Gönderen Konu: Etme Bulma Dünyası Men Dakka Dukka | Çok Önemli Hususlar  (Okunma sayısı 2211 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Etme Bulma Dünyası Men Dakka Dukka

Madde 1: M. Kemal Paşa, İsmet Paşa, Celal Bayar, Adnan Menderes, Cemal Gürsel Paşa, 12 Mart 1971 paşaları, Kenan Evren Paşa, 28 Şubat paşaları devrinde siyasî yargılamalar olmuş, adaletsiz kararlar verilmiş, ünlü kişiler idam edilmiş, zindanlarda süründürülmüştür.
Madde 2: M. Kemal Paşa zamanında, Bursa’da bir vatandaş Ulu Caminin minaresine çıkıp Ezan-ı Muhammedî okudu diye korkunç yaygara kopartılmış ve Müslümanlara ağır baskılar uygulanmıştır.
Madde 3: Şapka meselesi yüzünden binlerce vatandaş, olağanüstü zulüm mahkemelerinde, savunma yapmalarına, avukat tutmalarına imkân verilmeden ya idam edilmiş, ya zindanlarda çürütülmüştür.
Madde 4: Çoğunluğu oluşturan Sünnî halkın din, inanç, inandığı gibi yaşamak, eğitim, kültür hak ve hürriyetleri ayaklar altına alınmış, yurt çapında devlet terörü kasırgaları estirilmiş, çok sayıda vatandaşın canı yakılmıştır.
Madde 5: Bu zulümler yakın tarihlere kadar devam ettirilmiştir.
Madde 6: Şiddetle hiç alakası olmayan en mâsum dinî beyanlar, eski Ceza Kanununun 163 maddesine dayanılarak ağır ceza mahkemelerinde yargılanmış ve nice Müslüman gazeteci, fikir adamı, din hizmetlisi zindanlarda çürütülmüştür.
Madde 7: Büyük din âlimi İskilipli Âtıf Efendi, şapka kanunundan önce yayınlanmış olan bir broşürü yüzünden, savcının idam cezası istememiş olmasına rağmen idam edilmiştir.
Madde 8: Menemen hadisesiyle hiçbir alakası olmayan seksen küsur yaşındaki Şeyh Esad Erbilî tutuklanmış, Menemene götürülmüş, ağır hasta olduğu için hastaneye yatırılmış ve orada şehid edilmiştir.
Madde 9: Camiden çıkarken dalgınlıkla namaz takkesini başında unutan nice Müslüman, şapka kanununa muhalefetten tutuklanmış, zindana atılmıştır.
Madde 10: Binlerce cami, mescid, medrese, taş mektep, vakıf binası satılmış, kiraya verilmiş, yıkılmış, kimisi depo yapılmıştır. (1943’te Sultanahmet Camii ibadete kapalıydı.)
Madde 11: Sadece Sünnî Müslümanlara değil, Alevîlere, Türkçülere, komünistlere, her kesime zulm edilmiştir. Nazım Hikmet uzun yıllar boyunca zindanda tutulmuştur.
Madde 12: Günümüzde de siyasî yargılamalar yapılmaktadır ama zamanımızda sanıklara bütün savunma, avukat tutma, Yargıtay’a müracaat hakları tanınmaktadır.
Madde 13: Türkiye Cumhuriyetinin 90 yıllık tarihinde en fazla demokrasi, çoğulculuk, hukuk, hürriyet son on yıl içinde olmuştur.
Madde 14: Elli küsur yıllık gazetecilik hayatımda defalarca tutuklandım, ağır cezalarda ve başka mahkemelerde yargılandım, ağır hapis cezalarına, sürgünlere mahkûm edildim. Yurt dışına gitmek zorunda kaldım, altı seneye yakın gurbetlerde sıkıntılar çektim. Sultanahmet, Sağmalcılar, Gerede, Şile cezaevlerinde yattım. Kaç kere evim ve bürom arandı, kitaplarım ve evrakım çuvallara dolduruldu götürüldü. Nihat Erimin başbakanlığı zamanında sıkıyönetim kararıyla iki günlük gazetem kapatıldı, iflas ettirildim.
Madde 15: Rahmetli annem ve babam benim yüzümden çok acılar çektiler.
Madde 16: Dönmeler, Kriptolar düzenin haram rantlarını zevk u safa içinde yerken, bendeniz İslama hizmet ettiğim ve zalim vesayet rejimini tenkit ettiğim için ezildim, süründürüldüm, düşman muamelesi gördüm.
Madde 17: Şimdi kalkmışlar, zulüm ve baskı var diye bağırıyorlar. Peki, sizin paşalarınız, ağalarınız, babalarınız zamanında ne vardı? Adalet mi vardı? Hürriyet mi vardı? Hukukun üstünlüğü mü vardı?
Madde 18: Allah bu halka, bu ülkeye sizin çok beğendiğiniz o eski zulüm devirlerini tekrar yaşatmasın. Bendeniz sosyal ve kültürel açıdan muhalif bir vatandaşım ama resmî ideolojili vesayet rejiminin hortlamasını asla istemem.
Madde 19: Güçlü, amansız, adaletsiz, insafsız egemen azınlıklar; sizler ve atalarınız, babalarınız siyasî yargılamalar yaptılar ve halk çoğunluğunu çok ezdiler. Sonra muhalif rüzgârlar esti ve attığınız bumeranglar döndü dolaştı sizin başlarınıza çarptı. Men Dakka duka…
Madde 20: Beşerî adalet şaşabilir. Onun üzerinde hiç şaşmayan ilahî adalet vardır. İlahî adaletin tecellileri ve cilveleri vardır…
Madde 21: Biz çok ağlamış, inlemiş, ezilmiş, yıkılmış, sürünmüştük… Şimdi sıra egemenlerde…
Zulme, haksızlığa uğrayan varsa Allah kurtarsın derim.

(İkinci yazı)

Çok Önemli Hususlar


AŞAĞIDAKİ çok önemli hususları hatırınızdan çıkartmamanızı hürmet ve selamlarımla rica ederim.
Yaklaşan büyük İstanbul zelzelesi.
Güneydoğu sınırımızdaki son derece vahim gelişmeler.
Ülkedeki azgınlıkların, sapıklıkların, günah ve isyanların yaygın ve yoğun hale gelmesi.
Allahın ihmal etmediği, imhal ettiği (mühlet verdiği).
Halkın büyük kısmının namazı yitirdiği ve şehvetlerine uyduğu.
Zina, bina ve ribanın korkunç boyutlara ulaştığı.
Altın Buzağı dininin yayılması.
Kâfirlerin, münafıkların istek ve emirleri doğrultusunda Müslümanların param parça olması, Ümmet birliği yerine İslam Protestanlığı oluşması.
Toplumun bir israf, lüks, çılgınlık toplumu haline gelmesi.
Milyonlarca Müslüman çocuğunun tâğutî eğitim sistemi ile bozulması.
Tâife-i nisanın yarısına yakın kısmının açılıp saçılması, başı örtülü olanların büyük kısmının ise şer’î tesettüre uymaması, şeytanî tesettüre bürünmesi.
İtikad konusunda korkunç ve dehşetli bid’atlerin oluşması.
Dindarların dünyevîleşmesi, laik ve seküler olması.
Zekâtın Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre verilmemesi.
Ehl-i Sünnetin planlı ve programlı şekilde darbelenip, onun yerine sapık ve bozuk Fazlurrahman mezhebinin getirilmek istenmesi.
Sabah namazlarında camilerin boş olması.
Cuma ezanı okunduktan sonra alış verişin, ticaretin, dünya işlerinin devam etmesi.
Müslüman halkın siyaset, magazin, cemaat dedikoduları ile meşgul olması.
On milyonlarca Müslümanın en basit ve zarurî ilmihal bilgilerini bilmemesi, öğrenmemesi.
Mü’minlerin fizip ve fırka militanlığı, taassubu ve holiganlığı yüzünden birbirlerini sevmemesi.
Müslümanların gaflet içinde bulunması.
Dış düşmanlarımızın ve onların içimizdeki işbirlikçilerinin gece gündüz çalışmalarına karşılık, Müslümanların birleşip tedbir almamaları.
Emanetlerin ehil olanlara verilmemesi.
Müslümanların İmamsız, biatsiz ve itaatsiz olması, korkunç bir din sömürüsü.
Hıyanet hıyanet hıyanet…
Yeterli miktarda etkili emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmaması.
On milyonlarca Müslümanın nasihatsiz kalması. (Din nasihattir.)
Uyarıyorum: Savaşlar… İğtişaş ve ihtilaller… İsyan ve tuğyanlar… Zelzeleler… Büyük âfetler…
Allah Kur’anda bizi uyarmış… Resulullah sallAllahu aleyhi ve sellem uyarmış… On dört asır boyunca eimme, ulema, fukaha, meşayih, mürşidler uyarmış…
Birleşmemek çok büyük bir günah ve isyandır. İmamsızlık, Emîrsizlik çok büyük bir günah ve noksandır.
Azgınlık yaygın hale gelince gören gözler görmez olur.
İstidraclar keramet sanılınca uyarılar işitilmez olur.
Sonra ansızın, ansızın, ansızın…
Ya Rabbi, bize uyanıklık ihsan et.
Toparlanalım ve hem kendimizi, hem toplumu ıslah etmeye çalışalım.
Cüz’î iradelerimizle ıslah yoluna girmezsek, küllî irade…
Yol ayrımındayız: Ya Mevla yoluna, ya bela yoluna…


Mehmet Şevket Eygi | 11 Ağustos 2013 Pazar 01:00


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Etme Bulma Dünyası Men Dakka Dukka | Çok Önemli Hususlar
« Yanıtla #1 : 29 Temmuz 2014, 07:27:56 »
İllâ Adalet, İllâ Hukukun Üstünlüğü!
     Geçmişte, paramiliter-kriminal bir örgütlenme yapısı ve bir cunta hazırlığının bağlantılarını konu alan Ergenekon davasından tutun, aynı dava konularına sahip sonraki zincirleme davaların hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde hiçbir hususi kaygıya kapılmadan sürdürülmesini destekleyen birçok yazı yazdım… Bizim mahallede yazan çoğunluktan farklı olarak, bu tip davaların kin ve intikam fırsatıyla yürütülmemesi gerektiğini, kime ve nereye kadar dokunuyor ve uzanıyorsa oraya kadar gidilmesi gerektiğini, lakin konumuna bakılmaksızın herkese “bağımsız hukuk”un dokunması gerektiğini önemle ve sıkça vurgulamıştım… Bu çerçevede “geç gelen adalet, adalet değildir” başlığı altında şiddetli tenkit yazıları yazmış, teker teker örnekleriyle, uzun tutukluluk günlerinden tutun mahkûm ve ailelerine reva görülenler ile itibarsızlaştırmaya yönelik muameleler gibi dava konusu haricindeki işlemleri şiddetle eleştirmiştim. İşte o vakitler,hiç kimseye siyasallaşmış hukuk dokunmamalıdır” derken, birinin yüzeyden ötekinin derinden yürüttükleri bu hukuk süreçlerinin tarafları olan AKP ve Cemaat tarafından Ergenekoncu ve ulusalcı olmakla itham edilip hakaretlere maruz kalmış; yazdığım köşenin sahibi muhafazakar medya yöneticilerine “bu adam nasıl yazılıyor?” şeklinde şikayet edilmiştim..!
Gel zaman git zaman bu ülkede, 17 Aralık ve 25 Aralık gibi yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarına konu olan travmatik olaylar yaşandı. 17 ve 25 Aralık’ta iddialara konu olan suçlamaların muhatabı CHP veya bir başka siyasi parti olsaydı dünyayı ayağa kaldıracaklarından emin olduğum AKP, maalesef ‘olağanüstü şartlar’ ve ‘karanlık odakların tasallutu’ bahanesiyle şahsi ve umumi birçok kirliliği tolere etme yolunu tercih edip, on bir yıldır bizzat yönettiği bu ülkede, kendi elleriyle kurduğu ve birçok ses getiren tartışmalı davalarda arkasında durduğu yargı mekanizmalarıyla güven bunalımı yaşamaya başladı. ‘Demokratik Hukuk Devleti’, ‘Kuvvetler Ayrılığı İlkesi’ ve ‘Yargı Bağımsızlığı’nı zedeleyecek bir yol haritası izleyerek, tüm denetim mekanizmaları karşısında kendisini tahkim etti!
Zaman su gibi aktı. Sırası geldi ve Cemaat-AKP ittifakı dağıldı. İttifakın AKP kanadı gelinen aşamada, bir zamanlar Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda “ben bu davaların savcıyım” diyecek derecede müdahil olmanın kendisine nelere mal olduğuna bakmadan, 17 ve 25 Aralık süreçlerinin müsebbipleri olarak gördüğü polisler hakkında “yasadışı dinleme” ve “casusluk” suçlamalarıyla başlatılan davasının da gönüllü “savcılığını” üstlendi. Yürütmenin başı olan Başbakanın “bu daha başlangıç” ve “ bu dava farklı alanlara da genişleyebilir” diyerek sanki bu yargı sürecinin “koordinatör”üymüş izlenimini vererek, bağımsız olması gereken yargıyla kendisi arasındaki olması gereken zorunlu mesafeyi ortadan kaldırdı. Bu işlerin sonunda sonuç alınmasa bile “burunları sürtsün” anlayışıyla geçmişte yapılan hatalar tekrarlanmaya başlandı!
Nasıl dün “hak” ve “hukuk”  adına yürüttükleri süreçlerdeki aymazlıkları ve kural tanımazlıklarından ötürü tenkite ettiğim cemaatçileri, bugün rövanş duygusuyla yürütülen bir yargılama sürecinde yaşadıkları mağduriyetlerden ve haksızlıklardan ötürü desteklemek zorunda kaldıysam; bugün suyun başını tutanların, yarın bir gün, ‘eden bulur’ ilkesi mucibince yaşattıklarını bir bir yaşamaya başladıklarında, kendilerine yaşatacakları mağduriyetleri insani ve İslami ilkeler gereği kınayacağımdan ve “adalet” adına destek yazıları yazacağımdan oldukça eminim!
Çünkü biliyorum ki, Allah; iktidarları, servetleri, güç ve otoriteyi bir sınav aracı olarak, insanlar kurumlar ve ülkeler arasında evirip çevirir” ilahi ilkesi şaşmaz bir şekilde işliyor! Maalesef iktidar sahipleri her şeyi ilelebet elinde tutacaklarını sanıyorlar. Çokluklarıyla övünüyorlar. Her şeyi Allah için yaptıklarını iddia ediyorlar ama her daim Allah’ı devre dışı bırakıyorlar. Bunun içindir ki meydanlarda “Hırsızlık yapan kızım Fatıma bile olsa cezasını veririm” erdemiyle caka satanlar, başarısızlıkla sonuçlanan para ve mal imtihanı neticesinde, kendileri ve yakın çevreleri hakkında ortaya çıkan yolsuzluk iddialarıyla alakalı yargı sürecini bir türlü işletemiyorlar! ‘Adaleti’ dahi “kol kırılır yen içerisinde kalır” şiarına göre dizayn ediyorlar! Kaçınılmaz olarak da adaletin ve hukukun bir gün herkese lazım olacağı’ gerçeğiyle bir şekilde yüzleşiyorlar!
Hülasa
Bir ülkede demokrasi ağır hasarlıysa, temsil ettiği sistem de ağır hasarlıdır. Sistem ağır hasarlıysa, sistemin temeli olan hukuk ve adalet de ağır hasarlıdır. Ağır hasarlı bir sistem içerisinde zamanla hukuk “üstünlüğü” yerine “iktidar gözcülüğü” devreye girer. Bu raddeden sonra “her şey” halk deyimiyle “kitabına uydurulur”. Mülkün temeli sayılan “adalet” bir kadın adı; “kanun” bir müzik aleti olur..! Kanun çalar adalet oynar! Hukuk ise, Mihail Aleksandroviç Bakunin’in yüz elli sene evvel dediği gibi ‘iktidarın fahişesi’ olur!
Sıkça tekrarlıyorum: Haklı-haksız, güçlü-güçsüz denklemi içerisinde kim güçlü ise o haklı gibi görünebilir. Hani “ siyasette maharet, en güçlü olduğunuz zaman, kendinize ilkelerden ve yasalardan sınırlar çizmesini bilmektir.” derler ya; eğer sınır çizmezseniz, oyunun kurallarını beğenmeyince oyunu değiştirmek yerine kural koymaya kalkarsanız, sahip olduğunuz güç ve otorite bir gün sizi esir edebilir!
Sağcısı, solcusu, İslamcısı, liberali fark etmiyor; 26 yıl kesintisiz iktidarda kalmış Atatürk ve İnönü iktidarlarının ‘ebedi yönetimler ebedi liderler’ vurguları,  iktidarlar arasında tevarüs ede ede AKP iktidarına kadar geldi. Her uzun iktidar sahipleri gibi AKP’de aksini iddia etse de zamanla irfanını susturdu.  “İktidar-otorite-güç-çıkar” dörtlüsünün motivasyonu ile geçmiş iktidarların yaptığı hataları tekrarlamaya başladı: Sorunlar ve mağduriyet alanları kendi çıkarlarıyla örtüşme şartıyla; yasa, kural, teamül, gelenek, tanımaksızın çözüme kavuşturulmak isteniyor. İdari ve hukuki açıdan “hesap verebilirlik” yani “denetim” devre dışa bırakılıp sadece politik açıdan sandıkta hesap verebilirlik ön plana çıkarılıyor! “Evdeki %50” ve “öteki %50” ayrımını körükleyecek üslup ve politik manevralardan vazgeçilmiyor. Kendi yanında durmayan; STK’lara, sermaye gruplarına, cemaatlere, hatta ve hatta bırakın farklı siyasi organizasyonları, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde manipüle etmeye çalıştıkları muhafazakâr tabanda farklı bir duruş sergileyen BBP ve SP örneklerinde gördüğümüz gibi siyasi partilere dahi tahammül edilemiyor! “Ey düşmanım; sen benim ifadem ve hızımsın.. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!” anlayışıyla olumlu her şeyi kendilerine; kendilerinden kaynaklansa dahi olumsuz her şeyi ürettikleri “düşman mihraklara!” ihale eden anlayışla politikalar üretip, elindeki medya hâkimiyeti ve sınırlamalarıyla olan bitenlerle kamuoyu arasına engeller koyarak, bu ülke insanına dezenformasyonun altın çağını yaşatıyor!

*
Tüm okurlarımın Mübarek Ramazan Bayramını tebrik ediyor, her şeyin gönüllerince olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum…
 Ahmet Türk Haber vaktim.com