Gönderen Konu: İdeal Toplum için İdeal Gençlik: Gençliğin Gelecek Planı  (Okunma sayısı 4437 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

İdeal Toplum için İdeal Gençlik: Gençliğin Gelecek Planı


İş hayatına bu günlerde adım atan gençler, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde çalışanların yüzde 70′ini oluşturacak. Sosyal, siyasî, iktisadı ve dinî hayatın damarlarına yerleşecek gençler, toplumun kalp ve beynini oluşturacaklar. Hayatın merkezine yerleşecek bu gençlik enerjisinin nasıl organize edildiğini bilmek, orta ve uzun vadede toplumun nereye gittiğini de bize gösterecek.

Toplumun nereye gittiğini merak etmek, gelecek planı olan kurumları yakından ilgilendiriyor. Farklı kuşakları mercek altına alıp çalışma yapan akademisyenlerin yanında en ilginç çalışmaları, şirketlerin insan kaynakları birimleri ortaya çıkartmış. Gelecekte kimlerle iş yapacaklarını, satış yapacakları yeni nesillerin hangi özelliklerinin ön plana çıkabileceğini bilmek, elbette onlar için daha önemli gibi gözükebilir. Ancak gençlerin çalışma düzeyleri, yaptıkları işlerden tatmin olma, bencillik, açık sözlülük, duygusallık ve geleneklere bağlı olup olmama durumları, gelecekte paraya talip olan sektörler kadar, diğer sektörleri de yakından ilgilendiriyor.

Yakın gelecekte hayatın merkezine oturacak gençler, araştırmacılar tarafından kuşaklara ayrılarak anlaşılmaya çalışılmış. Doğum aralıklarına göre X, Y, Z gibi harfler verilerek tanımlanmaya çalışılan kuşakların yanında, doğdukları yılların özelliklerine göre, değişim kuşağı, savaş kuşağı, ümit kuşağı, depresyon kuşağı gibi isimlerde kullanılmış. Kuşaklar hakkında yapılan araştırmalar, genelde ABD ve AB merkezli olduğu için, bunları Türkiye şartlarında yeniden ele alan akademisyenler olmuş. Gençlik hakkında çıkartılan raporlardan ve TÜİK verilerinden yola çıkarak Türkiye’nin kuşak haritasını çıkartmaya çalışan araştırmacılar, kaynakların yetersizliğinden şikâyet ediyorlar.

Türkiye şartlarında bakıldığında TÜİK verilerine göre toplam nüfusun yüzde 40’ını genç nüfus oluşturuyor. Beraber çalıştığımız ya da çalışacağımız gençleri anlamak ve ideal bir gelecek formülü oluşturabilmek için öncelikle, bu gençlerin yetiştirilme özellikleri, karakterleri, beğenileri ve tercihleri hakkında yapılan araştırmalara göz atmak gerekiyor.

Kuşaklara geçiş ve X kuşağı

İdeal bir gelecek formülü bulmaya çalışacağımız bu yazıda, kuşakların olumsuz yönlerinden gideceğiz. Olumsuzluk bu kuşaklar içerisinde az bir grubun özelliği olsa bile, öncelikle eksiklikleri bulmaya çalışacağız. Arkasından bu eksikliklerin çarelerini uzun insanlık tarihi içerisinde arayacağız.

Belli bir yaş aralığında doğan değer yargıları, anlayışlar, tutumları, güçlü ve zayıf yanlarıyla birbirinden ayrılan kişiler topluluğu, “kuşak ya da nesil” olarak tarif ediliyor. Türkiye şartlarında gençliğin en belirgin özelliklerini X ve Y kuşağı oluşturuyor. 1965-1980 yılları arasında doğan bebekler, X kuşağı olarak adlandırıldığı için biz de bu ismi kullandık. 80-94 yılları arasında doğan kuşağa da Y kuşağı deniliyor. Bir de 94-2003 yılları arasında doğan milenyum kuşağı ve sonrasında doğan Z kuşağı var. Yalnız bu son iki kuşak Z kuşağı diye de söyleniliyor. Haklarında yeterince araştırma ve raporlama yapılmayan milenyum ve Z kuşağının ikisine birden biz Z kuşağı diyeceğiz.

Y ve Z kuşağını daha iyi anlamak için 1965 – 1980 sonrası doğan X kuşağına bakmamız gerekiyor. Seksenlerin ortalarında iş hayatına girmeye başlayan X kuşağı, şimdilerde 33 – 48 yaşlarında. İş hayatında orta düzey yöneticilerin büyük bir çoğunluğunu ve iş gücü olarak çalışan kesimin tamamına yakınını bu nesil oluşturmaktadır.

Bu nesil, Türkiye şartlarında ekonomik sarsıntıları, üniversite olaylarını yakından gördü. Televizyon gibi bir aracın evlerine girmesine şahit oldular. Ekonomik sarsıntılar, onların paraya daha fazla odaklandıklarını göstermektedir. Türkiye’de X kuşağı denince çoğunluğu köyden şehirlere göç eden ailelerin çocukları ve şehirlere okumaya çıktıkları halde dönmeyen talebeler akla gelir. Televizyonun evlere girmesiyle daha fazla şiddet ve negatif olaylara şahit olduklarından dolayı, araştırmacılar bu neslin “kolektif bir olumsuzluk” akımına daha meyyal olabileceklerini düşünüyorlar.

Bu kuşağın tespit edilen diğer bir olumsuz özelliği “güvensizlik”. Ne medya, ne de yönetime güven duymayan bu kuşağın en büyük problemi, sınavdan başarısız olduklarında, işe giremediklerinde ya da
işte başarısız olduklarında “bunca yıl neden böyle oldu” diyerek, topluma düşmanlık duymalarıdır. Güvensizliğin sebebini ABD’de “Aile ve Çalışma Enstitüsü” nün hazırladığı bir raporda da görebiliyoruz. Bu rapora göre X kuşağı kendileri okul yıllarında çalışmaya başlamış, ebeveynleri de sürekli çalışan bu grup, tek başlarına okuldan eve, evden okula giderek büyümüşler. Aileleri kendilerinde sürekli bir eksiklik olarak kalan bu grubun, güvensiz olmalarına neden olmuş.

Teknolojik ürünlerin çoğunu geliştiren bu nesil, onların arkalarından gelen Y ve Z kuşağı kadar teknolojiyi iyi kullanamıyor. Onları takip eden Y kuşağından az oldukları için bu kuşak “geçiş kuşağı” olarak görülüyor. Bu da onların kuşak çatışmasını fazla zikretmelerine neden oluyor. İleride işlerin başına geçtiklerinde kanaatkar ve çalışkan bir profil sergileyebilecekleri gibi radikal değerleri savunarak sadakatsiz, dikkatsiz, yöneticiler de olabilirler. Hatta bu kuşağın bazı çalışanları, ilaç bağımlılığına ve kontrol edilemeyen şiddete düşmelerinden endişe ediliyor.

Gençlik enerjisinin iş hayatındaki kısmı Y kuşağı

TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 35’ini Y kuşağı oluşturmaktadır. Kapalı ekonomik modelden serbest piyasa modeline geçildiği dönemlerde büyüyen bu nesil, 80 öncesi yağ kuyruklarını, benzin sıkıntısını, karne ile alınan gıda dönemlerini bilmedikleri ve sıkıntı yaşamadıkları için zorluğa karşı yeterince dirençli görülmemektedir. Sonuç bölümünde değineceğimiz İbn-i Haldun’un mülk üzerindeki asabiyet teorisini burada hatırlıyoruz. İbn-i Haldun’a göre zorluğa karşı asabiyetin kaybolması, devlet ve iktidar manasına gelen mülkün elden çıkmasına sebep oluyor.

Sinema ve çizgi film kahramanlarını model alarak büyüyen Y kuşağı nesil, kahramanlığa özentili davranışları, aşırı özgüvene sahip olmalarına neden olmuştur. Aşırı özgüven onların sınırsız bir kariyer peşinde koşmalarına ve bir süre sonra amaçsız, idealsiz ve işsiz kişilerin ortaya çıkmasına sebep olabilir.

İş hayatının ilk yıllarını yaşayan bu nesil, en fazla strese maruz kalmış kuşak olarak görülmektedir. Aşırı koruma, yakın ilişkiler arasında büyüme, ebeveynlere karşı sürekli savunma halinde olan bu kuşağın, sistem ile nasıl baş edeceğini erken yaşta çözmüş olduğu görülüyor. Başlıca problemleri varlık içerisinde büyüdükleri için “sabırlı” olmamaları olarak zikrediliyor. Yokluğu hiç görmeyen bu kuşağın kahir ekserisi kazanmadan harcamaya düşkün, tüketici ruhlu, ferdi talepleri sınır tanımayan kişilerden oluşmaktadır. Bu özellikler onların kendilerini dünyanın merkezinde görmelerine ve çalıştıklarından fazla istekte bulunmalarına neden olmaktadır.

Açık fikirli, gönüllü hizmetlere yatkın, iyimser, yetenekli ve başarı odaklı gibi olumlu özellikleri olsa da bu kuşağın olumsuz özelliklerinin bilinmesi toplumun geleceği açısından önemlidir. Çünkü bu nesil aşırı rol yükü ve belirsizlik altında kalıp daha fazla strese düşerek, problem olan özelliklerine yenilebilir. Sayıları fazla olduğu için bu neslin zafiyetlerine yenilmesi, toplumun geneline daha fazla sirayet edecektir.

Sinema ve çizgi film kahramanlarını model alarak büyüyen bu nesil, kahramanlığa özentili davranışları, aşırı özgüvene sahip olmalarına neden olmuştur. Aşırı özgüven onların sınırsız bir kariyer peşinde koşmalarına ve bir süre sonra amaçsız, idealsiz ve işsiz kişilerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Hayatı video gibi gören bu nesil, hatalarını videonun geri tuşuna basarak telafi edebileceklerini zannedecek kadar pervasız olabilirler. Yapılan araştırmalar da onları bu özelliklerinden dolayı işte tutmanın kolay olmadığını göstermektedir. 2011 yılında The Learning Cafe danışmanlık firmasının 2 bin kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre, Y kuşağının işten ayrılma sebeplerinin başında, kötü yöneticiler geliyor.

Gençlerde Tükenmişlik Sendromu

“İnsanoğlu fıtratına uygun yaşamayı” reddedip, çok büyük idealler ve hedeflerle temel insani ihtiyaçları arasında sıkışıp kaldığında en çok kendini gösterir.

Tükenmişlik, genel manada bir insanın iş hayatında ihtiyacı olan doyuma sahip olamaması sebebiyle hayatının her sahasına yayılabilen bir hayat enerjisinde tükenme hali olarak tarif edilebilir.

Hayatının enerjisini iş hayatından karşılayan, manevi beslenmeyi göz ardı eden, aşırı hırslı ve başarı odaklı kişilerde daha sıklıkla görülebilir.

Kişinin iş hayatında, çalıştığı kuruma verdikleri ve aldıkları birbiriyle dengeli olmayabiliyor. Böyle durumlarda, bir süre sonra bu tükenmişlik kendini gösterebiliyor. Mesela, gençliğinden itibaren kendini iş ve para eksenli konumlayan kişiler, büyük maddi beklenti içine giriyor. Bunun karşılığında çalıştığı kurumdan maddi-manevi bir takdir alamadığında, bir süre sonra tükenmişlik sendromu yaşanabiliyor.

Manevi ihtiyaçları karşılamayı ihmal etmemek, devamlı kariyer ve para eksenli düşünmemek, sosyal ilişkileri canlı tutmak, çevrenizdeki kişilerden destek almayı ihmal etmemek bu anlamda önemlidir. Ağırlıklı olarak iş hayatında sözü edilse de hayatın farklı sahalarında kendisini gösterebilir.

Geleceği anlamak için Z kuşağını anlamak

Haklarında en az bilgi bulunan bu kuşak, 2000’li yıllarda doğdu. İş hayatına daha girmedikleri için ev ve okuldan koptuktan sonra nasıl davranacakları tam bilinemiyor. İyi eğitim aldıkları ve almaya devam ettikleri düşünülüyor. Kompleksiz oldukları için kendilerini rahat ifade ettikleri ve bunu iş hayatına aktardıklarında gelişimi hızlandıracakları tahmin ediliyor. Tek ya da iki çocuklu ailede büyüdükleri için yalnız yaşamaya alıştıkları ve sosyalliği sanal ortamda gördükleri için birden fazla konuyla ilgilenerek konsantrasyon bozukluğu yaşayabiliyorlar. Aşırı rahat olmaları da onlar için dezavantaja dönüşebiliyor.

Z kuşağının diğer dezavantajlarını sıralayacak olursak başta aşırı ilgi dağılması geliyor. Bilgisayar, televizyon, internet ve akıllı telefonlarla büyüdükleri için konsantrasyon bozukluğu yaşayıp çabuk sıkılabiliyorlar. Zorluk karşısında kolay vazgeçebilirler ya da bilgisayar oyunlarında olduğu gibi mucize bir elin kendilerine uzanmasını bekleyebilirler. Azimli ve hırslı olmayacakları için kriz dönemleri daha zor geçebilir. Şımarık olacakları için kurumlar, bunları ellerinde tutmakta zorlanacaktır. Her şeyi şahsileştirdikleri için, zengin ile fakirler arasındaki ayırım artabilecek. Ve kendilerine sürekli büyük roller biçeceklerinden, standart işte başarı oranlarının düşeceği tahmin ediliyor.

“Asabiyet” teorisi üzerinden geleceğe bakış

İnsanlık tarihi boyunca muhtemeldir ki toplumlar görülen ve görülemeyen türde devamlı bir değişim halinde olmuştur. Değişimin ipuçlarını yorumlayarak toplumun gidişatını anlamaya çalışan bilim adamları olmuş. Toplum gidişatına kafa yorup genel teoriler ortaya atan birçok bilim adamını haklı çıkartan hadiselerde yaşanmıştır. İbn Haldun’un “asabiyet” teorisi buna örnek verilebilir.

İbn Haldun’a göre kısaca akraba, kabile, devlet ya da özel grupların saflık durumlarına nazaran, asabiyet bağları güçlü olur. İbn Haldun asabiyeti güçlü olanların olumsuz bir durum karşısında, daha güçlü tepki verebilecekleri teorisini ortaya atmıştır. Bu teoriye göre yakın ilişkileri yoğun olan ya da asabiyet bağları güçlü olanlar ailesini, muhitini, devletini ya da davasını dış düşmanlara karşı daha başarılı savunur. Asabiyet bağları ise İbn Haldun’a göre şehirlerden uzak kişilerde daha fazla olur. Çünkü onlar sıkıntıya rahat göğüs gerebilirler. Gerek köylerde gerekse şehirlerde bolluk içinde yaşayanlar, bir sıkıntı yaşadıklarında çabuk helak olabilirler.

İbn Haldun mülkü elde etme, bize göre işinde başarılı olma sebebini saflığa bağlıyor. Ve bunu şöyle izah ediyor: “Çöllerde, çorak yerlerde sade bir hayat yaşayan halkın rengi daha saf, bedenleri daha temiz, vücut yapıları daha mükemmel, bilgi elde etme ve bir şeyi idrak etme hususunda zihinleri daha keskindir.” İbn Haldun mülke ulaşamayan ya da işinde başarısız olanların sebebini anlatırken, kıtlık ve bolluktan hareket ediyor. “Gerek bedevi ve göçebelerden olsun, gerek kasaba ve şehir halkından bulunsun, maişet bakımından bolluk içinde olan ve lezzetli, nefis yiyecek maddeler içinde yüzen kişiler, kıtlık yılları gelip de açlık kendilerini yakaladığında, başkalarından daha çabuk helak ve mahvolurlar.” diyor.

İbn Haldun’a göre asabiyetin karşısında mülk, devlet ve itibar vardır. Biz bunun yerine işte başarı ve kurumları koyduğumuzda, geleceği daha rahat yorumlayabileceğiz. Özellikle bugünkü Y ve Z kuşaklarının içinde bulunduğu verimsizlik, kalitesizlik, aidiyetsizlik, tatminsizlik, kararsızlık ve doğuştan tüketiciliğe ve rahatlığa alışma durumu göz önüne alındığında İbn Haldun’un şu yorumları dikkatimizi çekiyor. “İçinde yaşadıkları nimetler onları törpüler. Törpülenen kısımları zaman tarafından yenilir ve içilir. Çünkü nimet onları inceltmiş, tabiî refah sularını içmeye müsait saf hale getirmiştir.”

Ebeveynlerin kazanıp önlerine serdikleri nimetleri tüketen nesil, “tabiî refah sularını içmeye” alıştıklarında bir müddet sonra zayıf bir toplum ya da kurum ortaya çıkacaktır. Kurumların güçlenip zayıflamasını İbni Haldun’un şu misalini vererek kapatalım.

Güçlenen kurumlar, “ipek böceği gibidir ki, önce ağını örer, sonra iş tersine döndüğünde ördüğü ağın merkezinde yok olur.” Netice olarak, “Bir milletin bir halden diğer bir hale geçmesi veya umranın ortadan kalkması veya kudretiyle Allah’ın bir şey vücuda getirmesi nevinden olmak üzere âlemde büyük bir değişiklik (tebdil-i kebir, büyük devrim) meydana gelene kadar böyle devam eder. Böyle bir şeyin vukua gelmesi halinde, mülk o kavimden ve sülaleden çıkar, öbür kavme ve cemiyete geçer.”

İdeal gelecek, Ashab-ı Kehf anlayışında gizli

Tebdil-i kebir ya da büyük devrim gelene kadar milletler, İbn-i Haldun’un teorisinde olduğu gibi, bir halden başka hale geçerler. Tebdil-i kebir Nuh tufanında olduğu gibi de gelebilir veya Efendimizin nübüvvetinden sonra, insanlık tarihinin seyrinin değişmesindeki gibi de karşımıza çıkabilir. Ancak insanların yıllarca yanlış içerisinde hayat sürüp gittikleri bir dönemde, yanlışları sorgulayarak doğru yola gitme cesareti gösterenler de olabilir. Ashâb-ı Kehf gençleri ve Hazreti İbrahim’in gençliğinde yaşadıkları buna güzel misaldir.

Kuran-ı Kerimde gençlerden “civanmert” diye övgüyle bahsedilen iki yer vardır. Bunlardan biri altı genç ve sonradan kendilerine dâhil olan bir çoban ve köpeğinden oluşan Ashab-ı Kehf’tir. Diğeri ise Enbiya Suresi ayet 60’da bahsedilen, İbrahim Aleyhisselam’ın hadisesidir. Esasında Kuran-ı Kerim’in “civanmertlik” diye övdüğü iki hadisenin ortak yönlerini yakaladığımızda ideal gençlik formülünü rahatlıkla oluşturabiliriz.

Ashab-ı Kehf kıssası, kendilerine peygamber ulaşmadığı halde, hadiseleri sorgulayarak Allah’ın birliğine inanan gençleri anlatıyor. Varlıklı ailelerin çocukları olan bu gençler, kral tarafından davalarından vazgeçirilmek için zorlanılsa da ne dinlerinden vazgeçiyorlar ne de kendilerini gizliyorlar.

İbrahim Aleyhisselam da yine varlıklı bir aileden gelmektedir. Kendisine peygamber ulaşmadığı halde Hazreti Allah’ın birliğine iman etmiştir. Ancak Ashab-ı Kehf’ten farklı olarak hadiseleri tek başına sorgulayıp hakikate ulaşmıştır. Yine o da ateşe atılmak pahasına davasına sarılmış ve kendini gizlemeye gerek duymamıştır.

Bu iki hadisede de gençler, varlıklı ailelerden gelmelerine rağmen, İbn Haldun’un teorisinde...


Ömer DEMİR | 02 Temmuz 2013 | İnsan ve Hayat Dergisi