Teşebbüh; taklit etmek, benzemek mânâlarına gelir. Bu benzeme, inanç ve îtikâdî esaslarda olacağı gibi, fikir, söz ve fiilde de olabilir. Benzeme, küfre olursa, küfür; mâsiyete olursa, mâsiyet; hayra ve güzelliğe olursa makbul ve muteberdir. (Avnu’l-Mâbûd Şerh-i Sünen-i Ebû Dâvûd, 11/95)
Müsâmahayı esas alan İslâm dîni, başkasına benzeme ve bilhassa kâfirleri ve fâsıkları taklit etme husûsunda, çemberi iyice daraltmıştır. Adam öldürmek, zinâ etmek, içki içmek gibi fiiller çok büyük günâh olmasına rağmen küfür sayılmazken, küfür alâmeti sayılan sözler ve fiillerde ve gerekse âdet ve yaşayışta ehl-i küfrü taklit etmek, küfür sayılmıştır. Dinin direği olan namaz ibâdeti dahi, güneşe tapanlara benzememek için, kerâhat vakitlerinde yapılmaz.
Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde meâlen şöyle buyurur: “Ey îmân edenler. Yehûd ile Nasârâyı dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin (Yahûdiler, yahûdilerin, Hiristiyanlar hiristiyanların) yârânıdırlar ve siz müminlerden her kim, onları dost tanır, velî tutarsa, şübhe yok ki o da onlardandır. (Onlara temessül etmiş, onların huyunu kapmıştır. O artık Hakk’a değil onlara ve hevâsına hizmet eder. Netîce îtibâriyle onlardan sayılır. Âhirette onlarla berâber haşrolunur...)” (Mâide, 51 Elmalılı, 3/1712), “Mü’minler, mü’minleri bırakıpta kâfirleri evliya ittihaz etmesin (dost edinmesin)...” (Al-i İmrân, 28 )
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de ehl-i küfre teşebbühten tahzîr (benzemekten korkutmak) için; “Kim bir kavme benzemeye azmederse, o ondandır.” (Feyzü’l-Kadir)
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde; “Bir kişi diğer bir kişinin ameline, yoluna ve âdetine râzı olursa, muhakkak ki o onlardandır.” buyurmuşlardır. (Kenzü’l-Ummal, 9/10)
Naklolunduğuna göre Hâris bin Muâviye, Medîne’ye, Hz. Ömer’in yanına geldiğinde, aralarında şöyle bir konuşma geçer:
– Şam’da durum nasıl?
– Allâh’a hamdolsun, iyi.
– İhtimal ki müşriklerle de oturup kalkıyorsunuzdur?
– Hayır, ey müminlerin emîri.
– Sizler, müşriklerle hemhâl olursanız, bunun netîcesinde, çok sürmez onlarla berâber yemek de yer, meşrûbât da içersiniz. Onlarla oturup kalkmadığınız müddetçe dâimâ hayır içinde olursunuz. (Hayâtü’s-Sahâbe, 3/259)
İbn-i Ömer (r.a) teşebbüh hakkında şöyle buyururlar: “Bir kimse müşriklerin arzına ev binâ edip, onların bayramlarına katılmak sûretiyle onlara benzerse, o kimse kıyâmet günü onlarla berâber haşrolunur.” (Feyzü’l-Kadir, 104)
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de; “İki dîni tasdik eden dahi, şirk ehlinden sayılır. İslâm hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden dahi müşriktir. Halbuki küfürden teberrî etmek (uzaklaşmak), şirk şâibelerinden sakınmak tevhiddir.’ buyurarak, şöyle devâm eder: Hindûların büyük bildikleri günlere tâzîm, Yahûdîlerce bilinen âdetlere uymak, küfrü îcâp ettirir. Nitekim ehl-i İslâm’ın câhilleri, bilhassa kadınlar, küffârın belli günlerindeki küfür merâsimini icrâ etmektedirler. Bunları, kendileri için de bayram kabul edip, kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlar gibi hediyeler yollarlar... Böylelikle o merâsîme tam mânâsı ile îtinâ ederler.” (Mektubât-ı Şerife, 3 /41)
İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri, böyle merâsimleri icrâ ile ehl-i küfre benzeyenlerin acıklı sonunu şu ifâdeleriyle haber verirler:
“Bir defâsında, bir hastanın ziyâretine gittim. Ölümü yaklaşmıştı. Hâline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki kalbi, şiddetli zulmet içinde. Her ne kadar bu zulmetin kalkması için teveccüh ettiysem de kalkmadı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki, bu zulmetler, kendisinde saklı duran küfür sıfatından nâşîdir. Bu sıkıntıların menşei dahi, küfür ehli ile dost geçinip durmasıdır. Bundan sonra belli oldu ki bu zulmetlerin def’i için teveccüh, yerinde bir iş değildir. Zîrâ onun bu zulmetlerden temizlenmesi cehennem azâbına kalmıştır. Ki küfrün cezâsı da odur. Ve bana mâlum oldu ki, onda îmandan bir zerre miktarı mevcuttur ve bunun bereketiyle cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacaktır.
(Mektubât-ı Şerîfe, 1/266)
--------------------------------------------------------------------------------
fazilet takvimi-28,29/12/2005