DİNİ KATEGORİLER > FIKIH VE İTİKAD

Ehli sünnet dışı bozuk fırkalar

(1/8) > >>

müteallim:
Dînî Fırkalar Hakkında
 

Ebû Hanîfe muhtelif îslâm fırkalarına mensup bir çok kimse­lerle karşılaşmıştır. Onlardan bâzılarından ders almış, onların re'y ve mezheplerini incelemiştir. Buraya kadar naklettiklerimiz bunu açıkça göstermektedir. Ebû Hanîfe devrinde mevcut olan dînî fır­kalardan kısaca bahsetmek yerinde olur.

 
Şia'nın Zuhuru
 

Şia en eski îslâm fırkasıdır. Hz. Osman devrinin sonlarında siyasî bir mezhep olarak meydana çıkmıştır. Hz. Ali devrinde bü­yümüş ve gelişmiştir. Çünkü Hz. Ali halkla temas ettikçe, onu gö­ren halkın onun din ve ilim bakımından kudret ve faziletine hay­ranlığı artıyordu. Propagandacılar bunu istismar ettiler. Ve kendi mezheplerini insanlar arasında yaymak için bunu vasıta yaptılar. Emevîler devri gelince Ali taraftarları zulme maruz kaldılar. Eme-vîlerin onlara eza ve cefası arttı. Mazluma acımak cibilletinde olan­lar bu halde onlara acıdılar ve onları daha çok sevmeğe başladılar. Hz. Ali'yi ve evlâdını zulme kurban gitmiş olan şehitler mertebe­sinde yayıldı, tarafları çoğaldı.

 
Şîa Mezhebinin Esasları: Mutediller Ve Müfritler

 burayi okurken dikkat edelim bu görüs ehli sünnetin görüsü degil sia nin görüsüdür.

1- Şia'ya göre: İmamet, milletin re'yine bırakılmış umum! mesâlihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. İmamet, dî­nin rüknüdür, Islâmın bir kaidesidir. Peygamber onu. ihmal ede­mezdi. İmamı, Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. İmam bü­yük, küçük bütün günahlardan masundur.[1]

Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber tarafından gösterilmiş halifedir. O sahabenin cfdalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali'yi diğer ashabdan c'aha faziletli görenler yalnız Şia değil ashabdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yasir Mikdad b. Esved, Ebûzer Gıfâri, Sel-man Fârisi, Câbir b. Abdullah, Übey b. Kâ'b, Huzcyfe, Büreyde, Ebû Eyyüb, Sehl b. Hanif, Osman b. Hanif Ebû Heysem, Huzeyme b. Sabit Ebû Tufeyl Âmr b. Vaile, Abbas b. Abdulmuttalib ve oğullan Beni Hâşim'in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de bibayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğullarından da buna kail olanlar var­dı. Hâlid b. Said b. As, Ömer b. Abdülaziz bunlardandı.[2]

Şia bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali'yi ve evlâdını takdirde çok aşıri gidenler olduğu gibi, mutedil olanlar da vardı. Mutediller; Hz. Ali'yi diğer ashabdan efdal saymakla iktifa eder­ler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebil Hadİd bu mutedil zümreden olup onları bize Nech'ul Belâğa'da şöyle anlatır:

«Bu mes'elede onlar fevzu necat ashabından olup halâs bul­muşlardır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler. Hz. Ali ken­dinden önce halife olanların halifeliğine razı oldu, onlara bi'at et­ti. Arkalarında namaz kıldı. Onun yaptıklarından biz geçeme-yiz...»[3]                          


--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn-i Haldun Mukaddimesi

[2] İbni Ebilhadid, Neneu'l Belâga Şerhi

[3] İbn-i EhiIhadid, Nechü'l Belâğa Şerhi.

müteallim:
Şia'nın Aslı
 

Görülüyor ki, Gulât-ı Şia'ya birçok garip inançlar karışmıştır. Birbirine uymaz kanaatler kaynağı olmuş, kendilerini evhama, hu­rafelere kaydırmış olan bu taife içine eski milletlerden bâtıl inanç­lar ve hurafeler girmiş. Onları îslâm kılığına sokmuşlar. Yüksek ve saf İslâm akidesini, temiz tevhid esasını bozmuşlar.

Avrupa uleması Şia'nın aslını araştırmışlar. Onda Islama son­radan karışma birçok prensipler bulmuşlardır. Velhosen'e göre Şia akideleri İranlılardan daha çok Yahudilikten çıkmıştır.[6] Zira ku­rucu olan Abdullah b. Sebe' Yahudidir.

Dr. Dozi'ye göre ise Şia'nın asıl menşei İranlıdır. Zira Araplar hürriyete bağlıdırlar. îranlılarsa krallığa padişahlığa bağlıdırlar. Padişahlıkta hükümdarlık mîras kalır. Onlar halife seçmenin mâ­nasını anlıyamazlar. Hz. Muhammed erkek evlâdı bırakmadan öl­dü. Onun yerine en münasip şahıs amucası Ebû Tâlib'in oğlu ve aynı zamanda damadı olan Hz. Ali'dir. Hilâfeti ondan alan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Emevîler onu hak sahibinden gasb etmiş sayılırlar.

İranlılar padişahlara ilâhi bir kudsiyet nazariyle bakmağa alış-kandılar. Hz. Ali'ye ve nesline de aynı gözle baktılar. İmama itaat birinci derecede gelen ilk vacibdir, ona itaat, Allah'a itaattir, de­diler.[7]

Von Flofn diyor ki: Fi'len sabittir ki, Şia mezheplerinden bâ­zıları Budistlifc, Mani'lik gibi eski Asya dinlerinden karışmadır.[8]

Şüphe taşımaz bir hakikat vardır ki, Şia, Âl-i Beyti takdis et­mekle ve onlara candan bağlılıkla beraber, eski Asya dinlerinden bir çok şeyler almıştır. Ruhun bir insana geçtiğine kail olan Hind mezheblerinden tenasüh âkidesini almıştır. Bir kısmı bu prensibi imamfarna tatbik etmişler, imamın ruhunun kendisinden sonra ge­lene geçtiğine inanmışlardır.

Eski Brahma ve Hıristiyanlık dinle­rinden, Tann'nın insana hululü akidesini almışlardır. Yahudilik­ten de birçok şeyler almışlardır. Îbn-İ Hazin, imamların rüucu aki­desinin Yahudilikten geçtiğini beyân ederken diyor ki: «Bunlar Ya­hudilerin yolunda yürüdüler. Zira Yahudiler, Hz. Ilyas'ın ve Finhas b. Azar b. Harun'un bugüne kadar hayatta olduklarına inanırlar.

Sofiyeden bir kısmı da bu yolla koyulmuşlardır. Onlar da Hızır ile Ilyas'ın halâ sağ olduklarına inanırlar. Bâzıları Hızır'ın kırlarda ye­şillikler ve çiçekler arasında fîyas'la buluştuğunu, anıldığı zaman derhal imdada yetiştiğini söylerler»[9]

Görülüyor ki, Şia akidelerine eski milletlerin ve mezheplerin bozuk ve bâtıl inançlarından birçok şeyler karışmıştır. Bunlar ya Isiâmi ifsat etmek için veyahut ta alışkanlık ve eski terbiye tesiriy­le karışmıştır. Onlar Müslüman olmuşlar, fakat eskiyi sıyınp ata­mamışlar, âdetlerinden kurtulamamışlardır.

îşte Şia'nın kısaca durumu böyledir. Şimdi de Şia'.nın bâzı meşhur fırkalarını,"onların tarihçesini anlatmak istiyoruz. Tâ ki, bu mezhebin geçirmiş olduğu devirleri tanımış olalım.

 

müteallim:
-Keysâniye
 

Keysâniye[11]: Bunlar Muhtar b. Ubeyd Sakafi'nîn etbaıdır. O bidayette Haricîlerdendi. Sonra Şia'dan oldu. Müslim b. Akıl Hz. Hüseyin tarafından Küfe ahvalini öğrenmek üzere oraya gel­diği zaman, o da birlikte gelmişti. Abdullah b. Zîyad Muhtar'ı yaka­lattı. Onu dövdü ve hapse attı. Hz. Hüseyin şehit edilinceye kadar, hapiste kaldı. Ondan sonra kız kardeşinin kocası olan Abdullah b. Ömer onun hakkında şefaatçi oldu. Kûfe'den çıkıp gitmek şar­tıyla bırakıldı. O da oradan çıkıp Hicaz'a gitti. Yolda giderken şöyle dediğini naklederler: «Müslümanların efendisi, peygamber­lerin seyyidinin kızının oğlu mazlum şehit Hz. Hüseyin'in kanını is-•tiyeceğim. Allah namına and içerim ki, onun kanı için Peygamber Yahya b. Zekeriyyâ'ın kam uğruna öldürülenlerin sayısınca ben de Öldüreceğim.» Bundan sonra Abdullah b. Zübeyr'e katıldı, ona, bî'at etti. Onun saflarında yer alarak Şamlılara karşı dövüştü. Son­radan Yezid'in ölümünden sonra yine Kûfe'ye döndü ve halka: «Vasinin oğlu Mehdi beni size emin ve vezir olarak gönderdi. Mül-hidleri öldürmemi, Ehl-i Beytin kanını dâva etmemi, zayıflan ko­rumamı bana emretti» dedi.

Bidayette kendisinin Muhammed b. Hanîfe tarafından gönde­rildiğini ortaya attı. Çünkü Hz. Hüseyin'in kanını dâva edecek ve­lîsi o idi. Zira Muhammed b. Hanîfe Hazretleri halk arasında çok itibarlı bir zattı. Gönüller onun sevgisiyle dolu idi. Şehristanî'nin dediği gibi o ilim ve irfan sahibi bir zattı, fikri keskin, görüşü isa­betli idi. Babası Emîrü'l-Mü'minîn Hz. Ali ona bu harb vak'alannı haber vermişti. Muhammed b. Hanîfe Muhtar Sakafî'nin evham ve yalanlarını ve onun kötü niyetlerini haber alınca Ummet-i Mu­hammed huzurunda aşikâr ondan teberrî etti, ondan uzak olduğu­nu bildirdi. Buna rağmen Şia'dan bir kısmı Muhtar Sakafî'ye uy­makta devam etmemiş, o da onların arasında kâhinlik ve bilgiçlik taslamış durmuştu. Kâhinlerin şecîli sözlerine benzer kafiyeli söz­ler söyler, onları oyalardı. Kitaplar onun bu seçili sözlerini nakle­derler.

Muhtar Sakafî Şia düşmanlariy^e harb etmiştir. Onlara, karşı kılıç sallamıştır. Hz. Hüseyin'i öldürmeğe iştirak etmiş birini duy­du mu, ona iyi bir kılıç oyunu oynardı. Bu sebeple Şia onu sevmiş, onun etrafında toplanmıştı. Onlarla beraber intikam dâvasiyle ayaklanmış, fakat Mus'ab b. Zübeyr ile savaşta bozguna uğramış ve öldürülmüştür.

müteallim:
-Îmâmiye
 

a) îmâmiye'ye göre, Hz. Ali'nin imameti yâni halifeliği biz­zat Hz. Peygamber tarafından sarahaten söylenmiştir. Bu husus nasın zahiriyle yakînen sabittir, diyorlar. îmamın vasfı bildirilmiş değil, bizzat şahsı tayin olunmuştur. Kendisinden sonra gelecek imamı da Hz. Ali göstermiştir. Böylece her imam kendisinden ön­ceki tarafından tayin olunur. Dinde imamın tayininden daha mü­him bir iş yoktur. îmam, ihtilâfı kaldırmak ve birliği salamak için gelir. Yerine geçecek imamı tayin etmeden ümmet arasından aynlıp gitmez. Çünkü böyle olmazsa herkes bir görüşe saplanabilir, diğerleri ona uymaz, ümmet parçalanır, birlik bozulur. Kendisine bağlanacak bir şahsın tayin edilmesi behemehal lâzımdır. Onun için imam : Mevsuk, güvenilir bir kimseyi yerine tâyin eder.[16]

Hz. Ali'nin bizzat peygamber tarafından Halife tayin olduğu­na dair bâzı Hadîsler rivayet ederler ve onların doğru olduğu id­diasında bulunurlar. Meselâ: «Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur. Yâ Rab, Ali'yi seveni sen de sev, Ali'ye düşmanlık ya­pana sen de düşman ol. İçinizden en iyi hükmeden Ali'dir». Bu mâ­nâda daha başka Hadîsler de rivayet ederler. Hadîs ulemâsı bun­lardan bâzılarının sıhhatında şüphelidirler. Meselâ, Hac'ta Bera Sûresini okumağı Hz. Ali'ye teklif etti, Hz. Ebû Bekir'e değil. Hz. Ebû Bekir'i Hz. Üsâme Ordusunda ve Usâme'nin kumandası al­tında gönderdi. Hz. Ali'yi ise Medine'de alıkoydu. Bunlar Hilâfete

Hz. Ali'nin lâyık olduğuna birer işarettir. Hz. Ali'yi hiç bir zaman emir altına koymamıştır, buna benzer başka deliller de zikrederler.

b) îmamiye Hz. Hasan'ın hilâfetinde müttefiktir. Sonra ise Hz. Hüseyin gelir. Bundan sonra imamların sırasında ihtilâfa düşmüşler, bir re'y üzerinde karara varamamışlardır. Aralarında o kadar fırkalara ayrılmışlardır ki, bâzıları onları yetmiş kadar fır­kaya çıkarır. Başhcaları şu iki büyük fırkadır:

1) îsnâaşeriyye: Oniki İmama tâbi olanlar: Bunlara göre hi­lâfet Hz. Hüseyin'den sonra şu sırayla gelir: Zeynelâbidîn, sonra Muhammed Bakır b. Zeynelâbidin. Sonra Cafer Sadık b. Bakır. Sonra onun oğlu Musa Kâzım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Cevad, sonra Ali Hadi, sonra da Hasan Askerî sonra oğlu Muham­med ki bu onikinci imamdır. O Sâmârra'da anasının gözünün önünde babasının evinin altında bir bodruma girmiştir. Ondan son­ra dönmemiştir. O zaman onun kaç yaşında bulunduğuda da ihti­lâfa düşmüşlerdir. O vakit dört yaşında olduğunu söyleyenler ol­duğu gibi sekiz yasında bulunduğunu ileri sürenler de vardır. Onun nasıl bu yaşta imam sıfatıyla hükmettiğinde de ihtilâfa düştüler. Bazıları onun bu yaşta da olsa imamm bilmesi icap eden şeyleri bildiğini, buna binaen itaati vâcib olduğunu söylerler. Bazıları ise hüküm, mezhebinin uleması elinde idi, b bulûğa erinceye kadar böyle idi, derler.

2- Ismâiliyye: Bunlar Şia'nın İmâmiye bölümünden bir taife olup Ca'fer Sâdık'ın oğlu ismail'e    mensupturlar.    Bunlara Bâtıniyye de denir. Çünkü İmamı bâtın bulunduğuna kaildirler. Bunlara* göre : Cafer Sâckk'tan sonar imam, babasının tasrihi ile oğiu İsmail'dir. İsmail her ne kadar babasından önce ölmüş ise de bu tasrihin fâidesi, imamlığın onun neslinde kalmasını sağlaması­dır. İsmail'den sonra imamet, oğlu Muhammed Mektûm'e geç­miştir. Bu ilk gizlenen imamdır. Muhammed Mektûm'dan sonra oğlu Cafer Musaddık'a, ondan sonra oğlu Muhammed Habib'e ge­çer. Bu gizli imamların sonuncusudur. Ondan sonra Abdullah Mehdi'ye geçer. Bu Mağrib'e hâkim olmuştur. Ondan sonra da oğulları Mısır'a hâkim oldular. Fâthnîler işte bunlardır. [17]

Bu mezhebe girenler ilk zamanlarda çok takibe uğramışlardır. Onun için sâlikleri İran'a kaçmışlar ve orada yuvalanarak bu mez­hebe eski İran görüşlerinden bir çok şeyler kanştırmılşardır. Gizli maksat güden bâzı kimseler böyle din perdesi arkasında oyna­mayı fırsat bilmişler, din namına işlerini yürütmüşler ve bunların başına geçerek mevkî kapmışlardır.

Bunu ilk yayan Deysân nammdaki kimsedir. Bu fikri Abdullah Kaddah'tan almış ve İran'a yaymıştır. Sonra devletin kalbine ka­dar sokulmuş ve Basra'ya gelmiştir. Burada gizlice propaganda ya­parak mezhebine davete başlamıştır. Al-i Beytin mezarlarını ziya­ret eden Yemen ileri gelenlerinden biriyle buluşmuş, onunla anla-' şarak Yemen'e gidip orada Âl-i Beyt namına davete başlamağa ka­rar vermişler ve böyle de yapmışlardır. Sonra Kaddah Mağrib'e iki adamını gönderdi. Çünkü onlar propagandaya çok kapılırlar. Gönderdiği adamlarına :     

«—- Siz gidin, toprağı sürüp hazırlayın, tohum ekecek olan sonra gelecek...» demiştir. Bundan sonra Mağrib'de Şîa propagan­dası bir sel hâlinde aktı. Fâtimîler Afrika'da hükümet kurdular. Târihten bilindiği gibi sonra Abbasî Halifelerinden Mısır'ı aldılar.

 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn-i Haldun Mukaddimesi

[2] İbni Ebilhadid, Neneu'l Belâga Şerhi

[3] İbn-i EhiIhadid, Nechü'l Belâğa Şerhi.

[4] Bunlara Gurabiye fıkrası denir. Gurab karga demektir, kuş kuşa benzediği gibi Hz. Ali da Ha. Peygambere benzermiş.

[5] Ibn-i Haldun Mukaddimesi

[6] Ikd'ül-Ferid'ln zikrettiği gtbi Şahinin fikri de budur.

[7] Ahmed Emin, Fecr'ul-İslam,

[8] El-Siyâdetu'l-Arabiyye

[9] îbn-i  Hazm, EI-Milel, c. IV. S. 180.

[10] Abdülkâdir Bağdadî, EI-fark Beyne'l fırak.

[11] Keysâniye: Keysâne nisbet olunur. O ya Hz. Ali'nin kölesiydi veya Muhammed b. Hanife'nln talebesiydi.

[12] Şehristânî, El-Mllel ve'l Nihal.

[13] Aynı eser.

[14] Şehristâni, El-Milel vel-Nihal.

[15] Şehristânî, El-Milel. Bu rivayet üzerinde durmak ister, çünkü Mutezile târihinde maruf olan onların mutedil Şia'dan olduklarıdır. Şia'nın çoğu itikatta Mutezile mezhebine kaçarlar.

[16] Şehristâni, El-Milel ve’l Nihal.

[17] îhn-i Haldun Mukaddimesi.

müteallim:
Şîa Mezhebinin Esasları: Mutediller Ve Müfritler
 

1- Şia'ya göre: İmamet, milletin re'yine bırakılmış umum! mesâlihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. İmamet, dî­nin rüknüdür, Islâmın bir kaidesidir. Peygamber onu. ihmal ede­mezdi. İmamı, Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. İmam bü­yük, küçük bütün günahlardan masundur.[1]

Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber tarafından gösterilmiş halifedir. O sahabenin cfdalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali'yi diğer ashabdan c'aha faziletli görenler yalnız Şia değil ashabdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yasir Mikdad b. Esved, Ebûzer Gıfâri, Sel-man Fârisi, Câbir b. Abdullah, Übey b. Kâ'b, Huzcyfe, Büreyde, Ebû Eyyüb, Sehl b. Hanif, Osman b. Hanif Ebû Heysem, Huzeyme b. Sabit Ebû Tufeyl Âmr b. Vaile, Abbas b. Abdulmuttalib ve oğullan Beni Hâşim'in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de dibayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğullarından da buna kail olanlar var­dı. Hâlid b. Said b. As, Ömer b. Abdülaziz bunlardandı.[2]

Şia bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali'yi ve evlâdını takdirde çok aşın gidenler olduğu gibi, mutedil olanlar da vardı. Mutediller; Hz. Ali'yi diğer ashabdan efdal saymakla iktifa eder­ler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebil Hadİd bu mutedil zümreden olup onları bize Nech'ul Belâğa'da şöyle anlatır:

«Bu mes'elede onlar fevzu necat ashabından olup halâs bul­muşlardır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler. Hz. Ali ken­dinden önce halife olanların halifeliğine razı oldu, onlara bi'at et­ti. Arkalarında namaz kıldı. Onun yaptıklarından biz geçeme-yiz...»[3]                                                             

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek