Gönderen Konu: Ehli sünnet dışı bozuk fırkalar  (Okunma sayısı 35949 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #15 : 16 Mart 2008, 00:44:33 »

diğer sapık fırkalarda yazılacak mı? hocam elinize sağlık devamını bekleriz...
gelecek insaAllah
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #16 : 17 Mart 2008, 22:49:11 »
HÂRİCİLERİN AYRILDIKLARI KOLLAR
 

Ezarîka

 

Bunlar Ezrak oğlu Nâfi'a uyanlardır. Nâfi, Arapların Rabîa kabilelerinden Benî Hanîfe'dendir. Hâricilerin en kuvvetli kabile­si bunlardır. Sayıca çok, kuvvetçe üstündür. Nâfi'nin kumandası altında, Emevîlerin kumandanları ile ve Abdullah b. Zübeyr ile 19 sene savaştılar. Bu Nâfi döğüş meydanında öldürülünce onun ye­rine Nâfi' b. Abdullah geldi, sonra da Katarî başa geçti. Bunun za­manında kuvvetleri çöktü. Çünkü bu kültürsüz insanlar kan dök­mekle şöhret almışlardı. Müslümanlar onlardan nefret ediyordu. Aralarında da hiç ihtilâf eksik olmazdı. Bu sebeple her yerde boz­guna uğradılar. Katarî'den sonra hezimetleri devam etti. Nihayet dağılıp gittiler.

Bunlar Hâricilerin yukarıda saydığımız prensiplerine kail ol­makla beraber, üstelik onlara şunları da ilâve ediyorlardı:

a- Kendilerine muhalif olan bütün Müslümanlar, kendileri­nin görüşlerini kabul etmiyen Hâriciler, döğüşe katılmıyan Hâri­ciler hepsi müşriktirler.

b-  Muhaliflerin küçük çocukları da müşriktirler. Bu masum sabiler de Cehennemde ebedî kalacaklarmış!

c-  Muhaliflerin memleketi, harb hâlinde olan kâfirler mem­leketidir, çocuklarını öldürmek, kadınlarını esir etmek caizdir.

ç- Zâni recm edilemez. Çünkü Kur'ân'da bu zikrolunmamıştır. Namuslu erkeklere şerefsizlik isnat eden kimseye had vurmak yoktur. Fakat namuslu kadınlara kazf eden, şerefsizlik isnadı ya­panlara had vurulur. Çünkü bu Kur'ân'da vardır.

d-  Peygamberlerden büyük, küçük her nev'i günah sadır olabilir.[1]

 
 Necdât
 

Bunlar da Necdet b. Uveymir'e tâbi olanlardır. Bu da aynı ka­biledendir. Bunlar döğüşe katılmıyan Hâricileri tekfirle çocukların öldürülmesinin helâl sayılması mes'delerinde Ezânka'ya mu­haliftirler. Fakat bunlar aralarında muahede olan ve zimmet ile bağlananların canını, malını helâl sayarlar. Zimmet ve ahid tanı-, mazlar. Bunlar Yemâmede bulunuyorlardı. Baştan Ebû Tâlut Hâ­rici ile beraberdiler. Sonra 66 H. senesinde Necdet'e bi'at ettiler. Bunlar işi birdenbire büyüttüler. Bahreyn, Umman, Hadremevt, Yemen, Tâif hep onların eline geçti. Sonra Necdet ile aralarında ihtilâf çıktı. Ona kin bağladılar. Meselâ: Necdet kendi oğlunu or­duyla göndermişti. Kadınları esir aldılar. Taksimden Önce gani­met malından yemişlerdi. Necdet bunları affedince kızdılar...

Necdetten sonra yerine Ebû Fudeyk kaldı. Emevîlerden Ab-dulmelîk b. Mervan'm gönderdiği ordu bunları dağıttı. Reislerini öldürterek kellesini Hâlifeye gönderdi.

 
Sufrîye Fırkası
 

Bunlar Zeyyad b. Asfere tâbi olanlardır. Bunlar Ezânka'dan daha az mutaassıptırlar ve fakat diğer fırkalardan daha şiddetli davra,mrlar. Büyük günah işleyeni kâfir sayma hususunda Ezân-kîlerin fikrine katılmazlar, onu kâfir saymazlar. Hakkında hadd-ı şer'î tâyin edilmiş olan günahları işleyenleri tekfir etmezler. Onlar Kur'ân'da Allah'ın verdiği isimle söylenir. Zina yapana zâni, çalana hırsız denir...

Sufriye'den olan Ebû Bilâl Merdâs, zabit ve sofî bir adamdı. Yezid b. Muâviye zamanında Basra'da Hükümete karşı çıktı. Fa­kat halka dokunmazdı. Eline geçirdiği Hükümet malından ihtiya­cı kadar alırdı. Savaş ve döğüş yapmak istemezdi. Abdullah b. Zi-yâd bir ordu göndererek onun işini bitirdi. Sonra bu fırka Ebû Bi-lâl'in yerine Imrân b. Hattân'ı imam seçtiler. O da şair bir adamdı.

 
Acaride
 

Bunlar Abdulkerim b. Açred nammdaki şahsa uydular. Bunlar görüş itibariyle Necdet fırkasına yakındırlar. Lüzumunda savaşa katıîmıyanlar diyanetle maruf iseler mazur görülürler. Hicreti farz değil, bir fazilet sayarlar. Ker dilerine muhalif olan kimse öldürül­medikçe malı ganimet malı sayılmaz.

Bunlar da aralarında muhtelif fırkalara bölünmüşlerdir.

Muhaliflerin çocukları mes'elelerinde görüşleri ayrı ayrıdır. En cüz'i bir mes'elede ihtilâfa düşerler ve bu yüzden umumî kaide­ler kurmağa kalkışırlar, ihtilâf ederler. Başka başka fırkalara ay­rılırlardı. En önemsiz mes'elelerî bu işe karıştırmaktan çekinmezlerdi. Meselâ Şuayb isminde birisinin Meymûn adında bir kişiye borcu vardı. Meymun borcunu isteyince:

—  İnşâAllah, Allah dilerse borcumu veririm, dedi. Meymûn:

—  Allah şimdi ödemeni diledi, dedi...

—  Kğer Allah şimdi ödememi dileseydi, onü vermemek benim

elimden gelmezdi.

—  Allah borcunu ödemeni emrediyor, Allah emrettiği her şe­yi dilemiş demektir. Dilemediği bir şeyi emretmez.

îşte bu borç münakaşası yüzünden bunlar münakaşayı ya­panların adlarına göre: Meymûniye ve Şuaybiye kollarına ayrıldı. Reisleri olan Abdulkerim'e bunu yazarak sordular. O da şu cevabı verdi:

«Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz, deriz. Ve Allah'a bir kötü şey isnad etmeyiz.»

Bu cevabı alınca her biri kendi görüşünü te'yid ettiğini iddia etti. Niza yine hallolmadı.

Rivayet olunduğuna göre bunlardan Salebe isminde birisinin bir kızı vardı. Onu birisi istedi. Acâride fırkasının şartlarına göre bulûğa ermiyen küçük çocuklar Müslüman sayılmaz, bulûğa erin­ce kendilerine îslâm teklif olunurdu. Anasından kızın bulûğa erip ermediği, yâni Müslümanlığı kabul edip etmediği soruldu. Anası buna alındı ve bulûğa ersin ermesin* benim kızım velayet itibariy­le yâni Müslüman kızı olması bakımından Müslümandir, dedi. Bu mes'ele de Abdulkerime arzolundu. O bunu kabul etmedi: Sa'lebe de: «O Müslüman kızıdır» dedi. Böylece Saâlibe namıyle yeni bir fırka türedi.

 
Îbazîyye
 

Abdullah b. îbâde (Ibaza) tâbi olanlara bu nam verilir. Bun­lar Hâricilerin en mutedilleri ve Ehl-i Sünnete en yakın olanları­dır. Bunlar aşın derecede ileri gidip haddi tecavüz etmezler. Baş­lıca inançları şunlardır:

1-  Kendilerine muhalif olan Müslümanlar müşrik sayılmaz-larsa da Mü'min de sayılmazlar. Onlara.kâfir adını veriyorlar. Ve bunu Küfrân-ı nimet nankörlük nimeti inkâr mânâsına yoruyorlar.

2-  Muhaliflerinin kanı haramdır. Onların ülkesi de dâr-ı tev-hîddir.

3-  Harbde ganimet olarak ancak at ve silâh gibi harbe yarar şeyler helâldir. Altın ve gümüşü sahiplerine verirler.

4-  Muhaliflerinin şahitliğini kabul ederler. Nikâh ve miras­larını tanırlar.

Görülüyor ki, bunlar oldukça mutedil bir görüş sahibidirler. Muhaliflerine karşı insaflı hareket ederler. Bu sebepledir ki, bugü­ne kadar devam etmişlerdir, islâm âleminin bâzı yerlerinde bun­lara tesadüf olunmaktadır.

 
Müslümanlıktan Harîç Sayılanlar
 

Hâricilerden bir kısmı Müslümanlardan sayılmazlar. Bunlar dîni anlayışta çok aşırı ve şiddetli hareket etmişler ve dalâlete düş­müşlerdir. Bu dalâletleri yüzünden hem kendilerini ve hem de Müs­lümanları yormuşlar, boşuboşuna uğraştırmışlardır. îmânında sadık olan Müslümanlar yine de onların küfrüne hüküm vermemiş­ler, onları dalâlette saymakla yetinmişlerdi. Hz. AH arkadaşlarına: «Hâricileri öldürmeyin, zira hakkı arayıp da yanılan kimse, bâtılı arayıp da bulan kimse gibi değildir.» Tavsiyesinde bulunmuştur. Hz. Ali onları, hakkı isteyen ve fakat yolunu şaşırıp bulamayan kimseler olarak hesap ediyordu. Emevîleri ise, bâtıl peşinde ko­şanlar ve ona kavuşanlar olarak vasıflandı nyordu. Lâkin Hârici­lerin içinde öyleleri vardı ki, Allah'ın kitabında bulunmıyan şeyle­re kail oluyorlar hattâ Allah'ın kitabına uymıyan, karşı olan hü­kümler veriyorlardı. Abdulkâhir Bağdadî (El-Fark Beynel Firak) kitabında Hâricilerden iki fırkayı islâm camiasından dışarı say­maktadır ki, onlar da şunlardır:

1- Yezidiyye : Yezid b. Üneyse'ye tâbi olanlardır. Bu evvelâ İbâdiyedendi. Sonra onlardan ayrıldı. Allah'u Teâlâ Acem'den, Arap'lardan başkasından bir peygamber gönderecek, gökten ona bir kitap indirecek, onunla Şeriat-ı Muhammediye'yi kaldıracak dedi. Yukarıda buna işaret etmiştik.

2- Meymûniyye: Bunlar Meymûn Acredi'ye tâbi olanlardır. Yukarıda geçtiği üzere borç Ödeme mes'eksindeki ihtilâftan dola­yı ayrılmışlardı. Bunlar evlâtlarının kızlariyle evlenmediği, erkek ve kız kardeşlerinin evlâtlarının kızlariyle    evlenmeği mubah sa­raylar. Buna sebep olarak da : Kur'ân'da bunların   muharremât, nikâhı haram olan kadınlar arasında    zikredilmemiş    olmalarını gösterirler. Yusuf Sûresinin Kur'ân'dan olduğunu kabul etmezler» bu bir aşk hikâyesidir, Kur'ân'dan olması yakışık   almaz derler. Kötü itikatlarından dolayı Allah onları rezil ve rüsvây etti.

 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şehristânî, El-Milel ve'1-Nihal.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #17 : 17 Mart 2008, 22:51:10 »
FIRKA: 3
 
MÜRCÎE
 

Mürcîe Nedir, Nasıl Başladı?
 

Bu bir siyasî fırka olarak başlamıştır. Sonradan dînî esasları da içine almıştır. Ve o sırada İslâm efkârını meşgul eden büyük günah işleme mes'elesini bahis mevzuu etmişlerdir ki, bunu Hârici­ler, Şia ve Mutezile fırkaları da kurcalamakta idi.

Mürcie fırkasının ilk tohumları Hz. Osman'ın son devirlerinde ekilmiştir. Zira Hz. Osman'ın hâkimiyeti, Valilerin hükmü hakkın­da sözler çoğalıp îslâm âleminin her tarafında dedikodular artıp nihayet Hz. Osman'ın şehit edilmesiyle îslâmda bir yara açılınca, Ashabdan bir kısmı bu hususta sükûtu ihtiyar ettiler ve Müslü­manları birbirine tutuşturan bu fitneye katılmaktan çekinerek bir köşeye çeşildiler.

Bu hususta Ebû Bekir'in Hz. Peygamberden rivayet ettiği şu Hadîs-i şerifi kendiîerine delil tuttular: «İleride bir takım fitneler kopacak, o zamanda oturan yürüyenden daha hayırlıdır, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Bu fitneler koptuğu zaman kimin devesi, koyunu varsa ona baksın, kimin arazisi varsa ona sarılsın.» Bir adam sordu: «Yâ ResûlAllah devesi, koyunu ve arazisi olmayan ne yapsın?» Hz. Peygamber: «Kılıcını eline alsın, onun keskin yüzünü bir taşla ezsin, sonra eğer kurtulabilirse kurtulsun.» Bunun için bâzıları, Müslümanlar arasında kopan bu. fitnelere karışmaktan çekindiler, birbiriyle çarpışan iki Müslüman gurubundan hangisi­nin hak üzere olduğunu araştırmadılar. Sa'd b. Vakkas, yukanki Hadîsin râvisi Ebû Bek'ir'e, Abdullah b. îmran b. Husayn ve saire bunlardandır. Bunlar hangi taifenin haklı olduğu hususunda hük­mü Allah'a bıraktılar, kendileri bir karara varmaktan çekindiler.

Müslim Şârihî bu fitneler hakkında şöyle diyor: «Bu mes'ele sahabe arasında şüpheli meselelerdendi. Hattâ bir kısmı bu hu­susta bir karara varmadan hayrette kaldılar ve her iki taraftan da çekindiler. Onlardan biriyle savaşa katılmadılar, doğruyu kestirip

atamadılar.»

îbn-i Asâkir de bunlar hakkında şöyle diyor: «Bunlar bu hu­susta şüphede kaldılar. Çünkü kendileri bu işler olup biterken harbte bulunuyorlardı. Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra Me­dine'ye geldiler. Baktılar ki vaziyet değişmiş. Halbuki onîar Medi­ne'de Müslümanları birleşik bir halde bırakmışlardı.

Aralarında ihtilâf yoktu. Dediler ki: «Biz sizi bıraktığımızda işiniz birdi, aranızda ihtilâf yoktu. Şimdi ise, geldiğimizde sizi ih­tilâf hâlinde bulduk. Bâzınız: Osman haksız yere öldürüldü, o ve

adamları adalet üzere iş görürlerdi diyor; diğer bir kısmınız ise: Ali ve taraftarları hak üzeredir, diyor. Halbuki bunların hepsi biz­ce güvenilir ve doğru kimselerdir. Biz bu iki gruptan hiç birinden teberrî etmeyiz, onlara lanet de, okumayız. Onların aleyhinde bu­lunmayız. Onların işini Allah'a bırakır onları Allah'a salarız.' On­lar hakkında hükmü verecek olan Allah'tır.»

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #18 : 17 Mart 2008, 22:52:01 »
Bâzı Fırkaların Ağır Hükümleri
 

İslâm fırkaları kurulunca Şia, Ehl-î Beyte karşı son derece 'bağlılıklarım ilân ettiler ve bunda çok ileri gittiler. Hattâ kibar Ashaba dil uzatarak işi Ebû Bekir, Ömer gibi büyük Ashaba tekfi­re kadar vardırdılar. Fasit hayallerinde bâzı kuruntular kurarak Hz. Ali ile bâzı Ashab arasında düşmanlık olduğunu bile iddia etti­ler. Diğer taraftan; Hâriciler ortaya çıkarak Müslüman cemâat­lerini tekfir ettiler. Müslümanların bilmedikleri yepyeni bir taife hâlinde ortaya çıktılar. Günah işleyen herkesi kâfir addettiler. Di­ğer taraftan; Emevî Devleti, kendi sancakları altında toplananları, istiyerek veya istemiyerek onların hükmüne razı olanları Müslüman addediyor, diğerlerini ümmet camiasından ayrılmış sayıyord». Bu parçalanmalardan sonra, Mürcie taifesi ortaya çıktj. Onlar bu fır­kalarda her hangi bir fırkaya dayanmaktan, onlara yardımdan çe­kindiler. Onlar hakkında işi ve hükmü gaybı bilen Allah'a bıraktı­lar. Bu siyasî mevzulara dalmaktan kaçındılar. Emevîleri kötülükle anmaktan çekindiler. Ortlar da : Lâ ilahe illAllah, Muhammed Re-suluHah, diyerek kelime-i şahadeti söylüyorlar. Öyleyse ne kâfirdirler, ne de müşrik. Onlar da Müslümandırlar. Onların işini insanla­rın sırrını bilen Allah'a bırakınız, onların hesabını o görür, de­diler.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #19 : 17 Mart 2008, 22:52:39 »
Mürtekîb-i Kebîre Hakkında
 

Büyük günah işleyen hakkında ihtilâf çoğalınca, Hâriciler, onun kâfir olduğunu iddia ettiler. Diğer bir kısım ise, günah işle­yenlerin hesabını Allah'a bıraktılar, hükmü verecek O'dur, dediler. Bunların ardı sıra gelenlere muhalifleri Mürcie adını verdiler. Bun­lar büyük günah işleyenler hakkında birinciler gibi jnenfi bir va­ziyet almakla kalmıyorlar; îman, ikrar ve tastikten ibarettir ve marifettir, diye hüküm veriyorlar, ameli mertebece geri bırakıyor­lar, îmanla beraber mâsiyet zarar vermez, îman amelden ayrıdır, diyorlardı. Bunlardan bâzıları daha ileri gidiyor, îman sırf kalble itikattan ibarettir, lisaniyle küfürü söylese de, zahirden puta tapsa da kalbiyle inandıkça mü'mindir. Kalbiyle tasdik bulundukça o Allah'ın dost kuludur ve cennet ehlindedir.[2]

Bunlardan bâzıları ise şöyle garip zanlara düşüyorlardı: «Do­muz yemeği Allah haram etti, bunu biliyorum. Fakat haram olan domuz şu koyun mu, yoksa başka bir hayvan mı? onu kestiremi­yorum, dese yine mü'mindir. Allah Kabe'ye Hacca gitmeği farz etti. Fakat, Kabe nerededir, bilmem, belki de Hind'dedir, dese mü'min­dir.» Bunları söylemekten maksadı bunlar îmandan sonra gelen akidelerdir, çünkü aklı olan bir insanın Kabe'nin nerede olduğunu bilmemesi olamaz. Koyun ile domuzu ayıramıyan insan olur mu?»[3]

îman hakikatlerine ve iyi amellere karşı böyle mübâlâtsız dav­ranan bu taifenin görüşü fesatçıların işine yaradı, dinde mübâlât­sız olanlar bunu fırsat bildi. Kendi arzularına göre işler uydurmağa başladılar. Onu kendilerine mezhep tuttular. Kendi fesatlarını ka­patmak için bu mezhebi bir vasıta kıldılar. Fasit garazlarını, habîs emelleri yürütmek için yol yaptılar. Bu çapkınların ve fesatçıların işine yaradı. Bu hususta Ebû El-Ferec Isfahanı şunu naklediyor:

«Bir Şîi ile bir Mürciî hangi mezhep daha hayırlı diye müna­kaşaya başlamışlar, kavgayı uzatmışlar. Nihayet ilk rastladıkları adama sorup onu bu işte hakem yapmayı kararlaştırmışlar. îbâhi-yeci bir mülhide raslamışlar, ona sormuşlar:

— Hangisi daha hayırlıdır. Şia mı, yoksa Mürcie mi? Sen han-gisindensin?

Herif şu cevabı vermiş :

—  Benim yukarı tarafım Şia'dır, aşağı tarafını Mürcie'dir.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #20 : 17 Mart 2008, 22:54:46 »
Mürcîenîn Îkîye Ayrılması
 

Onun için biz diyoruz ki: Mürcie kelimesi iki zümreye ıtlak olunurdu: Birisi, sahabe devrinde ve sonra Emevîler zamanında yukûa gelen ihtilâflar hakkında hüküm vermekten çekinenlere Mürcie denir, ikincisi, Allah'u Teâlâ küfürden başka her günahı affeder diyen zümreye de bu isim verilir. Onlara göre; imanla be­raber masiyet zarar vermez. Küfürle beraber taat fayda vermediği gibi.

Fâsık ve fâcir takımı bu mezhebin kapılarım geniş buldular, işledikleri kötülükleri, istedikleri yere sığdırabiliyorlardı. Onun için Zeyd b. Ali b. Hüseyin «Fâsıklan Allah'ın affına tama ettiren Mürcieden ben uzağım.» demiştir. Bu zümre, mürcie adım kötüye

tulİanmışlar, onu en şeni kelimeler sırasına koymağa sebep olmuş­lardır.

 
Mutezileye Göre Mürcîe
 

Mutezile taifesi, büyük günah işleyen Cehennemde ebedî kal­maz, günahı miktarı azap görür, belki Allah onu affeder, diyenlere Mürcie namını verirdi. Bu itibarladır ki, îmâm-i A'zam Ebû Hanî-fe'ye ve arkadaşları imam Ebû Yusuf'la İmam Muhammed'e Mür­cie demişlerdir. Bu hususta Şehristânî El-Milel Vel-Nihal'de şöy­le diyor:

«Ebû Hanîfe'ye ve ashabına Ehl-i Sünnet    Mürciesi    denirdi.

Kelâmcılardan çoğu onu Mürcie arasında sayar. Bunun sebebi şu olsa gerek: O İman kalbîe tasdiktir, ne artar, ne eksilir, diyordu.

Bundan onun ameli îmandan geri bıraktığını zannettiler, halbuki

amel hususunda o kadar titiz davranan Ebû Hanîfe ameli terkle

ietvâ verir mi? Ona Mürcie denilmesi şu yüzden olabilir: O birinci asırda meydana çıkan Kaderiyyeye ye Mutezileye muhalifti. Mu­tezile kader mes'elesinde kendilerine her muhalif olana Mürcie derlerdi. Hâriciler de böyle yaparlardı. Bu isim ona mutlaka Mu­tezile veya Hâriciler tarafından verilmiş olmalıdır.»[4]

Bu itibarla Ebû Hanîfe'den ve arkadaşlanndan başka daha bir çok kimseler Mürcie'den sayılmıştır. Onlardan bâzıları şunlardır: Hasan b., Muhammed b., Ali b., Ebî Tâlib, Said b., Cübeyr, Talk b., Hubeyb, Amr b.,, Mürre, Muharip b., Disâr, Mukatil b., Süley­man, Hammâd b. Ebî Süleyman, Kubeyd b. Cafer. Bunların hepsi Hadîs ulemâsındandır. Bunlar da büyük günah sahibi tekfir et­mezler, cehenemde ebedî kalacaklarına hüküm vermezler.

 
Münazara Meclîsleri
 

Mürcie ile başkaları, bilhassa Hâriciler arasında münazara meclisleri yapılırdı. Ebû Ferec Isfahâni, Egânî'de diyor ki: Sabit b. Kutana, Horasan'da toplanıp münakaşa yapan şerir takımıyla ve Mürcie zümresiyle görüşürdü. Mürcie'ye meyletti ve onları sevdi. Onların medhi hakkında bir kaside bile söyledi. Onda Mürcie gö­rüşlerini anlatıyordu. Şi'rin özeti şöyledir:

«Bizim Şiarımız Allah'a tapmak ve ona şirk koşmamaktır. Eğer bir iş şüpheli ise, onda hükmü Allah'a bırakırız. Müslümanlar İslâm üzeredir. Bir Allah'a inandıktan sonra günah insanı şirke götürmez. Biz kan dökmeyiz, Hâriciler hata işliyorlar. Ali ve Os­man ikisi de Allah'ın sevgili kuludur. Allah'a asla şirk koşmamış-lardır. Aralarında sevgi, saygı vardı. Allah'u Teâlâ Ali'ye ve Osman'a çalıştıklarının mükâfatını versin. Herkesin ne yaptığını Allah bi­lir. Her kul Allah'ın huzuruna varacaktır.»

 






[2] İbn-i Harm, El-Milel vel'l-Nihal.

[3] Aynı eser.

[4] Şehristâni, El-Milel ve'I-Nihal
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #21 : 18 Mart 2008, 22:47:32 »
FIRKA : 9
 
CEBRÎYE
 

Cebîr Ve İhtiyar Mes'elelerînîn Müslümanlarca Mevzuu Bahis Edîlmesi
 

Müslümanlar kader mes'elesini, Allah'ın iradesi yanında insa­nın kudreti mes'elesini, daha sahabe devrinde mevzuubahis etti­ler. Fakat, fıtrî kabiliyetleri ve yaratılışları itibariyle bu mes'ele-

lerde bahsi derinleştirmediler. Sahabe devrinden sonra Müslüman­lar diğer dinler erbabıyla görüşüp temasa gelince, mezhepler ve fır­kalar çoğaldı. Ve bu bahis de genişledi. Bu bahislerde de eski din­lerin tuttukları yola koyuldular.

Bu meyanda bahis konusu yaptığımız Cebriyye fırkası ortaya çıktı. «İnsan ef'alini kendisi yapıp meydana getirmiyor, kendisine nisbet olunan işlerde onun dahli yoktur.» Bu mezhebin esası şu­dur: Fi'H kuldan neyf Allah'a izafe etmektir. Fiil kulun eseri de­ğildir. Kul gücü yetmekle vasıf olunamaz, kudret sahibi değildir, îşinde mecburdur. Onun kudreti, iradesi ve ihtiyarı yoktur. Cemâ-datta yarattığı gibi Allah onda da fi'li yaratır. Fiiller ona, cemâ-dâtta olduğu gibi mecazen nisbet olunur. Meselâ ağaç meyve verd:, su aktı, taş kımıldadı, güneş doğdu ve battı, hava bulutlandı, yağ­mur yağdı, çiçekler açtı., ve saire gibi, Sevap ve ikap de cebrîdir. Böylece cebir sabit olunca teklif de cebrîdir.[1]

Cebriyecilerin noktai nazarını anlatırken Ibn-i Hazm şöyle diyor :

«Onlara göre dilediğini yapan Allah'u Teâlâ'dır. Yaratmakta O'na benzeyen yoktur. Ondan başka yapan olmamak icap ede. işin insana nisbeti şu kabildendir: Ahmed öldü, diyoruz. Onu oldu ren Allah'tır. Bina duruyor diyoruz. Onu durduran ise, Allah'tır.»

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #22 : 18 Mart 2008, 22:48:14 »
Bunu Îlk Ortaya Çıkaranlar
 

Tarihçiler, Cebre ilk kail olanın kim olduğunu araştırmışlar ve sözü çok uzatmışlardır. Benim kanaatımca mezheb hâline gelen bir fikri ilk ortaya atıp söyleyeni bilmek biraz güçtür. Onun için bunu da kes .irip atmak pek kolay değildir. Biz ancak Cebriyeciliğe dair sözün Emevîİerin i;k devirlerinde şuyû bulduğunu söyleyebi­liriz. Bu Emevîİerin sonlarına doğru bir mezheb hâlini aldı. Eli­mizde Emevîler devrinin başlarında yaşayan iki değerli âlimin ri­saleleri var. Mürteza bunları (Kitab'ül-Münye Ve'İ-Emel) de zik­reder. Birisi, Abdullah b, Abbas'indır, bunda Suriye ahalisinden olan Cebriyyecilere hitabediyor, onları cebre kail olmaktan sakın­dırıyor ve cebre kail ohnağı Allah'a iftira etmekle vasıflandırıyor.

tkincisi risale Hasan Basri'nin, Cebr iddia eden Basra halkına yâzdiğ. risaledir. Onda şöyle diyor: «Allah'a, kaza ve kaderine inan­mayan kâfir olur. Kendi işlediği günahı Allah'a yükleyen kimse kâfir olur. Allah'a istemiyerek itaat edilmez. Galebeden dolayı da âsi olunmaz. Çünkü O, mâlik kıldıkları üzerine Mâlik'tir. Kudret verdikleri üzerine Kaadir'dir. Eğer itaatle amel ederlerse, onlarla işledikleri şey arasına girip mâni olmaz. Hayır işlemekten onlan meneden var mı? Eğer mâsiyetle amel ederlerse, şayet dileseydi araya bir mâni kordu, işlemedikleri zaman onları buna icbar etmiş olsaydı onlara sevap vermek olmazdı. Eğer onları zorla günaha osksaydı o zaman da azap etmezdi. Onları ihmal etse bu da kud­rette acz olurdu. Fakat onlardan gizli olan mâsiyeti vardır. Kullar Allah'ın ne dilediğini bilmezler. Onun İçin taat işlerse mükâfat var­dır, -mâsiyet işlerse onlann aleyhinde delil olur.»

Bu da Cebriyecilerin durumunu açıkça gösteriyor.

Abdullah b. Abbas'm oğlu Ali diyor ki: Babamın yanında otu­ruyordum. Bir adam gelerek:

—  Ey îbn-i Abbas, dedi, şurada bir zümre ortaya çıktı. Öyle iddia ediyorlar ki, onlar Allah tarafından gelmişler, onları mâsiyet işlemeğe Allah mecbur ediyormuş.

O da şu cevabı verdi:

—  Onlardan birinin burada olduğunu bilsem, canı çıkıncaya kadar boğazını s.kar, onu boğardım. Allah mâsiyet işlemeğe mec­bur etti demeyin. Kulların ne yaptığını Allah bilmez demeyin, bu cahilliktir.»[2]

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #23 : 18 Mart 2008, 22:48:49 »
Cehm B. Safvan
 

Cebre dair ilk fikir Sahabe devrinde   belirmiştir.    Hattâ Hz. Peygamber zamanında bile bunun sözü geçmiştir. Fakat bir mezheb hâline gelmesi. Emevîler devrinde olmuştur. Taraftarları bu­na davete başlamışlar, halka öğretip anlatmak istemişlerdir. Dile­diğine göre, bu şekilde bunu ortaya çıkaranlar, ilk defa bazı Yahu­diler olmuştur. Bunları bâzı Müslümanlara öğretmişler, onlar da bu fikri neşre başlamışlar ve bunu ilk yayan Ca'd b. Dirhem ol­muştur. Bu şeyleri Suriye'de Yahudilerden öğrenmiş, Basra'da yaymıştır. Ondan da Cehm b. Safvan almıştır. (Scrh'ul-uyûn) kita­bında Ca'd b. Dirhem'den bahsedilirken şöyle deniyor: «Cehm b. Safvan, Cehmiyecilik dehe,n bu Cebriye görüşüne dair sözleri Ca'd'-den Öğrenmiştir. Ca'd'de bunları Ebân b. Sem'an'dan almıştır. Ebân da bunu Yahudi Tâlût b. A'sam'dan almıştır.»

Görülüyor ki, bu iş Yahudilerden çıkmıştır. Ve Sahabe devrin­de başlamıştır. Zira bu gâlût, Hz. Peygamber zamanında yaşıyor­du. Sahabe devrine kadar geldi. Bu mezheb sırf Yahudi tohumu mahsulüdür, diyemeyiz. Çünkü tranlharda da[3] eskîdenberi bu fikirler vardı. Zerdüşlük, Manilik ve diğer mezheblerde bu işler kurcalanmış tır. Bu mezheb Horasan'da dalbudak saldı. Bu fırka­nın başı oîan Cehm b. Safvan bu fikirlerini yaymak için en müsait toprak Horasan'ı ve dolaylarını buldu. Bu fırka doğuş ve yayılış itibariyle İran ve Yahudi işidir. Bunun Araplarla bir ilgisi yoktur.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #24 : 18 Mart 2008, 22:49:23 »
Bâzı Garip İnançlar
 

Cebriye taraftarları Cehm b. Safvan'a[4] nisbet olunurlar. Çünkü bunların en büyük daveteisi ve yardımcısı odur. Cebriyeye davetle beraber diğer bâzı fikirler de ortaya atardı:

1- Cennet ve cehennem ona göre fena bulacak, yok olacak­tır, hiçbir şey ebedî değildir. Kur'ân'da zikrolunan hulûd—ebedîlik çok uzun zamandan, sürüp gitmekten kinayedir. Yoksa mutlak ba­ki kalmak, sonu olmamak demek değildir.

2-  İmam marifettir, küfür cehalettir, bilmemektir.

3 -  Allah'ın ilmi ve kelâmı hadistir.

4 - Cenâb-ı Hak (şey ve hayy—diri) vasıflarıyla vasıflandı-rtlamaz. Hâdisata itlâki caiz olan bir vasıfla Allah'ı   vasıflandıra-mam,, diyor.

5- Âhirette Allah'ı görmeği kabul etmez.

6 - Allah kelâmı kadîm değil, hadistir zanmnda bulunduğun­dan ona göre Kur'ân mahlûktur.

Birçokları onun bu görüşlerini kabul ederek ona uydular. Fa­kat onlar asıl cebre kail olmakla şöhret aldılar. İnsanın iradesini ve yaptığı işleri inkâr ederler. Selef ve halef onlann bu çürük mez-heblerinin bâtıl esaslara dayandığını isbat etmişlerdir. Yukarıda bâzılarını kaydetmiştik. Abdullah îbn-i Abbas, Hz. Hüseyin b. Ali ve Hz, Ömer gibi zatlar bunların görüşlerini reddetmişlerdir. Ke­lâm kitapları bunlara verilen cevaplarla doludur.

 
 

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #25 : 15 Nisan 2008, 01:09:14 »
10-Mutezile

Mutezile Ne Zaman Çıktı?
 

Mutezile fırkası Emevîler devrinde ortaya çıktı. Fakat asıl Ab­basîler devrinde uzun zaman İslâm efkârını meşgul etti.

Hulefâ-yı Râşidin zamanında ve Emevîler devrinde Irak'ta muhtelif dinlere mensup birçok milletler sakin idi. Bunların için­de Irak'ın eski sekenesi olan Geldâniler, İranlılar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Araplar vardı. Bunların çoğu Müslüman olmuştu. Bâzıları Müslümanlığı, kafasında yerleşmiş olan eski malûmatın ışığında anladı ve ona içine sinmiş olan renge göre yeni bir renk verdi. Onun anlayışına göre bir akîde ortaya çıktı. Bâzıları Islâmı, safi kaynağından, temiz menbamdan aldı. Gönlüne sâfiyet-i asliye-siyle yerleştirdi. Fakat şuurunu ve arzulan hâlis değildi. Farkına varmadan eskiye meyil arzuları uyandırdı. Psikoloij bilginlerinin dedikleri gibi, şuur altı yoluyla eski sezgiler sızıyordu. Onun için EnuVül-Mü'minîn Hz. Ali zamanında islâm ülkelerinde fitneler coşup kaynaşmağa başlayınca, Irak'ta uyumakta olan o eski arzu­lar yer yer yeniden uyandı. İçlerinde gömülü olan fikirler açığa vuruldu. Irak'ta ve etrafında Hâriciler ve Şia meydana çıktı. İşte bu re'y ve görüş kaynaşması içinde Mutezile fırkası da türedi.

Ulemâ bu fırkanın ne zaman çiktiğıada ihtilâf etmişlerdir. Bâ­zıları onun ilk meydana çıkışını şu hâdiseye bağlar: Hz. Ali'nin oğ­lu Hz. Hasan, Müslümanlar arasında boş yere kan dökülmesin diye Hilâfeti Muâviye'ye bıraktığı zaman, Hz. AH taraftarlarından bir kısmı siyasetten çekilerek kendilerini ibadet ve itikat umuruna verdiler. Ebu Hüseyin tarâifî: (Ehl'ül-Ehva vel-Bidâ) adlı kitabın­da bunlar hakkında diyor ki:

«Bunlar kendilerine Mutezile nammı verdiler. Zira Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan Muâviye'ye bî'at edip bütün umuru ona teslim edince bunlar Hasan'dan da, Muâviye'den de, hattâ bütün halktan ayrıldılar. Evlerine çekildiler. Mescitlere kapandılar. İlim ve ibâ­detle meşgul oluruz, dediler.»

Ekseriyete göre Mutezilenin başı. Vasıl b. Atâ'dır. Hasan Bas-ri'nin ilim meclisinde bulunuyordu. O çağda bütün zihinleri kur­calayan büyük günah irtikâbı mes'elesi ortaya atıldı. Hasan Basri görüsünü söyledi. Vasıl, üstadı Hasan Basri'ye muhalefet elti Ve büyük günah işleyen mü'min değildir, o küfür ile'îman arasında bir mertebededir, dedi  ve üstadının meclisinden ayrılarak başka bîr

ders halkası kurdu. Bunun için onlara, ayrılan mânâsına, Mntezile denildi.

Müsteşriklerden bâzıları ise onlara Mutezile denilmesinin se­bebini başka buluyorlar: Onlar dünyadan yüz çevirmiş, kendileri­ni ibadete vermiş muttaki kimseler, dünyadan ayrılmışlar, dünya­dan yüz çevirip uzlete çekilmişler mânâsına gelen bir vasıf imiş! Fakat bu fırkaya mensup olanların hepsi böyle değildir ki, içlerin­de mâsiyet işlememiş kimseler de var, muttakîler de var. Bâzıları ebrârdan İse, bâzıları fâcırlerden.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #26 : 15 Nisan 2008, 01:12:47 »
Mutezile Mezhebi
 

Ebû Hasan Hayyat (întisar) kitabında diyor ki : Bir kimse Mutezilenin esası olan beş aslı kabul etmedikçe, Mutezile ismini almağa hak kazanmaz. Onlar da:

1- Tevhide 2- Adalet, 3- Vaad ve vaîd, 4- îki mertebe arası, 5-  Mârufla emir, kötülükten nehiydir. Bir insanda bu beş haslet tam olarak bulunursa o Mutezile mezhebinin esası bu beş şeydir. Bu yoldan ayrılan onlardan olamaz. Bu beş asıldan herbîri-ni kısaca bahsedelim :

1- Tevhid : Mutezile mezhebinin Özü budur. Ebû Hasan Eş'-ari'nin Makâlât'ül-îslamiyyin kitabında dediği gibi tevhid demek: Allah birdir, O'nun misli yoktur, işitir, görür fakat cisim, suret, şahıs, cevher, araz da değildir, Renk, koku, tat, hareket, hurudet, rutubet gibi şeylerden uzaktır, bunlar cevher ve arazın" vasıfları­dır. O herşeyî ihata eder, içine alır, mahlûklardan hiçbirinin vasıf­larıyla O vasfolunmaz. O akla gelen her tasavvurun üstündedir... Âlim, Kaadir, Hayy olarak devam eder, Gözler O'nu görmez. Ve­himler onu ihata edemez.. Tek kadîm olan odur. O'ndan başka Tan­rı yoktur. O'nun ortağı ve dengi yoktun Yarattıklarını yaratmakta O'nun yardımcısı yoktur. Yarattıklarını eski bir örnekten alarak yaratmış değildir.[1]

Mutezile tevhid hususunda gayet titiz davranır. Allah eşyadan hiç birine benzemez. Cisim ve cihetten münezzeh olduğundan âhı-rette Allah'ın gözle görülmeyeceğine kânidirler. Onlarca Sıfat, Zat­tan başka değildir. Yoksa kadîmlerin çok olması icap eder. Taad-düd-i kudemâ ise bâtıldır. Onlara göre Kur'an mahtûktur. (Bu ba­his biraz kısaltılmıştır.)

2- İkinci esasları adalettir. Mes'ûdi, Murûcuz-zehep'de bunu şöyîe açıklıyor: «Allah'u Teâlâ fesadı sevmez, kulların ef'alini ya­ratmaz, Allah'ın verdiği kudretle kullar Allah'ın emir    ettiklerini işlerler. O ancak murat ettiğini emreder. Kerih gördüğü şeyi *ıeh-yeder. Emir ettiği iyilikleri sever. Nehyettiği kötü şeyden uzaktır. Tâkatları olmıyan şeyleri  kullara emretmez. Güçleri yetmiyen şe­yi onlardan istemez. Bir kimse ancak Allah'ın verdiği kuvvetle eli­ni yumup açar. Onlara bu kudreti veren Allah'tır. İsterse alır yok eder. Dileme halkı itaata mecbur eder, mâsiyyetten meneyler. Bu­na kaadv.-.İir. Bunu yapmıyor, çünkü o zaman kulları imtihana çek­menin mânâsı kalmaz.»

Bu eMila; kul fi'linde muhtar değildir, diyen Cehmiye'ye cevap vermiş oluyor. Bunu zulüm sayarlar. Çünkü bir şahsa bir şeyi hem emir etsin, hem de ona muhalefete zorlasın, böyle emirde mânâ yoktur. Bir şeyden nehyedip sonra da onu yapmağa mecbur tut­mak olmaz. Cebriye ise buna kail, bu asla    dayanarak kul kendi

fi'lini yaratır, dediler. Fakat Allah'ın acizden tenzih elmek mânâ­sını da düşünerek bu, Allah'ın kulda yarattığı ve ona verdiği kuv­vetlerle olur, hakikî Halik O'dur dediler. Bu kuvveti kula veren Al­lah'tır, Allah bu. verdiği kuvveti geri almağa, kaldırmağa kaadirdir. Teklif umuru tam olsun diye bu kuvveti kula vermiştir.

3- Va'd ve vaîd : Yani iyilik yapanlara sevap    vaad etmek kötülük işleyenlere azap vermek demektir. Tevbe etmedikçe, bü­yük günah işleyenleri affetmez.

4 - îmanla  küfür arasında bir mertebe tâyini  mes'eîesi  ise şudur: Şehristânî bunu şöyle anlatıyor: «Vasıl îbn-i Atâ demiş ki: iman bir takım iyi hasletlerin mecmuundan ibarettir. Bunlar kim­de varsa sahibine: mü'min, denir. Mü'min medih ismidir. Fâsikta bu vâsıflar toplanmaz. O medih ismine lâyık değildir, ona   mü'min denilmez. Fakat fâsık, kâfir de değildir. Çünkü keiime-i şahadeti söylüyor, diğer hayırlı işler de yapıyor, fakat o büyük günah işle­miş olduğu halde tevbe etmeden bu dünyadan giderse Cehennem ehlinden olur. Çünkü âhirette iki zümre vardır: Bir zümre Cennette, diğer zümre Cehennemde. Fakat fâsıkın azabı biraz hafif olur. Kâfirlerin üstünde bir yerde bulunur.»[2]

5- İyilikle emir, kötülükten nehy esasına gelince islâm dâ­vasını neşretmek için bunu yapmak mü'minîere vâcibdir. Sapmış­lara doğru yolu göstermek, azgınlar) irşad etmek lâzımdır. Herkes bunu gücünün yettiği kadar yapar. Söz ve kalem sahipleri sözle ve kalemle; kılıç sahipleri kılıçla vu vazifeyi yerine.getirir.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #27 : 15 Nisan 2008, 01:14:24 »
Bu Esaslara Göre Buldukları Deliller
 

Mutezile, akideleri izahta, naklî delillere değil, aklî delillere dayanırlar, akla itimatları o kadar fazla idi ki, bunu ancak şeriatın emirlerine olan hürmetleri tahdit edebilirdi. Her mes'eleyi akla vurrular, aklın kabul ettiğini alırlar, kabul etmediğini bırakırlar­dı. Onlara bu tarzda akılla araştırma usulü şu yollardan gelmiştir:

a-  Irak'da ve İran'da bulunmaları, buralarda eski medeni­yetlerin ve kültürlerin seslerinden izler kalmıştır,

b-  Arabın gayri soylardan olmaları, ekserisi mevâlidendi.

c-  Muhaliflerine cevap verme zorunda kaldıklarından akla müracaatları.

d - Yahudilerle, Hıristiyanlarla temasları olduğundan eski felsefe görüşlerinin çoğu onlara geçmişti.

Akla itimat etmeleri neticesi olarak onlar eşyanın hüsün ve kubhu mes'elesinde: Güzel ve çirkin olmaları hususunda akıl ile hüküm verir aklı hâkim yaparlardı: Maarifin iyi olduğunu akıl bilir. Maarif akıl nazarında vâcibdir. Nimeti verene şükretmek, bu­nu başkasından duymadan önce de insana lâzımdır. Güzellik ve çirkinlik güzel ve çirkin olanın birer zâti sıfatıdır.[3]

Cübbâî diyor ki: «Her mâsiyet ki, Allah'u Teâlâ onu emir et­mesi caizdi, onu nehyettiği için çirkin oldu. Allah'ın mubah kılma­sı caiz olmıyan mâsiyet ise lizâtiht kabihtir, cehalet gibi. Allah'u Ttâlâ'mn emir etmemesi de caiz olan herşey Allah emir ettiğinden dolayı güzel olmuştur. Ancak emir edilmesi caiz olan şeyleri ise li-zâtihi güzeldir.[4]

Buna göre Allah'a şâlih ve aslah yani yararlı ve en yararlı ola­nı yaratmak lâzımdır, dediler. Cumhur ise şuna kaildi: Allah'u Teâlâ'dan ancak sâlih ve faydalı şeyler sâdır olur ve lâzım olan da budur. Allah'u Teâlâ'nın yaptığı herşey sâlihtir, faydalıdır. Sâlih olmıyan bîr şeyi yapmak Allah hakkında mümkün değildir.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #28 : 15 Nisan 2008, 01:15:41 »
Îslamı Müdafaaları
 

Mecûsi, Sâbiî, Yahudi, Hıristiyan ve sair çeşitli milletler İs­lama girdiler. Kafalarına eskiden o dinlerin talimatı dolmuştu. Bunlar onların iliğine, kemiğine işlemişti. îslâmı da onların ışığı altında anladılar. İçlerinde Öyleleri vardı ki, kuvvet korkusundan Müslüman görünüyor, içinde başka şeyler gizliyordu. Bunlar Müs­lümanlar arasında dîni bozacak şeyler yapmağa akidelerde şüphe uyandırmağa başladılar. Allah'ın inzal buyurmadığı fikir ve re'yle» ri araya sokuyorlar. Onların ektikleri tohumlar meyve vermeğe başladı. İslâm adını taşıyan yıkıcı ve bozguncu bir zümre türedi. Mücessime, Müşebbihe, zındıklar bunlardandı. Mâkulü, bilen men­kûlü anlayan bir sınıf bunlara karşı Îslâmı müdafaaya koyuldu. İşte Mutezile de dîni müdafaa eâenlerdendi.

Yukarıda saydığımız beş esas da, muhalifleriyle aralarında cereyan eden şiddetli münakaşalarda kendi görüşlerini müdafaa için ortaya çıkmıştır. Arzettiğimiz şekildeki tevhîd esası, Müşeb­bihe ve Mücessimeye red içindir. Adalet esası Cehmiye'ye red için­dir. Va'd ve vaîd Mürcieye cevap içindir. İki menzile arasında bir derece ise, küçük - büyük her günah işleyeni tekfir eden Hâricilere karşı müdafaa içindir.

Abbasî, Halifelerinden Mehdi zamanında Horasan'h Mükanna* ortaya çıktı. Ruhların tenasuhuna kaildi. Bir sürü halkı azdırdı, peşine taktı. Mâveraünnehir'e yürüdü. Mehdi onlara galip gelme uğruna çok güçlüklerle karşılaştı. Onları araştırıyor, kılıç kuvve­tiyle onların işini bitirmeğe çalışıyordu. Fakat kılıç bir fikri öldür­mez, bir mezhebi söndürmez. Fikre fikirle mukabele edilir. Bunun için Mehdi bunlara cevap vermek, karşı koymak için Mutezileyi harekete geçirdi. Onların şüphelerini çürütmek, dalâletlerini orta­ya çıkarmak için Mutezile deliller buldu ve bu yolda yürüdüler.

 

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: ehli sünnet disi bozuk firkalar
« Yanıtla #29 : 15 Nisan 2008, 01:17:46 »
Hulefantın Mütezîleyî Himâyesi
 

Mutezile Emevîler devrinde çıktı. Emevîler onlara hiç dokun­madılar. Çünkü Mutezile kargaşalık çıkarmıyor, ayaklanmağa da­vet etmiyordu. Bunlar fikir ve kanaatsahibi bir zümre idi. İşleri: Delile delil ile mukabele etmekti. Umuru doğru Ölçülerle ölçmek istiyorlardı. Siyasete karışmıyorlardı. Görünüşte onların delili sözdü, ok değil, silâhlan delil idi, kılıç değil.

Mes'udî, Murûcuz-zeheb'de naklediyor: Yezid b. Velid Mutezi­lenin re'y ve fikrinde imiş. Onların beş prensibinin doğruluğuna itikat edermiş.

Abbasîler devleti kurulunca, ilhâd ve zındıklar seli anadan taş­mıştı. Abbasî Halifeleri, Mutezileyi zındıklara ve mülhidlere karşı çekilmiş bir kılıç gibi buldular ve bu keskin kılıcı körletmek iste­mediler. Mutezilenin ilhâda karşı açtığı savaşı söndürmediler.

Me'mun gelince Mutezileye daha çok temayül gösterdi. Onlan kendine yaklaştırdı, fukahâ ile Mutezile arasındaki ihtilâfı kaldır­mak için aralarında münazaralar yaptırıp onlan birleştirmek iste­di. Fakat onun gibilerinden hiç beklenmiyen bir hataya düştü : Fu-kahâyı ve muhaddisleri hükümet kuvvetiyle Kur'ân'ın mahlûk ol­duğu mes'elesinde Mutezilenin akidesini kabule zorladı. Hâkimiyet kuvveti, re'y ve kanaatlere tahakküm için değildir. Fikirler cebr ve şiddetle Öldürülemez. İnsanlar zorla başka şeye itikada sürüklenip kanaatleri değiştirilemez. Mademki dinde zorlama yoktur, ikrah ve cebr haramdır, insanları öyle bir akîdeye zorla sürüklemek nasıl olur ki, akîdeye karşı gelmekte küfür değil de, tenzih daha kuv­vetlidir. Me'mun fukahâyı Kur'ân mahlûktur demeğe zorladı. Bâ­zıları inanarak değil de korkudan bunu kabul etti. Bâzıları ise bu hususta işkencelere katlandı, zindanlara atıldı. Yine akîde ve ka­naatlerinden başkasını söylemediler. Kanaatlerinden dönmediler. Halk-ı Kur'ân mese'Iesi denilen bu fitne Me'mun'un vasiyeti üze­rine Mu'tasım ve Vâsık zamanlarında da aynı tempoda devam et­ti. Vâsik bu meesleye bir de şunu ilâve etti. Mutezilenin dediği gi­bi âhirette Allah'ı kulların göremeyeceğine inanmağa zorlamağa başladı. Mütevekkil gelince bu zorlamaları ortadan kaldırdı. Bu iş­leri tabiî seyrinde bıraktı, insanlar beğendikleri görüşü almakta serbest kaldılar.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik