Gönderen Konu: Eygi: Terörü Müslüman Kürtler yapmıyor  (Okunma sayısı 4048 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

uzman.

  • Ziyaretçi
Eygi: Terörü Müslüman Kürtler yapmıyor
« : 28 Haziran 2012, 23:49:45 »

Eygi: Terörü Müslüman Kürtler yapmıyor

"Türkiye Platformu" programına konuk olan Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, "Terörü Müslüman Kürtler yapmıyor, Kürt kılığına girmiş birtakım kriptolar yapıyor. İçeride ve dışarıda terörün bitmesini istemeyen mihraklar var. Bu terör kesinlikle Kürt terörü değildir. Kripto Ermeni ve kripto Yahudi terörüdür. Ermenistan'ın yüzölçümünün dört katı toprağı Türkiye'den istiyorlar. Ermeniler kendileri yapamadığı için Kürtleri manivela olarak kullanıyor" diye konuştu. Eygi, Kandil'in haritadan silinmesi halinde dâhi terörün bitmeyeceğini savundu.




Eygi: Terörü Müslüman Kürtler yapmıyor


Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, TGRT HABER TV'de yayınlanan "Türkiye Platformu" programında dikkat çekici tespitlerde bulundu. Programı hazırlayıp sunan Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak'ın sorularını cevaplayan Eygi, Suriye'de yüzde 80'i oluşturan Sünni çoğunluğun, geçmişte çocuklarını subay olarak yetiştirmedikleri için 40 yıldır zulüm altında yaşadıklarını söyledi. Türk jetinin düşürülmesi ile tırmanan gerginliğin ardında aslında Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirme, hatta savaştırma planı bulunduğunu savunan Eygi, "İsrail'i ayakta tutmak için iki devleti yeniden savaştırmak istiyorlar" görüşünü dile getirdi.

"KANDİL'İ HARİTADAN SİLSENİZ TERÖR BİTMEZ"
Programda, Kürt meselesinin çözümü ve terörle mücadele konusunda da ilginç çıkışlarda bulunan Eygi, "Terörü Müslüman Kürtler yapmıyor, Kürt kılığına girmiş birtakım kriptolar yapıyor. İçeride ve dışarıda terörün bitmesini istemeyen mihraklar var. Bu terör kesinlikle Kürt terörü değildir. Kripto Ermeni ve kripto Yahudi terörüdür. Ermenistan'ın yüzölçümünün dört katı toprağı Türkiye'den istiyorlar. Ermeniler kendileri yapamadığı için Kürtleri manivela olarak kullanıyor" diye konuştu. Sebeplerini ortadan kaldırmadan "Terörü bitireceğiz" demenin boş bir söz olduğunu vurgulayan Eygi, Kandil'in haritadan silinmesi halinde dâhi terörün bitmeyeceğini savundu.

"DOĞU VE GÜNEYDOĞU'YA DİNİ AĞIRLIKLI ÖZEL STATÜ"
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Doğu ve Güneydoğu'ya bin molla (mele) atamasının yerinde bir karar olduğunu da ifade eden Eygi, çok çarpıcı bir öneride bulundu. Terör ve gerilla hareketlerinin hiçbir zaman konvansiyonel ordularla bastırılamayacağını kaydeden Eygi, şöyle devam etti: "Bu terör bir siyasetle bastırılabilir. Sultan Abdülhamid'in siyaseti olabilir, fakat bugün Türkiye'deki demokrasi sınırları içerisinde bu mesele halledilemez. Mutlaka çok radikal, çok kökten işler yapılmalı. Hatta Doğu ve Güneydoğu'da -özel statü ile- dine çok büyük ağırlık verilmeli. Bugü dine verilen ağırlık Türkiye'nin bütünlüğünü kurtarmaya yetmez. Ergenekoncu ve vesayetçilerin yöntemleri ile bu iş hiç halledilemez."

"AVRUPA HİÇBİR ZAMAN EHL-İ SÜNNET MÜSLÜMANLIĞINI İSTEMEZ"
Anadolu'da Osmanlı'nın son dönemlerinden bu yana Ehl-i Sünnet üzerinde oynanan oyunlara da dikkat çeken Mehmet Şevket Eygi, "İslamiyet'i toptan kaldırmak istediler, yapamadılar. Kazım Karabekir Paşa hatıralarında protestanlığın getirilmesini istediklerini anlatıyor. Bunu başaramayınca reforme edilmiş, şeriatsız, fıkıhsız, bir ideoloji ve hümanizma haline getirilmiş, laik bir İslam geliştirmek istediler. Avrupa Birliği de bunu istiyor. Avrupa hiçbir zaman Ehl-i Sünnet İslamlığını istemez. Yumuşatılmış, kendi işine gelen, özel türetilmiş bir İslamiyet isterler" dedi. Eygi, bu amaçla dinin içinden istedikleri değişiklikleri yapmak isteyenlerin çok yol aldıklarına işaret etti.

"CAMİDE HOPARLÖR VE SANDALYEDE NAMAZ BİD'ATTİR"
Müslümanları Ehl-i Sünnetten uzaklaştırmak, hatta protestanlaştırmak için yoğun çaba sarfedildiği uyarısında bulunan Eygi, Türkiye'de sadece "La ilahe illAllah" diyenlerin de cennete gidebileceğini savunan bozuk bir inancın başladığını belirtti. Ülkemizde bugün en az 100 ayrı bid'at cereyanının ortaya çıktığına dikkat çeken Eygi, sandalyede namaz kılmanın, camilere kasıtlı olarak sokulmuş bir bid'at olduğunu söyledi. Hristiyanlık ve Musevilikte olduğu gibi, camilere de sandalye konularak AB'ye mesaj verildiğini dile getiren Eygi, yayınladığı "dine aykırıdır" fetvası ile bu yanlışlığa son veren Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kutladı. Eygi, camilerde hoparlör ile ezan okunması ve namaz kıldırılmasının da son 50 yılda ortaya çıkmış bir bid'at olduğuna işaret etti. Eygi, camilerde hoparlörün, cehaletten kaynaklanan bir mesele olarak ortaya çıktığına vurgu yapt

mazhar

  • Ziyaretçi
Devletin Kürt siyasetinde bir yanlıştan öbür yanlışa
« Yanıtla #1 : 08 Ocak 2013, 08:59:55 »


Hükümet “terör”ü durdurmak maksadıyla “Teröristbaşı” ile yapılan “gizli” görüşmeleri alenileştirdi ya, kamuoyu derhal iki zıt kutba ayrılıp manzarayı tanımladı. Bir kutup “her şey çok güzel olacak”, diğer kutup ise “teröristle pazarlık devlet itibarını bitirecek” yaklaşımı içinde.


Ancak her iki kutbun görmediği husus; “yeni Kürt yaklaşımı”nın sadece Hükümet’in siyaseti olamayacağı. Bu, aslında “Devletin Kürt siyaseti”nde gelinen yeni aşama. Bunu icra vazifesi de haliyle Hükümet’in görevi. Yani anlaşılan, “toplumun değer yargıları” üzerine kurulmayan “Devlet aygıtı”nı yürüten unsurlar, “Kürt siyasetinde yeni aşama”ya geçmişler ve bunu yürütmek icra ile görevli Hükümet’e düşmüş. Yoksa, Hükümet’in, kendi inisiyatifiyle böyle bir karar alıp uygulaması, -bunu istiyor olsa bile- mevcut “devlet mekanizması” ve “rejimin sistemi” dahilinde zaten mümkün değil.
Tabiî ki burada Hükümet’in hiçbir işlevinin olmadığını, meseleye “devlet mekanizması”nın kendisine tevdi ettiği görevi ifadan öte bir dahlinin olamayacağını iddia ediyor değilim. “Yeni Kürt siyasetine dair yürütülen çalışmaları sadece Hükümete fatura etmenin doğru olmayacağı”nı düşünüyorum. Lâkin burada asıl vurgulamak istediğim husus bu da değil.

Meselenin başka bir cihetine dikkat çekerek Hükümet’i, “devlet mekanizması”nın tevdi ettiği vazifeyi yürütürken, “yapılacak yanlışlıklar” ve “oluşacak yeni durumlar”ın yükünün altında “yalnız” kalacağı hususunda uyarmak, “yeni Kürt siyaseti”ne işlerlik kazandırırken “zemin etüdü”nü doğru yapıp, “çözüm”ü uygun şartlar üzerine bina etmesi hususuna dikkat çekmek istiyorum.

Devletin Kürt siyaseti gerçeklikten ve haktan uzak bir yaklaşımla “hatalı zemin” üzerine bina edilmişti.
“Gayrimüslim”ler “azınlık” statüsüyle “hak ve hukukları korunmuş” halde varlıklarını sürdürürlerken, “müslüman Kürt toplumu” hem azınlık sayılmadığından kimlikleri ve hakları gasbedilmiş, hem de “Türk” olmadığından, “Türklük” üzerine kurulmuş rejim içinde, “rejimin yaşama heyecanı”nı sürdürmede karşısına geçilen “hırpalanacak unsur” olarak görülmüştü.

Yani Kemalist rejimin Kürt siyasetinin, ırk bakımından “asimilasyon”, inanç/kimlik bakımından da “dinden uzaklaştırma” şeklinde tezahür ettiği malûmdu.
Şimdi “yeni Kürt siyaseti”yle yapılan, “resmi Kürt siyaseti”nin iki ayağından biri olan “asimilasyon politikasının iflası”nı resmileştirip, fiilen tanınan “Kürt kimliği”nin “sorun” olarak görülmesine son vermek bakımından, durumun “rejimin niteliği”ne işlenmesinin şartlarını oluşturmaktan ibaret. Böylece devlet, Kürt siyaseti bakımından takip ettiği “yanlış”ın birinden dönmek için manevra yapmakta.

İşte dikkat çekmek istediğim sorun da bu noktada nüksediyor. Devlet Kürt siyasetinde bir yanlıştan dönerken, yeni bir yanlışı kendi eliyle bina ediyor ve bunu da Hükümet eliyle yapıyor. Bu da demek oluyor ki, bu gidişle “Kürt sorunu”nun çözüleceği yok. Şöyle ki;

“Kürt sorunu”nu sadece “ırki bakımdan asimilasyon”dan ibaret sayıp, “Kürt kimliği”nin tanınmasıyla “çözüleceği varsayımı” üzerinden hareketle çözmeye çalışmak, aslında meseleyi çözmek değil, “müslüman Kürt halkı”nı, İslam karşıtı ve ırkçı “Kürt ayrılmacılığı”nı savunan “dinsiz Kürt şovenistleri”ne teslim etmekten başka bir sonucu doğurmayacaktır.
Evet, elbette kanın durması için, “devlet teröristle görüşmez saçmalığı”ndan vazgeçilmeli. Ancak bu yapılırken Kürt halkının sadece “ırki bakımdan Kürt” olduğunun tanınmasıyla yetinilmesi, “müslüman Kürt kimliği”nin tanınmaması ve buna uygun zeminin hazırlanmaması, bir yanlıştan dönerken öbür yanlışı inşa etmekten başka bir anlama gelmez.

O halde makul yaklaşım, kanaatimce şudur:

Kürt sorununun çözümü için, görüşme masasında bulunacak taraflar sadece “Devlet” ile “dinsiz-şovenist PKK ve yandaşları” olamaz.

O masaya asıl oturması gerekenler, “müslüman Kürt toplumu”nun gerçek temsilcileri olan “İslami cemaatler”, “müslüman kanaat önderleri” ve müslüman Kürtleri temsil eden kurum ve kuruluşların temsilcileridir. PKK ve yandaşları ise, “fiili durum” münasebetiyle masada yerini alabilir.

Böylece “Laik-Kemalist rejim”in oluşturduğu “Kürt sorunu”, “doğru taraflar”la birlikte ele alınır, “rejimin dönüştürülmesi” ile sağlam zemine oturtulup Türk ve Kürt toplumlarının “İslami kimlik” ekseninde birlikteliği sağlanırsa, çözüme kavuşturulabilir.
Aksi taktirde bir yanlıştan öbür yanlışa dönülmüş olur. Devlet parçalanır, ülke bölünürken, Kürtler de kendi içinde yeni bir kavgaya tutuşur. Zira Laik-Kemalist Türk Devleti, müslüman Kürt toplumunu “Laik-Şovenist Kürt örgütleri”ne teslim edince, müslüman Kürtler buna kuzu kuzu itaat mi edecekler, “Laik-Türk şovenizmi”ni reddeden Kürtler, “Laik-Kürt şovenizmi”ne rıza mı gösterecekler zannediyorsunuz?
Kan, parçalanıp sorunun zeminini değiştirmekle durdurulamaz. Devlet, sadece PKK’yı değil, müslüman Kürt halkının gerçek temsilcilerini muhatap almalıdır.

 08 Ocak 2013 Salı 00:16
farukkose@yeniakit.com
Habervaktim.com