Tasavvuf ve Lüzumu
Tasavvuf, kalbin ve nefsin iyi ve kötü hallerini bilip, kötü hallerden temizlenmeyi ve iyi hallerle bezenip Allâhü Teâlâ'ya yakın olmayı öğretir.
Tasavvufun mevzuu, ma‘rifetullahtır. Yani, Allahü Teâlâyı bilmektir. Tasavvufun kurucusu (vâzıı) Hazreti Allah Celle celâlühüdür.
Tasavvuf, dinin ruhudur (özüdür).
Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir.
Hadîs-i Şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari]
(Bir kimse, iki salih komşusundan nasıl utanıyorsa, gece gündüz, kendisi ile beraber olan iki melekten de öyle utanmalıdır!) [Beyheki]
Allahü teâlânın gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi?
Yanındaki iki meleğin, günah ve sevapları tespit etmekle görevli olduğunu yakînen bilen kimse, kötü işler yapabilir mi?
Tasavvufun yediyüzden fazla tarifi yapılmıştır. Hepsinin özü "ehemmi, mühimme tercihtir." Yani "çok önemli işi, önemli işten önce yapmaktır."
Tasavvuf ilmine, Ahlâk ilmi de denir.
Âlimler tasavvufu çeşitli şekillerde ta'rîf etmişlerdir.Ba'zıları şöyledir:
Tasavvuf, güzel ahlâktır. (İ. Kettânî)
Tasavvuf, kalbi temizlemektir. (Ebû Ali Rodbârî)
Tasavvuf, edebe riâyettir. ( Ebû Muhammed Cevîrî)
Tasavvuf, i'tirâzı bırakıp, emredilene peki demektir. (Ebû Sehl Sa'lûkî)
Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
Tasavvuf, faydasız işleri terk etmektir. (Ebû Saîd İbni Arabî)
Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir. (İbni Osman Mekkî)
Tasavvuf, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Tasavvuf, kimseye ezâ ve cefâ vermemek, herkese lütûf ve ihsânda bulunmak, hastalık ve musîbetleri herkese izhâr etmemek, düşmanlarını affetmek, insanlık mertebesinin en yüksek derecesine kavuşmayı usûl ittihaz etmektir. (Ahmed Şirbâhî)
Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötülüklerden temizlemek demektir.
İnsanın kalbini, Allahü teâlânın muhabbetine bağlamak, Resûlullahın söz, hareket ve ahlâkına uymak, yolundan gitmektir.
Kalb ile yapılması ve sakınılması gerekli şeyleri ve kalbin, rûhun, kötülüklerden temizlenmesi yollarını öğreten ilme, tasavvuf ilmi denir.
Îmânın yerleşmesini, fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin severek, kolaylıkla yapılmasını ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı sağlar.
Tasavvuf, İslâm ahlâkı ile ahlâklanmak için lâzım olan bilgileri öğreten bir ilimdir. Tıp ilmi, beden sağlığına âit bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf da kalbin, rûhun, kötü huylardan kurtulmasını öğretir, kalb hastalıklarının alâmetleri olan kötü işlerden uzaklaştırır, Allah rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlar. Dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibâdetin Allah rızâsı için yapılmasını emreder. Kısaca din; ilim, amel ve ihlâstan ibârettir. Bunun yoluda tasavvufdan geçer.
Tasavvufun Lüzumu
Tasavvufun lüzûmuna dair, iki büyük zâtın iki kıymetli sözünü buraya almakla iktifa ediyoruz:
İmâm-ı Azam Hazretleri buyuruyor:
—"(Tasavvufa intisabım olan son) İki sene olmasaydı, Numan helak olmuştu." -Miftahul Kulûb-
Seyyid Şerif Cürcâni Hazretleri buyuruyor:
—"Hâce Alaeddin Attâr'ın hizmetine yüz vurmayınca, Allâhü Teâlâ'yı bilemedim" -Nefehâtül üns-
Dünya ve âhiret saâdetine kavuşmak için ma'nen yükselmek bir uçağın uçmasına benzetilirse, îmân ile ibâdet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, ya'nî benzinidir.
Tasavvufun iki gâyesi vardır
Birinci gaye, îmânın kalbe yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmayacak hale gelmesini sağlamaktır. Bu ancak nefsin mutmainne makamına çıkartılması ile mümkün olur.
Âkıl, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen îmân böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Kalblere îmanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.) [Ra'd 28]
Zikir, her işte, her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, O'nun rızasına uygun iş yapmak demektir.
İkinci gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması için, nefisten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbâdetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günâh olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür.
İmâm-ı Mâlik hazretleri buyurdu ki:
(Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at sahibi, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur.) [Merec-ül bahreyn]
İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hazretleri 46.Mektûb-u Şeriflerinin sonunda buyuruyorki:
"Nefsin kötülükleri, pislikleri demek, islâmiyetin beğenmediği, haram ettiği şeyler demektir. Şimdi bazıları, Allahü teâlânın fena dediği, yasak ettiği şeylere, 'moda, asrîlik, ilericilik' diyor. Allahü teâlânın beğendiği, emrettiği şeylere 'gericilik, câhillik' diyor. Haram işleyenlere 'sanatkâr, aydın, ilerici insan', müslümanlara 'mürtecî, yobaz, gerici' diyenler oluyor. Bunlara aldanmamalı. Dîni, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmelidir.
Görülüyor ki, bu açık, parlak islâmiyete ve temiz, doğru yola inanmıyan kimsenin kalbi, şekerin tadını anlıyamıyan safralı gibi, hastadır.
Fârisî mısra' tercümesi:
Bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne?
Seyr ve sülûktan [yâni tasavvuf yolunda ilerlemekten] maksat, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmektir. Yâni nefsi ve kalbi hastalıklardan kurtarmaktır. Bekara sûresinde, (Kalblerinde hastalık vardır) meâlindeki dokuzuncu âyet-i kerimede bildirilen hastalık tedâvî edilmedikçe, hakîkî îman ele geçmez. Bu âfetler var iken, akıl yolu ile kalbde hâsıl olan îman, îmanın sûretidir. Çünkü nefis, bu îmanın tersini istemekte, küfründe inat ve isrâr etmektedir. Böyle îman, safra hastasının, şekerin tatlı olduğuna îman etmesi gibidir. Her ne kadar inandım dese de, vicdânı, şekeri acı bilmektedir. Safrası düzeldikten sonra, şekerin tatlı olduğuna hakîkî îman hâsıl olur. Îmanın hakîkati de, nefsin tezkiyesinden ve kalbin itmînânından sonra kalbde hâsıl olur. [İtmînân, hakîkî inanmak demektir.] İşte böyle hakîkî îman yalnız Evliyâda bulunur ve elden gitmez. Yûnüs sûresinde, (Biliniz ki, Allahü teâlânın Evliyâsı için, azâb korkusu, nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur!) meâlindeki altmışikinci âyet-i kerimedeki müjde, böyle îman sahipleri içindir. Allahü teâlâ, hepimizi bu kâmil, hakîkî îmanla şereflendirsin! Âmîn."