Gönderen Konu: Farkında değiliz, ama fena halde yalnızız!  (Okunma sayısı 3521 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Farkında değiliz, ama fena halde yalnızız!
« : 31 Aralık 2012, 06:03:00 »

Eskiden “cemaat” hayatı yaşardık.

Azınlıklar kendi içinde, Müslümanlar kendi içinde (tarikatlar vasıtasıyla) cemaatleşmişti. Kimi cemaatler kilisede, havrada, kimileri camide, tekkede, zaviyede buluşur, “ibadet” ekseninde görüşüp halleşirlerdi.

Yine eskiden “mahalle”lerimiz vardı: Mahalle kadınları müstakil bir evin iç avlusunda buluşur, bir yandan çalışıp (imece), bir yandan dertleşirlerdi… Mahallenin erkekleri ise mescitlerin, dergahların “muhabbethane”lerinde, mahalle kahvesinde, terzide, berberde, bakkalda bir araya gelir, “sohbet”in tadına varırlardı.

Eski İstanbul'da hayat derin yaşanır, gelenekler bölge bölge yaşatılırdı. Hangi ırkın nerede oturduğu da belliydi: Buna göre Balat'ın iç tarafında nüfusun büyük çoğunluğunu Yahudiler oluşturur, Türkler Edirnekapı ve Draman'a doğru uzanan bölgede otururlardı.
Hasköy, Ortaköy, Eminönü ve Karaköy (Karaim Yahudileri) de, Yahudilerin yoğun biçimde yaşadığı semtlerdi. Fener'in büyük bölümünde Rumlar, iki kilisenin arasında kalan bölgede ise Ermeniler yaşardı.

Az sayıda da Acem, Arnavut ve Bulgar ailelere de rastlanırdı. Ermenilerin bir bölümü de Samatya ve Kumkapı civarında ikamet ederdi. Bugün “Beyoğlu” olarak bilinen “Pera”, varlıklı Rumların, Ermenilerin ve Levantenlerin mekanıydı.

Zaman içinde Yahudiler de Pera'ya yerleştiler. Şimdi her şey karışık: Herkes her yerde… Herkes semtine yabancı, çevresine yabancı, komşusuna yabancı, hatta kendine bile yabancı!..
“Cemaat” hayatı yaşamanın önemli getirilerinden biri, iç denetimdi. Cemaatin yaşlı-başlı üyeleri gençleri denetler, bu yüzden gençler kendilerine başıboş hissetmez, yalnızlaşmaz, bireyselleşmezdi.

Mahalle hayatı da öyleydi: Mahallelinin kendi içinde ürettiği denetim ve dayanışma ruhu “komşuluk” kavramını pekiştirir, tüm mahalleyi geniş bir “aile”ye dönüştürür, kendi içinde gelişen bir “kontrol mekanizması” tıkır tıkır işleyip gençleri kötü alışkanlıklardan korurdu.
Çoktandır kimse kimseyi denetlemiyor. Herkes kendine kalmış durumda. “Bireysel özgürlükler” deyip geçiyoruz, ama uyuşturucu başta olmak üzere envai çeşit uygunsuzluk git gide gençleri kıskacına alıyor.

Çünkü mahallelerimiz yıkıldı. Yerlerine yüksek apartmanlar (bu arada İstanbul'da ilk apartmanları Karaim Yahudilerinin inşa ettiğini de hatırlatalım) dikildi.
Her biri bir aileye ait bağımsız “ev”lerden, giren çıkanın denetlenemediği apartman “daire”lerine taşındık. Her “bağımsız bölüm”, yani her “daire”, kendi iç yalnızlığına gömüldü.
“Bağımsız bölüm”lerde oturanlar kendi “bağımsız bölüm”lerini (odalar) oluşturdular: Mahalle denetiminden sonra aile denetimi de ortadan kalktı.

Bu da yetmedi, sokak içine ektiğimiz “apartman”lardan, daha güvenli olduğunu sandığımız “site”lere (etrafı yüksek duvarlarla çevrili yerleşim birimleri) geçtik.
Mahalleler arası irtibat böylece koparken, insanlar arası irtibat da koptu. Sonuç: Yine yalnızlık! Derken, “Rezidans”lar (Residence) çıktı başımıza: “Beş yıldızlı otel hayatı” diye özendirip sattılar bize…

Aslında “beş yıldızlı yalnızlık” satın aldık! Bunlar “bireyselleşme”nin sonucu: Bireyselleştikçe yalnızlaşıyoruz! Oysa 19. Yüzyılın ortalarında, tüm insanlara “bireyselleşme”yi öneren Kapitalizm, “bireyselleşme” ölçüsünde özgürleşeceğimizi savunmuştu.

Özgürleştikçe daha fazla bağımsızlaşacaktık. “Özgürleştirme” adı altında “yalnızlaştırma” projesi uygulandığını yeni yeni fark ediyoruz (en asından fark edenler artıyor).
Meğer bütün bunlar, tüketimi azdırmaya dayalı sinsi bir projenin ürünüymüş: Ne de olsa çeşitli teşviklerle (reklam dediğimiz özendirme) “birey”i etkilemek kolay, ama kendi içinde cemaatleşmiş toplulukları etkilemek zordu.

Önce “cemaat”leri dağıtmak gerekiyordu! Meşhur, “böl ve yönet” politikası…
Şimdi şunu düşünüyorum: Acaba tarikatları kapatmak (çünkü tarikatlar örgütlü toplumun en dinamik, en bilinçli ve etkili boyutuydu) da bu projenin bir parçası mıydı?

Yavuz Bahadıroğlu

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Farkında değiliz, ama fena halde yalnızız!
« Yanıtla #1 : 29 Nisan 2013, 23:45:11 »
Komşu komşunun külüne muhtaçtır

 
Muhterem Müslümanlar! Önce konumuzla ilgili birkaç ayet ve hadis mealini arzedeceğim:
 
Cenab-ı Hakk Celle ve âlâ buyuruyor ki meali şudur:
 
• Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın...
 
• Ana-babaya iyilik edin...
 
• Akrabalarınıza iyilik edin...
 
• Yetimlere ve yoksullara iyilik edin...
 
• Yakın ve uzak komşuya iyilik edin...
 
• Arkadaşlarınıza iyilik edin...
 
• Yolculara iyilik edin...
 
Size hizmette bulunan kimselere iyilik edin..." (Nisa Suresi, âyet: 36)
 
Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.)'in mübarek sözlerinden birkaç tanesinin meâli de şöyledir:
 
• "Allah katında komşuların en iyisi, komşusuna iyi davranandır." (et-Tac.c/5)
 
• "Cebrail (a.s.) bana komşuyu öylesine tavsiye et ki, komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim." (Buhari-Müslim)
 
• "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin..." (Buhari-Müslim)
 
• "Komşusu şerrinden emin olmadığı kişi cennete giremez..." (Müslim)
 
• "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşusuna eziyet etmesin..." (Buhari-Müslim)
 
• "Ya Ebû Zerr! Çorba pişirdiğin zaman suyunu biraz fazlaca koy. Sonra komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel ve uygun bir şekilde sun..." (Müslim)
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Aile bireylerinden sonra, insanın en yakın çevresi şüphesiz ki, komşularıdır. Komşularına güven vermeyen kişi kâmil (olması gerektiği gibi) bir mü'min değildir. Seyahate veya tatile giderken: "- Komşu al şu anahtarı hem eve göz kulak ol hem de çiçekleri sulayıver" diyemeyen güvensizlik içinde bulunulan yerlerdeki insanlarda Müslümanlık eseri yok demektir. Bu güveni vermeyen nesiyle Müslüman olabilir bunu bilmek lâzım...
 
Müslüman:
 
• Komşusuyla iyi geçinen,
 
• Seven,
 
• Sevilen,
 
• Aranan,
 
• Komşularına güven veren kişidir.
 
Peygamberimiz Efendimiz:
 
• "Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir" buyurdu. Burada kastedilen açlık sâdece mide ile ilgili açlık değildir. Mide ile birlikte:
 
• Beyin açlığı,
 
• Bilgi açlığı,
 
• Ruh açlığı da bunun kapsamına girer.
 
Komşularına karşı komşunun tebliğ, bilgilendirmek, öğretmek örnek ve önder olmak mükellefiyeti de var bu kastın içinde. Bugün bu anlamda komşuluk ilişkisi ya yok, ya da olması gerektiği seviyede değil. "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" atasözümüz de, komşuluk ilişkilerimizin olması gereken boyutunu bize hatırlatmaktadır.
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Komşuluk ilişkilerinde menfaat hesabı yapılıyor. Menfaat hesabı:
 
• Sevgiyi öldürdü.
 
• Karşılıksız yardımlaşmayı öldürdü.
 
• Sadaka anlayışını öldürdü.
 
Böylece menfaati olduğunda komşuya giden veya kabul eden bir toplum olduk. Bu anlayış bize büyük belâ ve musibetler getirdi.
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Komşularımız hem dert ortağımız hem de sevinçlerimizi paylaştığımız yakınlarımız olabiliyor. Sanayileşme ve teknoloji insani değerleri ve komşuluk ilişkilerimizi yok etti. Bu ilişkilerin kesilmesi insanları yalnızlığa itti. Kapı komşu tanınmaz hâle geldi. Televizyon programları, evlerin darlığı, ev yerine apartman yaşantısı, dünya işlerinin ağırlığı, mal ve para kazanma hırsı komşuluk ilişkilerimizin bozulma sebebi oldu. Müslümanlar için bunlar mâzeret olmamalı.
 
Muhterem Müslümanlar!
 
Komşularımıza:
 
• İyilik ve ikramda bulunalım...
 
• Selamlaşalım...
 
• Ziyaretleşelim...
 
• Yardımlarına koşalım...
 
• Üzüntülerini sevinçlerini paylaşalım...
 
• Hediyeleşelim...
 
• Onlara zarar vermeyelim...
 
• Kusurlarını araştırmayalım...
 
Bunlar hepimizin komşuluk görevlerimizdir.
 
 
hisar-bab.com