Gönderen Konu: Gelenek İle Gelecek Arasında Bir Hayat: Çobanlar  (Okunma sayısı 4403 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Gelenek İle Gelecek Arasında Bir Hayat: Çobanlar
« : 05 Şubat 2015, 18:26:28 »

Gelenek İle Gelecek Arasında Bir Hayat: Çobanlar



Çobanlık kadim bir meslek, hem de peygamberler mesleği.
Coğrafyacılara göre yaylacılık faaliyeti, zoologlara göre hayvan yetiştiriciliği, sosyologlara göre bir hayat tarzı, tarihçilere göre göçebelik, siyasetnamelerde ise idarecilikti. Son günlerde çobanlığa bir de “sürü yöneticisi” payesi yakıştırılınca değerler tartışması başladı. Tartışma devam ederken biz de daha önemli bir soruyu gündeme aldık:
 “Gelenekteki çobanın hayat tarzı, kültürü, tecrübeleri ve kazançları geleceğe taşınabilecek mi?”

[ Ümit Yüksel ]


Dünya’nın her yerinde coğrafi şartlara ve şekillere göre hayvan tercih ediliyor. Coğrafyacılar, Türkiye arazisinin engebeli ve dağlık olduğundan, küçükbaş hayvancılığının daha uygun olduğunu söylüyorlar. Küçükbaş hayvancılığın ayakta kalabilmesi ise çobanlara bağlı. Çobanlar neden mi önemli, çünkü Anadolu’da kadim bir meslek ve tarihi bir geçmişe sahip. Elinde değneği, sırtında kepeneği ile dağları mesken tutmuş, dünyayı bir kıl çadıra sığdırmış, meraların ve ormanların yüzyıllardır gönüllü bekçiliğini yapmış çobanlar. Her ne kadar modern tarım ve hayvancılık tabirleri arasına sıkışsa da çobanların modası asla geçmeyecek. Prof. Dr. M. Akif Karslı “Hangi tür hayvancılık olursa olsun bunun %70’i yiyecek/ yem giderleridir.” tespitiyle çobanların gelecekteki yerine işaret ediyor.

Yüzyıllardır çobanlığı bir meslek olarak yapan bu coğrafyada gözler çobana kaydı. Tam bu esnada medyada ‘2-3 bin liraya çoban bulanamıyor’ haberleri de sıkça geçmeye başladı. Ancak diğer taraftan büyükbaşın temel yiyeceği olan saman da ithal ediliyordu. Bunun üzerine yem fiyatlarının artması da eklenince hayvancılığın geleceği üzerine konuşulmaya başlandı. Bunlardan en fazla, niçin konulduğu izah edilemeyen keçilere orman yasağının kalkması ve sürü yöneticiliği projesi göze çarptı. Lakin yüzyıllardır mesleğine devam eden çobanlar sadece birer sürü yöneticisi miydi? Sık sık duyduğumuz, “2-3 bin liraya çoban bulunamıyor.”, cümlesi sürünün varlığına mı delalet ediyordu yoksa çobanların azlığına mı? Çobanlardan evvel hayvancılığın durumu neydi?

Çobanın gözünden dünya

Türkiye’de büyükbaş hayvancılık için deli dana, tavukçuluk için kuş gribi, keçiler için orman yasağı en tehlikeli gelişmelerdi. Deli dana etkisi azalsa da 2010 yılının kurban bayramında yaşanan hayvan sıkıntısı unutulmadı. O gün büyükbaş ithali günü kurtarmıştı; ancak bu her zaman mümkün olabilecek mi?

Çobanlık, 6.000 yıl önce başlayan en eski mesleklerden biridir. Çobanlık bir meslek olarak günümüze kadar geldi. Lakin sürü yöneticisi adlandırması çobanın mana genişliğini daralttı. Çobanlık yüzyıllardır bir peygamber mesleği olarak
yapıldı. Peygamber mesleği denmesinin sebebi, insanlık tarihinin ilk çobanı Hazreti Adem’in oğlu Habil’dir. Hazreti Âdem, Kabil’e ekip biçmeyi, Habil’e de koyun, keçi, inek otlatıp çobanlık yapmasını öğretmiştir. Habil’in beslediği hayvanı Hazreti Allah için kesmesi kurbanın kabul edilmesi çobanın ihlaslı olmasındandır. Hemen hemen bütün peygamberler çobanlık yapmıştır.

Diğer taraftan çobanın lügatlerde “yöneticilik, sorumluluk” manasında yazılması çobanın idarecilik ve yöneticilik vasfını perçinlemiştir. Çoban kelimesinin dilde varlığını hissettirdiği devre ise Türklerin İslamiyeti kabülünden sonra 11. yüzyıldı. Çobanın ehemmiyeti kaynaklarda da kendini göstermişti. İşte bir kaç misal:

Ebu Mansur Es-Sealibi “Yönetilenlerin yöneticiye olan ihtiyacı, bedenin başa olan ihtiyacı gibidir. Eğer hükümdarlar olmasaydı insanlar birbirini yerdi. Tıpkı çoban olmayınca sürünün yırtıcı hayvanlar tarafından yenilmesi gibi..” Âdâbü’l-Mülûk: Yönetici ile yönetilen ruh-beden, beden-baş, çoban-sürü gibi semboller üzerinden anlatılmıştır.” Turtuşi: “İnsanlar yöneticisiz kaldıkları zaman, sudaki balık misaline dönerler ki büyük ve iri olanlar, hafif ve küçük olanları yutar.” Yusuf Has Hacip: “Halk koyun gibidir, bey onun çobanıdır; çoban koyunlara karşı merhametli olmalıdır. Kapıda birkaç aç kurt toplanmıştır, ey hükümdar çobanları iyice muhafaza altına al.” Çoban ve sürü sembolleri hakkında Er-Ravendi: “Çoban iyi olursa sürü de iyi olur, iyi insanlara adaletle hükümdar olunur.” Ancak çoban sürü için mi sürü çoban için mi vardır, mevzusu üzerine farklı fikirler beyan olunmuş. Sadi Şirazi: “Koyun çoban için değil, çoban koyunlara hizmet için vardır.” diyerek “Herkes güttüğünden mesuldür, sorumludur.” Hadisi şerifine telmih yapmıştır. Çobanların ve sürünün varlığı ise göçebe hayatta en öncelikli mevzu olmuştur.

Bir cağı kapatıp bir cağı açanlar çobanlardı

Göçebe hayat devamlı göç manasına geliyordu. Porf. Dr. Jozsef Deer, Macarlar üzerine yaptığı çalışmada bozkır hayatı için step kültürü tabirini kullanır. Tarihçilere göre her ne kadar Kavimler Göçü ile bir çağ açılıp kapansa da aslında bu step kültüründe sürüsüne ot bulmak isteyen çobanların göçü denilebilir. Zira step tarihi, eski bir Çin tarihçisinin dediği gibi, kadim çağlardan itibaren “su ve ot arayarak hicret eden” göçebe çobanlarının tarihi ile aynıdır diyebiliriz. Hayvan besleme ve çobanlık tamamen benzer mefhumlar değildir. Büyük sürülerin bir arada tutulması, otlakların tayini ve müdafaası, bedenî faaliyetten ziyade nezaret ve ileri görmeyi gerektirir. İnsanı idareye, emretmeye ve hâkimiyete hazırlar. Bu sahada teşekkül eden çoban medeniyeti, devamlı yer değiştirme olmadan gerçekleştirilemez. Stepteki iklim şartlarına bağlı olarak çobanın hayvanlarına gerekli şartları her zaman temin edebilmesi için göçebe çobanlığa/nomadlığa ihtiyacı vardır. Hayat tarzlarının merkezini ise at yetiştirme teşkil eder.

Selçuklu ve Osmanlılar’ın da temelinde çobanlar vardı

Stepte aşiret, oymak, boy için en önemli şey verimli meralara sahip olmaktı. Yaylak ve kışlaklar sürü için seçilirdi. Toplum göçebe olduğu için sürü, uğrunda savaşılacak ve gerektiğinde can verilecek kadar önemlidir. Bu derece önem
verilen hayvanları emin ellere teslim etmek lazımdı. Sürüleri korumak ve kollamak çobanın görevidir. Böyle bir görevi yerine getirecek çobanın da en az bağlı bulunduğu beyliğin veya devletin kahramanları kadar yiğit, güvenilir ve cesur olması şarttır.

Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nde göçebe toplulukların iskanı vardı. Ertuğrul Gazi liderliğindeki Kayı aşiretine kılıç hakkına karşılık Söğüt kışlak, Domaniç yaylak olarak verilmişti. Kayı aşireti 400 kadar çadırdan ibaretti. Bölgenin şartlarına en uygun olan hayvan ise keçi ve koyundu. Konar göçer hayatı ve çobanın ehemmiyetini tam anlamadan Osmanlı’nın coğrafi olarak dağlık bir bölgede nasıl cihanşümul bir devlet haline geldiğini anlamak zordu.

Anadolu Selçuklu Devleti’nden itibaren başta Türkmen (yörük) oymakları olmak üzere, yaylalardan, yılda bir kez; bazı yörelerde sürü başına, bazı yörelerde ise koyun ve keçi başına yaylak resmi ve kışlak resmi adı altında vergi alınmaktaydı. Hatta yaylak alanları ile kışlak alanları ve bunlar arasında gidilip dönülecek yollar, resmi tahrir defterlerinin ilgili sayfalarında gösterilirdi. Sınırların daralması göçebe hayatın iskana geçmesi demekti. Bir de buna 19. yüzyıldaki sanayi devri ilave edilince makineleşmenin artması, tarım alanlarının değerlendirilmesi iskanı mecbur kıldı. Bey, artık verimli meralardan ziyade fabrika kurulacak sahalar ve onun etrafında oluşacak şehirleri tasavvur ediyordu. Toplum mühendislerinin bakış açısına göre hayvancılık ve tarım toplumunun sanayi ve teknoloji toplumuna ayak uydurması lazımdı. Evrimci bakışa göre modern hayvancılık ve tarım kavramları çobanı ve göçerliği küçümsüyordu. Onlar ibtidai olarak kalmışlardı. Sanayi ve teknolojiye ayak uydurmalıydılar. Değişen ve gelişen tarihi seyirde iskan bir zorlama değil o zaman için mecburiydi. Anadolu’da ise çobanlık göçerlikle yan yana yürümeye devam ediyordu.

Kaybedilen topraklar çobanlığın sınırını da daralttı

1923 yılında kaybedilen topraklar ve çizilen sınırlar çoban açısından da hiç iyi olmamıştı. Karacadağ’da Göçebe Hayvancılık ve Göçerler üzerine çalışan Yrd.Doç.Dr. Taner Kılıç bu duruma temas etmiş. “Ülkeler arasındaki sınır değişiklikleri de göçebelerin mera alanlarını sınırlayabilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye-Suriye sınırının yeniden belirlenmesiyle, göçebe aşiretler daha güneye inememiştir. Göçebeler için mera sahalarının daralması felaket olarak görülmektedir. Osmanlı’nın sınırlarının daraltılmasıyla 1923 yılından itibaren yapılan anlaşmalarda İran, Irak ve Suriye sınırları karşılıklı olarak göçebe hareketlerine kapatıldı. Osmanlının yıkılmasıyla beraber göçerlerin yaylalarını en yakın köyü kamu malı haline getiren kanun ve karar çıkarıldı. Bütün bunlar meralarla beraber göçerlerin ve çobanların hakimiyet alanını daralttı.”

Yıl 1950: “Kışın Antalya Ovası’nda kalmış olan bir oymak, Beydağı eteklerindeki yaylasına göçüyor. Göç, arada mesafeler bırakılarak yapılmaktadır; toplu halde değil. Önde yirmi kadar inek ve öküzü götüren birkaç kişi, onların bazısı ata binmiştir, bazısı eşeğe… Arkada yayan gidenler de var: Kadın, erkek ve çocuk. Kucaklarında ekseriya bir bebek veya kuzu, keçi yavrusu taşıyan bu atlılardan başka, eşeklerin de heybesinden uzanan başlar görüyoruz.
Önüne otuzdan fazla davar katmış, elinde değnek, gayet vakarlı on altı yaşlarında bir çoban kızı. Vaziyete o derecede hâkim, gözlerinde nefsine güven, otomobile de, mantolu hanımlara da, beylerine de bakmadan bir yürüyor ki… Ne adımlarını şaşırıyor ne de surat ediyor. Tamamıyla kendi âleminde, dış tarafa kayıtsız, imparatoriçe edasiyle gidiyor. Bu halde ki haşmetinin tesiri ile hürmetle, tâzimle selâma duracağım geldi.”

Refik Halit’in çobanların göç tasviri 1950 yılında vuku buluyor. Yazının devamında ise memleket davasının bir kördüğümü: Yaylak ve kışlak, ormanların tahribi, konar göçerlerin barınma yahut iskanı ve hayvan neslinin bozulması sıralanıyor. Ne olduysa çobanlara yer bulunamaz olmuştu. 1959 yılında keçinin orman girmesi yasaklanır.

Sonun başlangıcı; çobanın ormandan çıkarılma entrikası

Keçinin ormana girmesinin yasaklaması demek, çobanın ormandan çıkarılması demekti. Bu yasağın niçin konulduğuna ya da keçinin ormana ne zararı olduğuna dair bir izahat konuşulmadı. Orta Anadolu’nun Karadeniz’e bakan bozkırlarında tiftik keçisi; Konya, Isparta ve Antalya üçgeninde Honam keçisi, Doğu Karadeniz’de Hemşin keçisinin ormana girmesi yarım asır yasaktı. Keçilerini satanlar, iskana tabi tutulanlar, şehre göçenler ve sürüsüz kalan çobanlar. Sarıkeçililer Derneği’nden Pervin Çoban Savran meselenin yıllardır takipçisi.

“Biz çobanlar ve keçiler çok iken orman daha çoktu. Keçi azaltıldığı sürece orman yok edilmeye bırakıldı. Hızlı bir şekilde keçi sayısı düşürüldü. Sadece keçi yok edilmedi, ormanlar yok edildi hem de insan eliyle.”

2013 yılında yasak kaldırılıp, yeni yasayla orman izni ve geçiş güzergahları Orman işletme Müdürlüklerine verildi. Lakin atalarından kalan göç güzergahlarının değiştirilmesi korkusunu yaşıyorlar.

Doğuda ise yaşanan terör olayları göçer hayatı bitme noktasına getirmiş, meraları koyun sürüsünden mahrum bırakmıştı. Çobanlar artık ormandan ve meradan uzaktı. Yıllardır hiçbir şey olmamış gibi çobanı tekrar sürünün başına geçirmek için sürü elemanı/yöneticiliği projesi üretildi.

Çoban, sadece hayvan mı yetiştirir?

2013 yılında çeşitli illerde uygulanan projeyle küçükbaş hayvan yetiştiriciliği artırılmaya çalışılacak, çobanlık bir meslek olarak aranan bir iş olacak, kısacası çobana sertifika verilecekti. Ne kadar başarılı olundu bilinmez; ancak bir gerçek var ki o da yıllardır çobanlık yapanların ne düşündüğü. “Çobanlar sürü yöneticiliği belgesini almak zorunda. Değilse göç ve geçiş izni verilmeme gibi tehlikeleri var. Çobanlar belgeyi almayı kabul ediyor. Ama eğitim merkezinde 45 günlük o eğitimi almak istemiyorlar. “Biz sürümüzü kime emanet edeceğiz, eğitim verecekler bize gelseler olmaz mı? O zaman bütün çobanlar zaten belgeyi alır. Dağda 24 saat yapılan bir iş için sadece şehirde eğitim vermek akla pek uygun gelmiyor.”

Çobanlığın sadece sertifika olmadığını Sarıkeçililer üzerine doktora çalışması yapan ve 2009 – 2011 yılları arasında sahada onlarla yaklaşık iki yıl kalan Antropolog Ayşe Hilal Tuztaş’ın çobana dair söyledikleri dikkate değerdi. “Çobanlığın pratiği beşikten, çocuklukta başlıyor. Çocuk daha anne sırtında keçi otlatmaya gidiyor. Beş yaşındaki çocuğa oğlağın annesini sorduğunda hangisine ait olduğunu biliyor. O yaşta sürünün içerisinde böyle bir hakimiyet var. Sürüyü çevirip gelebiliyor. 7-8 yaşlarında bunları yapabiliyor.”

Tabi bundan önce meralar ve yaylaların çobanların en önemli yeri olduğunun unutulmaması ve bu meselenin halledilmesi gerekiyor.

Çoban, geleceği olmayan bir meslek değil

Hayvancılık sadece çobanlar ve sürüden ibaret değildi. Şehirdeki sıkışık binalar ve ormanların şehirden kovuluşu en fazla çobanların dikkatini çekiyor. “Çobanların gözünden şehir nasıl görünür?” sorusuna bir çobanın verdiği cevap bakışını bize gösteriyor. “Sabah kalkıp baktığımda farklı ülkelerden göç edip ülkemize gelmiş, kaldırımlarda yatan insanları gördüm. Çobanları olmadığı için kurban bulup kesemediklerini düşündüm. Bir beldede kurban kesimi azalırsa orada felaketler artar. Onlara bakarak biz neyin peşindeyiz, nereye gidiyoruz diye düşünmek lazım.”
Çoban sadece keçi koyun gütmüyor, hayvan yetiştirmiyordu. Elinde değneği, sırtında kepeneği, kıl çadırıyla, belinde azık çıkını, önünde keçisi ve koyunu ile en önemlisi ayağı toprağa değen mütevazı bir hayat tarzını temsil ediyordu. Devamlı göç etmekle dünyanın faniliğini bu halleriyle belki de en iyi onlar anlatıyorlar. En azından soğuk ve sert bir kış gecesinde, ateş kenarında yastığa baş koyduğunda sürünün halini düşünen mesuliyet hissini her an omuzlardan hissedendi. Çobanlık göçüp giden, geleceği olmayan bir meslek değil, bir hayat tarzıydı. Çünkü onlar stres kelimesinden gayet uzakta yaşıyorlar.


Ümit YÜKSEL | 02 Şubat 2015 | http://insanvehayat.com/gelenek-ile-gelecek-arasinda-bir-hayat-cobanlar/


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Çobanlığın Pratiği Beşikten Başlıyor
« Yanıtla #1 : 11 Şubat 2015, 12:31:39 »
Çobanlığın Pratiği Beşikten Başlıyor



Doktora çalışmasını Sarıkeçililer üzerine yapan ve 2009-2011 yılları arasında konargöçer hayatı yaşayan antropolog Ayşe Hilal Tuztaş Horzumlu ile çoban, konargöçer hayat tarzı ve keçiler hakkında konuştuk.

Çoban kimdir ve nasıl çoban olunur?

Sarıkeçililerin hayatında herkes çoban, 7/24 hayvancılık ile uğraşıyorlar. Çobanlığın pratiği beşikten başlıyor. Çocuk, anne sırtında keçi otlatmaya gidiyor. Beş yaşındaki çocuğa bir oğlağın annesi sorulduğunda, keçinin hangisi olduğunu ismini biliyor.

O yaşta dahi sürünün içerisinde böyle bir hâkimiyet var. Sürüyü çevirip gelebiliyor. 7-8 yaşlarında artık tek başına iş yapabiliyor.15-16 yaşına geldiğinde ise sürüyü tek başına idare edebiliyor.

Sürü yöneticiliği ile yeni çobanlar yetiştirilmeye çalışılıyor, sizce mümkün mü?

Çoban sürüsünü başkasına emanet etmez. Sürü yöneticiliği, birkaç sürüye bakan çobanlara yönelik düzenlenmiş, daha çok ticari amaçlı bir sertifika olarak görülebilir. Bu göçerlerin hayatına uymuyor. Ancak köylerde sürüler birleştiriliyor, başına bir çoban gerekiyor, bu duruma daha uygun. Sürü yöneticiliği sertifikasını, herkes alabilir. Ancak bu çoban olduğu anlamına gelmez.

İnsanlar şehirde asgari ücrete 800-900 liraya çalışıyor yine de çobanlığı tercih etmiyor. İnsanlar niye çobanlık yapmak istemiyorlar?

Mesele çobanlık yapamamaktan ziyade daha çok sorumluluk almayı istememekle alakalı. Çünkü 200-300 hayvanlı bir sürünün mesuliyetini almak kolay değil. Çobanlık 7-15 yaş arasında tecrübe ve gözlem ile öğrenilen bir meslek. Sürüyü tanımadan ona çobanlık yapmak zor ve hayvanların kaybı durumunda ‘sahibine nasıl hesap vereceğim’ sorusu insanları düşündürüyor. Çoban sadece hayvan yetiştiriciliği olarak görülmemeli, çoban sürünün her şeyine hâkim bir kumandan gibi düşünülmeli.

Biraz abartıyor muyuz, neticede koyun ve keçiden bahsediyoruz?

Hayır abartmıyoruz. Çoban her şartta sürüsüne hakim olmak zorunda. Çekirdekten yetişen bir çobanın beş duyu hâkimiyeti çok iyi gelişmiştir. Hayvan isimleri bir yana 1000 keçilik bir sürünün takibini yapabilir. Hatta bir kurt saldırısı sırasında keçinin bağırmasından onun hangi keçi olduğunu tahmin edebiliyor. Göçerler, çobanlığı informal eğitim şeklinde pratik yaparak, sürünün içinde öğreniyor. Çocuk 7-8 yaşında çobanın yanında sürü otlatmaya gidiyor. Babası bir şey söylüyor aklında kalıyor, sürüdeki hayvanların hareketlerini de devamlı gözlemliyor. Geçmişte yaşanılan olaylardan, hikâyelerden duydukları da bir hafıza oluşturuyor. Öğrendiği ve gördüğü şeyi hemen her gün uygulayabiliyor. Üst üste biriken bu bilgi sayesinde çobanlık eğitimini farkında olmadan almış oluyor. 15 yaşına geldiğinde bir sürüyü tek başına idare edebilecek duruma geliyor. Yörükler veya göçerler sürüyü idare edemeyene iş mi verilir, devlet mi teslim edilir derler. Bu durumda 15 yaşında bir genç bunu yerine getirmiş olabiliyor.

Çobanlığa bu kadar erken başlayan birinin eğitim hayatı ne oluyor?

Aileler göçe çıktıkları zaman bırakacak yerleri olmadığından çocuklarını okuldan almak zorunda kalıyorlar. Bu durumda çocuklar, 3-4 ay okulda verilen eğitimden uzak kalmış oluyorlar.

Bu durumu yaşamamak için göçerler çocuklarını tanıdıklarının yanına, eşe, dosta bırakıyorlar.

O zaman da çocuklar ailelerinden uzakta rahat edemiyorlar.

400-500 kilometrelik göçe katılmış biri olarak güzergâh boyunca çobanlara bakışı nasıl gözlemlediniz?

Aslında köylüler göçerlerden, göçerler de köylülerden istifade ediyorlar. Mersin Bozyazı’dan Konya Seydişehir’e kadar 60 gün süren bir göç sırasında yörüklerin konak/konalga dedikleri yerler genelde köy sınırlarına yakın olur. Eğer o
konalganın bulunduğu köyde muhtar, göçerlerin konaklamasını istemezse bir sonraki konalgaya yürümek zorundalar. Diğer köy de istemezse yine yürümek mecburiyetindeler.

Osmanlılar devrinde bir yörüğün aynı yerde en fazla 3 gün konaklama hakkı varmış. Şimdilerde ise bu karar muhtarların insafına kalmış durumda. Yörük bir yerde fazla kalırsa muhtar ya gitmesini ya da köye para vermesini istiyor. Ancak yörük her konalgada para öderse, nasıl geçinir bunun hesabını kimse yapmıyor açıkçası. Herkes kendi açısından değerlendiriyor, empati yapmıyor.

Köylülerle göçerler arasında problem oluyor mu?

1850’li yıllarda ve sonrasında yapılan arazi kanunnameleri ile bütün meralar köy sınırlarına dahil edilmiş ve göçerler meralar için otlak parası ödemeye mecbur bırakılmış. Günümüzde ise mera alanları gittikçe daralıyor bu durumda rekabet doğuruyor. Muhtarlar da merayı açık artırma yöntemi ile en yüksek parayı teklif edene veriyor.

Son zamanlarda konuşulan göçebelerin iskânı meselesi var.

İskân stratejisi göçerlerde iki yönlü devam ediyor. Bazıları iskâna meylediyorlar. Sebebi ise eğitim ve sağlık. 1980’lerde Karaman’da 22 blok 88 hak sahibi köy tipi yerleşmeden ziyade sadece ev tipi yerleşime tabi tutuluyorlar. Ancak iskân olanların aklı dağda kalıyor. Bozkırın ortasında iş bulup gelir elde edemiyorlar, yerleşirken sattıkları hayvanların parası da bir iki yılda bitiyor. Ayrıca hayat tarzları da bozuluyor.“Televizyon karşısında, evi beklemekten başka bir şey yaptığımız yok.” diyorlar.

Şayet iskan olur da göç biterse çobanlık da biter mi?

Sarıkeçililerde aile hep birlikte göçüyor.

Sürü yöneticiliği denilen ticari çobanlık da ise sadeceçoban göç ediyor. Göçer ise evini yanına alarak mekan değiştiriyor. Türkiye yüzölçümü küçük bir ülke değil. Herkese yetecek kadar alan var. Gerekli düzenlemelerle göçerlere de, çobanlara da yetecek alan bulmak zor olmasa gerek. Diğer önemli bir konu da göçerliğin sonlanmasının kıl keçinin ırkının kaybolması anlamına da gelebileceği. Unutulmaması gerekir ki keçinin bu şartlarda yaşayabilmesi göçerliğin varlığına bağlı.


Haber Merkezi | 02 Şubat 2015 | http://insanvehayat.com/cobanligin-pratigi-besikten-basliyor/

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kendi Günahımızı Keçiye Yüklemeyelim
« Yanıtla #2 : 11 Şubat 2015, 12:36:13 »
Kendi Günahımızı Keçiye Yüklemeyelim


Sarıkeçililer, kışın Aydıncık, Bozyazı, Silifke, Erdemli gibi yerlerde kışlıyorlar. Sürülerle beraber Nisan ayında Bozkır, Hadim, Taşkent, Çumra, Seydişehir, Ermenek, Başyayla gibi yaylara 400500 km’den sonra varıyorlar. “1000 yıldır yazılı bir kanunumuz yok ama kadimden gelen bir hakkımız var.” diyen Sarıkeçililer yarım asra yakın orman yasağına maruz kalan keçileri için böyle söylüyor. Konar göçer hayattan, keçilerin aşılanmasına, çobanların önündeki engellere, 2003 yılından beri göçerlerin meselelerini takip eden ve dillendiren Pervin Çoban Savran’a sorduk.

Keçi ormana gerçekten zarar verdi mi?

Yıllardır denildi ki kıl keçisi ormana zarar veriyor. Zarar vermediğini ispat ettik. 2008’de Adana’da Orman Genel Müdürlüğünün de dahil olduğu kıl keçisinin ormana zararının azaltılması paneli yapıldı. Raporlar sunduk. Biz çobanlar ve keçiler çok iken orman daha çoktu. Keçi azaltıldığı sürece orman yok edilmeye bırakıldı. Hızlı bir şekilde keçi sayısı düşürüldü, sadece keçi yok edilmedi. Ormanlar yok edildi hem de insan eliyle. Ortada büyük bir günah vardı, çobanlarda da keçi vardı. O günahı bizdeki keçi ile birleştirip çobanlara yüklediler.

Orman probleminden başka çobanın önünde engel var mı?

Üç önemli problemimiz daha var. Küpeleme, ilaç ve 2012 yılında otlatma planı adında çıkan torba yasa. Eskiden otlatma bedeli olarak muhtarlara 3-5 bin lira veriyorduk. Otlatma planı yetkisi o bölgedeki orman şeflerine verildi. Ancak binlerce yıldır yerli halk/köylü çobanların sürüsünü otlatma karşılığında ve geçiş güzergâhlarında verdiği otlatma parasına alışmıştı. O parayı köylüye vermeyince bu defa da rıza göstermiyorlar. Onlar razı olmayınca da orman şefliği izin veremiyor. Para vermeyince de yerli halk “Bizim rızamız yok, buraya yerleşemezler” diye karşı çıkıyorlar. Biz arada kalıyoruz.

İlaçlamadan neden şikayet ediyorsunuz?

2013 Aralık ayında Aydıncık ilçesinde düzenlenen büyük bir panelde Anadolu’da kıl keçisinin geleceği üzerinden aşı meselesi hakkında bir çalışma yaptık ve bu tartışıldı. Devamlı aşı yapılması sürü sahiplerine dayatılıyor. Aşılar çoğu kere yavru ölümleri, sütte bozulmalar ve morarmalar gibi yan etkilere sebep oluyor. Bir de ilaç ilacı istiyor.

Irkların ıslahı konusu

Honamlı kıl keçisi yerine süt verimi yüksek İsveç menşeili Saneen keçi ırkı, teşvik mahiyetinde yerleşik hayata geçen göçerlere verildi ve denendi. İthal ırk, yerli ırk Honamlı keçisine göre sütü daha tuzlu ve çabuk bozulabiliyor. Bir de ilaç sektörüne bağlı bir keçi olduğu için tercih edilmedi. Biz göçerler için ise bu ırkın yola dayanaklı olmadığını gördük.

Bu işten maişetinizi temin edebiliyor musunuz?

Garip bir durum ki, keçi az olmasına rağmen para etmiyor. Çobanın sermayesi
elindeki değneği, önündeki sürüsüdür. Kurban Bayramında sattığımız da para etmiyor. Kaçak et ve hayvancılık bizi can damarımızdan vuruyor. Herkes hayvancılığı bir çoban meselesi olarak görüyor. Mesele hayvancılıktan da derin; sağlıklı et ve Türkiye ekonomisi, demektir.

Siz ucuz diyorsunuz ama alıcı da pahalı diye almıyor

Çoban ve sürüleri kendimizden uzaklaştırdıkça sağlıktan koptuğumuzun farkında değiliz. Pahalı diyenler, işin sağlık yönünü unutuyorlar. Bugün çoğu kimse sağlıklı, doğal süt ve etten mahrum büyüyor. İşin enteresan tarafı biz 45-50 kilogramlık bir keçiyi çok ucuza 300-400 liraya verirken kimse de bu fiyata alıp kesmiyor. Pahalı mı, değil. Ancak insanlar sağlıksız ucuz ete alıştırılmış. Bir de keçi sütü anne sütü ile eş değer deniliyor. Ancak bir taraftan da yerli Anadolu ırkı keçi yok edilip süt verimi yüksek ama aromatik değeri düşük çiftlik keçilerinin süt ürünlerini satmanın ikilemi var. Belki buna işin doğallıktan çıkarılıp ticarileşmesi diyebiliriz.

Sarıkeçililer son zamanlarda gündeme çok geliyor

Aslında göz önünde olmak istemiyoruz. Çobanlığa ve göçerliğe malzeme gözüyle bakılmaması lazım. Siyasileşen her şey itibarsızlaşıyor. Çobanın gerçek gündemi arka planda kalıyor. Ulusal ve uluslararası hibe kaynaklar ve projeler geliyor. Biz çobanlar için kendi ayaklarımızın üzerinde durmak en doğrusu.

Cobancılık bitti gibi bir başlı atsak..

Son Göçerler, diye bir başlık atıldı bizim için. Ona karşıyız. Dünya duruncaya kadar göçeceğiz. Duamızda hep bunu diyoruz. Çobanlık bitti, cümlesini duymak isteyen ve bunu o kadar bekleyenler var. Siz buna alet olmayın, derim…


Haber Merkezi | 02 Şubat 2015 | http://insanvehayat.com/kendi-gunahimizi-keciye-yuklemeyelim/