Gönderen Konu: Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri  (Okunma sayısı 7017 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı _313_

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 106
    • http://www.hidayet.forumup.com/
Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri
« : 15 Şubat 2006, 23:24:02 »

Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri


Büyük islam âlimlerinden ve evliyanın meşhurlarındandır. Künyesi, Ebu
Muhammed'dir. Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-
evliya, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır. İran'ın Geylan şehrinde 1078
(H.471)de doğdu. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Hazret-i
Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır.
Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için
Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem şerifdir. Abdülkadir Geylani
hazretleri 1166 (H.561)'da Bağdad'da vefat etti. Türbesi Bağdad'dadır.


Ehl-i sünnet itikadını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Fıkıh ve hadis
ilimlerinde müctehid idi. Önceden Şâfi’î mezhebinde idi. Hanbeli mezhebi
unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti. Böylece, bu
mezhep yayıldı.


İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir: Birisi (Nübüvvet
yolu) olup, aslın aslına kavuşturur. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu yoldan
vâsıl oldular. Sonra gelenlerden pekaz zevât da, bu yoldan ermiştir. Bu
yolda sebebe, vasıtaya lüzum yoktur. Bir kâmil ve mükemmilin
sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp ilerlerler. İkinci
yol, (Vilâyet yolu)dur. Kutblar, Evtâd, Nücebâ, Büdelâ ve bütün Evliyâ bu
yoldan vâsıl olmuştur. Bu yola, (Sülûk yolu) da denir. Bu yolda, vasıta,
aracı lazımdır. Her iki yolun reisi ve rehberi Resûlullahdır. Vilâyet
yolunun imâmı, feyz kaynağı, hazret-i Alîdir. Bu yolda, Resûlullah onu
vekil etmiştir. Hz. Fâtıma ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin onunla ortaktırlar.
Bu yolda gidenlerin hepsine feyz ve hidâyet, hazret-i Alînin aracılığı ile
gelir. Ondan sonra hazret-i Hasan ve Hüseyin bu vazifeyi teslim aldı.
Bunlardan sonra, sıra ile, oniki imâmın evlâdına verildi. Sonları olan
Muhammed Mehdîden sonra, başkasına verilmedi. Bütün Evliyâya feyz
ve hidâyet bunlardan gelmeye devam etti. Abdülkâdir-i Geylânî kemâle
gelince, bu mansıb, ona verildi. Bundan sonra da, kimseye verilmediği
keşf ve müşâhede ile anlaşılmaktadır. Vefâtından sonra da, kıyâmete
kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden gelmektedir.
Her asırda gelen müceddidler, onun vekîlleridir. İmâm-ı Rabbânî
hazretleri (Nübüvvet yolu) ile vâsıl olduğundan, vasıtaya ihtiyaçları
yoktur. Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, nübüvvet yolunda Resûlullahın vekilidir.


Abdülkadir Geylani hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zat
olacağına dair alametler, işaretler görülmüştü. Babası rüyasında
Peygamber efendimizi sallAllahü aleyhi ve sellem, Eshab-ı kiramı
radıyAllahü anhüm ve evliyayı gördü. Peygamber efendimiz
kendisine; "Ey Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kamil, olgun ve
derecesi yüksek bir erkek evlad ihsan etti. O benim oğlum ve
sevdiğimdir. Evliya arasında derecesi yüksek olacak." buyurdu.


Doğduktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti. Ramazan-ı şerifte
gün boyunca süt emmez, iftar olunca emerdi. Bu halini şu beyti ile
anlatır:

Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi

Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.

Doğduğu senenin ramazan-ı şerif ayının sonunda havalar bulutlu
geçmişti. Bunun için ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüt edildi. Halk
annesine çocuğun süt emip emmediğini sordular. Emmediğini öğrenince,
ramazan-ı şerifin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devam ettiler.


Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerine, "Bu işe başladığınızda, bu yola
adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da
böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular. Buyurdu ki:


"Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı
kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir
yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim,
ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı.
Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün
kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve
dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın."
dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar
gözüktü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; "Beni Allahü
teâlânın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad'a gidip ilim öğreneyim. Salih
zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim." dedim. Annem sebebini sordu,
gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen
altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin
koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk
üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi Allah selamet versin
oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü
göremem." dedi. Küçük bir kafile ile Bağdad'a gitmek üzere yola çıktım.
Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi. Kafilemizi bastılar.
Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. "Ey derviş! Senin
de bir şeyin var mı?" diye sordu. "Kırk altınım var." dedim. "Nerededir?"
dedi. "Koltuğumun altında dikili." dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni
bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi
birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir
yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına
gittim. "Altının var mı?" dedi. "Kırk altınım var." dedim. Elbisemin koltuk
altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu
söyledin?" dediler. "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih
etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam
lazım." dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir
ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum." dedi.
Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi.
Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz
idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tövbe
ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim
vesilemle tövbe edenler, bu altmış kişidir."


Abdülkadir Geylani efendi, Bağdad'a geldi. Buradaki meşhur âlimlerden
ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti.

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye
başladı. Hocası Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde verdiği ders ve
vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple,
çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi.
Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu. Zenginler para vererek,
fakirler çalışarak yardım ettiler. Derslerine devam edenler arasında pek
çok âlim yetişti.


Abdülkadir-i Geylani hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşad
ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaaz vermeyi
bıraktı. İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra sahralara çıktı. Bağdad'ın
Kerh harabelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini ibadet, riyazet ve
mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini
yapmakla geçirmeye başladı. Buyurdu ki:


Irak'ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim
kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bazan uzun müddet
yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryadını duyardım. Bazan
üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa,
tahammül edemeyip, paramparça olurdu. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla
beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır."
mealindeki İnşirah suresinin beşinci ve altıncı ayet-i kerimelerini
okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi."


Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyafetlere bürünüp toplu halde yanıma gelir,
beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı. Kalbimde büyük bir azim ve
direnç hissederdim. İçimden bir ses; "Ey Abdülkadir! Onlarla mücadele
et, onlara galip geleceksin." derdi. İçlerinde bir şeytan durmadan bana
gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım." diye beni tehdit
ederdi. Canu gönülden, "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim"
okuyunca, onun tamamen yandığını görürdüm.


Bir kere Abdülkadir Geylani hazretleri şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkadir!
Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.” Bunun
üzerine Abdülkadir Geylani Euzü çekti. "Kovulmuş şeytandan Allahü
teâlâya sığınırım. Sus ey mel'un!" diye bağırdı. Bunun üzerine aynı
ses; "Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana
aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu
yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım." dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl
anladığını sorduklarında; "Sana haramları helal ettim, sözünden anladım.
Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez." buyurdu.


Başka bir kere gayet çirkin ve pis kokulu birisi geldi. "Ben iblisim,
şeytanım. Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok
yordun." dedi. "Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş." dedim. Bana
vuracak oldu ise de onu perişan ettim. İkinci defa elinde büyük bir ateş
kıvılcımı ile hücum etmeye başladı. Bu esnada elinde kılıç bulunan atlı
birisi bana yardıma geldi. Yine onu mağlub ettim. Üçüncü olarak iblisi
çok uzakta ağlar gördüm. Gayet üzgün olarak; "Senden ümidimi kestim.
Galiba seni yoldan çıkaramayacağım." dedi. "Sus ey mel'un!" dedim ve
kovdum. Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı.


Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak
şeyler göründü. "Bunlar nedir?" dedim; "Dünya zevkleri ve zinetleridir."
denildi. Dünya ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen
nimetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da
korudu. Onlara hiç kıymet vermedim. Bunun için kaybolup gittiler. Sonra
Allahü teâlânın rızasına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan manileri,
engelleri gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Senin içinde bulunan
manilerdir." denildi. Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım.


Sonra içimi seyrettim. Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller
kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm. "Bunlar nedir?"
dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra
kalbimi onlardan temizleyebildim.


Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için
yalvarırdı. Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, bütün
hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır
olarak gördüm. Bir sene mücadele ettim. Allahü teâlânın izni ile
hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum.
Kısaca nefsimle tedricen, safha safha mücadele ettim. Onu iki elimle sımsıkı yakaladım. Yıllarca ıssız, sessiz, sadasız yerlerde kalmaya
mecbur ettim. Kerh harabelerinde yıllarca kaldım. Yiyecekler malum;
otlar, ağaç yaprakları... Dünya sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün
gelebilmek için her çareye başvurdum. Gördüğüm her yokuşa
tırmandım. Nefsime hiç fırsat vermedim. Bir gece merdivende kitap
mütalaa ediyordum. Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın." dedi. Ona
muhalefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum. Kur'an-ı kerimi
hatmedinceye kadar uyumadım.


Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime
varamamıştım. Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları
denedim. Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada büyük bir şerefe
kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım. Bütün arzu ve
isteklerim buz gibi eridi. Bütün beşeri sıfatlarım kayboldu. Gönülden
Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr"
mertebesine ulaştım".

Nihayet bütün varlıklardan yüz çevirdim. Her şeyim Allah için oldu.

Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsan olundum. Allahü teâlânın izni
ile istediğim olurdu. Bunun için çok yiyecek buldum. Dağdan bir parça
koparırdım, helva olur, yerdim. Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su
olurdu. Sonra böyle yapmaktan haya ettim. Allahü teâlâya karşı edebi
gözeterek hepsini terk ettim.


Nihayet Abdülkadir Geylani hazretleri Bağdad'da insanları irşada, Allahü
teâlânın beğendiği yolda bulunmaya davete ve nasihat etmeye başladı.
Bir gün kendini nurların kapladığını gördü. Bu hal nedir diye sorunca,
Resulullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik
etmeye geliyor, denildi. Nurun git-gide çoğaldığı bir anda Resulullah
efendimiz görünerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu, kutubluk denilen
velilere ait evliyalık elbisesidir." buyurdular.


Abdülkadir Geylani hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı
şekilde sundu. Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve
tesirli idi.


Birgün, minberde oturmuş vaaz ediyordu. Birden süratle en son
basamağa indi. Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevazi bir şekilde
durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine oturdu ve vaazına
devam etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye sual edince; "Ceddim
Resulullah'ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Haya edip, son
basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve
insanlara vaaz etmemi emr etti, dedi.


Sohbetlerinde bazan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç
gün, cuma, salı ve pazartesi gecesi halka vaaz ederdi. Vaazında, âlim ve
evliyadan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzur içerisinde dinlerlerdi.
Kırk sene böyle devam etti. Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında
başlamış olup, bu hal altmış yaşına kadar devam etti. Huzurunda Kur'an-
ı kerim tegannisiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu. Dört yüz âlim
onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle
birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suallere gayet açık ve
doyurucu cevaplar verirdi.


Derin ilim sahibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi.

Önce lazım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbai
ismindeki bir zat anlatır:

Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabi Hilyet-ül-Evliya
kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp
yalnız ibadetle meşgul olmak istedim. Gidip Abdülkadir Geylani'nin
arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum. Bana bakıp; "Eğer
inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen
rehber zatların, yani mürşid-i kamillerin huzurunda edeb öğren. Daha
sonra inzivaya, yalnız ibadete başla. Yoksa, ibadet ederken dinde
bilmediğin bir şeyi öğrenmek icabeder de, yerinden ayrılmak
durumunda kalırsın." buyurdu.


Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihan etmek için
huzuruna gelip oturdular. Bu esnada Abdülkadir Geylani hazretlerinin
göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nur çıktı ve
âlimlerin göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hal kaplayıp, Abdülkadir
Geylani hazretlerinin ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine onları tek tek
bağrına bastı ve şimdi suallerinizi sorun buyurdu. Her biri suallerini
sorup, hemen cevabını aldı. Onlara; "Size ne oldu böyle?"
denildiğinde; "Huzurunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk.
Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suallerimizi
sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık." dediler.


Ebu Sa'id Kilevi şöyle anlatmıştır:

Ben, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin meclisinde iken, Resulullah
efendimizi ve enbiyayı gördüm. Melekler onun meclisine gelmek için
bölük bölük gök yüzünden inerlerdi. Bir defasında da Hızır aleyhisselamı
görmüştüm. "Her kim dünyada kurtuluşa ermek ve saadete kavuşmak
isterse, Şeyh Abdülkadir'in meclisine devam etsin!" buyurmuştu.


İbn-i Kudame şöyle söylemiştir:

"1166 (H.561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkadir-i Geylani
hazretlerini ilmin zirvesine yükselmiş gördük. O, ilmi ile amel eder,
kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Bütün güzel
huylara ve üstün vasıflara sahipti. Onun gibi bir zata daha hiç
rastlamadık."


Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile meşgul olmayı hoş görmezdi,
ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof, çeşitli bilgileri
düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünya ruh, alem, ölüm ve
sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır. Bunu
yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere
uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar.
Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi,
gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle
ya kısmen yahut tamamen değişir. Bu itibarla sonra gelenler önce
gelenleri daima tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe
başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici değildir. Dinin rehberliğine
muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din büyükleri itikadın
bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir.
Nitekim İbn-i Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok
meşgul olduklarından sapıtmışlardır.


Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç
anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir
talebe vardı. Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zat
gelmişti. Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun dersi geç anlamasına
karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan
sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkadir Geylani
hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim."
buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti.


Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi. Az konuşur, çok sükut eder,
konuştuğunda gayet cazib, açık ve net konuşurdu. Şahsı için kızmaz. Din
hususunda asla taviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara
yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi
varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan daha
kerim ve lütufkar kimse olamaz." kanaati hakim olurdu. Sevdiklerinden
biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasını muhafaza
ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Kötülüklere dalmış çok
kimse, hırsız ve eşkıya onun vasıtasıyla tövbe etti. Köleleri satın alıp,
azad ederdi. Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi.
Ambarında helalden kazandığı buğday bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda
ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi:

"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine
ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi.


Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazifeli
hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya
çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallAllahü aleyhi ve sellem uyarak, ev
için lüzumlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir
yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur
yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyarete gelenlere
saygı gösterir, tevazu ederdi. Çok günler, et ve yağ yemezdi. Bir gün
yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini
eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler. Çarşıya gidip,
istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi. Gönüllerini hoş etti.


Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesile ederek, araya koyarak Allahü
teâlâya dua ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı. Buyururdu ki:

"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesile edip Allahü teâlâya yalvarsa derhal
sıkıntısı gider. Şiddet anında her kim benim ismimi ansa derhal rahata
kavuşur. Abdülkadir Geylani’nin hürmetine diyerek, her kim Allahü
teâlâdan dilekte bulunursa, derhal işi görülür."


Bir defasında; "İyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?" diye
sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kötülere gelince
biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık." buyurdular.


Cinler de kendisinden çekinir, itaat edip sözünü dinlerlerdi.

Duası makbul idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyada
azab içerisinde gördüm. Bana Şeyh Abdülkadir'e git, bana dua etsin.
Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır." dedi. Bunun için sana geldim.
Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun." dedi. Abdülkadir Geylani
hazretleri sükut buyurdu. Bir şey söylemedi. O şahıs ikinci gece babasını
rüyasında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret
edip; "Baba, dün azab içindeydin, bugün ise neşelisin. Sebebi nedir?"
diye sordu. Babası; "Şeyh Abdülkadir bana dua etti. Allahü teâlâ onun
duası hürmetine beni azaptan kurtardı." dedi.


Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri olduğunu hisseder, kalbi katı
ise, yumuşardı. Cuma günleri camiye giderken, halk onu görmek için
sokakları doldururdu.

Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi.

Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamayacağını söylerdi.


Bir kadın, çocuğunu Abdülkadir-i Geylani hazretlerine getirip; "Oğlumun
kalbini size tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu azad edip, size
getirdim." dedi. Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı. Ona nefsin
istemediklerini yapmasını emretti. Tarikatta süluke başlattı. Bu şekilde
devam ederken, bir gün annesi çıka geldi. Oğlunu, az yemek ve uyumak
sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer halde buldu. Bu hal ona
dokundu. Çocuğunu bırakıp, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin yanına
girdi. Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu. "Efendim, siz burada
tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer." dedi. Şeyh bunu
duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillah!" yani
Allahü teâlânın izni ile kalk, diril! buyurdu. Tavuk hemen dirildi. Şeyh,
kadına hitaben; "Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin!"
buyurdu.


Ebü'l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:

Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve
huzurunda oturdum. Bana; "Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin,
sultanların minderinde oturacaksın." buyurdu. Aradan epeyce zaman
geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nureddin beni çağırıp yanına oturttu ve
evkaf bakanı yaptı. O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani
hazretlerinin o sözünü hatırlarım.


Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü. Abdülkadir Geylani
hazretleri buyurur ki:

"Kerametler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir. Kerametini
gizlemeyen dünyaya düşkündür. Bana talebe olan yahut evladımdan ve
halifelerime bağlı olup, keramet derecesine ulaşıp, maksatsız keramet
izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur."


Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine
gelmesine vesile olan pekçok sözü vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:


"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik
yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak
olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden
men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici
olması, âlim ve cesur olması."


"Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille
söylemektir."


"Büyük âlimlere tabi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan
çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz.
Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz,
ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele
Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız."


"Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden
birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş
olamaz."


"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi
mahzundur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki
kalbi mahzundur." buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi,
ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler.
Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini
anmakla meşguldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi
iledir."


"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul
etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya
düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol.
Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm
buyururlardı."


İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda:

"Mü'minin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra,
vacib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur. Farz
borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın,
sünnetleri kabul olmaz. Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resulullah
efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını
kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse,
kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul
etmez." Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de
kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz." buyurdu.


Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:

"Kötü arkadaşları terket. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile
olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber
ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hasıl olur. Bu
bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.


Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında
kötü zanna düşürür. Allahü teâlânın kitabının ve Resulünün sünnet-i
seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felah bulur kurtuluşa erersin."


Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri
olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin
düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi
Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında bulunan
nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen,
mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır.
Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de
ahiret için hazırlık yap."


Faydasız şeyleri bırakmak hususunda:

"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak.
Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle
uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında
dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir
hayat arama. Resul-i ekrem; "Hayat, ahiret hayatıdır" buyurdu."


İyi zan sahibi olmak hakkında:

"Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt.
Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen
âlimlere sor."


Dua hakkında:

"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben
istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra
istemeyeceğim." deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde
senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü
teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir
edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden
gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için
fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve
hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve
memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir
edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ
alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir. Hatta
borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada
borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.


Ahiret işlerini önce yapmak hususunda:

"Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce
ahireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için
harca. Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun kârı şeklinde yapma.
Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu
zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım
diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur
ve bitkin düşersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın.
Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva
ve isteğine hatta şeytana tabi olursun. Ahiretini dünyaya karşılık
satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Halbuki sen, nefsine
binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selamet yoluna sokmakla
emrolunmuşsun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen,
nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. İpini onun
eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda
dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın. Dünya ve ahiretini zarara soktun.
Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en
müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye
ulaşamadın. Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve
sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin
kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyaya rağbet
etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen,
Allahü teâlânın has kullarından olursun."


Yapılan nasihatı kabul etmek hakkında:

"Kardeşinin sana yaptığı nasihatı kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü
o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resul-i
ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır." buyurmuştur. Mümin, din kardeşine
yapmış olduğu nasihatlerde samimidir. Onun göremediği şeyleri bildirir.
Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya
aleyhinde olan şeyleri anlatır."


Acele etmemek hususunda:

"Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur.
Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet
etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek.
Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama
hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir."


Gaflet hakkında:

"Allahü teâlâdan hakkıyla haya ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız,
zayi olup gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak,
ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları
kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda
hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Halbuki Allahü teâlâyı
anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara,
Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur."


Allah için yapılmayan işler hakkında:

"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi
gülüyor, ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya
yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin.
Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer
bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve
Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için
yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve bayağı niyetlerin için
tövbe et.


İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da
bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı,
azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt.
Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin.
Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az
gülerdi. Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm
buyururlardı."


Allahü teâlânın sevgisinde samimiyetin nasıl belli olduğu hususunda:

"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve
musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve
sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor
demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye
delil ve alamet yapıldı. Birisi Peygamber efendimize; "Ben seni
seviyorum." deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla." buyurdu. Bir
başkası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum."
deyince; "Bela için elbise hazırla." buyurdu."


Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dair:

"Halinizden şikayette bulunmayın. Sabredin, feryat etmeyin. Doğruluk
üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde
bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima
ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz
etmeyin.


Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla
karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce
bu sabrın mükafatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla
meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allahü
teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle
beraberdir." buyuruyor (Bekara suresi: 153)


Hayatı fırsat bilmeye dair:

"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra
hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği
müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve
elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Dua etmeye
imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat
biliniz."


Kabir ziyaretine dair:

"Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler
yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir."


Günahlardan sakınmak hususunda:

"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber
efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine
düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve
hemen uçan sinek gibi görür." buyurdu."


Hasedin, Allahü teâlânın gazabına sebep olacağı hususunda:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve
başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu
senin imanını zayıflatır. Mevlanın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü
teâlânın gazabına uğratır. Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi
kimse nimetimin düşmanıdır," buyurdu." diye bildirmiştir. Resul-i ekrem
bir hadis-i şerifte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer."
buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset
ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı
haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği
şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse,
Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde
bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset
etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık
ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline
geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu
gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü
teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasip
olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.



Abdülkadir Geylani hazretlerinin yazmış olduğu pekçok kıymetli
eserlerinden bazıları: 1) Günyet-üt-Talibin, 2) Fütuh-ul-Gayb, 3) Feth-ur-
Rabbani, 4) Füyuzat-ı Rabbaniyye, 5) Hizb-ül-Besair, 6) Cila-ül-Hatır, 7)
El-Mevahib-ur-Rahmaniyye, 8) Yevakit-ül- Hikem, 9) Melfuzat-ı Geylani,
10) Divanu Gavsi'l A'zam'dır.

selcuklu

  • Ziyaretçi
Ynt: Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri
« Yanıtla #1 : 31 Ağustos 2010, 04:27:33 »
Allah razi olsun