Gönderen Konu: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz  (Okunma sayısı 60466 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
GDO'lu gıdaları yıllardır yiyoruz!
« Yanıtla #15 : 17 Kasım 2009, 21:08:25 »

GDO�yu böyle ateşli tartışmaya yeni başladık. Oysa yıllardır GDO�lu ürünleri tüketiyoruz...

Çünkü Türkiye�de GDO�lu ürün ithali geçen aya kadar kontrolsüzdü. Hükümetler ithalatı başıboş bıraktı. Yasal boşluklardan dolayı en geri Afrika ülkesinde bile ender görülen bir laçkalıkla halka yıllarca GDO�lu gıdalar yedirildi!

ABD�de ilk ekildiği 1996�dan bu yana milyonlarca ton GDO�lu gıda ve hayvan yemi kontrolsüz olarak Türkiye�ye ithal edildi. Bunların çevreye, insan ve hayvan sağlığına etkisi konusunda hiçbir bilgi yok. İthal edilen ürünler arasında bu konuda dünyanın en liberal ülkesi olan ABD�de bile yetkili makamlardan izin almadan ekilen GDO�lar olabilir. Bunlar bebek mamalarına bile girmiş olabilir.

Genetiği ile oynanmış pamuktan üretilmiş giysiler giyiyor olabilirsiniz. Genetiği değiştirilmiş tohum bile ithal edilmiş ve ekilmiş olabilir. Ve bunun çevrede, yabani bitkilerde kimsenin farkına varmadığı etkileri bile olabilir.

Soframıza gelen beyaz ve kırmızı etlerin büyük bir bölümü GDO�lu yem ile beslenen hayvanlardan elde ediliyor. Yağ, hazır gıda ve meşrubatlar da GDO�lu ürün içeriyor. Hangi markalarda ne kadar kullanılıyor, meçhul!

Bunlar neden oldu?

Çünkü Türkiye�de GDO�lu ürün ithali geçen aya kadar tamamen serbest ve kontrolsüzdü. Hükümetler GDO konusunda duyarlı davranmadı, ithalatı başıboş bıraktı. Yasal boşluklardan dolayı en geri Afrika ülkelerinde bile ender görülen bir laçkalıkla yıllarca halka GDO�lu gıdalar yedirildi.

Türkiye Yem Sanayicileri Birliği�ne göre her yıl dışarıdan ithal edilen 4 milyon civarında hayvan yeminin yüzde 80�den fazlası GDO�lu. Hayvan Besleme Bilim Derneği geçen sene �ağırlıklı olarak� genetiği değiştirilmiş 1.7 milyon ton mısır ve yan ürünü, 1.6 milyon ton soya ithal edildiğini açıkladı. Bu rakamlar ülkemizde kullanılan hayvan yeminin yaklaşık yüzde 40�nın GDO�lu yemlerden meydana geldiğini gösteriyor.

Hükümet �devam� dedi

Hükümetten bu ürkütücü durumu düzeltmesi beklenirken, Tarım Bakanlığı geçen ay sürpriz bir yönetmenlik yayımlayarak GDO�lu ürünlerin ülkeye girişini meşrulaştırdı. GDO lobicisi Amerikan kuruluşu ISAA�ya göre Türkiye resmen GDO�lu gıda ve yem ithal eden 31�inci ülke oldu. Dünyadaki toplam ülke sayısı yaklaşık 200. Artık bebek mamaları dışında her hazır gıda, meşrubat ve yağda GDO�lu ürün bulunması serbest ve yasal. Yemde de durum aynı...

GDO NEDİR?

Kısmen hayvan, kısmen bitki

GDO �genetiği değiştirilmiş organizma�nın kısaltılmışı. Bitkilerin on binlerce yıldan beri nesilden nesle aktardıkları özellikleri var. Bu özellikleri tayin eden ve bir nesilden diğer nesle doğal yollardan nakleden, DNA denilen kimyevi bileşim. DNA�yı bir formül gibi düşünebilirsiniz. Yeni teknolojiler bu formüllerin doğal olmayan yollardan, insan eliyle değiştirilmesine izin veriyor. Bioteknoloji veya GEN teknolojisi kullanılarak bir canlının bazı genleri alınıp bir bitkiye monte ediliyor.

İlk genetiği değiştirilmiş organizmalar, çiftçinin ürününü hastalıklara karşı korumak amacıyla geliştirildi. Gıda veya yem olarak kullanılan bazı bitkiler, genetik yapıları değiştirilerek, haşerelere ve virüslere karşı daha dayanıklı hale getirildi.

Raf ömrü uzadı

İkinci aşamada raf ömrü daha uzun olan çilek, domates, kabak ve biber gibi ürünler geliştirildi. Halen sayısı 30 olan genetiğiyle oynanmış ürün sayısının 2015�e kadar 120�ye çıkması bekleniyor. Yüzyılın yarısına gelinmeden, genetik mühendislik dünyanın en önemli teknolojisi olacak ve ticari önemi olan bütün ürünlerin genetiği değiştirtilecek. Doğanın yarattığı gıda bitkileri âleminden insanın yarattığı kısmen hayvan kısmen bitki gıda bitkileri âlemine geçeceğiz!..

Türkiye resmen GDO�lu gıda ve yem ithal eden 31�inci ülke oldu

ANAVATANI ABD

Sert domates size ne hatırlatıyor?

Gıda bitkilerinin genleriyle oynanması işi ABD�de başladı. Piyasaya çıkan ilk genetiği değiştirilmiş ürün yumuşamayan ve çürümeyen sert domatestir. (Size bir şey hatırlatıyor mu?)

Domateste onun yumuşamasını sağlayan �polygalacturonase� adlı bir enzim var. Transgenetik domates bu enzimin çalışamaz duruma getirilmesiyle sağlandı. Avrupa�da da satılan domatesler, 1994�te piyasaya çıktı ve GDO�lu ürünlerin sembolü haline geldi. Ama beş yıldan kısa bir süre içinde sağlık nedenleriyle piyasadan çekildi.

Pirinç ve buğday sırada

Ekilen ve hâlâ ekilmeye devam edilen ilk genetik mühendislik ürünü tohumlar 1996�dan bu yana ürün veren soya fasulyesi, pamuk ve mısırdır. Ardından pamuk, kabak, papaya, kanola, karanfil çiçeği geldi.

Geçen yıl ise ABD�de ilk defa genetiği değiştirilmiş şeker pancarı ekimi başladı (Bizde hükümetlerin dış baskıyla şeker pancarı ekimini öldürdüğünü hatırlayacaksınız). Sırada pirinç ve buğday var.

Susuzluğa, sıcağa, tuza dayanıklı tohumlar da geliştiriliyor. ABD�de 2012�ye kadar susuzluğa dayanıklı darı yetiştirilmesi bekleniyor. Genetik mühendisliği diğer gıdalara ve pazarı geniş olan ürünlere (mesela çiçek) de el atacak ve yüzyılın yarısına gelmeden her gıda ürününün genetiği değiştirilmiş çeşitleri bulunacak.

Silah olabilir mi?

Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan bir rapora göre bugün 30 civarında olan GDO cinsi ürünler, altı yıl içinde 120�ye yükselecek. Bioteknoloji yandaşı bir kuruluş olan Amerikan ISAAA�ya göre, 2008 yılında dünya GDO ekiminin yüzde 63 kadarı ABD�de yapıldı (Diğer iki büyük GDO ülkesi ABD�nin nüfuz sahasındaki Brezilya ve Arjantin). Gıda ve Bioteknoloji Pew Girişimi�ne göre, ABD�de ekilen soya fasulyesinin yüzde 85�i, pamuğun yüzde 76�sı ve mısırın yüzde 45�i GDO�lu. Amerikalı çiftçiler ihracat gelirlerinin dörtte birden fazlasını GDOlu ürünlerden elde ediyor.

GDO işinin bir tehlikesi daha var. Dünya gıda ve yem piyasası Amerikalıların eline geçecek ve Washington (Rusya�nın doğalgazı kullandığı gibi)  bunları bir silah olarak kullanabilecek.

Metin Münir - Milliyet

« Son Düzenleme: 18 Kasım 2009, 00:00:26 Gönderen: enfa »
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
GDO araştırmalarının perde arkası!
« Yanıtla #16 : 20 Kasım 2009, 01:17:01 »

GDO araştırmalarını şirketler mi kontrol ediyor?

Scientific American dergisinin 2009 Ağustos sayısının 28.sayfasında Editörler tarafından yayınlanan makale hakkında bir özet paylaşmak istedim:

Bu makaleye göre dev tohum şirketleri GDO tohumlarını satmadan önce alıcıya bir anlaşma imzalatarak alınan tohumlarla bilimsel araştırma YAPILMAMASINI garanti altına alıyorlar….Ve eğer alınan GDO tohumla izinsiz bir bilimsel araştırma yaparsanız bunun kanuni yaptırımı oluyor….

Ancak bir istisna var…Eğer araştırmanız GDO hakkında olumlu bir bulgu içeriyorsa şirket sizi dava etmiyor ve araştırmanızın yayınlanmasına izin veriyor..

Makaleye göre işte bu  nedenledir ki şu anda GDO'ların insan ve çevre üzerinde olumsuz etkilerini gösteren bir araştırmaya pek rastlayamıyoruz….

Makale daha önceden Tohum şirketlerinden araştırma için izin alan ancak daha sonra sonuçlar olumsuz yönde olunca engellenen araştırmalar olduğunu vurguluyor…GDO teknolojisine karşı “olumlu” ya da “olumsuz” tavrınız şirketlerin size izin verip vermemesi konusunda belirleyici oluyor….

Eğer şirketten izin almadan bir araştırma yapar da olumsuz bir bulguya rastlar, bunu yayınlarsanız bu sefer kanuni yaptırımı göze almanız gerekiyor.. Bilim adamları bu yaptırımı göze almak istemiyorlar...

Scientific American makalesine göre  Dev GDO Tohum şirketleri bağımsız bilimsel araştırmalarda seçici davranmakta ve yalnızca olumlu bilimsel araştırmaların yayınlanmasına izin vermekte…..

Tohum Şiketleri tohum verdiği kişilere bağımsız  bilimsel araştırma yapılması konusunda getirdiği yasağı kaldırmadığı sürece GDO'lar hakkında sadece olumlu bulgulara rastlamak kaçınılımazdır...

Bağımsız araştırmaların önü açılmadığı sürece GDO'lar hakkında doğru ve tarafsız verilere ulaşmak mümkün değildir…Şirketler tohumlar üzerindeki bilimsel araştırma yasağını kaldırmalıdır….ve satışına izin verilen GDO'lar için bilim adamlarına sınırsız erişim hakkı tanınmalıdır.

Sadece şirketlerin izin verdiği araştırmalardan yola çıkarak GDO'lar hakkında tarafsız bir görüş elde etmek mümkün olamaz….

Levent Kartal
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
GDO’nun etkisi hemen belli olmaz
« Yanıtla #17 : 20 Kasım 2009, 02:02:05 »
GDO ile ilgili olarak bugüne değin insan sağlığına ilişkin birçok spekülasyon yapıldığına dikkati çeken Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Gök, ‘’Ancak GDO’lu bir ürünün ekilmesi durumunda değişen genin kendisini bulunduğu ortamda istemediği şart ve zararlılara karşı nasıl savunacağına, o ortamın mikrobiyel ekolojisini tehdit edebilecek ne gibi salgılar üretebileceğine dair henüz elimizde bilimsel veriler bulunmamaktadır’’ dedi.

Prof. Dr. Gök, GDO’lu ürünlerle ilgili en önemli konunun insan sağlığına etkileri olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti: ‘’Bu konuda Çernobil olayını hatırlamakta yarar vardır. Çernobil olayını müteakip dönemin bakanı televizyonlarda, kamu önünde ‘radyasyonlu çay zarar vermez’ diyerek çay içmiştir. Bilim insanları o zamanlar söz konusu etkinin ortaya çıkmasının 15-20 yıl gibi bir zaman alabileceğini belirtmişlerdi. Nitekim günümüzde radyasyondan etkilenen Karadeniz Bölgesi’nde ilgili hastalığın ne denli yaygın olduğu görülmektedir.’’

Prof. Dr. Gök, GDO’lu ürünlerin muhtemel etkisinin de 5-10 yıl gibi kısa sürede görülmesini beklemenin iyimserlik olacağını, bazı etkilerin nesiller sonra ortaya çıkabileceğini vurgulayarak, şöyle devam etti: ‘’Alınan ürünün insan organlarına muhtemel etkilerinin ortaya çıkması bile Çernobil olayında olduğu gibi 20-30 yılı alabilir. O bakımdan, yönetmelikle izin verilen binde dokuzluk bir karışım değerini ‘eseri’ (çok az miktar) kabul etmek çok yanıltıcı olabilir. Bir maddenin karışımda eseri sayılıp sayılmayacağı, o maddenin muhtemel zarar derecesi ile ölçülür. Dolayısıyla binde 9’luk bir oranı Fransa binde 1’e çekmeye çalışıyor. Biz ise binde 9’u normal karşılıyor ve altındaki seviyenin zarar vermeyeceği gibi bir duyguya kapılıyoruz. Bu çok yanıltıcı olabilir.’’

Türkiye gibi bir tarım ülkesinin GDO’lu ürün ekimi, işlenmesi veya pazarlanmasında herhangi bir şekilde yer almaya ihtiyacı olmadığını savunan Prof. Dr. Gök, ‘’Bunun yerine yerli gen kaynaklarımızın korunmasına, geliştirilmesine, ıslâh çalışmalarına, yerli tohumculuk sektörünün oluşturulmasına çalışılmalıdır. Bu bakımdan GDO’lu ürünlerle ilgili çıkan yönetmelik bunların Türkiye’ye girişini düzenlemeye değil, engellemeye yönelik olmalıydı’’ diye konuştu.


Çernobilde olduğu gibi 20-30 yılı alabilir

Prof. Dr. Gök, “Alınan ürünün insan organlarına muhtemel etkilerinin ortaya çıkması bile Çernobil olayında olduğu gibi 20-30 yılı alabilir. O bakımdan, yönetmelikle izin verilen binde dokuzluk bir karışım değerini ‘eseri’ (çok az miktar) kabul etmek çok yanıltıcı olabilir. Bir maddenin karışımda eseri sayılıp sayılmayacağı, o maddenin muhtemel zarar derecesi ile ölçülür. Dolayısıyla binde 9’luk bir oranı Fransa binde 1’e çekmeye çalışıyor. Biz ise binde 9’u normal karşılıyor ve altındaki seviyenin zarar vermeyeceği gibi bir duyguya kapılıyoruz. Bu çok yanıltıcı olabilir” dedi.

timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yönetmelik değişti! Ama ne değişti?
« Yanıtla #18 : 21 Kasım 2009, 00:38:06 »

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve tartışmalara neden Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ürünlere ilişkin yönetmelikte değişiklik yaptı. Ama ne değişiklik!

Yapılan değişiklik sonrasında GDO'lu ürünlerin transit geçişindeki yasak kaldırılırken, transit geçişlerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın düzenlemesi ile belirlenecek. Ayrıca, "Gıda veya yem GDO'lardan biri ya da birkaçını toplamda en az yüzde 0.9 oranında içeriyor ise, GDO'lu olarak kabul edilecek" ve "Gıda veya yemin yüzde 0.5 ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmeyecek" fıkraları yürürlükten kaldırıldı.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 26 Ekim'den geçerli olmak üzere Resmi Gazete'de yayımlandı.

Buna göre, Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak, GDO'lu gıda ve yemlerin işleme ve tüketim amacıyla ithali, piyasaya sürülmesi, tescili ve ihracatı yasak olacak. GDO'lu gıda ve yemlerin transit geçişine ilişkin usul ve esaslar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek. Gümrük idarelerince, bu Yönetmelik kapsamındaki ürünler için GDO'ya ilişkin ek bir belge aranmayacak.

YÜZDE 0.9 ORAN ŞARTI YÜRÜRLÜLÜKTEN KALDIRILDI

Ayrıca, "Gıda veya yem, GDO'lardan biri ya da birkaçını toplamda en az yüzde 0.9 oranında içeriyor ise, GDO'lu olarak kabul edilecek", "Gıda veya yemin yüzde 0.5'ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmeyecek" ve "GDO'suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO'suz olduğuna dair ifadeler bulunamayacak" fıkraları yürürlülükten kalktı.

KOMİTEDE ÜNİVERSİTE GÖREVLİLERİ VE UZMANLAR YER ALACAK

Bakanlık tarafından GDO ile ilgili bilimsel ve teknik verileri araştıracak, yorumlayacak ve görüş oluşturacak, görev süreleri iki yıl olan uzmanlar listesi teşkil ettirilecek. Uzmanlar listesi üniversiteler, TÜBİTAK ve araştırma kuruluşlarında görevli konu ile ilgili uzman veya öğretim üyelerinden oluşturulacak. Her bir başvuru için, uzmanlar listesinde bulunanlar arasından, Bakanlıkça seçilecek on bir üyeden oluşan yeni bir komite teşkil ettirilecek.

İthalatçı firmadan, GDO ve ürünlerinin üretildiği veya yüklendiği ülke yetkilileri tarafından düzenlenmiş ürünün miktarı ve aktarılan geni belirten belge veya uluslararası akredite bir laboratuardan alınmış analiz raporu istenecek.

Ürünün üretildiği ülke dışında başka bir ülkeden yüklenmesi durumunda üretici ülkenin vermiş olduğu belgeyle beraber yüklendiği ülkenin yetkili otoritesince düzenlenmiş, parti numarası, miktarı ve GDO çeşidini belirten belge aranacak şartı da yürürlülükten kaldırıldı.

26 Ekim'den önce kontrol belgesi alınmış ürünlerin ithalatında, bu ürünlerin Avrupa Birliği'nin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu ile izin, başvuru ve ithalat hükümleri 1 Mart 2010 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayacak.

Sabah
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
'10 yıldır bilmeden yediniz, 4 ay daha yiyin'
« Yanıtla #19 : 23 Kasım 2009, 00:54:15 »

 
İthal edilen mallar gümrüklerde analiz kuyruğunda takılıp şirketler isyan edince Tarım Bakanlığı, öyle bir değişiklik yaptı ki, bununla halka "10 yıldır bilmeden GDO yediniz 4 ay daha yiyiverin gari" demiş oldu.

Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerle ilgili yönetmelik, ithal edilen mısırlar, soyalar, pirinçler limanlarda analiz için bekletilip şirketler isyan edince 25 gün sonra yine değişti. Yeni yönetmeliğe göre, GDO analizleri 1 Mart’ta başlayacak. O tarihe kadar ithal edilen gıda ürünleri, geçtiğimiz 10 yılda olduğu gibi denetlenmeyecek.

Tarım Bakanı Mehdi Eker’in, “Bundan sonra sınırlardan 1 gram GDO’lu ürün sokturmam” demesine rağmen gelen bu “esneklik” kararının, malları limanlarda bekleyen bazı büyük ithalatçıların “yukarıdan” baskısı ile alındığı iddia ediliyor.

Tarım Bakanlığı, 26 Ekim’de yayımlanan genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren ürünlerin ithalatıyla ilgili yönetmeliği kamuoyundaki tartışmalar sonrasında değiştirdiğini açıkladı. Etikete ’GDO yoktur’ yazma yasağını kaldırmak, bilim kurulunu konuyla ilgili uzmanlardan kurmak gibi olumlu kararlar da içeren yönetmelik, ithal edilen gıda ürünlerinin GDO denetimini ise 1 Mart 2010’a erteledi.

“Son 10 yıldır GDO’lu mısır, soya, pamuk ve kanola yiyoruz, hiçbir denetim yapılmıyor” denilerek açıklanan ilk yönetmeliğin ithalatı düzenleyen maddelerinin 4 ay ertelenmesi, “İthal edilip limanlarda bekletilen GDO’lu ürünler iç piyasada eritilecek” tedirginliği oluşturdu.

BEKLEYENLER GİRECEK

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 26 Ekim 2009 tarihinden önce kontrol belgesi alınmış ürünlerin ithalatında, bu ürünlerin AB kriterlerine uygun olması koşuluyla, izin, başvuru ve ithalat konusundaki hükümlerin uygulama tarihini 1 Mart 2010 tarihine uzattı. Böylece, yönetmeliğin çıkarılmasından önce kontrol belgesi almış ithalatçılara 1 Mart 2010 tarihine kadar süre tanınmış oldu. Bakanlığın, değişikliklere ilişkin yönetmeliği, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanarak 26 Ekim 2009’dan geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.

'GDO YOKTUR'UN ZAFERİ

Değişikliğe göre, ilk yönetmelikteki “Gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını toplamda en az yüzde 0.9 oranında içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir. Gıda veya yemin yüzde 0.5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez. GDO’suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO’suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz” hükümleri yönetmelikten çıkarıldı.

Buna göre, gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını içerirse orana bakılmadan GDO’lu olarak kabul edilecek. GDO’suz ürünlerin etiketinde istenirse ve ürünün GDO’suz olduğu ispatlanırsa GDO’suz olduğu yazılabilecek.

Bakanlık tarafından GDO ile ilgili bilimsel ve teknik verileri araştıracak, yorumlayacak ve görüş oluşturacak, görev süreleri iki yıl olan uzmanlar listesinin oluşturulmasına ilişkin düzenlemede de değişikliğe gidildi.

BÜROKRAT YERİNE UZMAN

Uzmanlar listesinin üniversiteler, TÜBİTAK ve araştırma kuruluşlarında görevli konu ile ilgili uzman veya öğretim üyelerinden oluşturulacağı hükme bağlandı. Daha önce, bu listede TAGEM, TÜGEM ve KKGM birimlerinden temsilciler de yer alıyordu.

Değişiklikle, GDO’lu gıda ve yemlerin “transit geçişlerini” yasaklayan madde yönetmelikten çıkarıldı. Bu da çok eleştirilen bir yasaktı ve karar sonrası Türkiye’nin transit hattan çıkarılmasına yol açtığı iddia ediliyordu.

GDO’DA 25 GÜNÜN ANALİZİ...

1 26 Ekim’de laboratuvar kapasitesinin yeterli olup olmadığına bakılmaksızın 27 gıda maddesinin ithalatına denetim geldi. Limanlara kilometrelerce uzaktakı 3 laboratuvarda yaşanan karmaşa nedeniyle pek çok üründe ithalatın durması sonrası Tarım Bakanlığı 2 Kasım’da harekete geçerek 4 ilde daha laboratuvar kurulması için talepte bulundu.

2 2 Kasım tarihinde GDO Analizi Yapılacak Ürün Listesi 27 ürün olarak belirlendi. Bu ürünlerin içinde domates, muz, marul da vardı. Tarım Bakanı basını eleştirerek, “Cahiller kafa karıştırıyor, domateste GDO olur mu? Televizyonlarda GDO haberlerinde domates görüntüsü kullanıyorlar” dedi. 9 Kasım’da liste 9 ürüne daraltıldı.

3 Son olarak gıda ithalatında denetim 1 Mart 2010 tarihine kadar ertelendi. Bundan sonraki 3 ay gıda ürünü ithalatında önceki dönemdeki gibi beyana bakılacak, analiz çalışması yapılmayacak.

İTHALATÇI HARIL HARIL BELGE ARIYOR

Yönetmelikteki değişiklik ithalatçıları da tam olarak rahatlatmadı. Çünkü yeni yönetmelikle ancak “AB kriterlerine uygunsa” 26 Ekim’den önce yapılmış ithalatlar 1 Mart’a kadar ülkeye sokulacak. Bu AB kriterinin net bir tanım olmadığını belirten ithalatçılar, GDO analizine takılmamak için ürün aldıkları yerlerden “AB standardına uygun” belgesi almak için çalışıyor.

‘İTHALATÇILAR BİZE DAVA AÇARLAR DİYE ERTELEDİK’

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Arslan, şimdiye kadar yapılan denetimlerde, bazı mısır, mısırözü, kanola, soya, yem katkı maddesi ve pirinç örneklerinde GDO tespit ettiklerini ve bu ürünlerin ithalatına izin verilmediğini açıkladı. Arslan, yönetmeliğin ithalatla ilgili maddelerinin 3 ay ertelenmesini ise ilginç bir iddia ile yanıtladı:

“Kazanılmış haklar çerçevesinde, bakanlık aleyhine hukuki süreçlere muhatap olmamak açısından, 26 Ekim’den önce kontrol belgesi alınan ürünlere, AB kriterlerini sağlamaları, AB mevzuatında belirtilen belgeleri sunmaları, yönetmelikteki etiketleme, kontrol ve denetimle ilgili hükümlere uymaları şartıyla 1 Mart 2010’a kadar ithalat imkanı getirildi. GDO’lu ise AB mevzuatında yer alan belgeyi sunmazsa, ithalatına izin verilmeyecek.”

‘LOBİ FAALİYETLERİNE TESLİM OLUNDU, TALİMAT YUKARIDAN’

Zİraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, “Lobi faaliyetlerine teslim olundu, GDO’lu ürünlerin ülkeye kontrolsüz girişine izin verildi” dedi. Günaydın, “Yönetmeliğe uyan babayiğit varsa GDO’lu ürünü getirsin diyen Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın bu değişiklikten sonra tutumu ne olacaktır? GDO’lu ürünler zararlı, ülkeye girişini engellemek için düzenleme yaptık diyen Tarım Bakanlığı yetkilileri ne yapacaklardır? İstifa etmeyi düşünüyorlar mı?” diye sordu.

“Ortaya çıkan gelişmeler yapılan düzenlemenin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın inisiyatifinin çok üzerinde bir yerden geldiğini göstermektedir” diyen Günaydın, ilk yönetmeliğin yayımından bugüne kadar yaşananların kriz yönetimi konusunda ortaya çıkan inanılmaz bir kargaşa ve kaosa işaret ettiğini de savundu.

‘YİNE HAZIRLIKSIZ BİR REFLEKSLE HAZIRLANILDI’

SabancI Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Selim Çetiner, dün Resmi Gazete’de yayımlanan değişikliğin pek de sağlıklı olmadığı görüşünde. “Yine hazırlıksız bir refleks sonucu çıkarılmış izlenimi uyandırıyor” diyen Çetiner, “Sonuçta, 26 Ekim 2009 tarihli yönetmelikten önce ithal başvurusu olan ürünlerin girişini serbest bırakıyor gibi, ama buna da ”AB’nin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu“ getirerek yoruma açık bırakıyor. Bu kriterler nelerdir ve buna kim karar verecektir?

Bu belirsiz. Yönetmeliğin, AB ile uyumlu hükümlerinden birisi etiketleme ile ilgili olanıydı. Onu da konuya vakıf olmayanların baskısıyla değiştirmiş bulunuyorlar” diye konuştu.

GDO TOLERANSI 0’A DÜŞTÜ, ZAMLAR YÜZDE 30'U BULUR

TÜm Gıda İthalatçıları Derneği Genel Sekreteri Melahat Özkan yeni yönetmelikle GDO tolerans oranının binde 9’dan 0’a çekildiğinin altını çizerek, “Bu, Türkiye’ye binde 1 bile olsa GDO’lu ürün sokulamayacağı anlamına geliyor. Bu karar özellikle yemde büyük fiyat artışlarını ve zamları beraberinde getirecek. Örneğin beyaz ette yüzde 30’luk zamlar yaşanacak” dedi.

Vatan
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
GDO hakkında 7 hayati soru
« Yanıtla #20 : 26 Kasım 2009, 13:59:27 »

GDO’nun zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanırsa ne olacak ?

"Yapılan araştırmalarda GDO’nun 0,1 oranı dahi insan ve hayvan sağlığı üzerinde zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanırsa ve bu zararın geri dönüşü de olmazsa o zaman ne olacak?"

Son 21 yıldır AB ülkelerinde yürürlükte olan tarım yasasına göre; tarım üreticilerinin pazarda satabileceği meyve ve sebzelerin biçiminin nasıl olacağı Brüksel tarafından belirleniyordu.

Örneğin dümdüz olmayan gerçek salatalıkların pazarda satılması yasaktı. 1988 yılında AB ülkelerinde yürürlüğe giren bu yürürlüğün ardından,  Türk Standartları Enstitüsü de “TS 1253 Hıyar Standardı” adıyla bilinen tüzükle bu kriterlerin aynen uygulanmasını öngörmüştü.

AB yetkilileri, uzun yıllar süren bu fiziki düzgünlük saplantısının, doğal ürünlerin girişini engellediğini ve GDO'cuların işine yaradığını fark etmişler. Avrupa Birliği Tarım ve Çevre Geliştirme Komisyonu, geçtiğimiz Haziran ayında, Avrupa Birliği’nin bazı sebze ve meyveler üzerindeki şekil denetimine son verdiğini duyurdu. Kabul edilen yeni düzenlemeye göre 26 sebze ve meyveye “şekil özgürlüğü” iade edildi.

Ancak unutulan bir şey var, AB ülkelerinde 1988 yılından sonra doğan ve bugün 21 yaşında olan çocuklar gerçek salatalığın ve diğer 26 sebze ve meyvenin "doğal halini" tanımıyorlar! Şimdi doğal meyve ve sebzelerle karşılaştıklarında yıllardır "yapay" beslendiklerinin "şokunu" nasıl atlatacaklar?

Evet, "trajik" bir olay değil mi?

Son yüzyılda insanların; haramdan çok- helalden, yapaydan çok- doğaldan, yalandan çok- doğrudan "korktuğunun" farkında mısınız?  Ve dünyaya vesvese yayıp, bu korkuları insanlara aşılayanların, dünyanın sağlığı ile oynadığının?

Kimin "yarattığı" yiyeceklerin şekline ve içeriğine "hüküm" veriyorlar?

Yaradan, her yarattığını ayrı bir hikmetle yaratırken, insanoğlu; şükür etmek, o nimetlerin faydası ile uğraşmak, kendisi için yaratılmış güzellikleri korumak ve doğal olarak üretip- tüketerek insanca yaşamak yerine neler ile uğraşıyor?

Ancak ince bir nokta var ki, AB yetkilileri 21  yıl sonra da olsa yaptıklarının hata olduğunu anlayıp, doğru olanı kabul edip geri adım atabiliyorlar!

AB’nin bu kararının ardından GDO’cular korkmuş olacak ki hemen Türkiye’ye demir attılar! Saygıdeğer Hükümet Yetkililerimiz de, dünyanın hiçbir yerinde faydası görülmemiş, ancak birçok ülkede zararı görüldükten sonra kapı dışarı edilmiş GDO’lara ve GDO’culara hoş geldin partisi yaparcasına” GDO Yönetmeliğini” apar topar yürürlüğe soktu. Hem de bir ay içinde, 26 Ekim ve 20 Kasım 2009 tarihlerinde olmak üzere iki yönetmelikle!

GDO’lar, yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar artık devlet onayı ile Türk halkına yedirilecek. (Allah, GDO’lu ürün yemek ve yetiştirmek istemeyenleri korusun İnşaAllah...)

GDO’ları tüketen ülkeler ve yetkilileri o “canavardan” kurtulmaya çalışıyorlar. Bizim yetkililerimiz ise adeta GDO'yu yeniden keşfetmekle uğraşıyorlar! Farklı alanlarda birçok bilim adamımız, araştırmacı ve yazarımız, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların insan ve çevre sağlığı açısından büyük risk olacağını ifade ederken, Tarım Bakanlığı Yetkililerimiz, yayınladıkları yönetmelikle GDO’lar gelecek diyor!

Temenni ediyoruz ki AB ülkelerinde olduğu gibi uzun sürmeden, ülkemizdeki "Saygıdeğer Yöneticilerimiz" de gıdalarımız konusunda insan ve çevre sağlığı açısından hak olanı kabul edip yanlış kararlarından kısa zamanda dönerler!

Sayın Tarım Bakanımıza soruyoruz:

26 Ekim 2009’da yönetmelikte “GDO’suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO’suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz” yasağı getirmişti. 20 Kasım 2009’da bu kalktı. Buna olumlu bir gelişme diyebiliriz.

Ancak eski yönetmeliğe göre ithal edilen gıda veya yem yüzde 0,9 oranında GDO içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul ediliyordu. Yeni yönetmelikte bu kısıt kalktı. Artık yüzde 0,9 GDO içeren gıda veya yem GDO’lu sayılmayacak.  Yüzde 0,9 oranı AB standardı olarak sunuluyor.

Yeni yönetmeliğin, "İzin koşulları" başlıklı 6 ıncı maddesi, "Başvuru koşulları" başlıklı 9 uncu maddesi,  "İhalat" başlıklı 11 inci maddesi 1 Mart 2010 tarihine kadar uygulanmayacaktır deniyor.

*Peki, neden yönetmelik apar topar yürürlüğe girerken bu maddeler için uygulama dört ay sonra başlıyor? Uzun zaman boşluğu içinde ithalatı yapılan (GDO'lu olması yüksek ihtimal) mısır, soya, pamuk, patates, kanola gibi gıda ve yem ürünlerini ve içeriğini kim denetleyecek?

* Yüzde 0,9 eğer gerçekten AB standardı ise, neden Fransa GDO'lu ürünlerde yüzde 0,1 oranında ısrar ediyor?

* GDO’lu gıdaların kısa veya uzun zamanda sağlığımız üzerinde nasıl bir etki yapacağı bilinmezken, yapılan araştırmalarda GDO’nun 0,1 oranı dahi insan ve hayvan sağlığı üzerinde zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanırsa ve bu zararın geri dönüşü de olmazsa o zaman ne olacak? 

* Çevre, insan ve hayvan kısaca canlı hayata verilen tahribatın bedelini kim ödeyecek?   

* Siz, eşiniz ve çocuklarınız ile birlikte yapay, hormonlu, soyu kesik (hibrit), GDO’lu gıdalarla donatılmış bir sofraya oturup ailece o yemekleri yiyebilir misiniz?

* Çevreye zararlı olan ve cennet ülkemizin zengin biyoçeşitliliğini tehdit eden GDO’lara bu verimli topraklarda “gerçekten” ihtiyacımız var mı?

*Sağlıklı olduğu kanıtlanmamış, ancak tabiata zararı bilimsel araştırmalarla ispatlanmış, “şüpheli” sınıfındaki GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ağırlığı Müslüman Türk halkına helal midir?

Umarız Sayın Bakanımız buradan sesimizi duyar ve sorularımızı cevaplarlar

Nihal Doğan-iyibilgi
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bir çiftiçinin GDO'lu itirafları
« Yanıtla #21 : 30 Kasım 2009, 22:15:05 »

Edirne Ziraat odası Başkanı'ndan sonra şimdi de isminin açıklanmasını istemeyn bir çiftçi GDO'lu ekim yaptığını itiraf etti. Peki şimdi, "GDO'lu ekim yapıldığı ispatlansın istifa ederim" diyen Tarım Bakanımız ne yapacak?

"Geçen sene tarlama ekilen mısırlar GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) idi" diyor. Çanakkaleli çiftçi. İsminin açıklanmasını istemiyor, çünkü tohum aldığı firmayla önümüzdeki senelerde de çalışmak zorunda: "Başka alternatif yok. Tohumu veriyorlar. Sözleşmeye göre her şeyi onların belirlediği kurallara göre yapmak zorundasın.

Ekimin nasıl yapılacağını, hangi firmaya ilaçlama yaptıracağını hep onlar belirtiyor. Sonra kendi adamlarını getirip, dişi tohumların tüm püsküllerini kopartıyorlar, ardından erkek tohumlar toplanıyor. En sonunda dişiler olgunlaşınca, yine gelip kendileri mahsulü kaldırıyor. Ürünü de onlar satın alıyor. Biz kendi mahsulümüzü eksek, satamıyoruz."

Tarlasına ekilen mısırlar alıştığından daha az ilaçlandığı için ve bir sonraki seneye tohum vermediğinden, Çanakkaleli çiftçi tohumlarının GDO'lu olduğunu iddia ediyor: "Önceden mısırın, ayçiçeğinin tohumunu bir sonraki sene de ekerdin. Artık tohumlar kısır, tarlaya dökülen ayçiçeği tohumlarından yeniden filizlenenler oluyor. Bir bakıyoruz, tek gövde olması gereken filizden üç beş kafa çıkıyor. Hepsi cılız, büyüyemeden kuruyor."

(Newsweek Türkiye)
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Açlık mı, açlık borazanlığı mı?
« Yanıtla #22 : 08 Aralık 2009, 02:00:39 »
Dünyanın içinde bulunduğu hâle yönelik bir şeyler söylemek için konuşanların ‘dünyada 1 milyar kişi aç’ dediğini sık sık duyarız.

 

6,8 milyarlık dünyada neredeyse her yedi kişiden birinin açlık sınırının altında yaşıyor olması, kuşkusuz hepimizin içini acıtmakta.

 

Bu veriler doğru mu? Dünyada neden bu kadar çok aç var? 1 milyar insanın açlık sınırının altında olduğu verileri kime ait? Elbette Birleşmiş Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü, FAO’ya.

 

“Gıda güçtür! Onu davranışları değiştirmek için kullanırız. Bazıları bunu rüşvet olarak adlandırabilir. Özür dilemiyoruz” cümleleri ile meydan okuyan Catherine Bertini gibi kimselerin yönetici olduğu BM ve bağlı örgütlerin verilerine güvenebilir mi insan?

 

Sizleri bilmiyorum ama kuruluş niyetinden son icraatına kadar her açıdan sabıkalı bir örgüt(ler)ün hiçbir verisi benim için güvenilir olamaz.

 

Biz bir veri ve bilgi kadar, o bilgi ve veriyi verenin kimlik ve niyetine de bakarız. O halde bu cüretkâr sözlerin sahibi olan Catherine Bertini kimdir?

 

Sıkı durun o da bir Rockefeller ürünü…

 

ABD Tarım Bakanlığı Eski Müsteşarı,

 

BM Dünya Gıda Programı Başkanı,

 

Rockefeller Grubu Danışma Kurulu üyesi,

 

Bill & Melinda Gates Vakfı yönetim kurulu üyeliği gibi uzayıp giden birçok görev…

 

Özetle bu kişi dünya derin devletinin merkezi Rockefeller’deki görevinin yanı sıra; çok büyük kişisel varlığı ve özellikle hayırseverlik maskesi altında Afrikalıları kısırlaştırma görevi verilen ve bu iş için 35 milyar dolarlık kaynak ayıran Microsoft’un ortaklarından Bill Gates tarafından kurulan ‘Bill & Melinda Gates Vakfı’nın yöneticilerinden…

 

Bu konumdaki bir kişinin, yöneticilerinden biri olduğu örgütlerin verdiği rakamlara güvenmek şeytana güvenmekten daha farklı olabilir mi?

 

Peki, 1 milyar 20 milyon insanın açlık sınırı altında olduğunu bu örgütler neden iddia ediyor olabilirler? Bundan ne gibi çıkarları olabilir? Ya da gerçekte bu kadar aç varda biz mi gerçeği saptırıyoruz?

 

Bir batılının açlıktan ne anladığı ile Nijerli bir fakirin açlıktan anladığı aynı şey olabilir mi? Kuşkusuz olamaz. Bir batılının sofrasının artığı ile kim bilir Nijerli kaç aile doyabilir?

 

Dünyayı idare eden bu aç gözlü vampirler, yüzyıllardır sömürdükleri bu insanları açlık sınırının üstüne çıkaracak bir çözümü götürmek için çözüm üretmek yerine, neden ikide bir bu rakamları yayınlayıp insanların canını sıkıyorlardır? Hiç düşündük mü acaba?

 

Afrika’nın bir köyündeki ya da Bangladeş’in bir kabasındaki adını sanını bilmediğimiz şu ya da bu dine mensup bir insanın açlıktan inlemesi ya da ölmesi bu şeytanlaşmış yaratıklar açısından ne tür bir sorun ya da nasıl bir çıkara konu olabilir ki?

 

Ahlakın ve erdemin gücünün azalıp, araçların gücünün arttığı bir dünyada bu açlık, batılılar açısından acaba bir araç olabilir mi?

 

Ahlakî ve hukukî anlamda denetleyemediğimiz bu örgütler ya da kişilerin verdiği veriler, insanlık için tehlikeli sonuçları doğuracak bir amacın ürünü olduğundan hiçbir zaman kuşku duyuyor değilim.

 

Dünyanın en zengin kişilerinden olan ve her birimizi Windows başta olmak üzere birçok yazılımla sömürü çarkına üye yapan Bill Gates, eşi ve kendi adına kurduğu Bill & Melinda Gates Vakfı ile tohum ve insan avına çıkmış durumda.

 

O, artık bir toprak ağası ve tohum devi. Artık sahne, adları iyice kirlenen Monsanto gibi şirketlerin rol ve görevlerinin bir kısmı yüklenen Bill’in. O, artık kara maskeli, yeni avcı…

 

Meselenin, ülkemiz boyutunu ele alırsak… Örneğin en zengin listesine giren 100 ailenin fertlerinin günlük beslenme harcaması ile bu ülkede asgari ücretli binlerce belki de on binlerce aile doymaz mı? Belki daha da fazlası…

 

Dünyanın kaymağını yiyen emperyalist güçler, açlıklarına acıdıklar(!) bu insanların ellerine on binlerce dolarlık silahları verip birbirini öldürtmek yerine, onlara günde birkaç sent vererek doymasını ya da buna bile gerek kalmadan, onların kendilerini besleyecek zorla ellerinden aldıkları tarım alanlarında ekim yapmalarına izin verseler, iddia ettikleri açlık söz konusu olabilir mi?

 

Onların açlığı üzerinde kurgulanan sömürü ve devletlerin soyulmasına en can alıcı örneği sunarsak, sanırım konuyu daha iyi izah edebilme imkânına kavuşacağız.

 

Yıl 2002. Zambiya’da açlık sorunu baş gösterir. İmdada dünyanın efendisi(!) ABD yetişir ve Zambiya’ya, 23.500 ton mısır ve 51 milyon dolar nakdi yardım gönderme kararı alır. Bu yardım paketindeki nakit kısım, ABD’li şirketlerden GDO’lu gıda alma koşuluna bağlanırken, gönderilen 23.500 ton mısırın kısırlaştırıcı GDO’lu ürün olması nedeniyle Zambiya’nın onurlu yetkililerince reddedilir.

 

Zambiya’daki açlıktan çok rahatsızlık duyan(!) ABD’li yönetimi, Zambiya devlet yöneticilerine ‘siz bilirsiniz’ demiyor. Peki, ne diyor? “Dilencilerin seçme hakkı olamaz!”

 

Acaba, hem GDO’nun temel amacı hem de açlık rakamlarının neden abartıldığı daha iyi anlaşılmış mıdır? Elbette dünyada açlık sınırı altında yaşayan insanlar yok değil. Sayısı çok olmasa bile ülkemizde de var olabilir. Lakin başta da ifade ettiğimiz gibi açlıktan ne anladığınız burada büyük önem kazanıyor. Kaldı ki dünyanın en önemli sorunu belki de açlık değil barınmadır. Gelirlerinin çok büyük kısmını barınmaya ayırmak zorunda kalan insanların, en çok kıstığı şeylerden biri de yiyecekleri olamaz mı?

 

Aslında neden çok basit! Ancak nedeni anlayabilmek için sorunlara bir açıdan değil çok farklı açılardan bakmayı öğrenmek gerek… Dünyadaki açların sayısı çok gösterilmeli ki; dünyanın ve özellikle de fakir ülkelerin tarım alanları tümüyle GDO’lu hale getirilsin.

 

GDO’lu ürünleri tüketen bu insanlar, hızla kısırlaştırılsın ya da GDO ve HİBRİT ürünlerin neden olduğu alerji, kanser, fizyolojik bozukluklar, bağımlılık, gen ve DNA yapısı bozuklukları, immün sistemi sorunları, mikro-organizmaların mutasyonuyla yeni hastalıkların ortaya çıkması gibi hastalıklara yakalanarak bu dünyayı acele terk etsinler.

 

Açlığın bile bir kazanç kapısı haline getirildiği, buna karşın günümüzde her yere sirayet etmiş olan akıl kirlenmesi nedeniyle, birçok kimse fincancı katırlarını ürkütmek istemiyor olabilir. Çoğu kimse gerçeği konuşmak yerine, gerçeğin yakınından dolaşmayı çıkarları için daha uygun bulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu durumda da neyin gerçek, neyin gerçek olmadığı elbette çok karışık bir hal alıyor.

 

Ülkemizde İHH ile başlayan yardım örgütlerinin sayısı bir hayli arttı. Önemli bir kısmı, dünya çapında örnek oluşturacak başarılı projeler yürütüyor. Bu yardım kuruluşlarının sitelerini gezdim. Kimisinin sitesinde veri ve haritalar mevcut. Ancak hepsinin dayandığı veriler de yukarıda haklarında bilgi sunduğumuz mâlum örgütlere ait veriler.

 

Belki de burada şunu da belirtmemiz gerek... Dünyanın nüfusu 6,8 milyar. BM/FAO’ya göre açların sayısı 1,020 milyon, yani dünya nüfusunun yüzde 15’i aç…

 

Öte yandan dünya nüfusunun yüzde 4,40’nı ABD oluşturuyor. ABD’de sayıları 30 milyonu aşan açların sayısı, nüfusun yüzde 10’nunu oluşturuyor ve açlığın en çok arttığı ülkelerin başında ABD geliyor.

 

Sanırım burada şu soruları da açık yüreklilikle sormamız gerek. Açlığın gerçek nedeni ne? Açlığın sadece İslam ülkelerinde yaşandığı gibi bir izlenim, neden çokça gündeme getiriliyor?

 

Açlığın ana nedenleri arasında, elbette gelir paylaşım sorununun olduğu en yalın gerçek. Fakat bu gerçeğin ardındaki en büyük iki gerçekse; despotizm ve fakirliğin, mevcut düzenlerin devamı için en önemli araç olması.

 

Hekimoğlu İsmail’in yazısındaki Alvarlı Hacı Mehmet Efendi'ye ait tarihi bir anekdot, sanırım konuyu daha iyi anlamamıza yardım edecek: "Samanlıkta saman dolu. İki öküz kapıdan içeriye başını uzatmış, saman yiyorlar. Üçüncü öküz de dışarıda bekliyor. O saman yiyen öküzler, biz epeyce karnımızı doyurduk, biraz geri çekilelim de şu dışarıdaki öküz de azıcık yesin, demezler. Çünkü onlar hayvan..."

 

Birkaç soru da bizim yardım örgütlerine sormalıyız. Yardım olarak verdiğiniz gıdaların GDO’lu olup olmadığına yani açları doyurmak isterken onları kısırlaştırıp, yeni yeni hastalıklara müptela edip etmemeye dikkat ediyor musunuz? Ya da Müslümanlardan aldığınız paraları küresel vampirlerin gıdalarını satın alarak, çift yönlü sömürülmemize katkı sunuyor musunuz? Satın aldığınız gıdaların katkı maddelerinin durumu ve helâlliğine özen gösteriyor musunuz? Yoksa bu güne kadar bu endişeniz hiç olmadı mı?

 

Dünyanın içinde bulunduğu sorunların suçlusu olarak elbette tek başına şeytanın kara pelerinli işbirlikçilerini görüyor değilim. Bugün dünyanın tüm sorunlarının faili, hiç kuşkusuz varlık şuuruna varamamış biz Müslümanlarız. Yani ben ve sizler…

 

Onlar görevlerini yapıyorlar, bizlerse onların hikâyecik ve sözlerini yorumlamakla meşgul zavallılarız. İslam’ın yaşanmadığı dünyada, bir yanda safahat öbür yanda sefaletin olmasından daha doğal ne olabilir ki?

 

Biz aramızdan Muhacir ve Ensar’lar çıkarmadıkça ve biz içimizden Ömer Bin Abdulaziz’ler yetiştirmedikçe, bu aşağılık yaratıkların idare ettiği dünya da maskara olmaya devam ederiz.

 

Allah c.c. encamımızı hayreyleye.

 

Son sözü hep olduğu üzere Kur’an-ı Kerim söylesin. “Ey iman edenler! Şâyet bir fâsık (yalancı/günahkâr) size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın. Yoksa..” (Hucurat 6)

Kemal Özer
timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Monsanto, Hindistan halkına mağlup
« Yanıtla #23 : 11 Şubat 2010, 19:43:17 »

Hindistan halkı direndi, hükümet GDO'lu patlıcan ekimini askıya aldı. Dileriz bu gelişme Türkiye'de hükümet yetkililerimize örnek olur...

Hindistan, güvenlik kaygıları nedeniyle genetik yapısı değiştirilmiş ilk ürünü olacak, kendi topraklarına özgü bir patlıcan türü olan 'brinjal' ekimini askıya aldı.

Hindistan Çevre Bakanı Jairam Ramesh, genetik yapısı değiştirilmiş brinjalin, tüketiciler ve çevre için güvenli olduğunu kesinleştirmek açısından daha ileri çalışma yapmak gerektiğini bildirdi.

Hindistan'da genetik yapısı değiştirilmiş brinjalin deneme ekimleri, 2008 yılından bu yana sürüyordu; 2009 yılında da hükümete bağlı bilim adamlarından onay almıştı.

Ancak genetik yapısı değiştirilmiş brinjal ekimi konusunda kamuoyunda ateşli tartışmalar çıkmıştı.

Delhi'deki basın toplantısına katılan BBC muhabiri Geeta Pandey, Çevre Bakanı Ramesh'in kararıyla, ülkede genetik yapısı değiştirilmiş sebze yetiştirilmesinin süresiz olarak askıya alınmış olduğunu bildiriyor.

Ramesh, "Halkın bu konudaki duyguları olumsuz. Temkinli, ihtiyatlı ve ilkeli davranmak, benim görevim." dedi.

Hindistan Çevre Bakanı, bunun alınması zor bir karar olduğunu, zira bilimsel verilerle toplumun istekleri arasında denge kurmak gerektiğini kaydetti ve "Kararımız, bilime karşı sorumlu davranmak ve topluma karşı da duyarlı olmak yönündedir." dedi.

Hindistan, dünyanın en büyük patlıcan üreticisi ve ülkede 4000 çeşit patlıcan üretiliyor.

Brinjali geliştirmiş olan ve Amerikan çok uluslu Monsanto şirketinin ortağı Hint tohum şirketi Mahyco, genetik yapısı değiştirilmiş bu ürünün, bitki zararlılarına karşı daha dayanıklı olduğunu savunuyor.

Hindistan'da 2002 yılında da, genetik yapısı değiştirilmiş pamuk tohumu kullanımına izin verilmişti.

ntvmsnbc
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Biyolojik silahlar midemizde!
« Yanıtla #24 : 18 Mart 2010, 18:09:25 »


Çok kritik bir dönemdeyiz. Genetik yapısı değiştirilmiş gıdaların ülkemize girişi, satışı hatta tarımı serbest bırakılmak isteniyor. Meclis’te GDO yasası oylamaya sunulmak üzere. Bu yasa, herhangi bir yasa gibi değil.

Genetik yapısı değiştirilmiş yiyeceklerle ilgili “derin gerçekleri” Kemal Özer’e sorduk. Kemal Özer Gıda Güvenliği Hareketi Derneği Başkanı ve Hayy Kitap’tan yayınlanan Deccal Tabakta: Siyasi, Dini ve Vicdani Açıdan GDO kitabının yazarı.

***

İsterseniz önce şunu açalım. Birçok insanın kafasında bilim kavramı ilerleme, medeniyet, refah, iyilik, güzellik kavramları ile bir arada düşünülüyor. Günümüzde bilimin insanlığın ortak faydası için yapıldığını söyleyebilir miyiz?

İbn-i Sina diyor ki; ‘Tıbb insanlara meslek olduktan sonra ilim olmaktan çıkmıştır.’ Ah keşke bu sorunuza ‘evet’ demek mümkün olsaydı. Ne yazık ki bilim ticari bir meta halini almıştır.

Şu anda bilim kimin için yapılıyor? Daha doğrusu şöyle soralım; ticari bir meta haline gelmiş olan bilimin patronu kim?


Bilim büyük oranda insanlığın ortak faydasını artık kale almıyor. Günümüzde bilim, küresel güçlerin hedeflerine ulaşmalarını sağlamayı amaçlıyor. Bilimin patronu dediniz, bu çok doğru çünkü günümüzde bilimin patronu Bilderberg’in kurucusu Rothschild ve Rockefeller aileleridir. Bilim onların belirlediği hedefe koşan bir ‘Truva atı’ konumuna getirilmiş durumda.


Şu sıralar çok tartışılan ve sizin de "Deccal Tabakta" kitabınızda konu edindiğiniz bilimin nispeten yeni bir dalına geçelim. Biyoteknoloji, canlılar üzerinde uygulanan teknoloji anlamına geliyor olsa gerek. Canlı ve teknoloji kelimelerini zihnimizde yan yana koymak çok güç. Canlılar üzerinde nasıl bir teknoloji uygulanıyor?

Evet, aynen öyle. Canlı organizmaların yapısını geliştirme adı altında tahrif ve tahrip etme teknolojisi. Kimi çevreler hemen bundan bilim karşıtı bir çıkarımda bulunabilirler. Bu onların kötü niyetinden değil gerçeği görememelerinden kaynaklanıyor. Çoğunlukla önümüze konulan bir oyuncakla oynamaktan gerçeği göremiyoruz. Bu da malum çevrelerin bir planı.

Klonlama, hibrit tohum, GDO, kalıtım mühendisliği, genetik mühendisliği, bu terimler ne anlama geliyor, okuyucularımız için biraz açabilir misiniz?

Bu terimler aslında birbirini tamamlayan kavramlar veya teknolojiler. Canlıların yaşamı için en vazgeçilmezlerin başında yer alan tohumun insanlığın ortak mülkiyetinden küresel birkaç gücün nihayetinde de biraz önce zikrettiğimiz iki ailenin mülkü haline getirilmesinin ilk adımı hibrit tohum teknolojisidir. Aşı yöntemi ile karıştırılan bu yöntem bir aşılama ve geliştirme değildir. Mülkiyet değişimi için uydurulan kocaman bir yalan ve palavradır. Genetik müdahale tür içi gibi sunulsa da tohumun kısırlaştırılması, tarım kimyasallarına bağımlı hale getirilmesi ve tohum mülkiyetinin el değiştirmesi nedeniyle GDO’dan daha çok üzerinde durulmayı hak eden bir konudur ve GDO’nun birinci safhasıdır. GDO’lu tohum ise hibrit tohumun ikinci adımı; tümüyle türler arası transferlerle felaketin kendisi.

Hibrit tohum felaketin birinci, GDO ikinci, nano gıda ise üçüncü adımı.

Bu safhalarda artık gıda sandığımız hiçbir şey gerçek değil. Bir otomobil gibi petrol tüketen insan ve hayvanlar haline getirilme süreci. Yani yok oluşa son hızla ilerleme.

Klonlama ise bir canlının fotokopisini çekme hadisesidir. Fotokopi ne kadar gerçekse klonlanmış canlı da aslına oranla o kadar gerçek. Klonlama bugünkü bilgiler ışında hiçbir zaman sürdürülebilir bir teknoloji olarak durmuyor. Ayrıca, sanıldığının aksine klonlananın tıpkısı değil sadece fizyolojik benzerliği olan farklı bir ruh taşıyan bir canlı.

Kalıtım mühendisliği ise canlı organizmalar üzerinde bilim ve teknoloji adına uygulanan bu yeni sürece verilen yeni maske isim. Özetle kalımın mühendisliği insan, hayvan ve bitkilere zulmeden ve her gün onların bedduasının alınmasına neden olan zulüm sistemidir. Genetik mühendisliği isminin yeni versiyonudur aynı zamanda. Bu çevreler bir yandan da yeni terimler üretirler ki, zaten kafası karışmış olan insanları biraz daha oyalasınlar…

Hibrit tohum nasıl elde ediliyor? GDO tohumun hibrit tohumdan farkı nedir?

Hibrit tohuma kısır tohum veya ebter tohum da deniyor. Hibrit tohumlar normal tohumların genlerinin değiştirilmesi ile elde ediliyorlar. Tabiî tohumlar ilaç, gübre veya hormon gibi herhangi bir tarım kimyasalına ihtiyaç duymadan yeşeriyor, verim veriyor ve elde edilen üründen tohumluk ayrılabiliyor. Anadolu’nun bazı köylerinde tabiî tohumlar halen bulunabiliyor.

Hibritte ise tohum kısır olmasa bile yeşermesi, verim vermesi, belirli ölçülerde olması hatta çiftçinin istediği takvimde hasat edilebilmesi için her biri birbirinden tehlikeli tarım kimyasallarına ihtiyaç duyuluyor. Hibrit tohumlar tür içinden (domatesten domatese gibi) laboratuar ortamında gen aktarımı ile yapılan, çalışmayı yapan şirketin mülkü haline getirilen, vitamin ve besin fakiri olmakla beraber zehir deposu ürünlerdir.

GDO ise bunun tür dışı (bakteriden mısıra gibi) gen transferi içeren bir adım ilerisidir. Birbirlerinden farkları versiyonlarıdır.

Hibrit ve GDO’nun ülkemizdeki durumu nedir? Yasal mı, ekilip biçiliyor mu, yeniyor mu, ticareti yapılıyor mu? Bütün bunlar olurken vatandaşın haberi oluyor mu?

Dünyanın ilk hibrit tohum ekimini yapan üç ülkesinden biri Türkiye’dir. Diğerleri ise Pakistan ve Hindistan. 1940’lardan bu yana hibrit tohumlar bu ülkede ekildiği gibi devletin desteklediği bir illet durumundadır. Tohumların ezici bir kısmı hibrit tohum halini almıştır. Tohumculuk yasası ile hibritleştirme resmi devlet politikası haline gelmiştir.

GDO ise hibrite göre daha yeni bir durumdur. Ancak devletin resmi belgeleri ve ağızları son günlerde aksini iddia etseler de Türkiye halen GDO’lu ürün ekimi yapmakta ve GDO’lu ürün ithal etmektedir. Tarım Bakanı’nın da ifade ettiği gibi, mademki dünyadaki mısır, soya, kanola ve pamuğun yüzde 100’e yakın kısmı GDO’lu; o halde bu ülkedeki hemen her üründe kullanılan soya lesitini, soya unu, soya yağı, kanola yağı, pamuk yağı, pamuk ürünleri, mısır yağı, mısır şurubu/glikozu, mısır yağı nasıl olurda GDO’suz olabilir? Kimse kimseyi kandırmasın, bu ülke GDO konusunda yol geçen hanı idi. Yeni durumda hiçbir şey değişmeyecek; bu kez sözde Kurul’un onayıyla GDO’nun cenneti olacak. Kamu erki ve siyasetçiler için bunun itirafı zor ama en yalın haliyle gerçek bu.

Tüketicilerin ezici bir kısmı bütün bunlardan habersiz. Haberdar olanlar ise tıpkı tiryakilerin alışkanlıklarını bırakma konusundaki iradesizliği ve duyarsızlıkları gibi alışkanlık ve bağımlılıklarını terk etmekte zorlanıyorlar. Ya atın ölümü arpadan olsun, ya da herkes yiyor bir şey olmuyor gibi bir düşünce var. Elbette herkes böyle düşünmüyor. Bazı çevreler sağlığı önceleyerek, bazı çevreler siyasi sonuçlarını düşünerek, az sayıdaki dindar çevre ise sağlık ve siyasi sorunlara ilaveten ‘haram’dır fetvaları nedeniyle GDO’lu ürünlerden sakınmaya çalışıyor.

Amerikalıların yüzde 60’ı hiç GDO’lu besin tüketmediğini sanıyor. Oysa ABD’de hemen herkes, her gün GDO’lu besin tüketiyor. Özellikle market yiyeceklerinin içindeki GDO mısır, soya, kanola, pirinç türevleri ile. Bunu bilmiyorlar çünkü market yiyeceklerinin etiketinde GDO’lu olduğu yazmıyor. Biz de Amerikalılar gibi, farkında olmadan GDO yiyor olabilir miyiz?


ABD, ‘Tüketici istiyor diye ürün etiketine GDO’ludur diye yazacak lüksümüz yok’ diyen adamlarca yönetilen bir ülke. ABD’de GDO’lu ürün tüketmemiş olanlar sadece dünyanın kaymağını yiyen Bilderberg taifesi ve efradıdır. Onun dışında herkes tıpkı Türkiye’deki herkes gibi mutlaka GDO’lu bir ürün tüketmiştir ve tüketmeye de devam ediyor.

Biyoteknoloji sadece tohumlarla alakalı olmasa gerek. Bitkilerin, hayvanların bedduasını alıyoruz demiştiniz. Başka hangi canlılar bu zulme uğratılıyor?

Uğramayan canlı türü var mı? Tarım kimyasalları nedeniyle her yıl binlerce canlı türü yok oluyor. Bitkiler de yok oluyor, hayvanlar da... İnsanlarda ise bu teknolojinin getirdiği kısırlaştırma ile ‘istenmeyen ırklar’ olarak tanımlanan bazı ırkların ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Özellikle de kısırlaştırıldığı için çocuk sahibi olamayan milyonlarca ailenin geleceği karartılıyor.

“Ne yersen, osun” diye bir söz vardır. Kısır tohum yiyince kısır, yamyam tavuk ve yamyam sığır yiyince yamyam oluyor muyuz dersiniz? Deli dana hastalığı sığırları yamyamlığa zorlama yüzünden, yemlerine türdeşlerinin kanları, kemikleri katıldığı için patlak vermişti. Ya da, bağışıklık sistemi zayıflatılmış buğdaydan yapılan bir ekmeği yediğimizde bizim de bağışıklık sistemimiz çöküyor mu? Çocuklarımız bundan mı hep soluk benizli, hep hasta?

Zaten en önemli hedeflerden biri savunma sistemi çökertilmiş, hastalıklı insanlar oluşturmak. Sağlığı ile uğraşmaktan bilimle, düşünceyle, iktisatla, siyasetle ve gelecekle ilgilenmeyen toplumlar oluşturmak. Bunun en kolay yolu sürekli hasta bir toplum meydana getirmekten geçiyor. Her gün hasta, her gün hastane koridorları ve odalarında çürütülen bir ömür ve ilaç maymununa dönüştürülmüş bir insanlık.

GDO yasası ile sadece Tarım Bakanlığı’mız ilgileniyor. Konunun çok farklı boyutları olduğundan birçok bakanlığın bu kritik dönemde söz sahibi olması gerektiğini söylemiştiniz. Bu bakanlıklar hangileri? Neden sadece Tarım Bakanlığı konusuymuş gibi davranılıyor?

Dünyada GDO meselesi genellikle Tarım Bakanlarının meselesi değil. Bu sadece bizde böyle. GDO ve tarım kimyasalları sorunu çevre, sağlık, ticaret, tüketici, bilim, eğitim, tarım ve gıda bakanlıklarının sorunu. Hatta hatta Milli Güvenlik Kurulları ile dini otoritelerin sorunu. Bizde ise sanki bu sorun sadece gıdayı ilgilendiren bir meseleymiş gibi sadece tarım kısmı konuşuluyor. Dini çevreler suskun. Sıkıştıklarında açlık palavrası ve ‘zaruret hali’ gibi bir kılıfla işin içinden sıyrılıyorlar. Milli Güvenlik Kurulu ‘iç düşman’ saplantısı yüzünden ömründe tarımı hiç dert edinip gündemine almamış ki GDO ile ilgilensin. Sağlık Bakanlığı aşı ve ilaç pazarlamacısı gibi çalışmaktan bu meselelerle ilgilenmiyor. İlaç ve kozmetik ürünlerindeki GDO ve kimyasal madde sorunu bu ülkenin en önemli sağlık sorunu olduğu halde Sağlık Bakanlarının ağzından bu konularla ilgili tek cümle sadır olmamıştır. Çevre ve diğer bakanlıkların da konu hakkında zerre bilgisi yokmuş gibi duruyor. Acı ama gerçek bu.

Avrupa gündemine GDO bizdekinden önce girdi. Avrupalı tüketiciler, çiftçiler senelerdir istemediklerini söylüyor; ABD ve Dünya Ticaret Örgütü’nün dayatmalarına karşı mücadele veriyorlar. 2008 yılında Vatikan bu konuda önemli bir adım atarak “genetik mühendisliğinin” ve “insanlar üzerinde deney yapmanın” günah olduğunu açıkladı . Bu çok önemli bir haber. Bizim din adamlarımızın neden bu konuda sesi çıkmıyor? Laiklik, en hayati konuda bile dinimizce doğru olanları söyleyememek haline mi geldi? “Dilsiz şeytan” durumuna düşülmüyor mu biraz?

Bizim dini çevreler konu hakkında ilgisiz dolayısıyla da bilgisiz. Kitap çalışması yaparken bu konuda küçük çaplı birkaç kitap ve makale dışında hiçbir veriye ulaşmak mümkün olamadı. Bizimkiler hâlâ ibadet şekillerini tartışıyor. Hâlâ Cuma Hutbeleri’nde Ortam Haftası, Cumhuriyet’in Fazileti, Yerli Malı Haftası, içini bir türlü dolduramadıkları ‘güzel ahlak’ gibi çağın sorunları dışında gündemlerle meşguller. Müslüman çevreler hâlâ sakal şekli, örtünme biçimi, kendi cemaatinin üstünlüğü gibi şekilci ve abes işlerle ilgileniyorlar. Ve mütefekkirliği hak edemeyen entelleri ise hâlâ gündelik sohbetlerinde Marks bunu dedi Weber bunu dedi ile meşgul olmaktan paradigma geliştiremiyorlar. Mesela onlar Henry Kissinger’i sadece Diplomasi kitabının yazarı sanıyorlar. Mesela Ahmet Davutoğlu’na Türkiye’nin Kissinger’i diyerek hakaret ettiklerinin, hatta aşağıladıklarının farkında bile değiller. Kendileri gündem yaratmak yerine önlerine konulmuş sanal gündemlere yönelik okumalar yapıyorlar ve onu tartışıyorlar. Bu çevreler kendi sorularını sormak yerine Batılıların sorduğu sorulara cevap üretmekle meşguller. Ürettikleri cevaplar da bir türlü sorunun cevabı olamıyor.


Kur’an’ın hükümleri ve mânâsı konusunda uzman fıkıh ve tefsir alimlerinin GDO tartışmalarında sesi çıkmayınca meydan ehil olmayan kişilere kaldı. Örneğin İstanbul Ticaret Odası’nın 3 Şubat 2010’da düzenlediği GDO seminerinde biyoteknoloji uzmanı Prof. Selim Çetiner ve Başbakan Başmüşaviri Dr. Yıldırım M. Ramazanoğlu Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri kendilerine göre yorumlayarak GDO’nun dini açıdan sakıncasız olduğunu iddia ettiler. Bunun ardından, dinimiz konusunda cahil olmayı seçen ve bir ayetten mana çıkartacak kıvama gelebilmek için 15 farklı bilim dalında uzman olmak gerektiğini bilmeyen entelektüellerimiz bu iddiayı doğru kabul ederek “Her İşe Dini Karıştırmasak Çok İyi Olacak ” ve “Fetva Verildi, GDO’lu Ürünleri Yiyebilirsiniz ” başlıklı yazılar yazdılar. Dini açıdan GDO’yu nasıl değerlendirebiliriz?


Nisa Suresi 118. ayette şöyle buyruluyor: Allah o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım” dedi. “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse şüphesiz o, apaçık bir hüsrana düşmüştür.

İTO’nun zikrettiğiniz GDO yanlısı panelini baştan sona takip etme ve kaydetme imkânım oldu. Konuşulanları biliyorum. Bu konuda çıkan haber ve yorumların önemli bir kısmını da takip etme imkânım oldu. Bahse konu ‘Deccal Tabakta’ isimli kitabımızda da konuya bir miktar değindim. Selim Çetiner’in GDO konusunda söyleyeceği bilgilerin bizim açımızdan hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Kendisi GDO yandaşı ve karşıtları küçümsüyor. Başbakanlık adına konuşan Başbakan Başdanışmanının konuşmaları ise adeta şok ediciydi. GDO’nun fıtratı bozması nedeniyle Müslüman çevrelerin GDO’ya karşı çıkmak için Kur’an-ı Kerim ayetlerinden örnekler vermeleri sıkça yaşadığımız bir durumken Kur’an-ı Kerim ayetlerinin GDO taraftarlığına alet edilmesine ilk kez rastladık. Bu tahrip ve tahribe, yani fıtratın bozulmasına siyasi çevrelerin Ayetle karşılık üretmeleri yakışıksız olmakla birlikte Milliyet Gazetesi’nde çıkan eleştirileri hak edecek türdendi de. Kur’an’ın GDO’yu desteklediğini söylemek şayet saflık değilse iyi niyetle bağdaşmaz. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı ve İslam Konferansı Teşkilatı’nın GDO konusunda ‘haram’ yahut olumsuz düşünceleri ortadayken başbakanı temsil eden birinin böyle bir konuşma yapması ciddi soru işaretleri doğurur.

Ekini, nesli mahvediyor ama gene de din adamlarımızın sesi çıkmıyor; çok ilginç. GİMDES, GDO’lu ürünlere helal sertifikası vermeyeceğini, bu gıdaların haram olduğunu açıkladı, değil mi?

Zikre konu dernek bu konuda ne dedi bilmiyorum. Fakat bildiğim GDO’lu olduğunu bildiğimiz endüstriyel tavuğa ‘helal sertifika’ vermeleridir. Şahsen ben helâl sertifikası taşısalar da bu tavukları yemiyorum ve yemem. Kitapta nedenlerini de izah etmeye gayret ettik. Ekinin tahribi konusundaki sorun birçok çevrenin Kur’an-ı Kerim’i sözlük yardımı ile çözülen bir mesai metnine indirgemiş olmasıdır. Orada geçen kelimenin terkibi, gramer yapısı, ıstılah manası, etimolojik, linguistik durumu gibi birçok neden ile Kur’an-ı Kerim’in kıyamete dek sürecek olan kalıcılığı ve evrenselliğine göre anlamlandırılması gerekirken Elmalılı merhumun mealinin başına gelenlerin bile durum hakkında yeterli bilgi verdiğini düşünüyorum.

Kitabınızda şunu söylüyorsunuz: Hastalık yapan tohumu üreten şirketle, hastalanınca içilen ilacı üreten şirket aynı. Dahası, GDO ve hibrit tohumun her türlü kimyasal tarım ilacını üreten şirket de aynı. Bu bir komplo mu?

Kimileri bu tür bilgilendirmeleri ‘komplo teorisi’ olarak yaftalarlar. Bu gerçeği görememenin, görmek istememenin göstergesidir. Olup biten komplo teorisi değil insanlığa yapılan komplodur. Belirttiğiniz gibi petrolü kontrol eden de, tohumun genetiğini değiştirip mülkiyetine geçiren de, tarım kimyasallarını üreten de, hastalık üretip hastalık satan da, ürettiği yapay hastalıklara aşı ve ilaç üreten de, finansı kontrol eden de, tarım makinelerini üreten de aynı şirket/ler. Şirket tarımı ya da endüstriyel tarım tümüyle bir planın ürünüdür. Bu plan insanlığın çıkarına değil küresel şirketlerin çıkarına bir durum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın isminden “köyişlerini”ni çıkartmak istiyorlar. Hibrit tohum ve GDO çiftçimiz için ne anlama geliyor? Yerli tohum türlerimiz ve yerli hayvan ırklarımızdan sonra köylülerimiz de kıyıma mı uğratılmak isteniyor?


Çok haklısınız. Adeta bakanlık köyden utanıyor ve köyişlerini kullanmıyor. Zaten köy ve köylü kimsenin umurunda değil. Terk edilmişlik ve çaresizlik bir kader gibi sunuluyor. Hâlbuki gerçek hayat köyde. Son 50 yılda tüm köyleri boşaltıp şehrin varoşlarına taşıdılar. Köyde bağda bahçede çalışan insan şehirde ne olsa yaparım diye işe çıktı. Yapacak bir şey bulamayınca ne olsa yerim demeye başladı. Ne köye dönecek yüzü ve gücü var ne de şehirde kahvehaneye gitmekten başka yapacak bir işi. Mesela Doğu ve Güneydoğu hayvancılıkla geçinirdi. Politikasızlık ya da dayatılan çıkarcı politikalar veya başkaca sorunlar nedeniyle köylüyü şehre taşıdıkları için süt ve besi hayvancılığı ciddi kriz yaşıyor. Son et fiyatı sorunu da büyük oranda bu nedenledir.

Bizi Anadolu’nun binlerce yıllık hazinesi, yerli tohumlarımız, yerli hayvan ırklarımız kurtaracak diyorsunuz. Bu konuda neler yapabiliriz?

Yapacak çok şeyimiz var. Ekemiyorsak bile özellikle dağ köylerinde hâlâ bulabileceğimiz tabiî tohum türleri var. Bunları alıp keten bezlerde ve uygun ortamlarda saklayabiliriz. Ama doğru olan saklamak değil. Bağınız bahçeniz yoksa bile balkonunuzda çatınızda terasınızda bunları çoğaltabilirsiniz. Süs bitkisi ekeceğinize birkaç domates, biber, fasulye yetiştirebilirsiniz. Bu kadarcık bile tavırdır. Bu kadarcıkla bile mesaj verebiliriz.



Kuş gribi, domuz gribi, öldürücü kene biyoteknoloji ürünü biyolojik silahlar diyorsunuz. Eskiden keneler böyle değildi; başka bir canlı türü haline geldiler. Aslında, görünüşte keneye benzeyen ama dünyada daha önce görülmemiş yeni bir canlı ile karşı karşıyayız ve bu yeni şeye kene demek de doğru olmasa gerek?


Bir yanılsama var. Kene sandığınız kene değil. Karpuz sandığınız karpuz değil. Hastalıklar hastalık değil. Yani gıda niyetine tükettiğiniz şeyler karnınızı doyuruyor ama gerçekte gıda değiller. Geçtiğimiz yıl Gazze’nin üstüne yağdırılan misket bombaları ve biyolojik silah her gün yediğimiz gıdalarla midemize dolduruluyor. Damarlarımızda dolaşıyor.

İsrail bizimle arıcılık konusunda ortaklık yapmak istiyor. Daha önce de Güneydoğu’daki mayınlı arazilerimizi ekip biçmek istemişlerdi. MOSSAD ajanlarının Karadeniz yaylalarında sırt çantalı turist kılığında bitki ve hayvan korsanlığı yaptıklarına dair haberler okuduk. Nedir bu İsraillilerin Anadolu toprağına, bitkisine, arısına sevdası?

Bir İsrailli bir yere gidiyorsa mutlaka ajanlık yapıyordur. Bu hem inançlarının gereğidir hem de bunu bir vatandaşlık ödevi olarak görür. Karadeniz’in köylerinde ve dağında dolaşan bir İsrailli ya başka bir amaçla oradadır ya da genetik ava çıkmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Akdeniz Üniversite ile yaptıkları işbirliğinde hibrit ve GDO’lu olmayan tabiî tohum getiren öğrencilere notebook verme kampanyası başlatmaları da bunun en büyük delili sayılabilir. Amaçları hâlâ bozulmamış bir tohum varsa onu ele geçirmek, değiştirmek ve mülkiyetlerine geçirmek. Ya da adına “işbirliği” veya “destek” gibi kılıflar koyarak onun o bölgede yetişmesini engelleyecek projeler geliştirmek. Buradaki sorun İsraillilerde değil buna izin veren Türkiye’dedir. Bir Türkiyeli, İsrail’de elini kolunu sallayarak dere tepe dolaşabilir mi? Bu kişi Türkiye vatandaşı bir Yahudi olsa bile mümkün değil. Ama bir İsrailli bu ülkede her delikte elini kolunu sallayarak dolaşır, istediğini yapar.

Bazı insanların istediklerini yapmaları dediniz… Arılar da keneler gibi genetik müdahaleye maruz kalırsa diye düşününce insanın tüyleri ürperiyor. Nahl Suresi 68. ayette şöyle buyruluyor: Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.” En-Nahl Arapça’da bal arısı demek, yani bal arısı, adına sure inecek kadar değerli bir canlı… Arılar mucizevi bir biçimde bütün yabani bitkilerimizin polenleyicisi olma görevini sürdürüyor ve en şifalı gıdamızı da mucizevi bir biçimde üretiyorlar. Arılarımızla ilgili nasıl bir planları olabilir? Görünüşte arıya benzeyen ama polenleme görevini yerine getiremeyen, şifalı bal yapamayan yeni yaratıklar oluşturmayı mı planlıyorlar? Bunun etkisi ne olur?

Yaşamımızdan arıları çektiğimiz zaman, bitkisel dölleme sona erer. Dölleme sona ererse yaşam sona erer. Zaten arzulanan da bu. Balın şifalı olması onları rahatsız eden bir durum. Şifalı ne varsa yok edilmeli ki şifayı her biri zehir olan ilaçlarda arayalım. Bal gibi bir nimet onlar açısından böcek kadar değer ifade etmeyen insanların hak ettiği şeylerden değil. Bu planların sahipleri kendi korunaklı alanlarında kendilerine yetecek kadar bal ve tabiî gıdaları üretip tüketiyorlar. Bu güçler iyiyle, tabiîyle, fıtratla savaşmak ve bunları yok etmek istiyorlar. Bu açık bir Rab’lik iddiasıdır. Bu güçlerin açık ve gizli inançlarına göre kendileri dışındaki tüm insanlar onlar için hizmete memur edilmiş kölelerdir. İyi sadece onların hakkıdır. Diğerleri ise köleleştirilmesi ve onlara hizmet etmesi gereken insanlardır. Bunlara komplo diyenler bu gerçekleri aslında bilen insanlar. Ancak ya fotoğrafı bir araya getiremiyorlar ya da getirdikleri zaman kurulu düzenleri gerçeği görmelerine engel oluyor.

Ankara’da bir tohum gen bankası kuruldu. Prof. Dr. Tayfun Özkaya genetik kaynaklarımızın yağmaya açılması şeklinde yorumlamıştı. Bu banka aslında ne anlama geliyor?

Bu bir trajedidir. Tohumun yeri tohum bankası değil topraktır. Bir taraftan hibrit tohumu destekleyeceksiniz, diğer taraftan GDO’yu yasal zemine taşıyacaksınız. İyi GDO kötü GDO diye bir yanılsamayla meşruiyet kazandıracaksınız, sonra da tohumu bankalarda saklayacaksınız. Hasta can çekişirken ilacı hastaya vermek yerine ecza dolabından saklamakla tohumu bankalarda saklamak arasında hiçbir fark yok. Bu banka üzüntü verici. D8 ülkelerine ait olan bu deponun finansmanının Batılı örgütlerce karşılanması ve GDO’cuların memnuniyetle desteklemiş olmaları bile manidar değil mi?

Bu şeytani tohumlardan, şeytani planlardan kaçmanın yolu nedir? Kitabınızda “Organik tarım gerçekten organik mi?” diye soruyorsunuz. Gözü kapalı, gönül rahatlığıyla yiyebileceğimiz ürünler olduklarını zannediyorduk biz.

Öncelikle kurtulmayı istemek gerekiyor. Sonra tüketime arz edilen ürünleri tüketmekten vazgeçerek tabiî ürünleri talep etmeliyiz. Özellikle organik ve doğal ürünler demiyorum. Tabiî ürünlerle organik ürünler aynı şeyler değildir. Organik denilen ürünlerin tohumları hibrit olabildiği gibi kimyasalları da barındırabilir. Tabiî tohumlar ise ekim ve sulamanın ötesinde hiçbir insani müdahale içermeyen ürünlerdir. Bunları elde edebilmek için toplumsal talep geliştirmek; bunun için de örgütlenmek ve bireysel mücadele başlatmak gerekiyor. Bu mücadeleyi başlatanların söylem ve eylemlerinin de örtüşmesi şart.

Son 10 yıldır “makineden çıkmışçasına aynı” kayısı, elma, kiraz görüyoruz her yerde. Meyve ağaçlarımıza ne oldu da böyle tornadan çıkmış gibi birbirlerine benzemeye başladılar, kokuları gitti, tatları gitti?

İşte bu masum gösterilen hibrit tohumların ve tarım kimyasallarının sonucudur. Böyle olması arzulanıyordu ve oldu. Endüstriyel üretimde ürün tabiatın ve fıtratın öngördüğü zamanda olgunlaşmamalı. O üreticinin belirlediği günde olgunlaşmalı, onun öngördüğü büyüklükte olmalı ki zahmetsizce ambalajlayabilsinler. Amaç nitelik değil nicelik. Bir üretici için bir tarım ürününün bir plastik eşya üretmekten öte bir anlamı yok.

Hem kendimizi, hem toprağımızı GDO’dan koruyalım. Bir de işin gen kaynaklarımızı koruma kısmı var. Ülkemiz birçok canlının gen kaynağı durumunda. Biyolojik korsanların bu hazineyi elimizden gasp etmelerini ve patentleyerek mülk edinmelerini önlemek için neler yapmalıyız?


Türkiye’nin meseleyi bir milli güvenlik ve gelecek sorunu olarak görmesi gerekiyor. Tohum kanunları ortadan kaldırılmalıdır. Şirketlerin tohumları tescil etmesine engel olunmalı. Tohumda bir mülkiyet söz konusu olacak ise bu devletin kendisi olmalıdır. Bunu yapabilmek için Türkiye Dünya Ticaret Örgütü ile imzaladığı tüm sözleşme ve protokolleri gözden geçirmek zorundadır. Biyolojik kaynak haritası çıkarılmalıdır. Bazı ürünler ticari olmadığı gerekçesi ile ekilmiyorsa daha fazla destek sunulmalı ya da devletin kendisi ekmelidir. Çiftçilerin ve köylülerin tohuma kolay erişmesi için devletin kendisi tabiî tohum üretim çiftlikleri kurmalı ve bunları ya maliyetine ya da destek amaçlı olarak ekim karşılığında çiftçiye hibe etmelidir. Gen kaynakları bankalarda tohum saklayarak değil, tohumu toprakla buluşturup yeşerterek geliştirilir. Hibritin yanında hangi oranda ve hangi şekilde GDO içerirse içersin GDO içeren tohum, mamul ve katkı maddesinin ülkeye girişine, ekilmesine, tüketilmesine ve ihracatına izin verilmemelidir. Bunun için ağır cezai müeyyideler koyulmalıdır. Bunu devlet yapmazsa Müslümanlar bence zekâtlarını bu alanda kullanarak fıtratın korunmasını sağlayabilirler. Bunun için örgütler kurabilirler. Tohumları geliştirip ekmeleri kaydıyla ücretsiz ya da sembolik bedellerle köylüye, çiftçiye verebilirler. İnsanlığa yapılabilecek daha büyük bir iyilik bilmiyorum. Evren bize çocuklarımıza ve torunlarımıza sapasağlam teslim edilmek üzere emanet edildi. Bir Müslüman ve bir insan emin olmak zorunda. Hz.Peygamber'in (SallAllahu Aleyhi Vesellem) herkesçe kabul edilen en önemli özelliği ‘emin’ olma sıfatıdır. Hz.Peygamber'e tâbi olmak onun gibi olmakla mümkün olur. O halde emanete sahip çıkmak her Müslüman için kanaatimce farzdır. Farzın gereğini yapmayan hesabını nasıl vereceğini düşünmek zorundadır. Gelecek nesillerin haklarını tüketmeye kimsenin hakkı olmadığı gibi buna izin vermeye de bizim hakkımız yok.

Meclis GDO’yu oylayacak ama bu konuda ne kadar bilgi sahibi oldukları şüpheli. Ne yapabiliriz GDO’dan korunmak isteyen insanlar olarak?

Çok şey yapabiliriz. İktidar ve muhalefet milletvekillerine bu yasaya oy vermemeleri için hergün e-posta gönderebilir, cep telefonlarına mesaj gönderebilir, ziyaret ederek veya telefonla arayarak oy vermemelerini sağlayabiliriz. Siyasi partilere ve siyasi iktidara çağrı yaparak, mektup yazarak tepki gösterebiliriz. Bu alanda çalışan derneklere üye olabilir, onlara katkı sunabiliriz. Kısaca yapacak çok şeyimiz var. Hâlâ fırsat kaçmış değil.

Çok teşekkür ediyoruz…
Ben de ilginize çok teşekkür ederim.

Kaynak: www.iyilikguzellik.com
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şimdi sırada ne var?
« Yanıtla #25 : 30 Mart 2010, 12:28:04 »

Ama Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde sonunda meclisten bir kanun geçti. Kimileri için bir zafer kimileri için üzüntü kaynağı.
   
Biyogüvenlik Kanunu Yayımlandı, Şimdi Sırada Ne Var?   

Meclis gündemine gelinceye kadar, yedi yıl boyunca hazırlıkları devam etti. Üç farklı biyogüvenlik kanun taslağı çıktı kamuoyuna, sonra da sessizce  kayboldu bu taslaklar. Ama Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde sonunda meclisten bir kanun geçti. Kimileri için bir zafer kimileri için üzüntü kaynağı.

Resmi Gazete’de 26.3. 2010'da (bugün) yayımlanan 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu’na göre, Türkiye’de gdolu bitki ve hayvan üretimine izin verilmeyecek. Bu düzenleme, son yıllarda Türkiye’de yürütülen gdo karşıtı mücadelenin bir başarısı olarak yorumlanabilir. Ancak kanun, gdolu gıdaların ithalatını, izne tabi olacak biçimde, serbest bırakıyor.

Özellikle yem ve gıda olarak ülkeye giren gdolu ürünlerden hem üreticinin hem de tüketicinin nasıl korunacağı belirsizliğini korumaya devam ediyor. Yem olarak giren gdolu ürünlerin, tohum olarak kullanımı nasıl engellenecek, belli değil.

Bu ürünlerin ülkeye girişi, nakli, transferi için yapılacak başvuruları  ise Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı Biyogüvenlik Kurulu değerlendirecek. Kurul, uygun gördüğü taktirde, bu ürünlerin ülkeye gıda ve yem amaçlı olarak girişine olanak tanıyacak.

Kurulda üretici ve tüketici örgütlerinin temsilcileri yer almayacak. Biyogüvenlik kurulu altında ürünlerin sosyo ekonomik ve ekolojik etkilerini değerlendirecek komiteler oluşturulacak. Komitelerin kararları gizli bilgi kapsamında değerlendirilecek. Bu bağlamda, kurulun karalarının dayanağını öğrenmenin yolu kapatılacak.

Bu kararları öğrenmenin tek yolu ise yargısal denetim ile alınan kararlara katılım. Kısacası kararlara idari dava açmak gerekecek. Oysa pek ala bu kararlar, demokratik bir biçimde kamuoyu ile paylaşılabilirdi.

Bu bilgilerin gizli bilgi olması, toplum sağlına ve doğanın geleceğine yönelik bu kadar önemli karaların sır niteliğinde olması, yaşama hakkının doğrudan ihlali niteliğinde görülebilir. Bu ve ithalata ilişkin düzenlemeler de bu bağlamda Anayasa’ya aykırılık konusu olabilecektir.

Diğer yandan, Ekoloji Kolektifi’nin üzerinde durduğu diğer bir husus ise, bu ürünlerden zarara uğranıldığının ispatının tüketici ve üreticiler üzerinde bırakılmasının yaratacağı sorunlardı.

Bu ürünlerden doğan zararları ispat etmekle yasa yine zarar göreni sorumlu tutuyor. Oysa ki bu ürünlerin zarar vermediğini, bu ürünleri ihal eden, dağıtan, satan şirketler ispatlamalıdır.

Bu ürünleri ithal edenler kusursuz sorumluluk hükümlerine tabi olmalıdırlar. Ama yasa, bu ürünlerden kaynaklı, alerjik bir reaksiyon ya da daha farklı bir sağlık sorunu yaşayan kişilerin,  iddialarını ispat etmekle sorumlu tutuyor. 

Neyse ki GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaklanıyor. Şükretmeyi öğrenmek lazım; değil mi!!

Ama, bir belge var ki onu da yakında açıklayacak  ekoloji kolektifi, tam bir dehşet tablosu sunuyor.

Geçtiğimiz yıl kamuoyunda gdo yönetmeliği olara bilinen, Gıda Ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar Ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelik’in iki kez değiştirilerek uygulanmaz hale getirildiği zaman zarfında ülkeye gdolu olarak ne kadar gıda ve yem girdiğini gösterir bir belge bu. Öğrenince gözlerime inanmadım.

Bu yönetmeliğin uygulanamaz hale gelmesine yol açan değişiklikleri ekoloji kolektifi üyeleri iptal ettirmişti. Şimdi peki bu ürünler, piyasadan toplatılacak mı? Bakanlık bu konuda ne yapacak, yasamız var yaşasın, uyum sürecini tamamladık mı diyecek yoksa mücadele devam mı edecek?

Ya da şöyle soralım, şeker özelleştirmelerinin hızlı bir biçimde gündeme girmesi ile gdoların(özellikle mısırın) ithalatı arasında nasıl bir bağ kuracak, gdo karşıtları. Şeker fabrikalarının kapatılmasının, gdolu mısıra dayalı tatlandırıcıların kapısını sonuna kadar açtığını, gdo karşıtları görüp, yeni dönemde bu özelleştirmelere karşı da direnmeye devam edecek mi?

Mücadele ederken göreceğiz. Ama eğer şeker özelleştirmelerine karşı gdo karşıtı mücadele etkinlik gösteremezse, kazanımlar teker teker kaybedilecektir. Sadece şeker çiftçisi, işçisi değil aynı zamanda tüketici de bunun bilincinde olmalıdır.

Fevzi Özlüer
Ekoloji Kolektifi
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Günbatımı

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2490
  • Görelim Mevlâ'm neyler, neylerse güzel eyler...
Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
« Yanıtla #26 : 31 Mart 2010, 14:08:59 »
 s1))    Ne yiyeceğiz biz artık? Bir şekilde kendimiz ekelim desek bile, tohumlar da GDO'luymuş!  :usgunn:
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bukalemun kılıklı meyve ve sebzeleri yiyen insana ne olur?
« Yanıtla #27 : 02 Nisan 2010, 02:17:37 »

Uzman sorusu: Bukalemun kılıklı meyve ve sebzeleri yiyen insana ne olur?

Kişiliğini ve kimliğini kaybetmiş yani insanlığını kaybetmiş “geni bozuk” bilim adamlarının yeni marifeti!

Bugün ulusal gazetelerin hemen hepsinde yer alan “Ananas kokulu beyaz çilek” haberi tüylerimizi diken diken etti! Hormonlu çilekten kaçarken şimdi kokusunu kaybetmiş çilek!



Önce Hürriyet gazetesinde yayınlanan ilgili haberi size sunuyoruz.

 “İngiltere'de, çilek görünümlü ancak ananas tadındaki 'beyaz çilek' piyasaya çıktı.
Bilinen çilekle aynı genetik yapıya sahip, tadı ve kokusuysa ananas gibi olan beyaz çileğin üzerindeki çekirdekçikler de kıpkırmızı.
Güney Amerika'da bir yabani çilek türü olarak yetişen, ancak soyu tükenme tehlikesi içinde bulunan beyaz çilek, 7 yıl önce Hollandalı çiftçilerce ticari amaçlı yetiştirilmeye başlanmış.

Serada yetiştirilen beyaz çilek olgunlaştıkça yeşilden beyaza dönüyor.”

Biz nereden gelip nereye gidiyoruz? Tabiatın bize hediyesi doğal meyve ve sebzelerimizin tadı, kokusu, lezzeti, içerdiği vitamin ve mineraller kimleri rahatsız ediyor?

Köpekbalığı ve akrepli domatesi nasıl bir insan hayal edebilir? Kabak genini karpuza aşılamak hangi akla hizmet eder? Ya limonun şeklini değiştime fantesizi? 

Domates yumuşak ve lezzetli, insanlar bunu yiyince çok mutlu oluyor...

Köpekbalığı ve akreple bizi korkutup mutluluğumuza engel olmak isteyenler bakın ne yapmış?



Soğuğa dayanıklı bir domates elde etmek için domatese köpekbalığı geni transfer edilirken, ürünü zararlılardan korumak için akrep geni naklediliyor.

Daha bitmedi!

Akıllı insanlar domatesin şifalı suyundan yazın salça yapıp kışın domates tüketmiyorlar diye üzülen uyanık bilim adamları domatesin suyunu kurutmak için çok uğraşmışlar!



Geçtiğimiz günlerde gidahareketi.org sitesinde yayınlanan habere göre, Metra Market, Türkiye’de ilk kez suyunu bırakmayan GDO'lu domatesleri satışa sundu. Hem de 2010 Mart ayı içinde "Biyogüvenlik Yasası"nın onaylanıp, yürürlüğe girdiği hafta. (GDO yasaklandı diyenlere duyurulur!) Bu GDO'lu domatesler sayesinde sandviç ekmeği ıslanmıyor, şişteki domates şeklini kaybedip düşmüyor. Söz konusu domatesler Metro raflarında 12 ay boyunca satışta olacak.

Limonun şeklinden rahatsız olup sivri bibere benzetmeye çalışanların aklından acaba ne geçiyordu? Bunu icad etmek için uğraşanlara soruyoruz: Bu limonun suyunu sıkmak daha mı kolay



Mersin'in Silifke ilçesinde tarım işçisi olarak çalışan Ayşe Say'ın limon ağacından topladığı bu limon çok tartışılacak!

Geçen yıl, Çukurova'da, çiftçilerin büyük bir bölümünün rekolteyi artırmak için 'kabak aşılı' karpuzları tercih etmesi, karpuzun tadını kaçırmıştı. Sonuçta onlar verim alamadı ama karpuzu yiyenlere ne oldu bilinmez?



İnsanların farklı görünme ve karşısındaki aldatma hastalığını, meyve ve sebzelere de taşıma savaşı aslında çok ama çok ürkütücü!

İnsan, “Bu GDO işiyle, yani Organizmaların Genetiğini Değiştirme işiyle uğraşan bilim adamlarının geninde neler var?” diye sormadan edemiyor!

Ya da bunun bir, “01 Nisan” şakası olduğunu düşünmek istiyor…

GDO’cu bilim adamları ve GDO savunucularına bir çift lafımız var: “Tabiatın doğallığı ve insanların sağlıklı yaşaması size batıyorsa, biz size biraz iyilik güzellik ve biraz da insanlık geni verelim…” ne dersiniz?

iyilikguzellik.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Günbatımı

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2490
  • Görelim Mevlâ'm neyler, neylerse güzel eyler...
Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
« Yanıtla #28 : 02 Nisan 2010, 09:25:42 »

....
Köpekbalığı ve akrepli domatesi nasıl bir insan hayal edebilir? Kabak genini karpuza aşılamak hangi akla hizmet eder? Ya limonun şeklini değiştime fantesizi
...

Sanırım bu tip bilim adamlarının yaptıkları şeyi açıklayan en güzel ifade bu: Fantazi!  s1))
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
GDO’nun sattığı hastalıklar!
« Yanıtla #29 : 21 Nisan 2010, 01:33:41 »

 
Uluslararası Biyolojik Bilimler Dergisi’nin Şubat 2010 sayısında yayınlanan sonuçlara göre, Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş mısırlarından elde edilen yiyeceklerin nelere sebep olduğunu öğrenmek ister misiniz?
   
19 Nisan 2010'da www.iyibilgi.com sitesinde yayınlanan bir haber GDO'nun ürkütücü sonuçlarını ortaya koydu. Haberde, Rus biliminsanlarının gerçekleştirdiği 'bağımsız' çalışmalara göre, genetiği değiştirilmiş organizmaları tüketen memelilerin, üreme özelliklerini yitirdiklerinin kanıtlandığı bildirildi.

Evet, sonunda GDO'nun kısırlığa sebep olduğu bilimsel olarak kanıtlandı ama sonucu bu kadarla kalmıyor! GDO'lu gıdaları tüketen insanlarda ortaya çıkan hastalıklar saymakla bitmiyor. Bu konuda Kemal Özer'in yazdığı Deccal Tabakta kitabı, aslında GDO hakkındaki tüm gerçekleri ortaya çıkardı.

Özer, siyasi, dini ve vicdani açıdan GDO'nun ne olduğunu anlattığı kitabın 5.bölümünde GDO'nun sattığı hastalıkları çok anlaşılır bir dille özetlemiş. 

İşte GDO’nun sattığı hastalıklar!

Neredeyse dünyanın tamamına yakınının üyesi olduğu bir örgütün, özellikle de sağlık alanında faaliyet gösteriyorsa tarafsız olması ve insan sağlığını öncelemesi beklenir. Ancak bu örgüt, özellikle de BM’ye bağlı ise kuruluş amacına uygun olmayacağı için; böyle bir objektiflik varlık sebebine aykırıdır.
Bunu beklemek galiba örgüte yapabileceğimiz en büyük haksızlık olacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü’nden, GDO konusunda olumsuz yargı beklemesek de ne düşündüğünü merak da etmiyor değiliz.

Örgüt bu konudaki görüşlerini resmi web sitesindeki GDO ile ilgili 20 soru ve 20 cevap başlıklı bölümünde şu şekilde vermiş: “GDO’lu gıdalar tüketici ve üreticiye belirli avantajlar sunmaktadır. GDO, ürünü daha az maliyetle daha fazla besin değeri ve dayanıklılıkla elde etmek demektir. GDO’lu tohum üreticileri, ‘tüketiciler tarafından onaylanan’ ve üreticilere yarar sağlayacak ürünlere yoğunlaşmışlardır. GDO’lu ürünün temel hedefi, ürünün dayanıklılığını sağlamaktır. Bitki hastalıklarına
direnç ve herbisitlere olan toleransın artması hedeftir. Genellikle tüketiciler doğal gıdaların daha güvenilir olduğunu düşünmekteler.

Yeni (endüstriyel) gıdalar, doğal metotlarla oluşturulduklarında, mevcut karakteristikler negatif veya pozitif yöne kayabilirler. Ulusal gıda otoriteleri, geleneksel gıdaların denetimini her durumda yapmamaktadır (sanki diğerlerini yapıyormuş gibi!). Çok büyük ‘kapsamlı etkileri olmamasına
karşın’ üç ana sorun söz konusudur. Bunlar: (a) alerjilere sebep olma, (b) bitki ve hayvanlardan insana gen transferi, (c) doğal bitkilere ve oradan insanlara gen kaçışı ve geçişleri.”

Görüleceği üzere Dünya Sağlık Örgütü, açık bir şekilde kurumsal anlamda GDO taraftarıdır. Bu son derece doğal bir durumdur. İnsanların ezici çoğunluğunun güvenilir bulmadığı BM’ye bağlı bir örgütün güvenilir olması mümkün olabilir mi? Üstelik hiçbir fikirleri alınmaması bir yana tüketicilerin
GDO’ya karşı yükselen isyanını yok sayarak “tüketiciler tarafından onaylanan” şeklinde alaycı ifadelere yer veren bir örgüte kim neden güvensin ki?

Bu örgütlerin yöneticileri, çoğu kez dünya politikalarında son derece etkin olan, HİBRİT ve GDO’lu tohum üreticilerinin etkileri ile belirlenmektedir. Bu örgütlerin politikalarının bu küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda oluşturulduğu özellikle de domuz gribi senaryosunda bir kez daha görülmüştür.
GDO’cuların her biri, birer kimya devi olup insanî (beşeri) ilaçların yanı sıra, hayvanî ve bitkisel ilaç üreticisidirler.

GDO’lu ürünleri tüketen insanlar hızla kısırlaştırılsın ya da GDO ve HİBRİT ürünlerin neden olduğu (a) alerji, (b) kanser, (c) fizyolojik bozukluklar, (ç) bağımlılık, (d) gen ve DNAyapısı bozuklukları, (e) immün sistemi sorunları, (f) mikro organizmaların mutasyonuyla yeni hastalıkların ortaya çıkması
gibi hastalıklara yakalanarak bu dünyayı acele terk etsinler!

WWF (World Wildlife Fund) adlı kuruluşun Ekim 2004’te yaptığı araştırmada AB’li 13 Çevre Bakanı’nın kan örneklerinde 55 çeşit kimyasal madde tespit edilir. Bunlar içerisinde böcek öldürücü ilaç kalıntıları da vardır.

Rusya Bilim Akademisi görevlilerinden Dr. Irina Ermakova’nın 2005 yılında yaptığı fare deneyi GDO konusunda oldukça önemli bir sonucu ortaya çıkarır. Denek farelerden 1. grup doğal gıdalarla, 2. grup GDO’suz soyayla, 3.grup GDO’lu soyayla beslenir.

3 kez tekrarlanan fare deneyinin sonucunda denek farelerden 3 hafta içerisinde:

(a) Doğal gıdalarla belenenler farelerin yüzde 6,8’i ölür.

(b) Normal soya ile beslenen farelerin yüzde 9’u ölür.

(c) GDO’lu soya ile beslenen farelerin yüzde 55’i ölür!

Ayrıca GDO’lu soya ile beslenen fakat ölmeyen farelerin yüzde 36’ı olması gereken ağırlığın altındadır. 2008 yılında Viyana Üniversitesi’nin, Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın katkılarıyla yaptığı bilimsel çalışmada ise GDO’lu gıdalarla beslenen farelerin, ilk neslinden başlayan fakat 3. ve 4. nesillerde büyük ölçüde artan şekilde üreme yeteneklerini kaybettikleri tespit edilir.

2009’a gelindiğinde bu etkilerin doğruluğu bir kez daha test edilir. Uluslararası Biyolojik Bilimler Dergisi’nin Şubat 2010 sayısında yayınlanan sonuçlara göre, Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş mısırlarından elde edilen yiyeceklerin, memelilerde organ yetmezliğine neden olduğu bir kez daha tespit edilir.

Dergide yer alan makalede; “Etkiler kendilerini genel olarak yiyeceklerin toksinsizleştirmesinin yapıldığı iki ana organ olan böbrek ve karaciğerin işlevlerinde gösteriyor. Buna ek olarak GDO’ların kalp, böbrek üstü bezleri, dalak ve kan hücrelerinin çalışmaları üzerinde de etkileri olduğu gözlendi.

Genleriyle oynanmış ürünler hiçbir zaman insan ve hayvan beslenme düzeninin bir parçası olmamalı. Bu ürünlerin tüketiciler üzerinde uzun vadede ne gibi etkilerinin olacağını henüz net olarak bilemiyoruz”deniyor. Araştırmaya tepki gösteren dünyanın en büyük GDO’cusu Monsanto ise çalışmanın hatalı olduğunu iddia ederek güvenilir bulmadığını belirtiyor.

Sorunun bir başka boyutu ise sayısız bilinmezler arasında yer alan ve nasıl bir netice vereceği kestirilemeyen insan hayvan karması çalışmasıdır. Bazı batılı ülkelerde, hayvan hücrelerinin insana ilkah edilmesi suretiyle insan hayvan arası bir varlık yaratma çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar, 1940’ta Rockefeller’in New York’taki laboratuvarlarında fareler üzerinde yapılan deneylerle başlamıştır. Mesela şu anda Çinliler domateslere ve yeşil biberlere çabuk büyüsün diye insan geni yerleştirmekteler. İnsan spermi üretebilmeleri için farelere genetik mühendislik uygulanmaya başlanmıştır.

İnsanların, zaman içinde kendi babalarının genetik hırdavatçılardan beş dolara alınan bir laboratuvar faresi olduğunu düşünmesi hissi bile ürkütücüdür. Charles Eric Maine’nin 1958’de kaleme aldığı Erkeksiz Dünya adlı romanı hatırlatan bu çalışmalar başta insan olmak üzere, canlı türlerini nasıl
bir felaketin beklediği sorusunun cevabını bulmaya itiyor. İnsanın, bu fesat girişimi yani haddi aşması fıtrata ihanettir. İnsan bu ihanetin ve ihanete sessizliğin bedelini elbette ödemek zorunda kalacaktır.

Hiçbir hastalık söz konusu olmasa bile, farelerin çocukları olmak insan onurunu zedeler. Bunun düşüncesi bile gayri insanî, gayri dinî ve gayri ahlakîdir. Olup biteni bir kez daha düşünmek ‘insan’ın en büyük bir vecibesidir.

Kaynak: Deccal Tabakta/ Kemal Özer

iyilikguzellik.com özel Nihal Doğan

〰〰〰〰🐠