Annelikten cariyeliğe geçiş bu mu?Bizim neslin çoğu annelerinin ellerinden tutarak okula götürdüğü, beslenmesinde evde yapılmış mis gibi üzümlü kekleri keyifle yiyen, eve döndüğünde sımsıcak bir anne gülümsemesi ile kapıda karşılanan bir çocukluk geçirmişti.
Bizim annelerimiz evlerinde çalışır, dantel- kaneviçe yaparak evlerine katkı sağlarlardı. Mesela bizim evimizin bir odasında büyük bir örgü makinesi vardı ve annem o makinenin başında en az babam kadar yorulurdu. Sanki bütün mahallenin kışlık kıyafetlerini annem hazırlardı ama annem hep evde olurdu, yün yumaklarının arasında, sıcacık sobanın yanında.
Oysa aradan geçen yıllar dünyayı küreselleştirdi ve çalışmayı bizler için daha cazip hatta kimi bakış açılarına göre zaruri kıldı. Hal böyle olup çalışan annelerin sayısı artınca çocukların anneleri ile ilişkileri, annelerinden beklentileri de değişti. Çalışmanın verdiği ifade tarifsiz mahcubiyeti gidermek istercesine anneler çocukların her isteğini hemen yapar oldular.
Eskiden anneler çocuklarını beklerken şimdi çocuklar annelerini bekler oldular işten dönüşünü gözleyerek pencere önlerinde ya da sabahın erken saatlerinde anne babaları ile yolara düşüp servislerle ikinci evleri saydıkları kreşlere gider oldular.
Eskiden annemizin bizim için yaptığı her şey bizzat onun elinin emeği iken (atkısından, beresine, pastasından meyve suyuna..) şimdilerde annelerin bu sayılanları gidip bir marketten alacak vakti bile sınırlı.
Bizim annelerimiz sabah bizleri okula, babalarımıza işe gönderip erkenden bütün ev işlerini halleder, karşı komşu ile bir çay içip dertleşecek vakit bulur, akşam da eline çayını alıp biz ödevlerimizi yaparken yanımızda olurdu, sorduğumuz her soruya cevap veremese de.
Bizim çocuklarımız bizim kadar şanslı çocukluklar geçir(e)miyorlar ne yazık ki. Çalışmayan annelerin “Aman kızım oku, bir bileziğin olsun.” Diyerek büyüttüğü bizlerin çoğu çalışıyor artık. Önceki yazımda da dediğim gibi okumamak, çalışmamak bir tercih olmaktan çıkıp toplumsal bir baskıya dönüştü kanımca.
Zeki ve kabiliyetli olduğunu göstermek için okumalı, okuduysan çalışmalı, çalıyorsan da seni mutlu eden, huzur veren değil sana iyi para kazandıracak bir mesleği icra etmelisin.
Toplumun bu şartlandırmasını öyle kanıksıyoruz ki okulu bitirince, işten ayrılınca depresyona giren genç kızların kadınların sayısı hiç de az değil.
İsterseniz girmeyin. Her gün karşılaştığınız insanlar size işe tekrar ne zaman başlayacağınızı sorar, bu devirde ancak iki kişinin çalışması ile geçinilebileceğini dikte eder, “Aman çalış, eşine muhtaç olma.” ( insanın eşine muhtaç olması da neyse) diye öğütler, nihayetinde geçmişte çektiğiniz maddi sıkıntıları birer imtihan olmaktan çıkartıp sizin için acı birer tecrübeye dönüştürüverirler.
Kapı komşunuzdan, ailenize, bakkaldan, sütçüye uzayıp gider bu silsile.
Çok sevdiğim bir atasözü var:” Filler savaşır, çimenler ezilir.” Diye. Bunca gürültü ve hezeyan içinde olan çocuklara olur da kimsecikler fark etmez. Çünkü en önemli sığınağımız herkes çalışıyor, her çocuk kreşte büyüyor olur.
Farkında mısınız bilmem, herkesin çocuğuna bir başkası bakıyor. Anne çocuğunu evde bırakıp kreşte öğretmenlik yapıyor, çocuk doktoru hanım muayene ettiği çocuğun annesine dönerek “Benim çocuğum da böyle hasta.” Diyerek anlatmaya başlıyor.
Velhasıl hepimizin çocuğunu bir başkası büyütüyor.
Çalışıyor ve bundan vazgeçemiyorsak çocuklarımızı nasıl büyütmeli, nasıl terbiye etmeliyiz?
Evden çıkarken susturmak için “Akşam sana ne getireyim?” diyerek mi, pahalı kıyafetler alarak evde oyuncak dağları oluşturarak mı?
Markette pazarda, misafirliğe gittiğimizde, bankada, hastanede kısacası el içi diye tabir edilen her yerde saygınlığımızı(!) korumak için çocuklarımızın her türlü isteğine boyun eğiyoruz. Ağlayıp gözyaşı döken hatta tepinen bir çocuğumuzun olması hoşumuza gitmiyor. Çocuk olmayacak bir şey istiyor ve biz insanlar ne der diyerek çocuğun isteğini gerçekleştiriyor, çocuğu şımartıyoruz. Allah Resulünün veciz bir cümle ile ifade ettiği gibi “Efendisini doğuran cariyeler”1 olmaya adım atıyoruz hiç fark etmeden. Çocuk anne babasının yumuşak karnının ne olduğunu anlıyor ve artık her fırsatta kullanıyor. Hâlbuki bırakın üç kuruşluk bir oyuncağı almadığınız için size şaşkın şaşkın baksınlar, hatta vicdansız bir anne olduğunuzu düşünsünler ne kaybederiz?
Birkaç sefer sonra çocuk anlayacaktır “Hayır!” demenin “Yeterince ağlarsan alırım.” Demek değil “ Gerçekten hayır!” olduğunu. Çünkü çocuklar sözlerimize değil davranışlarımıza bakarlar.
Ve birkaç insanın bizi kınaması, vicdansız bilmesi doyumsuz, isteklerini ötelemeyi bilmeyen, haz düşkünü bir nesle katkı sağlamanın vebalinden daha çok canımızı yakmaz ya.
1- Cebrail hadisinde geldiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Sana kıyametin alametlerinden haber vereyim: Kölenin efendisini doğurmasıdır”. Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. (Buharî, Tefsiru Sureti 31,2).
Asiye YEREBATMAZ