar üzere Resûlüllâh’a (s.a.v.) bîat ettik.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ebû'l-Hasan Harakânî'nin Kabrinin Bulunması
« Yanıtla #743 : 22 Aralık 2012, 03:42:58 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda dinini muhafaza için sabreden kimse, ateş korunu elinde tutan gibi olacak.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)




22
Aralık Cumartesi 2012

Hicrî: 9 Safer 1434 - Rûmî: 09 Kânûn-ı Evvel 1428

Sultan Üçüncü Murad Han'ın Tahta Cülûsu (1574)


Ebû'l-Hasan Harakânî'nin Kabrinin Bulunması

Kars Kalesi, Üçüncü Murâd Han devrinde Ruslardan geri alınınca, kale tâmirâtı Lâlâ Mustafa Paşa’ya verilmişti. Tâmirât yapılırken askerlerden Hâfız Osman, rüyâsında Ebû’l Hasan Harakânî (k.s.) ona “Oğlum Hâfız Osman! Uzun müddetten beri toprak altında yatmaktayım. Paşana söyle, kabrimi ayan edip açığa çıkarsın, okunacak Fâtihalardan nasîbdâr olayım.” dedi. Hâfız Osman aynı rüyâyı ertesi gece tekrar gördü. Fakat cesâret edip Paşa’ya söyleyemedi. Üçüncü gece rüyasında Ebü'l-Hasan Harakânî, mütebessim çehresiyle bu defa şöyle buyurdu: “Oğlum Hâfız Osman! Gördüğün rüyâlar sâdık rüyâlardır. Makâmımın nerede olduğunu evvelki rüyâlarında söylemediğim için seni tereddütte bıraktım. Paşaya söylemeye cesâret edemedin. Şimdi dikkatlice dinle, târîf ediyorum. Yarın hemen paşaya çık ve söyle. Kaleiçi mahallesinde Kağızman Kapısı’na girdiğinde yirmi iki adım batı tarafına gidersin. Son adımın altında benim tabutum bulunur. Üzerimdeki kül ve toprak yığınlarını temizledikten sonra, hâlis topraktan üç arşın eşin, sandukam meydana çıkar. Kars Kalesi’ne doğru on sekiz adım götürür, oradan da üç arşın derinliğinde hâlis topraktan kabrimi eşer ve defnedersiniz. Başucuma bir de câmi inşâ edersiniz.”

Hâfız Osman gördüğü bu rüyâyı ertesi gün paşaya büyük bir heyecânla anlattı. Paşa bu askerini kucakladı; “Evlâdım! Sen de mi gördün bu rüyâyı? Evet, bir pîr-î fânî, bana da bu husûsu defâlarca rüyâda buyurdularsa da senin rüyân gibi tafsilâtlı olmadığından tereddüt ve endişe içindeydim. Elhamdülillah, bu endişeden beni kurtardın.” dedi.

Ertesi gün bütün halk ve askerî erkân, tekbir sesleriyle rüyâda târif edilen yere geldi. Tâbut çıkınca, Mustafa Paşa ulemânın müsâdesiyle tabutu açtı. Tâbuttan hoş bir koku yayıldı. Üzerindeki hırka henüz çürümemiş ve savaş sırasında yaralanan sağ bacağı ile sol pazusuna bağlanan mendillerden hâlâ kan damlamaktaydı.

Paşa gördüklerini sultana arzetti.

Sultan Üçüncü Murâd Hân, bir türbe ve câmi yaptırdı.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Peygamber Efendimiz'in Bir Mucizesi | Sirke
« Yanıtla #744 : 23 Aralık 2012, 12:44:57 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İki nimet var ki, insanların birçoğu onda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.”
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




23
Aralık Pazar 2012

Hicrî: 10 Safer 1434 - Rûmî: 10 Kânûn-ı Evvel 1428

Birinci Meşrutiyet'in İlanı (1876) • Menemen Hadisesi (1930)


Peygamber Efendimiz'in Bir Mucizesi

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hicret yolunda bir bedevinin çadırına müsafir oldular. Çadırın sâhibi Ebû Ma’bed orada yoktu. Hanımı Ümm-i Ma’bed müsafirleri konuklamıştı. Çadırda hasta bir koyun yatıyordu. Yavrusu olmadığı gibi sağmal da değildi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bunun memelerini sıvazladı ve mucize olarak çıkan sütten çadırda ne kadar kap kacak varsa hepsini doldurdu.


Sirke

Sirke gıdâ maddesi olarak kullanıldığı gibi temizlikte ve hekimlikte de kullanılır.

Sirke, elbiselerdeki mürekkep vesair başka lekeleri, sudan daha iyi temizler. Sirke hem soğutucu ve hem de ısıtıcı husûsiyete sâhiptir. Soğutuculuğu, harâret vermesinden daha kuvvetlidir.

Üzüm şırasından yapılan sirke, iltihaplı mideye faydalıdır, safrayı keser, zararlı ilaçların zararını giderir, vücutta katılaşan süt ve kanı çözer, mideyi temizler, bağırsakları tutar, susuzluğu keser. Yeni meydana gelmekte olan şişliklerin büyümesine engel olur, hazma yardım eder, balgama karşı faydalıdır, katı gıdâları yumuşatır ve kanı inceltir.

Sirke; sıcak olarak ağızda gargara yapılacak olursa, diş ağrılarına karşı faydalı olup, diş etlerini de kuvvetlendirir.


Parmakların uçlarında ve tırnak diplerinde meydana gelen dolama, ekzama, harâretli şişlikler ve ateş yanığına karşı faydalıdır.

Yaralara, kaşıntıya, haşerat sokmasına, ateş yanığına faydalıdır.

Çıban, yara, sivilce ve uyuza faydalıdır. Gülsuyu veya gülyağı ile birlikte kullanılırsa, baş ağrısı için iyidir.

Sirke iştahı açar. Bal ve pekmez şerbetlerine de katılır, buna sirke şurubu; sekencebîn denir.

Midede gastrit, yanma varsa sirke alınmaz.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlim Yolunda Bir İbret | Izgarada Balık
« Yanıtla #745 : 24 Aralık 2012, 12:34:57 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Resûlullâh (s.a.v.) “Muhakkak öyle günahlar vardır ki, onları ne namaz, ne oruç, ne hac, ne de umre temizler.” buyurdu. ‘Onları ne temizler, yâ Resûlallâh!’ dediler. “(Helâl rızık için) Maîşet yolunda çekilen sıkıntılar.” buyurdu.”
(Hadîs-i Şerîf, Taberânî el-Mucemü'l-Kebîr)




24
Aralık Pazartesi 2012

Hicrî: 11 Safer 1434 - Rûmî: 11 Kânûn-ı Evvel 1428

Sultan Dördüncü Murad Han'ın Bağdad'ı Fethi (1638)


İlim Yolunda Bir İbret

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, ilim tahsil etmek için gittiği Cürcan’dan dönerken başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Haramiler yolumuzu kestiler ve yanımda ne varsa hepsini alıp gittiler. Ben de peşlerinden gidip onları takip ettim.

Reisleri dönüp bana:
‘Hadi, geri dön. Yoksa seni öldürürüz.’ dedi.

‘Sizden sadece, ders notlarımı geri vermenizi istiyorum. Zaten size faydası olacak bir şey de değil.’ dedim. ‘Neymiş o notların?’ diye sordu.

‘Şu çuvalın içindeki kitaplar, ben onları dinlemek ve yazmak için yerimi yurdumu terkettim.’ deyince güldü.

‘Sen ilim öğrendiğini nasıl söyleyebilirsin? Biz onları senin elinden aldık, sen de o ilimlerden ayrılmış oldun ve ilimsiz kaldın.’ dedi. Sonra da arkadaşlarından birine emretti, kitaplarımın olduğu çuvalı bana verdiler.”

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri şöyle devam etti:
"Allâhü Teâlâ beni irşad için bu haramileri karşıma çıkarıp konuşturdu. (Memleketim) Tus şehrine gelince, yazmış olduğum notlarımı ezberlemek için tam üç sene uğraştım ve tamamını ezberledim. Artık haramiler yolumu kesip kitaplarımı alacak olsalar bile ilmimi alamayacaklar, ilimsiz kalmayacaktım."

Izgarada Balık

Balık ızgarada daha lezzetlidir.
Yağlı balıklar ızgarada daha güzel olur.
Balık bir tabak içerisinde zeytinyağı ile bir iki kez çevirerek yağlanır.
Büyük balıkların -içi daha iyi pişmesi için- iki yanı bıçakla çizilir.
Balıklar ızgarada çok çabuk pişer. Orta ateşte pişirilir ve içi çatalla kontrol edilir. İçinde pembelik görülmüyorsa pişmiş demektir. Derisi yanmadan balık ızgaradan alınmalıdır.
Izgara yapılacak balık una bulanmaz.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Cömertlik
« Yanıtla #746 : 25 Aralık 2012, 10:37:14 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde daha güzeldir.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzu'l-Ummâl)




25
Aralık Salı 2012

Hicrî: 12 Safer 1434 - Rûmî: 12 Kânûn-ı Evvel 1428

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın İdamı (1683) • Gaziantep'in Kurtuluşu (1921) • SSCB'nin Dağılması (1991)


Cömertlik

Cömertlik iki türlüdür:

Birincisi: Bir kimsenin, ihtiyaçlarını bildirip istemesinden önce verip ihsanda bulunmaktır ki bu tür cömertlik gayet makbul ve övgüye layıktır. Zira Hz. Ali (kerremallâhü vecheh)’den cömertlik sorulduğunda: “İstemeden önce verilen cömertliktir; istendikten sonra verilene ise cömertlik denmez; bu bir iyilik ve bağıştır.” buyurdular.

Bazı âlimler, ‘İhsanın kıymetli olanı, istenmeden verilendir.’ demişlerdir.
Bu da üç kısımdır.
• Bir kimse, sadece sevap ümidiyle diğer bir kimseye gelen bir zararı görüp, bu zararı giderir; veya bir kimsenin fakirliğini ve ihtiyaçlarını öğrenip telafi eder.
• Kendi malındaki ihtiyaç fazlasını, uygun yere ve hak sahiplerine götürüp yardım eder.
• Cömertlik, kişinin seciyyesinde yerleşmiş bir tabiat olduğundan, hak eden, hak etmeyen, övülen, kötülenen kim varsa, aralarında fark gözetmeksizin verilir.
Bu üçüncü kısmın, malına noksanlık getirecek kadar olması uygun olmaz. Zira bu, israf olur.

İkincisi: İstendikten sonra yapılan yardımdır.
Bu kısım cömert kişinin alâmeti:
Yardımda bulunduğu zaman, verdiği kişiye karşı güler yüzlü davranıp, sevinç içinde olmak; talepte bulunanın en küçük bir işaretiyle iktifa edip, meramını etraflıca anlatmasına ihtiyaç duymamaktır. Yani cömert olan kişiye lâyık olan: İsteyen, istediği şeyi ifade etmeye başlayınca, derhal anlayıp isteği yerine getirmeli ki, ihtiyaç sahibi sevinmek için beklemesin.

Vaad ile vaadin yerine getirilme zamanının arası uzamamalı. Zira beklemenin acılığı, ihsanın tatlılığını giderir.

Hulefâ-i Râşidîn (Rıdvânüllahi Taâlâ aleyhim ecmaîn) Hazretleri, kendilerinden, ihtiyaçlarının giderilmesini isteyenlere, dînin emri üzere yardımda bulunurlardı.



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Cebrâil (a.s.) komşu (hakkı) husûsunda bana o kadar tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.”
(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)




26
Aralık Çarşamba 2012

Hicrî: 13 Safer 1434 - Rûmî: 13 Kânûn-ı Evvel 1428

Milletlerarası Takvim ve Saatin Kabulü (1925) • Rusların Afganistan'ı İşgali (1979)


Sabrın Sonu Selâmet

İmâm Suyûtî (r.h.) şöyle anlattı:

"Yûsuf bin Zenâtî, Resûlullâh Efendimiz Hazretleri’nin hânedânından bir hanımdan nakletti:

“Ben Medîne’de kalıyordum. Hizmetlilerden bazıları bana eziyet ediyorlardı. Ben Peygamber Efendimiz’den yardım istedim.

Mübârek ravzasından, “Senin benden alacağın örnek yok mudur? Benim sabrettiğim gibi sabret.” buyurdu.

Benim içimdeki sıkıntı kayboldu, gözüm hizmetlilerin yaptıklarını görmez oldu. Bana eziyet eden üç hizmetli de sonra öldüler."

Yaratılmışlara Hakaret Etmemek

Şeyh Tâcüddîn bin es-Sübkî anlatıyor:

Bir gün evimizin bahçesinde bir topluluk arasında bulunuyordum. Bu sırada ıslanmış bir köpek geldi. Neredeyse elbiselerimize dokunacaktı. Ben onu kovaladım ve “Ey köpek, ey köpeğin oğlu.” dedim.

Bu sırada babam Şeyh Takıyyüddîn (rh.) sesimi işitti. Dışarıya çıktığında “O hayvancağıza niçin fena söz ettin.” dedi.

“Ben sadece doğru olanı söyledim.” deyince  “Evet lakin bu söz ağzından kötülemek ve hakaret kasdıyla çıkmıştır. Bu ise edebe hiç uymayan bir harekettir.” dedi.

Hakikaten bu faydalı bir ikazdır. Hiçbir yaratılmışa -sıfatı ile de olsa- hakaret kasdıyla hitap etmek edebe uygun olmaz.


Sağlık: Burun Tıkanıklığı İçin

Soğuk algınlığından tıkanan burnu açmanın pratik çarelerden birisi bir kapta suyu kaynatıp, buharını birkaç dakika solumanız, burnu rahatlatacaktır. Yanmamak için dikkatli olmak lazımdır.

Burun spreyi ve burun damlası, tıkanıklığı hızla azaltırlar. Ancak alışkanlık yapmaması için kısa bir müddet kullanılmalıdır. 3-4 günden fazla kullanılmamalıdır.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Hâbil ve Kâbil
« Yanıtla #748 : 27 Aralık 2012, 12:11:17 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“İki kişi vardır ki kıyâmet gününde Allâhü Teâlâ onlara rahmet nazarıyla bakmaz: Sıla-i rahmi (yakın akraba ile münasebeti) terk eden ve kötü komşu.”
(Hadîs-i Şerîf, Kenzu'l-Ummâl)




27
Aralık Perşembe 2012

Hicrî: 14 Safer 1434 - Rûmî: 14 Kânûn-ı Evvel 1428

Ayasofya'nın İnşası (537)


Hâbil ve Kâbil

Hz. Havva anamız, her doğumda biri oğlan diğeri kız olmak üzere iki çocuk dünyaya getirirdi. Böylece çocuklarının sayısı kırka ulaşmıştı. O zaman insanların çoğalması için her erkek çocuk, kendisiyle beraber doğan ikiz kardeşi ile değil başkası ile olan kız kardeşi ile evlenebilirdi. Kâbil, kendisiyle beraber doğmuş ve daha güzel olan İklima ile evlenmek istemiş, bunun câiz olmadığını Hz. Âdem kendisine bildirmiş, fakat Hz. Âdem'in bu sözünü dinlememiş arzusunda ısrar etmişti.

Bunun üzerine Âdem (a.s.) bu oğullarına birer kurban kesmelerini söyledi. Böylece kurbanı Allah katında kabul olunanın haklı, diğerinin hatalı olduğu ortaya çıkacaktı. O zaman ki, ilâhî âdete göre kabul olan kurbanlar gökten gelen beyaz bir ateş tarafından yeniliverirdi.

Kâbil ile Hâbil de birer kurban takdim ettiler. Ateş Hâbil’in kurbanını yedi, Kâbil'in kurbanı ortada kaldı. Bu hadise üzerine Kâbil, kardeşi Hâbil'e karşı haset beslemeye başladı.

Hz. Âdem, Beytullah’ı ziyaret için Mekke-i Mükerreme’ye gittiği bir sırada Kâbil, Hâbil ile münakaşa etti ve onu uykuda iken başına taşla vurarak öldürdü. O zaman Hâbil henüz yirmi yaşında idi. Kâbil, yaptığı bu cinayetten dolayı Hz. Âdem’in reddi üzerine Yemen’deki Aden’e gitti. Orada kendisine şeytan musallat oldu ve dedi ki: "Hâbil ateşe taptığı için onun kurbanını ateş yedi. Sen de senin ve zürriyetin için bir ateşgede (ateş evi) yap." Kabil de bir ateşgede yaptı. Ateşe ilk tapan, Kâbil’dir. Bir torununun kendisine attığı bir taş ile ölüp gitmiştir.

Hâbil’in öldürülmesinden elli sene geçmiş, Hz. Âdem’in ömrü de yüz otuz seneye ulaşmıştı ki, Hz. Havva Şit adındaki oğlunu doğurmuştur. Şit (a.s.), Allâh’ın hediyesi mânâsınadır. Kendisine peygamberlik verilmiş, elli sahife nâzil olmuştur. Nuh (a.s.) Şit’in (a.s.) neslindendir. Nuh tûfanı zamanında Kâbil’in bütün evlâdı boğulmuş, Allâhü Teâlâ, yalnız Şit’in (a.s.) neslini kıyâmet gününe kadar bâkî kılmıştır.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kabir Azabının İki Sebebi | Beyit
« Yanıtla #749 : 28 Aralık 2012, 10:34:19 »

"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

“Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü'l-kayyûm ve elif lâm mîm Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm’ muhakkak bunlarda ism-i a’zam vardır.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)




28
Aralık Cuma 2012

Hicrî: 15 Safer 1434 - Rûmî: 15 Kânûn-ı Evvel 1428

İskenderun Demirçelik Fabrikası'nın Açılışı (1975) • İstanbul-İzmit Anadolu Otoyolu'nun Açılışı (1984)


Kabir Azabının İki Sebebi

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün sahibleri azâb olunan iki kabrin yanından geçiyordu.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Bunlar azab çekiyorlar. Hem de azab görmeleri büyük saydıkları bir iş için de değildir. Bunlardan birisi, idrarından sakınmazdı, diğeri de laf taşıyıcılık etmeğe çalışırdı.” buyurdu.

Sonra yaprakları koparılmış taze bir hurma dalı aldı. Bunu ikiye böldü. Her kabre bunlardan birer parça dikti.

Ashâb-ı Kiram "Yâ Resûlallâh! Bunu niçin diktiniz?" diye sordular.

Resûl-i Ekrem "Bu ağaçlar kurumayıp taze kaldıkça, azablarının hafifleyeceğini ümid ediyorum", buyurdu.

‘İdrar sıçratmak ve koğuculuk (laf taşımacılık) yapmak aslında küçüktür.’ denilmek istenilmiyor. Birkaç damla idrardan ne çıkar diye çekinilmemesi; birkaç dedikodunun ağızdan çıkıvermesi cihetiyle küçük sayılmıştır. Fakat aslında birisi sıhhî ve medenî, öbürü de ahlâkî ve aynı zamanda her ikisi dinî pek büyük birer kusurdur."

Birisi zâhirde, öbürüsü bâtında yani manevi birer pisliktir. Hele koğuculuk büyük bir musîbettir. Bir milletin ferdleri arasında koğuculuğun yayılması ve âdeta kaçınılması lâzım gelen bir kusur sayılmaması cemiyette büyük bir kargaşaya sebep olur.

Bunun için Kur'ân-ı Kerîm'de -meâlen- “Siz bu (söz taşımayı) kolay (vebal yok) zannediyorsunuz. Halbuki o Allâhü Teâlâ katında büyük (günah)dır.” (Nur sûresi, âyet 15) buyrulmuştur.

Beyit:
Ne rütbe mürtefi' bünyâddır kasr-ı tevâzu' kim
Rıyâz-ı cennete nazar kâbildir zemîninden

Açıklama: Tevâzû evi, o kadar yüksek bir binadır ki, zemininden bile cennet bahçelerine bakmak mümkündür.