Gönderen Konu: * Emir Sultan ve Yildirim Bayezid *  (Okunma sayısı 7421 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı _313_

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 106
    • http://www.hidayet.forumup.com/
* Emir Sultan ve Yildirim Bayezid *
« : 21 Şubat 2006, 21:07:42 »

Emir Sultan ve Yildirim Bayezid

Osmanlı ordusu daha sonra Niğbolu Kalesi önlerine geçti. Niğbolu
Kalesinin fethi için günlerce kanlı çarpışmalar oldu. Kale bir türlü feth
edilemedi. Hücûmların en şiddetli ânında, daha önceki muhârebede
askerlerin yaralarını saran genç, kale kapısını ardına kadar açtı. Yıldırım
Bâyezîd ve askerleri kaleye girdiler. Kaledekiler, bu durum karşısında
teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Zaferden sonra bu genci aradılar,
bir türlü bulamadılar. Yıldırım Bâyezîd Han, Rumeli fethinden sonra
Bursa'ya gelmeyip Edirne'de konakladı.

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd'in kerîmesi (kızı), rüyâsında Peygamber
efendimizi gördü. Resûl-i ekrem ona; "Oğlum Muhammed Buhârî ile
evlen, sakın beni kırma ve sözümü dinle!" buyurdu. Temiz rûhlu, edeb
ve hayâ sâhibi Hundî Fâtıma Sultan, rüyâsını kimseye söyleyemedi.
Ertesi gün yine Resûl-i ekremi rüyâda gördü. Server-i âlem, ona; "Eğer
âhirette benden şefâat etmemi istiyorsan, Muhammed Buhârî ile evlen."
buyurdu. Hâlbuki Hundî Fâtıma Sultanın, Rumeli Beylerbeyi Süleymân
Paşa ile evleneceği söylenmekte idi. Emîr Sultan, zâhiren fakîr ve garîb
bir kimse idi. Hundî Sultan, bu çâresizlikler içinde bunalıp, duâ
etti. "Acabâ Emîr Buhârî'nin bundan haberi var mı?" dedi. Kiminle ve
nasıl haber gönderebileceğini düşünüyordu. Sonra kendisi gibi edeb ve
hayâ sâhibi hizmetçisine rüyâsını anlattı ve durumu Emîr Sultan'a
bildirmesini söyledi. Hizmetçisi gidip durumu Emîr Sultan'a anlatınca,
o; "Bizim de mâlûmumuzdur. Nikâhımız, Allahü teâlâ tarafından kıyıldı.
Dînimiz üzere burada da kıyılması gerekir. Durumu Hundî Fâtıma
Sultan'a iletin." dedi. Bunun üzerine Emîr Sultan, dünürler gönderip
sultânın kızını istedi. Fakat Vâlide Sultan kızını vermek istemeyip, işi
zora sürerek, dünürlere; "Emîr Sultan'a söyleyin, kırk deve yükü altın
getirirse kızımı veririm." dedi. Emîr Sultan hazretleri de; "Sultan
vâlidemiz develeri göndersinler, isteklerini yerine getirelim. İstediği
altınları gönderelim." deyince, sarayı bir telâş aldı. Bu işe kimsenin aklı
ermedi. Böyle fakir bir dervişin kırk deve yükü altını nasıl vereceğini,
şaşkınlıkla karşıladılar. Saraydan kırk deveyi Emîr Sultan'a götürdüler.
Emîr Sultan, develerle birlikte Nilüfer Çayının kenarına gitti. Develeri
getirenlere; "Heybeleri bu kumlarla doldurun, sizler de istediğiniz kadar
alın. Aldığınız altın olsun." buyurdu. Kimisi şüphe ederek bir şey almadı.
Kimisi de heybeleri ve keselerini doldurdular. Kırk deveden meydana
gelen kervan saraya girince, Emîr Sultan; "Boşaltın, istediğiniz altın
olsun." dedi. Heybeler boşaltılınca, hepsi altın oldu. Kimi kendisi için de
almadığı, kimisi de yolda aldıklarını döktüğü için çok pişmân oldu.

Emîr Sultan ile Hundî Fâtıma Sultan'ın evlenmelerine karar verilince,
Fâtıma Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları Harem ağası ile
Emîr Sultan'a gönderdi. Emîr Sultan, bohça geldiği zaman bir odada
mangal yakmış, talebeleri ile sohbet etmekte idi. Harem Ağası içeri
girip; "Vâlide Sultan'dan." diyerek, bohçayı Emîr Sultan'a verdi. Bohçayı
bir kenara bırakan Emîr Sultan, onların sıhhat ve âfiyetleri için duâ etti.
Sonra bohçayı açıp, içinden bir mendil aldı. Mendilin içine birkaç köz
parçası koyup, mendili kapadı. Tebessüm ederek Harem
Ağası'na; "Vâlide Sultan'a selâm söyleyiniz. Biz fakir dervişlerin,
sultânlara hediyesi ancak böyle köz parçaları olur. Kabûl etmelerini arz
ederim." dedi. Harem Ağası, herkesin şaşkın bakışları arasında oradan
ayrıldı. Yolda giderken mendilin yanıp yanmadığını merak etti; fakat
mendilden duman bile çıkmıyordu. Saraya kadar kendisini zor tuttu.
Hediyeyi Vâlide Sultân'a teslim etti. Mendil sarayda olanların merakları
arasında açıldı. Mendilin içinden ateş tâneleri değil, gözleri kamaştıran
elmas parçaları çıktı. Bu durumun, Emîr Sultan hazretlerinin kerâmeti
olduğu anlaşıldı.

Nikâh haberi Edirne'ye ulaşınca, Yıldırım Bâyezîd, Kapıkulu askerlerinden
kırk askeri Süleymân Paşanın emrine vererek, Emîr Sultan'ın ve Hundî
Hâtun'un başlarını getirmesi için Bursa'ya gönderdi. Süleymân Paşa
Bursa'ya gelince, Vâlide Sultandan onları istedi. Vâlide Sultan
vermeyince, kırk asker, Vâlide Sultan'ın sarayına saldırdı. Vâlide Sultan,
onların bu saldırısından korktu. Emîr Sultan onun bu hâlini görünce,
ona; "Bu dehşet ve korkunuz nedir? Allah aşkına söyleyin." dedi. Sonra
Vâlide Sultan'a "Şu yayı alın ve oku gerin. Ben bakayım siz atın." dedi.
Vâlide Sultan; "Ben ok atamam." deyince, Emîr Sultan; "Siz oku takın, o
kendiliğinden gider." dedi. Bunun üzerine Vâlide Sultan, pencereden
askerlere karşı oku kirişe koyup, bıraktı. Yeşil ok, parlayarak gidip
kırkına saplandı. Askerler derhâl kaçtılar. Vâlide Sultan; "Yâ Emîr Sultan!
Niye oku sen atmadın da bize attırdın?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Eğer
oku biz atmış olsaydık, hem o askerlerin, hem de Osmanoğullarının
nesilleri helâk olurdu. Onun için bu işi size yaptırdık." dedi.

Pâdişâhın, Emîr Sultan'ın ve kızı Hundî Sultân'ın öldürülmesi için
Bursa'ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenârî, Yıldırım Bâyezîd'e şu
mektubu yazdı:

"Mektubuma, dâimâ kullarına acıyıcı olan Allahü teâlânın adıyla başlarım.
İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin koruyucusu,
Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı,
İslâm dîninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün
uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şerefle
yaşamasını Rabbimden niyâz ederim.

Sultânımızın şunu bilmesi gerekir. Bizim Peygamberimiz Muhammed
Mustafâ'dan önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak
dîne dâvet için bir beldeye göndermişti. Fakat oranın halkı, onları
yalanlayıp ödürdüler. Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine
gittiler. Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil
aleyhisselâma, o belde üzerinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin
bir sesle haykırmasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm haykırınca,
oradakilerin hepsi bir anda öldü. Böyle büyük bir felâkete düşmekten
Allahü teâlâya sığınırız.

Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricâmız vardır. Dün öldürülmesini
emrettiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin neslinden hürmete değer bir
insandır. Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi,
zamânımıza kadar Anadolu'ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz
bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhârâ'dan
Anadolu'ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu.
Böyle yapmadığınız hâlde, mânevî irâde üzerine yurdumuza gelen bu zât
dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünyâ
ve âhiret saâdetiniz artacaktır.

Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber
efendimizin; "Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri
gibidir." buyurduğu kimselerdendir. Bizim böyle seyyidlerden
gördüğümüz feyz eserlerini, hazret-i Muhammed'den sonra kimse
göstermemiştir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker
gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur.
Son ferman sultânımızındır."

Aradan günler geçtikten sonra Bursa'ya dönen Osmanlı ordusunu ve
sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı. Yıldırım Bâyezîd,
onunla selâmlaşınca, harb meydanında askerlerle kendi yarasını saranın
bu genç olduğunu anladı. Sultan, ona şifreli olarak; "O el çabukluğu ne
idi?" diye sordu. Emîr Sultan; "Allah'ın kuvvet ve yardımı, o bîat
edenlerin vefâ ve sadâkatlerinin üzerindedir." (Feth sûresi: 10)
meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Yıldırım Bâyezîd; "Ya o mendilin yarısı
ne oldu?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Babacığım, o mendilin yarısı
cebimdedir. Bendeniz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn." dedi. Yıldırım
Bâyezîd Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını
tutamıyarak ikisi de ağladılar.

Evliyalar Ans.
« Son Düzenleme: 18 Nisan 2014, 16:23:06 Gönderen: Miftahulkuluub »