Gönderen Konu: Gençliği Bekleyen Tehlikeler - Nasıl Bir Gençlik Olmalı?  (Okunma sayısı 8439 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Gençliği Bekleyen Tehlikeler - Nasıl Bir Gençlik Olmalı?

Günümüz toplumlarında gençler, dünyanın hızla değişiyor olması ileri sürülerek, modern, çağdaş, cesur ve özgür olmak adına ahlaksızlığa özendiriliyorlar. İnsanların bir zamanlar konuşmaya dahi çekindikleri bazı konuların, bugün toplumda ‘olağan’ kabul edilmesi bunun çok açık delilidir.

Televizyonlarda, gazete ve dergilerde yasadışı yollarla servet sahibi olmuş kişiler, eşcinseller hızlı ve çılgın olarak lanse edilse de gerçekte sapkın bir yaşam sürenler; cesur, çağdaş ve modern insanlar olarak tanıtılır ve yaşamlarına özendirilmeye çalışılır.

Yüce Allah’tan ve din ahlakından uzak yaşayan kimseler, dünya hayatları boyunca hep daha fazla şey elde etme hırsı içinde yaşarlar. Ve etraflarındaki insanlara da Allah'ın sınırlarını tanımadan yaşamaları yönünde telkinlerde bulunurlar.

Kur’an da, ahirete ve hesap gününe inanmayan bu kişilerin günah konusunda da sınır tanımadıklarına, "O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, 'sınır tanımaz, saldırgan', günahkar olandan başkası yalanlamaz." (Mutaffifin Suresi, 10–12) ayetiyle dikkat çeker.

Çok okunan bir gazeteden birkaç başlık örnek vermek istiyorum. Gazetenin adını vermeyeceğim.
Tarih: 10/07/2011

“Sarışın Baterist Büyülüyor”, “Frikikleri Etkiledi”, “Çekicilik Detaylarda Gizlidir”, “Güzelliğimi Neden Saklayayım?, “Rol Arkadaşına Aşık Oldu”, “Aşk Getiren Bayramlaşma!”…

Bu başlıklar, söz konusu gazetenin magazin gazetesi olduğu yönünde sizi yanıltmasın. Basında güven kazanmış ciddi bir gazetenin internet sayfasıdır alıntı yaptığım başlıklar; dahası, ana sayfasıdır.

Gençliği nereye sürüklediklerinin farkında değillermiş gibi aynı gazeteler, bir başka gün ise “gençlik nereye gidiyor?” şeklinde başlık atabilirler. Evlilik dışı ilişkileri, sorumsuzca yaşamayı ve uyuşturucu kullanan ünlüleri yıllar boyu örnek gösterip, gençleri özendirirler. Toplumda cahil olan kesimler de bu kişileri kendilerine örnek alıp, giyimlerini, yaşam felsefelerini, konuşma tarzlarını taklit ederler. Oysa özendikleri bu kişiler genellikle ruhsal çöküntü içindeki cahil kimselerdir. Ancak birçok insan aklını kullanmaz ve bu gerçeği göremez.

"Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?" (Kasas Suresi, 60)

Allah’a karşı kulluk bilinci içinde olmayan insanlar, giderek sınır tanımayan, aşırı ve ahlaksız davranışlardan çekinmeyen, nefislerinin bencil tutkularının ardı sıra yaşayan bir görüşe sahip olurlar. Bu yüzden dinsizlik, ahlaki bozulmanın en önemli nedenidir. Darwinist bilim adamı William Provine'in “hiçbir 'daimi ahlaki kanun' ve 'mutlak yol gösterici prensip' olmadığı şeklindeki sözleri de, dinsizliğin ahlak üzerindeki bozucu etkilerine önemli bir örnektir.

Günümüzde pek çok genç amaçsız ve umursuzca, adeta bir boşluk içerisinde yaşar. Pek çoğunun başlarındaki yöneticilerden, ülkenin savunmasından, eğitim, hukuk ve sosyal sistemlerinden haberleri dahi yoktur. Kendi ülkelerindeki gelişmelerden haberi olmayan söz konusu gençler, doğal olarak dünyada yaşanan olayların da pek çoğunu bilmez, bilimsel gelişmeleri takip etmezler.
Kendi aralarındaki konuşmalar; kız ve erkek arkadaşları, okulda ya da mahalledeki olaylar, izledikleri filmler, ‘takıldıkları’ kafeler, giysileri ve markaları gibi konulardır. ‘En büyük idealleri’ de ya ünlü bir film oyuncusu ya da popüler bir müzik grubunun bir üyesi gibi olabilmektir.

Amaçsız yaşayan bu gençler, kendilerini geliştirmek için bilimsel ya da belirli görüşlere ilişkin kitaplar okumazlar. Kendileri belli bir fikre sahip olmadıkları için, daha güzel ve etkileyici konuşmayı da düşünmezler. Zaten hiçbir fikir ve dünya görüşünden haberdar değildirler.

Dünya üzerinde ‘batıl’ ve insanlık için ‘zararlı’ olan birçok fikir ve felsefi akım vardır. Tüm bu görüşleri savunan insanların sayısı oldukça fazladır. Pek çok genç, insanlığa zararlı düşüncelerin tehlikesinin farkına bile varamayacak kadar ‘boş’ ve ‘tuzağa’ düşecek durumdadır; farkına varsa dahi bu tehlikeyi umursamaz. Yakalanacağı tuzağa karşı akılcı bir şekilde karşı koyacak bilince zaten sahip değildir.

Oysa gençlik çağı, din ahlakına en iyi hizmet edilebilecek, Allah yolunda ciddi çaba gösterilebilecek, açık zihinle derin düşünülebilecek çok değerli yaşam dilimidir.

İnsan, ön yargılarını kırıp yaşamını gerçekçi düşünmelidir. Zaman çok hızlı geçmektedir ve dünya hayatında geçen her gün insanı yaşlılığa biraz daha yaklaştırmaktadır. Yaşlılık dönemi ise, “Allah, sizi bir zaftan yarattı, sonra (bu) zafın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir zaf ve yaşlılık verdi...” (Rum Suresi, 54) ayetiyle bildirildiği gibi insanın zayıf olduğu dönemlerdir. Allah, yaşlılık döneminde insanda eksiklikler yaratarak, dünyanın geçiciliğini hatırlatmaktadır. Dünyadaki eksiklikler de görebilenler için, gerçek yurt olan cennete olan özlemi artırmaktadır. Bu nedenle iman eden gençler, Allah yolunda gereği gibi kulluk edebilmeyi sağlayacak gücü veren Allah´a şükretmelidirler.

İçinde yaşadığımız dönem, Kur’an ahlakının öğrenilmesine/öğretilmesine en fazla ihtiyaç duyulan dönemdir. Bu döneme en büyük katkıyı sağlayacak kişiler, özellikle, imanı kalbine yerleştirmiş gençlerdir. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin ve onlarla birlikte mücadele eden müminlerin de çoğunluğunu gençler oluşturuyordu.

Gençler, okuyan, araştıran, derin düşünen, akıl sahibi, vicdanlı, dürüst, Allah korkusunu içinde taşıyan insanlara özendirilmeli ve toplumda ahlâksızlıklar yerilmelidir. Genç zihinler, boş konular yerine hem kendilerine hem de çevrelerine ve topluma yarar sağlayacak konularla meşgul olmalıdır. Böylece gençler doğruları araştıran ve bulabilen kişiler olacaklardır. Çevrelerine dinsizliğin getirdiği önyargılarla değil, Kur’an penceresinden bakacak ve yaşamlarının amacını fark edebileceklerdir. Allah'ın sonsuz gücünü ve O'na karşı sorumluluklarını kavradıklarında da, güzel ahlâkı yaşayabileceklerdir. Yaşamının merkezine Rabb’inin rızasını yerleştiren, bunun için çaba gösteren kulunu Allah sevip ondan razı olduğunda, o insan dünyanın en büyük gücü haline gelecektir.



Fuat Türker

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Gençliği Bekleyen Tehlikeler - Nasıl Bir Gençlik Olmalı?
« Yanıtla #1 : 02 Mayıs 2012, 23:53:24 »
Bana göre, ayrıntılar, biçimler, metot figürleri falan değil; temel değerlendirmelerimiz yanlış.

Önce şunu tespit etmeliyiz: Lise müfredatı, “bilgi” olarak, üniversite için ne ifade ediyor? Bir öğrenci tıp okuyacaksa, giriş sınavında sorduğunuz matematik, kimya, fizik sorularıyla ilgili bilgileri çok iyi bilmek durumunda mıdır? Çok iyi bilmiyor ise, tıp eğitimini sürdüremez mi? Bu soruyu, her fakülte için, çeşitli bilgi dallarıyla ilgili olarak sorabiliriz. Doğrusu şudur: Üniversite eğitimi için, sadece temel kavramlara yeteri kadar aşina olmak yeterlidir. Hem gereklidir, hem yeterlidir.

İktisatta matematik, hukukta ve sosyal branşlarda olduğundan daha önceliklidir. Buna rağmen, matematik nosyonu olan, ama matematiğin teknik teferruatını pek bilmeyen biri, rahatlıkla iktisat okuyabilir.

Öyle ise, biz eleme değerlendirmesini, müfredat mantığıyla değil, düşünce kriterlerine göre yapmalıyız. “Bu bilgilere sahipsin. Normal olarak herkesin sahip olması gerekir. Ben senin bu bilgilere dayanarak, yani o asgari bilgi çerçevesinde, aklını beynini nasıl kullanabildiğini ölçeceğim” demeliyiz. Çünkü gencin yarınlarını o yeteneği belirleyecektir; üniversitede de, sonrasında da. Bizim matematik hocamız derdi ki: “Trigonometri, elips, analitik, vs. Ben sizi birkaç düzlem geometri problemi ile birkaç cebir sorusuyla, miligramınıza kadar ölçerim. Ne olduğunuzu değil, ne olabileceğinizi de belirlerim.” Doğru söylüyordu. Seçeceksek, kafası yüklü olanları değil, kafası güçlü olanları seçelim. Şunu da unutmayalım: Özellikli zekalar, bu tür yüklemelerden ve bunaltıcı egzersiz çözümlerinin hamallığından hoşlanmaz. Aslında biz seçimi tersinden uyguluyoruz! Basite indireyim, ironik bedele katlanma pahasına da olsa, bir tarafını şöyle açıvereyim:

Milli Takım’a oyuncu seçerken, topu ayağında 150 defa sektirenleri, kafasında 50 defa zıplatanları alsak; nasıl karşılarsınız? Şimdiki eleme sınavları aynen odur! Ne insan böyle değerlendirilir, ne öğrenci. Zeka testlerine vurgu yapıyor değilim, aman öyle anlaşılmasın! Bizde zeka testleri dahi egzersiz ezberciliğine dayanır.

Prof. Hüseyin Nail Kubalı, kendi eseri olduğu halde ders kitabına sınavda önem vermezdi. İstersen kitap yanında dursun, istersen açıp bakabilirsin de! Ama onun sorduğu soru, ancak senin aklında beyninle, “tahlil-terkip-ihata” gücünle cevaplandırılabilecek sorudur. Bunu her dalda ve derste uygulamak mümkündür. “Zor soru” diye bir şey olmaz. Bazı sorular basittir; ama külfetlidir. Bu gibi sınavlar için, hemen saatimi çıkarıp sıranın üstüne koyardım. Hamaliye sorusu; bir sürü işlem lazım, bütün sıkıntı vakitle ilgili! Külfetlisi değil, “seviyelisi” önemlidir sorunun. Adam başını ellerinin arasına alsın, bakıp bakıp güzel düşünsün, sonra başlasın ve bitirsin.

Bunun yolu yok mu? Pekala vardır. Tespiti ve teşhisi yapılmış değil ki, uygulaması aranıp belirlensin. “Üniversite mezununa iş yok” mu doğrudur, “Üniversite mezunu bir işe göre yetiştirilmemiş” mi doğrudur? Haklı olarak yerleşmiş bir kanaat var; bu kanaat yüzünden mezunlar, “aksi sabit olmadıkça boştur” uygulamasına maruz bırakılıyorlar. En küçük bir iş için bile diploma yetmiyor, çeşitli ek sınavlar uygulanıyor. Bu dram, meselenin başlangıcındaki hata sebeplerinin doğal sonucudur. Bugün sıradanlık bir meziyet oldu, diploma da onun bile gerisinde kalmamanın belgesi haline geldi. “Herhalde bir yeri bitirdin.” “Bir yeri bitir de.” tekerlemeleri herkesin malumu. Eğitimdeki seçim böyle olunca, siyasetteki seçim de, her türlü seçim de, derin zaaflara uğradı. Aradaki bağlantı, “meselenin ciddiyetini anlamadan meselenin vahametiyle karşılaşma” gibi bir hayret halini de kötümserlikle dokunmuş bir acziyet örtüsü gibi üstümüze serdi.

Sebepler, kendilerinin düzeltilmesini engelleyen sonuçları, en ileri safhada üretirler. Eğitimde başımıza gelen budur. Yanlış sorular varmış. Asıl yanlış olan, o sınavın kendisi. … Bizim başöğretmenimiz öğretmen arkadaşlarına şöyle derdi: “İlkokul öğretmenisiniz; ama devlet adamı yetiştirmek gibi bir gayretiniz de olmalı! Onların ilkokul öğretmenleri sizin dışınızda değil!”

Ah eğitim, ah!
Ahmet selim

mazhar

  • Ziyaretçi
Evlen(e) meyen gençlerin hali ne olacak?..
« Yanıtla #2 : 18 Haziran 2013, 22:54:22 »
Evlen(e) meyen gençlerin hali ne olacak?..

Evlenmeyen veya evlenemeyen gençlerin oranı böyle devam ederse, gelecekte Türkiye’nin sorunlarına “yeni bir sorun” daha eklenecekmiş gibi görünüyor.
Aile sorunlarının çoğalmasıyla birlikte, evlenme yaşının  giderek yükseldiğini hepimiz gözlemliyoruz.
Türkiye’de evlilik yaşı 40′a dayandı.


Aslında her genç kadın ve erkeğin rüyasıdır ”mutlu bir yuva kurmak ama” hayat şartlarının akışına kapılan geçler, “beklentileri ve bencillikleri”  yüzünden, farkında olmadan “yalnızlığın” içine itiliyorlar.

Ekonomik ve eğitim düzeyinin yükselmesi, “kadınları sosyal güvence” arayışına sürüklerken, ”erkeleri de sorumsuz özgürlüğe” doğru itiyor.

Bu algılama dürtüsü haliyle evlilik yaşını da yükseltiyor.

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün ve diğer kurumların yaptıkları araştırmalara göre, ülkemizde “sosyo-kültürel şartların” değişimiyle birlikte evlenmeyen kadın ve erkeklerin sayısında büyük artışlar gözlenmektedir.

***

Günümüz gençliği, internetten ve sanal âlemden başını kaldırıp etrafını göremiyor.

Televizyon dizilerinde, kadın-erkek ilişkilerinde beraber olma, aldatma öylesine işleniyor ki adeta hayatın meşru bir parçası imiş gibi veriliyor. Sanki her şey çok normalmiş gibi…

 Gençliğin büyük kısmı boşlukta olunca, dizilerde işlenen bu tür konular rahatlıkla “bilinçaltına ve zihinlere” yerleşiyor.

Günümüzde evlilik öncesi her şey denendiğinden, “evlenmeye ihtiyaç” kalmıyor.

Modern hayatın cazibesi ve sınırsız ilişkilerin zevki, gençlerin hayatlarında bir bakıma belirleyici oluyor.

Televizyonlarda, moda gösterilerinde ve topluma sunulan lüks yaşam tarzlarındaki beklentiler, geçlerin “evlilik umutlarını” alıp götürüyor.

Böylesine yoğun akımların etkisinde kalan geçlerin istekleri ve beklentileri haliyle değişiyor.

Tabi, yaş ilerledikçe de, “beğeniler ve beklentiler” de çoğalıyor.

“Daha iyisini bulurum” umudu ile devam eden bekleyişler, “zamanı ve umutları” da alıp götürüyor.

***

Kızların ve erkelerin evlenmeme nedenlerinden biri de, “tahsil hayatı ve kariyer edinme” süreci olarak belirtiliyor.

Eskiden gençleri evlenmeye teşvik eden “akîl insanlar” vardı.

Günümüzde bu insanların olmadığını bir yana bırakalım.

 Evliliği ve aileyi, hayatın önünde bir engelmiş gibi gösterenler çoğaldı.

Bilimsel araştırmalara göre, erken yaşta evlenen ve eksik ihtiyaçlarla evlilik yapan gençler, birbirlerine daha iyi “uyum” sağladıkları tespit edilmiş.

Zorlukları ve çileleri birlikte göğüslediklerinden “birbirlerine bağlanma yönleri” daha fazla oluyormuş.

İlerlemiş yaşlarda yapılan evliliklerde ise, “eşlerin uyumu” daha zor oluyormuş.

Sebebi ise, “beklentilerinin çok olması ve daha seçici olmalarından” kaynaklanıyormuş.

Nedenlerinin başında, kadın ve erkek, en küçük bir olayı sorun yapmalarıymış.

Sehpanın üstündeki tozdan tutun da yemeğin tuzuna kadar her şey sorun olabiliyormuş.

Bunların yanında esas sorun, “sağlık açısından” oluyormuş.

İlerlemiş yaşlarda yapılan evliliklerde, “hormonal düzensizlikler ve doğurganlık durumu” çok ayrı bir sorun...

***

Kadınların ”evlilik ve gelecekle” ilgili yaklaşımlarında;

İş hayatına atılma,

Kariyer kazanma,

Erkelerle eşit olma,

Erkelere meydan okuma,

Ekonomik özgürlüğe kavuşma,

İş hayatında başarılı olma,

Tutuğunu koparma gibi yaklaşım ve söylemler, kadınların evlenme şansını artıracağı yerde bilakis daha da azaltıyor. 

Bu gerekçeler yanında, “kadın ve erkek açısından” olaya bakacak olursak şu sıralamaları yapabiliriz;

Evlenme ve sorumluluk korkusu,
Güvenilirliğin ve dürüstlüğün azalması, 
Kadın hakları savunuculuğunun erkek düşmanlığına dönüşmesi,
 Özgür ve serbest yaşama isteğinin sınırsızlaşması,
 Ahlaki değerlerin zayıflaması,
Burcuna uygun eş bulamaması,
Elektrik alamaması,
 Müstehcenliğin ileri boyutlara ulaşması,
 Gençlerin birbirlerine karşı ön yargıları gibi gerekçeler, evlilik yaşını geciktiriyor.
Uzmanlara göre geç kurulan yuvalar, “huzur ve mutluluk” yerine sıkıntı getiriyor.
İstatistikler de bunu kanıtlıyor, 30 yaş üstü evliliklerde “boşanma oranlarının” daha yüksek olması bunu ortaya koyuyor.

 
Mustafa K. Topaloğlu. Milli Gazete