Gönderen Konu: Ehli sünnet dışı bozuk fırkalar  (Okunma sayısı 35955 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ehli sünnet dışı bozuk fırkalar
« : 13 Mart 2008, 00:49:53 »

Dînî Fırkalar Hakkında
 

Ebû Hanîfe muhtelif îslâm fırkalarına mensup bir çok kimse­lerle karşılaşmıştır. Onlardan bâzılarından ders almış, onların re'y ve mezheplerini incelemiştir. Buraya kadar naklettiklerimiz bunu açıkça göstermektedir. Ebû Hanîfe devrinde mevcut olan dînî fır­kalardan kısaca bahsetmek yerinde olur.

 
Şia'nın Zuhuru
 

Şia en eski îslâm fırkasıdır. Hz. Osman devrinin sonlarında siyasî bir mezhep olarak meydana çıkmıştır. Hz. Ali devrinde bü­yümüş ve gelişmiştir. Çünkü Hz. Ali halkla temas ettikçe, onu gö­ren halkın onun din ve ilim bakımından kudret ve faziletine hay­ranlığı artıyordu. Propagandacılar bunu istismar ettiler. Ve kendi mezheplerini insanlar arasında yaymak için bunu vasıta yaptılar. Emevîler devri gelince Ali taraftarları zulme maruz kaldılar. Eme-vîlerin onlara eza ve cefası arttı. Mazluma acımak cibilletinde olan­lar bu halde onlara acıdılar ve onları daha çok sevmeğe başladılar. Hz. Ali'yi ve evlâdını zulme kurban gitmiş olan şehitler mertebe­sinde yayıldı, tarafları çoğaldı.

 
Şîa Mezhebinin Esasları: Mutediller Ve Müfritler

 burayi okurken dikkat edelim bu görüs ehli sünnetin görüsü degil sia nin görüsüdür.

1- Şia'ya göre: İmamet, milletin re'yine bırakılmış umum! mesâlihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. İmamet, dî­nin rüknüdür, Islâmın bir kaidesidir. Peygamber onu. ihmal ede­mezdi. İmamı, Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. İmam bü­yük, küçük bütün günahlardan masundur.[1]

Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber tarafından gösterilmiş halifedir. O sahabenin cfdalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali'yi diğer ashabdan c'aha faziletli görenler yalnız Şia değil ashabdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yasir Mikdad b. Esved, Ebûzer Gıfâri, Sel-man Fârisi, Câbir b. Abdullah, Übey b. Kâ'b, Huzcyfe, Büreyde, Ebû Eyyüb, Sehl b. Hanif, Osman b. Hanif Ebû Heysem, Huzeyme b. Sabit Ebû Tufeyl Âmr b. Vaile, Abbas b. Abdulmuttalib ve oğullan Beni Hâşim'in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de bibayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğullarından da buna kail olanlar var­dı. Hâlid b. Said b. As, Ömer b. Abdülaziz bunlardandı.[2]

Şia bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali'yi ve evlâdını takdirde çok aşıri gidenler olduğu gibi, mutedil olanlar da vardı. Mutediller; Hz. Ali'yi diğer ashabdan efdal saymakla iktifa eder­ler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebil Hadİd bu mutedil zümreden olup onları bize Nech'ul Belâğa'da şöyle anlatır:

«Bu mes'elede onlar fevzu necat ashabından olup halâs bul­muşlardır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler. Hz. Ali ken­dinden önce halife olanların halifeliğine razı oldu, onlara bi'at et­ti. Arkalarında namaz kıldı. Onun yaptıklarından biz geçeme-yiz...»[3]                          


--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn-i Haldun Mukaddimesi

[2] İbni Ebilhadid, Neneu'l Belâga Şerhi

[3] İbn-i EhiIhadid, Nechü'l Belâğa Şerhi.


« Son Düzenleme: 20 Mart 2010, 11:51:50 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #1 : 13 Mart 2008, 00:58:48 »
Şia'nın Aslı
 

Görülüyor ki, Gulât-ı Şia'ya birçok garip inançlar karışmıştır. Birbirine uymaz kanaatler kaynağı olmuş, kendilerini evhama, hu­rafelere kaydırmış olan bu taife içine eski milletlerden bâtıl inanç­lar ve hurafeler girmiş. Onları îslâm kılığına sokmuşlar. Yüksek ve saf İslâm akidesini, temiz tevhid esasını bozmuşlar.

Avrupa uleması Şia'nın aslını araştırmışlar. Onda Islama son­radan karışma birçok prensipler bulmuşlardır. Velhosen'e göre Şia akideleri İranlılardan daha çok Yahudilikten çıkmıştır.[6] Zira ku­rucu olan Abdullah b. Sebe' Yahudidir.

Dr. Dozi'ye göre ise Şia'nın asıl menşei İranlıdır. Zira Araplar hürriyete bağlıdırlar. îranlılarsa krallığa padişahlığa bağlıdırlar. Padişahlıkta hükümdarlık mîras kalır. Onlar halife seçmenin mâ­nasını anlıyamazlar. Hz. Muhammed erkek evlâdı bırakmadan öl­dü. Onun yerine en münasip şahıs amucası Ebû Tâlib'in oğlu ve aynı zamanda damadı olan Hz. Ali'dir. Hilâfeti ondan alan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Emevîler onu hak sahibinden gasb etmiş sayılırlar.

İranlılar padişahlara ilâhi bir kudsiyet nazariyle bakmağa alış-kandılar. Hz. Ali'ye ve nesline de aynı gözle baktılar. İmama itaat birinci derecede gelen ilk vacibdir, ona itaat, Allah'a itaattir, de­diler.[7]

Von Flofn diyor ki: Fi'len sabittir ki, Şia mezheplerinden bâ­zıları Budistlifc, Mani'lik gibi eski Asya dinlerinden karışmadır.[8]

Şüphe taşımaz bir hakikat vardır ki, Şia, Âl-i Beyti takdis et­mekle ve onlara candan bağlılıkla beraber, eski Asya dinlerinden bir çok şeyler almıştır. Ruhun bir insana geçtiğine kail olan Hind mezheblerinden tenasüh âkidesini almıştır. Bir kısmı bu prensibi imamfarna tatbik etmişler, imamın ruhunun kendisinden sonra ge­lene geçtiğine inanmışlardır.

Eski Brahma ve Hıristiyanlık dinle­rinden, Tann'nın insana hululü akidesini almışlardır. Yahudilik­ten de birçok şeyler almışlardır. Îbn-İ Hazin, imamların rüucu aki­desinin Yahudilikten geçtiğini beyân ederken diyor ki: «Bunlar Ya­hudilerin yolunda yürüdüler. Zira Yahudiler, Hz. Ilyas'ın ve Finhas b. Azar b. Harun'un bugüne kadar hayatta olduklarına inanırlar.

Sofiyeden bir kısmı da bu yolla koyulmuşlardır. Onlar da Hızır ile Ilyas'ın halâ sağ olduklarına inanırlar. Bâzıları Hızır'ın kırlarda ye­şillikler ve çiçekler arasında fîyas'la buluştuğunu, anıldığı zaman derhal imdada yetiştiğini söylerler»[9]

Görülüyor ki, Şia akidelerine eski milletlerin ve mezheplerin bozuk ve bâtıl inançlarından birçok şeyler karışmıştır. Bunlar ya Isiâmi ifsat etmek için veyahut ta alışkanlık ve eski terbiye tesiriy­le karışmıştır. Onlar Müslüman olmuşlar, fakat eskiyi sıyınp ata­mamışlar, âdetlerinden kurtulamamışlardır.

îşte Şia'nın kısaca durumu böyledir. Şimdi de Şia'.nın bâzı meşhur fırkalarını,"onların tarihçesini anlatmak istiyoruz. Tâ ki, bu mezhebin geçirmiş olduğu devirleri tanımış olalım.

 
« Son Düzenleme: 20 Mart 2010, 11:54:56 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #2 : 14 Mart 2008, 01:52:01 »
-Keysâniye
 

Keysâniye[11]: Bunlar Muhtar b. Ubeyd Sakafi'nîn etbaıdır. O bidayette Haricîlerdendi. Sonra Şia'dan oldu. Müslim b. Akıl Hz. Hüseyin tarafından Küfe ahvalini öğrenmek üzere oraya gel­diği zaman, o da birlikte gelmişti. Abdullah b. Zîyad Muhtar'ı yaka­lattı. Onu dövdü ve hapse attı. Hz. Hüseyin şehit edilinceye kadar, hapiste kaldı. Ondan sonra kız kardeşinin kocası olan Abdullah b. Ömer onun hakkında şefaatçi oldu. Kûfe'den çıkıp gitmek şar­tıyla bırakıldı. O da oradan çıkıp Hicaz'a gitti. Yolda giderken şöyle dediğini naklederler: «Müslümanların efendisi, peygamber­lerin seyyidinin kızının oğlu mazlum şehit Hz. Hüseyin'in kanını is-•tiyeceğim. Allah namına and içerim ki, onun kanı için Peygamber Yahya b. Zekeriyyâ'ın kam uğruna öldürülenlerin sayısınca ben de Öldüreceğim.» Bundan sonra Abdullah b. Zübeyr'e katıldı, ona, bî'at etti. Onun saflarında yer alarak Şamlılara karşı dövüştü. Son­radan Yezid'in ölümünden sonra yine Kûfe'ye döndü ve halka: «Vasinin oğlu Mehdi beni size emin ve vezir olarak gönderdi. Mül-hidleri öldürmemi, Ehl-i Beytin kanını dâva etmemi, zayıflan ko­rumamı bana emretti» dedi.

Bidayette kendisinin Muhammed b. Hanîfe tarafından gönde­rildiğini ortaya attı. Çünkü Hz. Hüseyin'in kanını dâva edecek ve­lîsi o idi. Zira Muhammed b. Hanîfe Hazretleri halk arasında çok itibarlı bir zattı. Gönüller onun sevgisiyle dolu idi. Şehristanî'nin dediği gibi o ilim ve irfan sahibi bir zattı, fikri keskin, görüşü isa­betli idi. Babası Emîrü'l-Mü'minîn Hz. Ali ona bu harb vak'alannı haber vermişti. Muhammed b. Hanîfe Muhtar Sakafî'nin evham ve yalanlarını ve onun kötü niyetlerini haber alınca Ummet-i Mu­hammed huzurunda aşikâr ondan teberrî etti, ondan uzak olduğu­nu bildirdi. Buna rağmen Şia'dan bir kısmı Muhtar Sakafî'ye uy­makta devam etmemiş, o da onların arasında kâhinlik ve bilgiçlik taslamış durmuştu. Kâhinlerin şecîli sözlerine benzer kafiyeli söz­ler söyler, onları oyalardı. Kitaplar onun bu seçili sözlerini nakle­derler.

Muhtar Sakafî Şia düşmanlariy^e harb etmiştir. Onlara, karşı kılıç sallamıştır. Hz. Hüseyin'i öldürmeğe iştirak etmiş birini duy­du mu, ona iyi bir kılıç oyunu oynardı. Bu sebeple Şia onu sevmiş, onun etrafında toplanmıştı. Onlarla beraber intikam dâvasiyle ayaklanmış, fakat Mus'ab b. Zübeyr ile savaşta bozguna uğramış ve öldürülmüştür.

« Son Düzenleme: 16 Mart 2008, 00:02:45 Gönderen: müteallim »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #3 : 14 Mart 2008, 01:55:02 »
-Îmâmiye
 

a) îmâmiye'ye göre, Hz. Ali'nin imameti yâni halifeliği biz­zat Hz. Peygamber tarafından sarahaten söylenmiştir. Bu husus nasın zahiriyle yakînen sabittir, diyorlar. îmamın vasfı bildirilmiş değil, bizzat şahsı tayin olunmuştur. Kendisinden sonra gelecek imamı da Hz. Ali göstermiştir. Böylece her imam kendisinden ön­ceki tarafından tayin olunur. Dinde imamın tayininden daha mü­him bir iş yoktur. îmam, ihtilâfı kaldırmak ve birliği salamak için gelir. Yerine geçecek imamı tayin etmeden ümmet arasından aynlıp gitmez. Çünkü böyle olmazsa herkes bir görüşe saplanabilir, diğerleri ona uymaz, ümmet parçalanır, birlik bozulur. Kendisine bağlanacak bir şahsın tayin edilmesi behemehal lâzımdır. Onun için imam : Mevsuk, güvenilir bir kimseyi yerine tâyin eder.[16]

Hz. Ali'nin bizzat peygamber tarafından Halife tayin olduğu­na dair bâzı Hadîsler rivayet ederler ve onların doğru olduğu id­diasında bulunurlar. Meselâ: «Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur. Yâ Rab, Ali'yi seveni sen de sev, Ali'ye düşmanlık ya­pana sen de düşman ol. İçinizden en iyi hükmeden Ali'dir». Bu mâ­nâda daha başka Hadîsler de rivayet ederler. Hadîs ulemâsı bun­lardan bâzılarının sıhhatında şüphelidirler. Meselâ, Hac'ta Bera Sûresini okumağı Hz. Ali'ye teklif etti, Hz. Ebû Bekir'e değil. Hz. Ebû Bekir'i Hz. Üsâme Ordusunda ve Usâme'nin kumandası al­tında gönderdi. Hz. Ali'yi ise Medine'de alıkoydu. Bunlar Hilâfete

Hz. Ali'nin lâyık olduğuna birer işarettir. Hz. Ali'yi hiç bir zaman emir altına koymamıştır, buna benzer başka deliller de zikrederler.

b) îmamiye Hz. Hasan'ın hilâfetinde müttefiktir. Sonra ise Hz. Hüseyin gelir. Bundan sonra imamların sırasında ihtilâfa düşmüşler, bir re'y üzerinde karara varamamışlardır. Aralarında o kadar fırkalara ayrılmışlardır ki, bâzıları onları yetmiş kadar fır­kaya çıkarır. Başhcaları şu iki büyük fırkadır:

1) îsnâaşeriyye: Oniki İmama tâbi olanlar: Bunlara göre hi­lâfet Hz. Hüseyin'den sonra şu sırayla gelir: Zeynelâbidîn, sonra Muhammed Bakır b. Zeynelâbidin. Sonra Cafer Sadık b. Bakır. Sonra onun oğlu Musa Kâzım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Cevad, sonra Ali Hadi, sonra da Hasan Askerî sonra oğlu Muham­med ki bu onikinci imamdır. O Sâmârra'da anasının gözünün önünde babasının evinin altında bir bodruma girmiştir. Ondan son­ra dönmemiştir. O zaman onun kaç yaşında bulunduğuda da ihti­lâfa düşmüşlerdir. O vakit dört yaşında olduğunu söyleyenler ol­duğu gibi sekiz yasında bulunduğunu ileri sürenler de vardır. Onun nasıl bu yaşta imam sıfatıyla hükmettiğinde de ihtilâfa düştüler. Bazıları onun bu yaşta da olsa imamm bilmesi icap eden şeyleri bildiğini, buna binaen itaati vâcib olduğunu söylerler. Bazıları ise hüküm, mezhebinin uleması elinde idi, b bulûğa erinceye kadar böyle idi, derler.

2- Ismâiliyye: Bunlar Şia'nın İmâmiye bölümünden bir taife olup Ca'fer Sâdık'ın oğlu ismail'e    mensupturlar.    Bunlara Bâtıniyye de denir. Çünkü İmamı bâtın bulunduğuna kaildirler. Bunlara* göre : Cafer Sâckk'tan sonar imam, babasının tasrihi ile oğiu İsmail'dir. İsmail her ne kadar babasından önce ölmüş ise de bu tasrihin fâidesi, imamlığın onun neslinde kalmasını sağlaması­dır. İsmail'den sonra imamet, oğlu Muhammed Mektûm'e geç­miştir. Bu ilk gizlenen imamdır. Muhammed Mektûm'dan sonra oğlu Cafer Musaddık'a, ondan sonra oğlu Muhammed Habib'e ge­çer. Bu gizli imamların sonuncusudur. Ondan sonra Abdullah Mehdi'ye geçer. Bu Mağrib'e hâkim olmuştur. Ondan sonra da oğulları Mısır'a hâkim oldular. Fâthnîler işte bunlardır. [17]

Bu mezhebe girenler ilk zamanlarda çok takibe uğramışlardır. Onun için sâlikleri İran'a kaçmışlar ve orada yuvalanarak bu mez­hebe eski İran görüşlerinden bir çok şeyler kanştırmılşardır. Gizli maksat güden bâzı kimseler böyle din perdesi arkasında oyna­mayı fırsat bilmişler, din namına işlerini yürütmüşler ve bunların başına geçerek mevkî kapmışlardır.

Bunu ilk yayan Deysân nammdaki kimsedir. Bu fikri Abdullah Kaddah'tan almış ve İran'a yaymıştır. Sonra devletin kalbine ka­dar sokulmuş ve Basra'ya gelmiştir. Burada gizlice propaganda ya­parak mezhebine davete başlamıştır. Al-i Beytin mezarlarını ziya­ret eden Yemen ileri gelenlerinden biriyle buluşmuş, onunla anla-' şarak Yemen'e gidip orada Âl-i Beyt namına davete başlamağa ka­rar vermişler ve böyle de yapmışlardır. Sonra Kaddah Mağrib'e iki adamını gönderdi. Çünkü onlar propagandaya çok kapılırlar. Gönderdiği adamlarına :     

«—- Siz gidin, toprağı sürüp hazırlayın, tohum ekecek olan sonra gelecek...» demiştir. Bundan sonra Mağrib'de Şîa propagan­dası bir sel hâlinde aktı. Fâtimîler Afrika'da hükümet kurdular. Târihten bilindiği gibi sonra Abbasî Halifelerinden Mısır'ı aldılar.

 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn-i Haldun Mukaddimesi

[2] İbni Ebilhadid, Neneu'l Belâga Şerhi

[3] İbn-i EhiIhadid, Nechü'l Belâğa Şerhi.

[4] Bunlara Gurabiye fıkrası denir. Gurab karga demektir, kuş kuşa benzediği gibi Hz. Ali da Ha. Peygambere benzermiş.

[5] Ibn-i Haldun Mukaddimesi

[6] Ikd'ül-Ferid'ln zikrettiği gtbi Şahinin fikri de budur.

[7] Ahmed Emin, Fecr'ul-İslam,

[8] El-Siyâdetu'l-Arabiyye

[9] îbn-i  Hazm, EI-Milel, c. IV. S. 180.

[10] Abdülkâdir Bağdadî, EI-fark Beyne'l fırak.

[11] Keysâniye: Keysâne nisbet olunur. O ya Hz. Ali'nin kölesiydi veya Muhammed b. Hanife'nln talebesiydi.

[12] Şehristânî, El-Mllel ve'l Nihal.

[13] Aynı eser.

[14] Şehristâni, El-Milel vel-Nihal.

[15] Şehristânî, El-Milel. Bu rivayet üzerinde durmak ister, çünkü Mutezile târihinde maruf olan onların mutedil Şia'dan olduklarıdır. Şia'nın çoğu itikatta Mutezile mezhebine kaçarlar.

[16] Şehristâni, El-Milel ve’l Nihal.

[17] îhn-i Haldun Mukaddimesi.
« Son Düzenleme: 16 Mart 2008, 00:02:18 Gönderen: müteallim »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #4 : 16 Mart 2008, 00:06:08 »
Şîa Mezhebinin Esasları: Mutediller Ve Müfritler
 

1- Şia'ya göre: İmamet, milletin re'yine bırakılmış umum! mesâlihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. İmamet, dî­nin rüknüdür, Islâmın bir kaidesidir. Peygamber onu. ihmal ede­mezdi. İmamı, Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. İmam bü­yük, küçük bütün günahlardan masundur.[1]

Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber tarafından gösterilmiş halifedir. O sahabenin cfdalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali'yi diğer ashabdan c'aha faziletli görenler yalnız Şia değil ashabdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yasir Mikdad b. Esved, Ebûzer Gıfâri, Sel-man Fârisi, Câbir b. Abdullah, Übey b. Kâ'b, Huzcyfe, Büreyde, Ebû Eyyüb, Sehl b. Hanif, Osman b. Hanif Ebû Heysem, Huzeyme b. Sabit Ebû Tufeyl Âmr b. Vaile, Abbas b. Abdulmuttalib ve oğullan Beni Hâşim'in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de dibayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğullarından da buna kail olanlar var­dı. Hâlid b. Said b. As, Ömer b. Abdülaziz bunlardandı.[2]

Şia bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali'yi ve evlâdını takdirde çok aşın gidenler olduğu gibi, mutedil olanlar da vardı. Mutediller; Hz. Ali'yi diğer ashabdan efdal saymakla iktifa eder­ler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebil Hadİd bu mutedil zümreden olup onları bize Nech'ul Belâğa'da şöyle anlatır:

«Bu mes'elede onlar fevzu necat ashabından olup halâs bul­muşlardır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler. Hz. Ali ken­dinden önce halife olanların halifeliğine razı oldu, onlara bi'at et­ti. Arkalarında namaz kıldı. Onun yaptıklarından biz geçeme-yiz...»[3]                                                             
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #5 : 16 Mart 2008, 00:06:40 »
Gulât-ı Şîa
 

Gulât-ı Şia yâni Şia'nın müfritleri, Hz. Ali'yi Peygamberlik mertebesine çıkarırlar. Hâttâ içlerinden bazı lan Peygamberlik onun hakkı olduğunu, Cebrail'in yanılarak onu Hz. Muhammed'e götür­düğünü bile söylerler.[4] Hattâ bir kısmı Hz. Ali'yi Hâşâ Tann

mertebesine çıkarırlar. Bir kısmı Allah'ın Ali'ye ve diğer imamlara hulul etliğini söylerler. Bu söz, Allah'ın Hz. İsa'yı hulul ettiğine inanan Hıristiyan dînine benzer, içlerinden bir kısmı ise her ima­mın ruhuna Allah'ın hulul ettiğine ve kendisinden sonra gelen ima­ma da intikal ettiğine inanırlar.

Şia'nın ekserisi son imamın ölmediği itikadındadırlar. Onlara göre son imam hayattadır, günün birinde dönecektir, zulümle do­lan bu yeryüzünü o adaletle dolduracakit.r Hâttâ Sebeiyye Taifesi, Ali b. Ebû Talib'in hayatta olduğuna, onun ölmediğine inanırlar. Bir takımı ise Muhammed b. Hanîfe'nin hayatta olduğunu, Radva

dağında gizlendiğini, yanında bal ve su bulunduğunu söylerler. Bir taife ise Yahya b. Zeyd asılmadı, ölmedi, o sağdır, derler. Oniki îmam etbaı ise, onikinci imam olan Muhammed b. Hasan Askeriye «Mehdi» unvanını verirler. Onun Hılle'de bir hanenin bodrumunda gizlendiğini anasiyle birlikte derbest edilince orada kaybolduğunu söylerler. Bu mehdi âhir zamanda çıkacak ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Bu taife mehdinin çıkmasını beklemektedir. Her ak­şam namazından sonra bu hanenin bodrum kapısında dururlar-rnış. Bir binek hazırlarlar ve mehdiyi ismiyle çağırırlarmış. Bnnlar-dan bazıları ölen imamın tekrar dünyaya döneceğine inanırlar ve buna Kur'ân-ı Kerîm'deki Kehf sûresinden delil getirirler... [5]

 
« Son Düzenleme: 20 Mart 2010, 11:56:56 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #6 : 16 Mart 2008, 00:08:20 »
Haricîler Kimdîr?
 

Hâriciler, kendi inançlarına ve fikirlerine müthiş bir taassup­la bağlı, gayet dindar görünen bir  firkadır. Akidelerini çıl­gınca savunurlar. Korkunç hükümleri olan serkeş insanlardır. Ve kanaatleri uğrunda, gayeleri yolunda göğüs gererek savaşırlar, çe­kinmeden ileri atılırlar. Onları buna sürükleyen, şey, zahirine bağ­landıkları bâzı sözler olmuştur.

Bunu mukaddes din sandılar ve mü'min olan ondan asla ayrılmaz addettiler. Onların aklı: «Bâ hükme illâlillâh hüküm ancak Allah'ındır» sözüne saplandı. Bunu bir dîni düstur gibi tutup, muhaliflerinin yüzüne daima haykırdı­lar. Konuşmak istiyenlerin sözünü bununla kestiler. Hz. Ali'yi ko­nuşurken gördüler mi, hemen bu sözü söylerlerdi.

Bu söz onların kalkanı olmuştu. Hz. Ali onlar bu sözü söyleyince şöyle demiştir: «Doğru bir söz, fakat bununla bâtıl murad olunuyor, bunu kötüye kullanıyorlar. Evet, hüküm yalnız Allah'ındır. Fakat bunlar amir­lik ancak Allah'ındır, diyorlar, insanlar için doğru veya sapık bir emîr lâzımdır. Onun emri altında mü'min amel eder, kâfir de fay­dalanır. O vergiyi toplar, düşmanla çarpışır, yollarda emniyet ve asayişi sağlar, zaif'in hakkını kuvvetliden alıverir, böylece hayırlı olan kimse rahata kavuşur, facirden kurtulmuş olunur.»

Hz. Osman'dan Hz. Ali'den ve zâlim olan hâkimlerden kendi­lerini uzak tutmak* onlardan teberrî etmek düşüncesi Hâricileri o kadar şaşırttı ki, akıllarını bile bozdular. Bu fikre öyle körü kö-üine saplandılar ki, anlayışlarına hâkim olan hep bu düşünce ol-. :1u. Hakka götüren yol, onlar için adetâ kapalı kaldı. Hz. Osman'-den, Hz. Ali'den, Talha ve Zübeyr gibi ashabın ulularından, Eme-vîlerin zâlim hükümdarlanndan ayrılanlar hep bunlara katıldılar ve bu fikre saplandılar, onlara karşı diğer prensiplerinden vaz ge­çerek hep bu teberrî prensibini tuttular. Abdullah b. Zübeyr, Emevîlere karşı ayaklandı .Hâriciler onun tarafına geçtiler. Ona yar­dım yapacaklarını, onun saflarında döğüşeceklerini vadettiler. Fakat onun, kendi babası Zübeyr ile Talha'dan, Ali ve Osman'dan teberrî etmediğini öğrenince ondan ayrıldılar, onun etrafından sa-vulup gittiler!

Emevî Halifelerinden Ömer b. Abdulazîz, Hâricilerden Şevzeb ile münakaşa yaptığı zaman, münakaşanın merkezini bu teberrî mes'elesi teşkil ediyordu. Halbuki; Ömer b. Abdulazîz Emevîlerden zu]üm yapanlara muhalifti, onları zulümlerinden menetmişti. . Haksızlığa uğrayanların hakkını alıp adaleti yerine getiren âdil bir Halife idi. Fakat Hâricilerin münakaşasına teberrî fikri saplanmış-, ti. Muayyen şahıslardan tekeni etmiyenleri Müslüman saymıyor­lardı. Bu sebeple Ehli Sünnet ve cemaat topluluğuna giremediler. Sapık fırkalardan oldular.

« Son Düzenleme: 20 Mart 2010, 11:58:08 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #7 : 16 Mart 2008, 00:08:53 »
Hârîcilerîn Mümeyyiz Vasfı
 

Hâriciler, parlak ve yaldızlı sözlerin tesiri altında kalmakta Fransa'da en korkunç cinayetleri irtikaptan çekinmiyen Yakubî'le-re benzerler. Bunlar, hürriyet müsavat, kardeşlik kelimelerini tut­turdular ve bunlar namına kan döktüler, nice canlara kıydılar: Hâriciler de (îman, hüküm ancak Allah'a aittir, zâlimlerden teber­rî) naralarını tutturdular ve bunlar adına Müslümanların masum kanını mubah sayıp kan içtiler. İslâm ülkesini kana boyadılar. Etrafa baskınlar yapıp canlara kıydılar. Haiz oldukları bu atılgan­lıktır ki, Hâricileri Yakubîlerîe birleştiren bir nokta olmuştur. Bu iki taifenin birbirine benzeyen işleri, bu cesaret ve saldırgan his­siyattan doğmadadır. Onları ölçüsüz hareketlere sevkeden bu his­siyattır, Gustave le Bon Fransa ihtillâi adh eserinde Yakubîleri şöyle anlatmaktadır:

Yakubîîik zihniyeti kısa düşünceli, dar görüşlü, inatçı bir gö­rüş mahsûlü olup, sahibini eavet basit bir adam derecesine düşü­rür. Bu zihniyetin sahibi işlerin ancak dış tarafım görür, ruhun­da has"ıl olan evhamı, hakikat sanır. Olayları birbirine bağhyamaz. Gözünü dikmiş olduğu cinayetleri akıl ve mantık saikasiyle işle­miyor. Çünkü akıl ve mantıktan onun nasibi yoktur. O, zaif aklına uyarak bu gibi şeyler peşinde koşuyor. Halbuki yüksek idrâk bu­rada durur kalır.»

Yakubîlerin bu hâli, bir çok cephelerden Hâricilerin hâîet-i nahiyesine uygun düşmektedir. Aşağıda zikri gelecek hâdiseler ve münakaşalar bunu göstermekte ve isbata kâfi .gelmektedir.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #8 : 16 Mart 2008, 00:10:17 »
Rûhı Hâletlerî
 

Hamaset duyguları ve kelimelerin zahirine saplanmak hevesi. Hâricilerin vazıh vasıflan, yalnız bunlar değildir. Bunların yanısı-ra diğer bâzı vasıflar da yer almaktadır. Meselâ, fedakârlık, serkeşlik, ölümden çekinmemek, tehlikelere atılmak gibi vasıflar bunlar meyanındadır. Bu hareketlerin bâzıları heves mahsûlü idi. Bâzısı kahramanlık göstermek ve mezhebine şiddetle sarılmak eseri de­ğildi. Onların bu hâli Endülüs'te Arap hâkimiyeti aîtmda bulunan Hıristiyanlara benzer. Onlardan bir kısmı öyle bir hevese kendile­rini kaptırmışlardı ki, koyu bir taassup, bozuk bir fikir uğrunda ölüme atılmaktan çekinmiyorlardı.

Komte De Cactrie, onlar hakkında neler yazıyor bir bak. Oku­yunca bunun bir çok bakımdan Hâricilere de uyduğunu görecek­sin. Diyor ki:

«Bu Hıristiyanlardan her biri mahkemeye giderek Muham-med'e söğüp öyle ölmek istiyordu. Bunlar fevc fevc mahkemeye koşuyorlardı. Kapıcı onları çevirmekten usanmışh. Hâkim idamla­rına hükmetmemek için sözlerini işitmiyeyim diye kulaklarım tı­kıyor, Müslümanlar bu zavallılara acıyorlar, onları delirmiş sanı­yorlardı.»

Hâricilerin içinde öyleleri vardı ki. Hz. Ali hutbe okurken sö­zünü keserlerdi. Hattâ o namaz kılarken namazını bile kesenler

bulunurdu. Allah'tan sevap umarak Müslümanlara meydan oku­yanlar vardı. Böyle yapmakla Allah'a yaklaştığım zannederlerdi. Abdullah b. Habbâb b. Ereti[1] öldürdüler, cariyesinin karnını deştiler. Bu feci cinayeti işlediler. Hz. Ali onlara:

—  Kaatilleri bize teslim edin, dedi.

—  Onun kaatilleri biz hepimiz, cevabını verdiler ve teslim et­mediler. Hz. Ali onlarla savaştı. Onları tepeledi, hepsini imha edecekti. Buna rağmen geri kalanlar yine bildiklerinden şaşmadılar, kudurmuşça s ma eski yollarından yürüdüler. O Hıristiyanlarla bun­lar arasında bu bakımdan bir benzerlik yok mu?

Bunların çoğunda güya İslâm'a hulûsla hizmet etmek düşün­cesi hâkimdi. Fakat bunda yanlış yoldan yürüdüler. Ters bir isti­kamet tuttular. Hataları burada idi. Rivayet olunduğuna göre; Hz. AH onlarla münakaşa yapmak üzere lbn-i Abbas'ı gönderdi. Ibn-i Abbas yanlarına gelince izaz ve ikramla karşıladılar. Ibn-i Abbas karşısında öyle adamlar gördü ki; uzun müddet secde ede ede alınları dağlanmış gibi yara olmuş, elleri, yerlere çöken deve dizleri gibi kalınlaşmış. Sırtlarında yıkana yıkana eskimiş göm­lekler var.[2]

Bunların akidelerinde ihlâs üzere olduklarında şüphe yok. Fa­kat bu ıhlasın noksan tarafları da çok: Evvelâ dînî anlayışları yanlış. Dalâlete sapmışlar, dînin özünü anlamıyorlar. Kendilerine muhalif olan her müslümanın kanını helâl saymaları büyük hata­dır. Müslümanın kanı daima masumdur. Ebû Abbas Müberred, El-kâmilinde diyor ki : Hâricilerin enteresan olaylarından biri de şudur: Bir defa bir Müslüman ile bir Hıristiyana tesadüf etmişler, Müslümanı öldürmüşler, Hıristiyana peygamberine olan ahdini muhafaza etmesini tavsiyede bulunmuşlar... Abdullah b. Habbâbe rastladılar» boynunda Mushaf-ı şerif asılı, yanında da gebe olan ka­rısı var. Bu insafsızlar Abdullah'ı yakalayıp:

—  Şu boynunda asılı olan kitap bize seni öldürmemizi em­rediyor, dediler. Ve ona:

—  Ebû Bekir ve Ömer hakkında ne dersin? diye sordular. O

da onları hayırla yâdetti.

—  Hâkem tâyin etme hâdisesinden önce Hz. AH hakkında ve keza Hz. Osman'ın altı senesi hakkında ne dersin? dediler.

O da, yine hayırla yâdederek cevap verdi.

—  Hakem mes'elesİ hakkında ne dersin? diye sordular. O da, şu cevabı verdi:

—  Benim diyeceğim şudur: Hz. Ali Allah'ın    kitabını sizden çok daha âlâ bilir. Dînini sizden daha iyi korur,   sizden çok daha basiret sahibidir.

—  Sen hidayete tâbi olmuyorsun, adamlara isimlerine baka­rak tâbi oluyorsun, dediler ve onu dere kenarına çekip hayvan bo­ğazlar gibi kestiler! Orada bulunan bir Hıristiyandan hurma satın almak istediler. O da:

—  Hurma parasız sizin olsun, dedi.

—  Parasız asla kabul etmeyiz, dediler. Hıristiyan bu adamların yaptıklarına şaşarak:

—  Ne acayip kimseler,, dedi. Abdullah b. Habbâb gibi bir zatı öldürdüler, bizden parasız hurma kabul etmezler...

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #9 : 16 Mart 2008, 00:11:11 »
Taassupları
 

Bir düşünceye bu kadar taassupla bağlanmak nedendi? Onu müdafaa uğrunda, bu derece haşîn ve sert hareket etmeğe sebep ne idi? Ona davette bu kadar kükreyip coşmak niçindi? İnsanları kılıç kuvvetiyle, merhamet ve şefkat tammıyan bir tazyikle dînin müsamahakâr ruhiyle barışmaz bir şekilde zorlayarak şiddet kul­lanmak acaba neden ileri geliyordu? Bunun sebepleri bence şun­lardır :

Hâricilerin çoğu bâdiye — Çöl Araplarındandı. İçlerinde köy­de, şehirde sakin olan Araplar azdı. Çöl Arapları tslâmiyetten ön­ce dahi son derece fakir halli, yokluk ve sıkıntı içinde yaşarlardı. İslâmiyet gelince de onların malî durumlarında, maddî vaziyetlerin­de bir iyileşme olmadı. Çoğu çölde hayat darlığı içinde sıkıntılı bir halde yaşamağa devam ettiler. İslâm sevgisi kalplerine girdi, fakat basit ve sade kaldı. ^Tasavvurları vardı. îlincfen uzak kaldılar. Bu şartlar altında dar akıllı, kuru zâhid, alıngan Dİr mü'min grubu meydana geldi. Çünkü; bâdiye Arapları mahrumiye içinde idiler. Maddî mahrumiyet İçinde olan ruhu, îman kaplar ve sağlam bir itikad vicdana yerleşirse, bu dünya nimetleri peşinde koşmaktan vaz geçer, fâni dünya zevklerine göz dikmez, kendini âhirete verir, âhiret nimetlerine rağbet eder. Cehennem azabından uzaklaştıra­cak şeylere sarılır. Onun için Hâricilerde dînî zühd kuvvetli idi.

Sonra onlann yaşayış tarzlan onları huşunet, kasvet, ünf ve şiddet göstermeğe itecek mahiyette idi. Zira nefis, gördüğü ve alış­tığı şeylere uyar. Eğer Hâriciler refah içinde yaşasalar, nimetler­den faydalansalardı, onların o haşîn hâli değişir, sertlikleri ve ka­balıkları azalır, onlar da yumuşar ve uysal kimseler olur, tabiatle-rinde değişiklik görülürdü. Şu hâdiseye bakın: Ebû Hayr isminde yoksul ve fakır bir adamın Hâricilerin görüşlerine taraftar oldu­ğunu duyan Ziyad b. Ebih, onu nezdine çağırıp ona valilik vermiş ve her ay dörtlün dirhem maaş bağlamış. Ebû Hayr bu bolluğa ka­vuşunca : îtaattan ve topluluk içinde yaşamaktan daha hayırlı bir şey görmüş değilim, dermiş. Valilik makamında uzun müddet kal­mış. Ziyad onun bir hareketini beğenmemiş, o da Zİyad'e karşı gel­miş, bu yüzden hapse atılmış ve orada ölmüş. Bunda şayet dikkat edilecek nokta şudur: Nimete kavuşunca bu adamın o sert ta-"biati değişmişti, ruhu kibarlaştı, müsamahalı ve şefkatli oldu. Ta­assup ve şiddetten eser kalmadı.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #10 : 16 Mart 2008, 00:11:39 »
Kureyş'e Kinleri, Hilâfet Gâsıbî Saymaları
 

Hz. Ali'ye ve ondan sonra da Emevîlere karşı duran Hâricile­rin çoğunun bu inançlarında, ıslâh üzere olduklarını söylemiştik. Fakat biz bununla, onları Hükümete karşı isyana sürükleyen bu akidelerden başka sebepler yok demek istemiyoruz. Bunun en açık misâli şudur: Hâriciler, Hilâfete yalnız Kureyş'in geçmesini çeke­miyorlar, başkalarının değil de, ancak Kureyş'in hâkim olmasını kıskanıyorlardı. Gerçekten Hâricilerin ekserisi Rabîa Kabilelerin­den idiler. Bunlarla, Mudar Kabileleri arasında cahiliyet zamanın­dan beri eski bir düşmanlık vardı. İslâmiyet bu düşmanlığın şid­detini biraz azaltmış ise de, büsbütün kaldıramamıştı. Kalblere gizlenmiş, ruhlara sinmiş bâzı cahiliyet izleri kalmıştı. Bunlar, Hâ­ricilerin mezhebine ve görüşüne kapılanların gör'iş ve mezheble-rinde —farkına varılmadan, sezilmeden— kendini gösterdi. Bazan insan ruhunu, öyle bir arzuya sardırır ki, muayyen bir fikre sap­lanır kalır, ıhlâs peşinde koştuğunu zanneder, aklı kendisini doğ­ruya götürdüğü kuruntusuna kapılır. Bunlar hayatta daima görü-lenfişlerdir. insan, kendisine elem veren şeye yakın olan, her dü­şünceden nefretle kaçar. Mademki bunun böyle olduğu bir gerçek­tir. Ekserisi Rabîa Kabilelerinden olan Hâriciler de baktılar ki. Ha-lifeleV, aralarında düşmanlık bulunan Mudar Kabilelerinden seçi­liyor, onların hükümlerinden nefret ettiler. Bu nefretin tesiri al­tında kalarak Hilâfet mes'elesinde farkına varmaksızın bambaşka bir fikre saplandılar. Onu mahz-ı dîn saydılar, İhlasın özü sandılar. Dîne ihlâsla bağlanmaktan, Allah'a yönelmekten başka bir maksat­ları olmadığı zannına kapıldılar. İçlerinde gerçekten ihlâs sahibi, her hangi bir kötü garazdan uzak kalan kimse de yok değildi. Fakat. umumiyetle haklarında verilen hüküm böyledir. Kalplerde gizli olanı en iyi bilen Allah'tır.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #11 : 16 Mart 2008, 00:13:59 »
Haricîlerin Çoğu Araptır
 

Hâricilerin ekserisi Araptır. Aralarında mevâliden olanlar ga­yet azdır. Halbuki Hâricilerin Hilâfet hakkındaki görüşüne göre» şartlan mevcut olunca, mevâli de Halife seçilebilmek hakkım ha­izdi. Çünkü onlar Hilâfeti her hangi bir ırku münhasır görmüyor­lardı. Bu görüş mevâlinin işine uygun düşmektedir. Fakat mevâli-nin Hâricilerin mezhebinden nefret etmelerinin sebebi şudur: Hâ­riciler mevâliden hoşlanmıyordu. Onlarda da koyu Arap taassubu vardı. Nehc'el-Beiâğa sarihi îbn-i Ebî Hadîd naklediyor: Mevâli­den bir adam Hâricilerden bir kadınla evlenmek üzere dünürlük yolladı. Hâriciler buna kızdılar; kadma:

— Bizi rezil ettin, dediler.

Eğer bu asabiyet dâvasını bıraksalardı, mevâliden onlara da­ha çok uyanlar olurdu.

Hâriciler arasında mevâli az olmakla beraber bâzı fırkaların­da onların tesirini görüyoruz. Meselâ Yezidiye [3]fırkasının iddia­sına göre; Âllah'u Teâlâ Acemden, Arap olmayanlardan bir pey­gamber gönderecek, ona gökten bir kitap indirecek, onunla, Şe-riat-ı Muhammediye'yî nesh edip kaldıracakrmş. Meymûniye[4] fırkası ise bir adamın öz evlâdının kızlarım, gerek erkek, gerek kız kardeşlerinin evlâtlarının kızlarım, nikahlanıp almasını mubah gö­rürler.[5] Görülüyor ki, bunlar ibahaciîik prensibidir. Bunların İran mahsulü olduğu açıktır. Çünkü Mecûsi Farslar, İranlı bir Pey­gamber beklemekte oldukları gibi bu türİü nikâhları da mubah saymaktadırlar
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #12 : 16 Mart 2008, 00:15:24 »
Basit Ve Sathî Görüşleri
 

Yukanda Hâricilerin nasıl bir zihniyet taşıdıklarım, onların hâlet-i nahiyelerini Öğrenmiştik. Gerçekten onların akideleri, basit ve sade akıl ve fikirlerinin mahsulüdür. İnançlarında sathî görüş­leri, Kureyş'e ve bütün Mudar kabilelerine düşmanlık kendini gös­termektedir.

a- Birinci görüşleri —ki bu, onların en doğru ve sağlam gö­rüşleridir— Halîfenin bütün müslümanlann hür ve serbest seçimiyle o makama getirilmesidir. Bu seçim bir fırkaya veya bir top­luluğa mahsus değildir. Adaleti icra ettikçe, dîne uydukça, hatadan ve sapıklıktan uzak kaldıkça Halîfe sayılır. Eğer doğru yoldan sa­parsa azli ve katli lâzım gelir.

b- Onların görüşlerine göre Halifelik, Arap kabilelerinden, soylarından hiçbir aileye mahsus değildir. Başkalarının dediği gibi Hilâfet yalnız Kureyş’in hakkı değildir.Bu ancak Arablara mahsus olup Arap olmıyanlar o haktan mahrum edilemez. Müslüman­lar hepsi bu hususta müsavidir. Hattâ haktan ayrıldığı, doğruyu bıraktığı zaman azli ve katlık olay olsun diye Halîfenin Kureyş'den başkasından olmasını tercih bile ederler. Çünkü; onu koruyacak kuvvetli asabiyet sahibi kabile bulunmıyacağından azli kolay olur. Başları olan Abdullah b. Vehb bu esasları kurdu ve bunlar dahi­linde onu kendilerine reis seçerek ona Emîr'ül-Mü'minin unvanını verdiler. Halbuki o, Kureyş'ten değildi. Bu başlangıç diğer Müslü­manları onlara uymağa, mezheblerini benimsemeğe teşvik edici olmalıydı. Fakat onların mevâliyi hakîr görmeleri, Müslümanların kanım helâl saymaları, kadınları ve çocukları bile esir etmeleri, Hz.

Ali'nin ve Ehl-i Bevtin çoğunun imamlarına ta'n ile dil uzatmaları, bütün bunlar Müslümanların onlardan yüz çevirmelerine sebep oldu.

c- Burada şunu da kaydedelim ki. Hâricilerin Necdât Kolu halkın bir halife seçmesine bile lüzum görmezler. Müslümanlara lâzım olan aralarında adalete riayet etmeleridir. Eğer bu cihet on­ları hakka riayete sevkeden bir imam olmaksızın tamam olmazsa, o zaman bir imam seçerler. Halife seçimi şer'an vâcib değildir. Maslahat icap derse, buna ihtiyaç hâsıl olursa seçmek caizdir, vâ­cib değildir.

ç- Hâriciler günah işleyenleri kâfir savarlar ve bu işte bi­lerek, kötü maksatla günah işlemekle hataya düşmek arasında hiç­bir fark yapmazlar. Bunun içindir ki, hakem tâyin ettiğinden dola­yı Hz. Ali'yi tekfir ederler. Halbuki Hz. Ali hakem tâyinine kendi arzu ve ihtayariyle gitmemişti. Haydi teslim edelim ki, hakem tâ­yinini kendisi istedi, bu içtihadında hata eden bir müetehit duru­munu aşmaz. Müctehidin ise hatası bağışlanır. Onların Hz. Ali'yi tekfir etmeleri içtihatta hatanın müetehidi dinden çıkardığına inandıklarını gösterir. Kendilerine cüz'i bir muhalefeti olan Tal-ha, Zübeyr, Osman ve diğer Ashabın uluları hakkında ayni şeyi ya­pıyorlar, îçtihadlarında hatalarından dolayı onları tekfir ediyorlar. Nehc'el-Belâğa Şârihi İbn-i Ebî Hadid, günah işleyenleri kâfir say-maları hususunda onların tuttukları delilleri getirerek, onları bi­rer birer reddedip çürütmüştür. Nasıl reddettiği bizim için o ka­dar mühim değildir. Bizim için burada mühim olan şey; onların nokta-ı nazarlarını, nasıl düşündüklerini gösterme bakımından on­ların delillerini bu vasıta ile öğrenmiş olmaktır. Bu delillerden on­ların düşüncelerinin ne kadar sathî olduğunu bahislerinde hiç derinleşmediklerini,mevzuu etrafiyle kavrayamadıklarını açıkça gö­rüyoruz. .

Bu delillerden bâzısına göz atalım: «Mekke'ye gitmeye yolculu­ğa takati olan kimselere, Beyt-i Şerifi ziyaret ile Hacca gitmgeleri farzdır. Her kim küfür ederse, Allah-u Teâlâ âlemlerden müstağ­nidir.»

Ayet; Haccı terk edeni kâfir sayıyor. Haccı terketriiek büyük günahtır. Öyle ise Hâricilere göre büyük günah işleyen her kimse kâfir olur. Diğer delilleri:

«Kim ki Allah'ın inzal ettiğiyle hükmetmezse, onlar kâfirler­den olur.»

Her günah işleyen kimse, onlarca, Allah'ın inzal ettiğiyle amel etmiyor dernektir ve kâfir olur. Diğer delilleri :

«O gün bâzı yüzler beyazdır, bâzı yüzlerse kapkara olur. Yüz­leri kara olanlara denir :Siz îmandan sonra küfür ederseniz ha, küfür ettiğinizden dolayı şimdi azabı tadın bakalım.»

Fâsık olan kimse, yüzü beyaz olanlardan olamaz. Öyle ise, o yüzü kara olanlardan olması lâzım gelir. Yüzü kara olanlar ise kâfirdir.

«O gün bâzı yüzler parlar, güler, sevinir; bir takım yüzler de tozlu topraklı, karanlık onu sarar, işte bunlar kâfirler ve fâcirler-dir» (Abese: 38-42)

Fâsıkın yüzü kir-pas içindedir, onun kâfirlerden olacağı mu­hakkaktır. «Zalimler Allah'ın Âyetlerini inkâr ederler.» Zalimler münkirdir. İnkâr ise kâfirlerin sıfatıdır.[6]

Bu delillerin hepsi naslara sathî bakışın mahsûlüdür.Âyetle­rin maksadını anlayamamışlar, esrarını kavrayamamışlardır. Hz. Ali kendi zamanındaki Hâricilerle münakaşa yapar, kesin delillerle onlan sustururdu. O sözlerden bâzıları şunlardır :Haydi inatla be­nini hata ettiğimi ve dalâlete düştüğümü iddia ediyorsunuz, fakat neden benim dalâletim yüzünden bütün Muhammed Ümmetini ve Âl-i Beyti dalâlette sayıyorsunuz. Niçin benim hatamla onlan mua-haze ediyor,, benim günahımla onları nasıl olup da kâfir sayıyorsu­nuz. Kılıçlarınız omuzlarınızda, onları yara olan yere de, yara ol-mıyan yere de hemen vuruyorsunuz. Günah işleyeni, günâh işlemi-yenle karıştırıyorsunuz. Siz de bilirsiniz ki, Hz. Peygamber evli ol­duğu halde zina yapanı recm etti, sonra onun cenaze namazını kıl­dı, sonra ehlini onun malına mirasçı yaptı. Katili kısasan öldürdü, elini kesti, evli değilken zina yapana had vurdurdu, sonra onlara diğer Müslümanlarla beraber ganimet malından hisse verdi, Müs­lüman kadmlariyle onları evlendirdi. Hz. Peygamber onlan bu gü­nahlarından dolayı cezalandırdı, onlar hakkında emir olunanı ye­rine gelirdi. Fakat onları îslâm topluluğundan dışarı saymadı. Islâmın onlara verdiği hisselerini menetmedi. Onların isimlerini Müslümanlar listesinden çıkarmadı.»

Bu sözler o inatçıları susturacak mahiyettedir. Bunların etra­fında gürültü kaldıramazlar. Hz. Ali onlara karşı kitaptan değil de, bizzat Hz. Peygamberin işlediği fiillerden delil getirdi. Çünkü fiil tevil taşımaz. Başka türlü anlaşılmağa tahammülü yoktur. Onla* nn sathî görüşlerine meydan vermez. Onların ancak bir tarafı gö­ren bakışları, ibarelerin bütününü anlamaktan uzaktır. Sözleri yanlış ve noksan anlıyorlar. Onun için Hz. Ali onlara amelî delil­ler' gösterdi, onların yanlış anlayışa giden tevîl yollarını kapadı. Onların bozuk ve fâsık görüşlerini reddetti.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #13 : 16 Mart 2008, 00:17:06 »
Çok İhtîlâfçı Olmaları
 

Hâricilerin ekserisinin benimsediği inançlar bunlardır. Bunla­rın dışında aralarında anlaşamadıkları bir çok ihtilâf noktaları vardır. Hâricilerin kusurlarından biri de çok ihtilâfçı, kavgacı ol­malarıdır. En ufak ve ehemmiyetsiz bir mes'ele yüzünden aralann-da hemen ihtilâf çıkar, kavga kopardı. Belki de onların sık sık boz­guna uğramalarının sebebi .de budur.

Emevîler zamanında Mühelleb b. Ebî Sufra Müslüman halkı onların saldırganlıklarından korunmak için bir kalkan vazifesini görürdü. Onlan birbirinden ayırarak kuvvetlerini parçalamak için aralarındaki bu ihtilâfları fırsat bilirdi. Aralarında ihtilâf çıkar­mak için vesileler yaratırdı. îbn-i Ebî Hadıd'in nakline göre: Hâ­ricilerin. Ezânka kolundan bir demirci gayet zehirli    oklar yapar,

bunları Mühelleb'in adamlarına  atarlar, öldürürlerdi. Bu durum Mühelleb'e arz olundu. O da :.

—  Ben bunun çaresini bulurum, dedi ve adamlarından birine bir mektupla bin dirhem para vererek onu Hâricilerin Kumandanı­nın bulunduğu yere gönderdi ve ona bu mektupla    parayı gizlice oraya bırakmasını tenbih etti. Mektupta demirciye hitaben şunlar yazılıydı:

«Yapıp gönderdiğin okları aldım. Sana bin dirhem gönderiyo­rum. Bunları al ve bize daha çok ok gönder.»

Bu mektupla parayı bulanlar derhal kumandanları olan Kata-rî'ye koştular ve işi haber verdiler. O da demirciyi çağırtarak :

—  Bu mektup ne? diye sordu.

—  Bilmiyorum, dedi.

—  Bu paralar ne?

—  Haberim yok, cevabını verdi. Herifin hakikaten bir şeyden haberi yoktu. Fakat inkâr ediyorsun diyerek demirciyi   öldürttü. Benî Kays b. Sa'lebe'nin reisi olan Abdurrabbih gelerek Katarî'ye itiraz etti ve :

—  İnceden inceye    araştırmadan bir adamı    Öldürdün, dedi. Katarî de :

~ İnsanların yararına, umumî maslahat uğrunda bir adamı öldürmek kötü bir şey sayılmaz, imamın yararlı gördüğü şeyle hük­metmek hakkıdır. Tebaanın buna itiraza hakkı yoktur, dedi.

Bu cevabı Abdurrabbih beğenmedi ve cemaatıyle ondan ayrıl­mak istediyse de adamları buna yanaşmadılar. Mühelleb bunu ha­ber alınca başka bir çare düşündü. Bir Hıristiyan kişi buldu. Ona oldukça mühim bir para mükâfat vaad ederek şu talimatı verdi:

—  Hâricilerin başı olan Katarîyi gördüğün zaman ona secde et, seni bundan menetse de ben sana secde ediyorum de.

Hıristiyan böylece yaptı. Katarî :

.— Secde ancak Allah'a yapılır, dediyse de o:

—  Beji sana secde ediyorum işte, dedi.

Orada bulunan Hâricilerden biri hemen ileri atıldı:

—  O, Allah'ı bırakıp sana secde ediyor. Kur'ân, «Sizler ve Al­lah'tan gayri taptıklarınız Cehennem odunudur» diyor. Sen de Ce­hennem odunlarından oldun, dedi.

Katarî kendini şöyle müdafaa etmek istedi:

—  Hıristiyanlar, Hz. îsâ'ya taptılar, fakat bu îsâ'ya bir zarar verdi mi?

Diğer bir Hârici hemen ayaklandı ve Hıristiyanı derhal öldür­dü. Katarî bu işi beğenmedi, diğer Hâriciler de Katarî'nin bu hare­ketini beğenmediler, inkâr ettiler. Bu vaziyeti Mühelleb duyunca onlara adam gönderdi ve şunu sordurdu:

—  İki adam var, bunlar muhacir olarak size gelmek üzere yola çıksalar, bunlardan biri yolda ölse, diğeri sağ ve salim olarak size ulaşsa onu imtihana çekseler, fakat muvaffak olmasa, bunlar hak­kında ne dersiniz?

Bâzıları: Yolda ölen kimse cennetliktir, imtihan veremiyen kâfirdir dediler, bâzıları ise: Her ikisi de kâfirdir, dediler. Böylece aralarında ihtilâf başladı.* Bu ihtilâf üzerine Katarî Islahat hudu­duna gitti bir ay orada kaldı, adamları ihtilâfa devam ettiler.[7]

Görülüyor ki Mühelleb, bu büyük kumandan* onların kinleri­ni körükleyerek basit görüşlerinden nasıl istifade etmiye çalışıyor. O zaif düşünceli kimseler arasında düşmanlığı alevlendiriyor, ih­tilâfı körüklüyor. Böylelikle onların kinlerini birbirine musallat ediyor. Müslümanlara saldırmağa takatlan kalmasın diye onları birbiriyle uğraştırıyor. Zaten Hâricilerin kendi aralarında ihtilâfla­rı pek çoktu. Hariçten aralarına ihtilâf tohumu saçmağa lüzum kal­maksızın birbiriyle ihtilâf halinde idiler. Onun için bir çok fırka­lara bölündüler. Başlıca fırkalarından ve başlarından biraz bahse­delim.

 



  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı reis-de-aglar

  • emin_tatlılıoğlu
  • aktif okur
  • **
  • İleti: 208
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #14 : 16 Mart 2008, 00:26:55 »
diğer sapık fırkalarda yazılacak mı? hocam elinize sağlık devamını bekleriz...
zaman alışmayı öğretir;unutmayı asla.........