Gönderen Konu: İslam'ın Ehli Kitaba Bakışı ve Yaklaşım Tarzı  (Okunma sayısı 3435 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...

Fırat Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Eski Dekanı Prof.Dr Şaban Kuzgun'un  1998 yılında sunmuş olduğu tebliğ.Günümüzde yaşanan hadiseler ele alınmış.
"Dört İncil Farklılıkları ve Çeşitleri"  adlı akademik bir kitabın  da yazarı olan Şaban Kuzgun, 14 Mayıs 2000 tarihinde Kayseri’de “şüpheli bir kazada” vefat etmiştir. Bu vesileyle kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz.


***

Tebliğimi sunmaya başlamadan önce bir soru sormak istiyorum. Biraz önce dendi ki Oktay Sinanoğlu Hocam ve Aytunç Altundal gibi kişiler dışarda kaldıkları süre zarfında dışarıyı çok iyi gördüler. Şüphesiz çok iyiden daha iyi gördüler. Burada bizlere anlattıkları şeyler bunun en güzel ispatıdır. Ama ne kadar insan dışarıya gidiyor, ne kadarı bunları görebiliyor? Dışarıya giden bu insanların gözleri kör mü, orada köreltiliyor mu ki görmeden dışarının elçisi olarak geriye dönüyor ve kültür propagandacısı, kültür casusu olarak, kendi öz vatanında, dışarıdaki insanlara hizmet ediyor?

Benim tebliğimin konusu İslam'ın Ehl-i Kitaba Bakışı ve Yaklaşım Tarzı.
Kurultayımızın adı, Dini ve Milli Bütünlük Kurultayı. Evvela o açıdan bakmak lazım. Türkiye hem dini açıdan hem milli açıdan her dönemden daha fazla, 10 yıla göre çok daha fazla, beş yıla göre, 20 yıla göre çok daha büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Misyonerlik ile ilgili arkadaşlarımızın ifade ettikleri, Sinanoğlu Hocamızın ifade ettikleri, Aytunç Altındal'ın ifade ettikleri, hepsi, bize, kapıya doğru yaklaşan bir tehlikeyi haber veriyor. Özellikle Sinanoğlu Hocamın ifade ettiği bir şey var. Diyor ki, "2000 yılında Anadolu'daki Türk islam'ı dağıtmak istiyorlar."

Plan bu. 2000 çok yakın. Muvaffak olamazlar. Ama onlar bana göre o kadar da hayalci değiller. Ola ki Türkiye Cum­huriyeti Devleti kurulduktan sonra onlar Anadolu için şöyle 100 yıllık bir plan yapmış olmasınlar. Bu açıdan dini bü­tünlüğümüz çok önemli; büyük yaralar alıyor.

Söylemeden edemem. Geçen yıl gördük. Ramazan yak­laştıkça sağdan soldan kıpırdanmalar ortaya çıktı. Özellikle Ramazan ayı içinde dört bir yandan insanların inançlarına, manevi havaya, ruhi-gönül yanına bombardıman başlatıldı. Kimisi "Türkçe ibadet" dedi. Kimisi, "kadınların cenaze namazı kılma, manevi havaya, ruhi-gönül yanına bombar­dıman başlatıldı. Kimisi, "kadınların cenaze namazı kumaşlar vardı vs."
Arkasından Sahabe-i kiramın önde gelenlerinden Hz. Osman'a sataşacak. Hz. Ömer'e, Hz. Ebubekir'e sataşacak. Kendine göre bir şey de bulacak. Ehl-i Beyt tarafından gibi gözükecek. Yani Hz. Ali tarafından gibi gözükecek. Hz. Ali taraftarlığı ile hiç alakası olmadığı halde, Hz. Ali'yi tutar gibi yapıp diğerlerine sövecek. Arkasından iş nereye gelecek?

Bizzat Hz. Peygamber'e gelecek. Peygamber'in sünnetlerine gelecek. Hadis-i şeriflere gelecek. "Mütevatirdi, meşhurdu" diyecek bir aradan girecekler. Sonra ne olacak? Bir başkasına havale edilmiş program dahilinde Peygamber'in bizzat hayatı ile ilgili konular orta yere gelecek. Bunlar hep geldi. Ama bu son adım değildir. Bundan sonra bir adım vardır ki o bizzat Kur'an'dır.

Geçen sene kıyısından, köşesinden gösterdiler. "Kur'an'ı yeniden yazmak lazım." dediler. İlahiyat Fakültelerinde böyle nevzuhur güya profesörler, "Kur'an-ı Kerim'in imlası yanlış olmuş. İğrapları yanlış olmuş. Düzeltecekler." Çıktılar böyle konuştular. Arkasından bazıları dünün çok hızlı İslamcıları gözüktükleri halde ortaya çıktılar, dediler ki, "Şu ayetler sahtedir." Biraz sonra diyecekler ki "Bu kadar değil bu. Daha başka şeyler var." Etrafta ne varsa ortaya koyacaklar. Muhtemelen bundan sonraki bir iki yıl içerisinde Kur'an'ı tartışma konusu yapacaklar. Sonunda açıkça söylemeseler bile "bırakın şu müslümanlığı" deme noktasına gelecekler. Bunu bizim insanlarımıza söylettirecekler.

Madem ki Ehl-i Kitap konusuna değineceğiz, söylemek gerekir. Birilerine çıkartacak, dedirtecekler ki, "Cennet müslümanların tekelinde değildir."
"Tevrat'tan veya İncil'den ibarelerle namaz kılabilirsiniz." "Tevrat'ın veya İncil'in hükümlerinin nesholunduğuna dair Kur'an'da birşey yok."

Biraz vaktim olsaydı, bunların hepsini malzeme olarak hazırlamış huzurunuza getirmiştim. Ama sabrınızı fazla taşırmamak için ben Ehl-i Kitap meselesini kısa kısa geçeceğim.

Ehl-i Kitap kimdir? İslam'ın Ehl-i Kitaba bakışı nedir?

Teknik bilgiler aktaracağım. O teknik bilgiler öncesinde şunu söylüyorum, diyorum ki, İslam Ehl-i Kitaba en büyük müsamahayı, en büyük hakkı vermiştir. Biri çıkar da Kur'an'ın vermediği bir hakkı Ehl-i Kitaba vermeye kalkarsa, "Senden Yahudiler ve Hristiyanlar asla razı olmazlar..." şeklindeki Allah'ın ikazına kulak versinler.

Siz ne kadar "Batıcı olalım" derseniz deyin, "onların örflerine, adetlerine bağlanalım" derseniz deyin, "onlarla şöyle diyalog kuralım, böyle diyalog kuralım" deyin, ne söylerseniz söyleyin, onların dinlerine tabi olmadıkça ne Amerika'yı, ne İngiltere'yi, ne Rusya'yı, ne Almanya'yı razı edemezsiniz.

İslam'da fundamentalizm var mı? Hayır! İslam'da kat'iyyen fundamentalizm yoktur. Fundamentalizm, Hristiyan karakterli, Hristiyan boyalı bir kelimedir. Hz. İsa'nın yakında dönüşü, döndükten sonra bin yıllık Tanrı krallığı felsefesine bağlı, adventizmin çeşitli fraksiyonlarının ortaya çıkardığı bir görüştür. Kendilerinde bulunanı bize yansıtmak suretiyle, İslam'ı köktendinci, başkalarına müsamaha etmeyen, başkalarına hayat şansı vermeyen bir din gibi, barbar bir din gibi, katliamcı bir din gibi, insan haklarına saygılı olmayan bir din gibi göstermek, Batının kendi içindeki sızısından kurtulma çabasından  başka birşey değildir.

Eğer İslam'da Harici hareket gibi istisnai olarak ortaya çıkmış bazı şeyler varsa biz onları kat'iyyen kabul etmiyoruz.

Kur'an-ı Kerim, dünyada ne kadar varsa, din gerçeğini kabul eder. Hz. Peygamber, Medine'ye hicret ettiği zaman ilk yaptığı şey, Medineli Yahudiler ve Medineli henüz müslüman olmamış, müşrik Araplarla toplantı yapmak olmuştur. Medine anayasasını hazırlamıştır. Kendine göre küçük bir şehir devleti kuruyor. Bu anayasada herkesin hayat hakkı garanti altına alınıyor. Yahudilere hayat hakkı veriliyor. Can güvenliği, mal güvenliği, diğer güvenlikler veriliyor.

Düşünün, 600 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış, şu andaki Lübnan'ı, Habeşistan'ı düşünün. Belki 1200 yıldan beri İslam hakimiyetinde kalmış Hristiyanlar, Yahudiler, gayri müslim diğer çevreler varlıklarını sürdürüyor. Savaşa gitmiyor. İşte Osmanlıyı en son dönemde batıran şey bu.

Adamlar geldiler. Yıllarca burada yaşadılar. Askere gitmediler. Ama Türk askerini de arkadan vurdular. Can, mal emniyeti, askerden muafiyetin karşılığı cizye ama, İslam öyle engin, öyle büyük bir müsamahaya sahip ki, eğer Hristiyan, Yahudi, kimse, fakir-fukara ise, cizye veremeyecek durumda ise ondan cizye istenmiyor.

Cizyeden sonra kestiklerinin yenilip yenilmemesi meselesi var. Putperestin kestiği yenmez. Her dinde bundan daha ağır kaideler var. Ben dinler tarihçisiyim. Bunu söylemek zorundayım. Mesela Yahudilikte normal, sıradan Yahudinin kestiği yenmez. Kadınların kestiği de yenmez.

Sadece ve sadece hahamların kestiği yenir. Bu durumda İslamiyetin İfadesi şu:

"Kesilirken Allah'ın adı anılmayan herhangi bir hayvanın eti yenmez." Bir Hristiyan, Yahudi, Sabii ve Mecusi, kendi inancı gereği Allah adını anarak bir hayvanı kesiyorsa müslümanlar bunların yenilmesinde beis görmüyor. Buna bağlı olarak bir Müslüman bir Hristiyanın, bir Yahudinin, bir Sabiinin, bir Mecusinin evine gidebilir, yemeğini yiyebilir.


Burada altını çizmekte fayda var. Türkiye'de yıllarca mezhep kışkırtıcılığı yapan, sünni ve alevi diye insanları kasten ayıran Batı ajanları, aleviler için, "Sünniler yemeklere şöyle şöyle yapıyorlar. Onların yemeklerini yemeyin", sünnilere de aleviler için, "aleviler yemeklere şöyle şöyle yapıyor. Onların yemeğini yemeyin" demek suretiyle, bu kadar ayrılık tohumu atarken, bırakın sünninin alevinin kestiğini yemesini, veyahut da alevinin sünninin kestiğini yemesini, müslüman bir kişi, hristiyanın kestiğini de yer, yahudinin kestiğini de yer, yahudinin evinde de yemek yer, hristiyanın evinde de yemek yiyebilir.

Kaplar meselesi var. Peygamber Efendimiz (sav) Medine'ye hicret ettikten sonra, Medineli müslümanlardan bir grup Hz. Peygamber'e geliyorlar. Diyorlar ki, "Ya ResulAllah! Biz öyle kabı kaçağı çok olan bir topluluk değiliz. Fakiriz. Zaman zaman komşularımızdan yemek pişirmek için kazanlar alıyoruz. Komşularımızın bir kısmı gayr-i müslim, hristiyan.

Bunlar bu kaplarda, kazanlarda şarap içiyorlar. Veya domuz eti pişiriyorlar. Bu kapları kullanabilir miyiz? Kullanamaz mıyız?" Resulullah'ın verdiği cevap çok enterasan. "Eğer başka kap bulabiliyorsanız onu kullanmayın. Ama bulamıyorsanız kullanabilirsiniz."

Çok önemli bir nokta daha var. Sahte modern hareketlerin sahiplerine de mesajdır bu. İslam Ehl-i Kitap'tan kadınlarla evlenmeye de cevaz verir.

Ehl-i Kitap'tan kadınlarla evlenmek için erkekler için cevaz var. Kadınların Ehl-i Kitap'tan erkeklerle evlenmeye cevaz var mı, yok mu? Bugünlerde birileri veya gruplar, Kur'an'da, bu konuda, nerede bir nokta varsa bunları karıştırmaya çalışıyorlar.

"Eskiden öyle dedilerdi ama artık müslüman kadın hristiyan erkekle de evlenebilir" noktasına geldiler.

Bunlar bu ifadeleri daha çok Türkiye'de söylemiyorlar. Almanya'da, Avrupa'nın değişik yerlerindeki müslüman Türk kardeşlerimize veyahut da diğer müslüman topluluklara karşı bunu söyleme cür'etini gösteriyorlar.


Şimdi düşünün! Avrupa'da binlerce Türk kızı var. Çeşitli sıkıntılarla karşı karşıyalar. Kültür erozyonuna maruz kalmışlar. Gitti gidecekler. Gidiyorsunuz orada bir fetva veriyorsunuz. Diyorsunuz ki, "Kızlarımız, Alman hristiyanken de onunla evlenebilir. Hatta bir Amerikalı veya İsrailli yahudi olsa, onunla da evlenmesinde beis yoktur."

Millet zaten bir adım öbür tarafa atlamaya hazır bekliyor. Hele biraz önce söylediğim cennet meselesi ile Tevrat ve İncil'in tahrif olunmadığına dair söylemleri de duyunca atlamasınlar da ne yapsınlar?

Misyoner faaliyetlerine bağlı olarak söylüyorum. Bizim Avrupa'da dört milyondan fazla insanımız var. Bunların en az bir buçuk-iki milyonu okullara giden insanlar. Bu okullarda bunlara yoğun misyoner propagandaları yapılıyor. Öyle akıl almaz programlar uygulanıyor ki bunlara... Bu insanlar tamamen kuşatılmış durumdalar. Anneler babalar eğitilmemiş ve cahil durumdalar. Tek savunma mekanizmaları şu:

"Oğlum! Müslüman olmadan cennete giremezsin." Benim eski Diyanet İşleri Başkanım da oraya gidip diyor ki, "Hristiyanken de cennete girebilirsiniz." Bunun adı nedir, soruyorum size?

Bir cümle ile özetleyerek şunu söylemek istiyorum: Kur'an'da, Ehl-i Kitap, en azından yahudiler, hristiyanlar, sabiiler ve mecusiler olarak mevcuttur. Kur'an ayetleri ve diğer İslam kaynakları en yakınları olarak hristiyanları, onun arkasından yahudileri, daha sonra sabii ve mecusileri bir sıraya koymuştur. Ama İslam bir sulh dinidir. Barış dinidir. Zorda kalmadan hiçbir yerde, hiçbir kimsenin ne malını, ne canım, hiçbir şeyini tehlike altına koymaz.

Hepinize saygılar sunuyorum

Merhum Prof.Dr Şaban Kuzgun

17-18 Ekim 1998

Dini Bütünlüğümüz Milli Bütünlüğümüzdür Kurultayı
« Son Düzenleme: 10 Ekim 2010, 23:05:30 Gönderen: Fatihan »

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: İslam'ın Ehli Kitaba Bakışı ve Yaklaşım Tarzı
« Yanıtla #1 : 09 Kasım 2010, 17:44:35 »
Teşekkürler
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı duha

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 5144
  • ѕησωƒℓαкє
söz Hayâtî'dir; İnanç taşıyoruz.....

[/center]