Varsın nemelazımcı ev desin, geçim desin,
Varsın politikacı oy desin seçim desin,
Sen yiğidim apayrı boydasın biçimdesin,
Senin ruhun cevherdir, senin seciyen asil,
Eyyy! gazi yadigarı şehit torunu nesil.
Çok güzel bir şiir paylaşım için eline sağlık...
***********************************
Ağla AyasofyaHani katılmıştın ya Osmanlı toprağına,
Hani gülmüştü yüzün güzel sancağıma,
Hani kulak vermişti çanlar okunan ezana;
Artık ezan sustu sende ağla Ayasofya...
Hani Eyüp Ensari gelmişti ya yanına,
Hani simgeydin ya hritiyan küffara,
Hani sonra eklendin ya camiler kervanına;
Artık sen bir müzesin, ağla Ayasofya......
Adil Ataşcan
*******************************
Ayasofya İle Hasbihal Bir bahar günüydü. Hani âlemin elvan elvan çiçeklerle dolup taştığı, Itrî'nin bestelerinin, kuş cıvıltıları varımda sönük kaldığı günler olur ya, öyle bir gün. Tıpkı o fetih müjdesinin kulaktan kulağa dolaşıp, gönülleri mesrur ettiği kutlu gün gibi. Böyle bir günün seher vakti Ayaşofya'nın yanından geçiyorum. Ne mi arıyorum o vakitte? Yolum düştü. İşte, gelmez olaydım ya. Kimseye görünmeden sıvışmak isterken, sırtıma dokunan bir el silûeti ile irkildim. Geriye döndüğümde, başı sis budanmış karşımda duruyordu. Mahzun ve dolu dolu bakışından utanıp, bakışlarımı kaçırdım. Bu hüzün serencamesinden bir an evvel kurtulmak için medet umarken, nerden çıktıysa; Sultan Ahmet'in semayı delen minarelerinden
Ezan-i Muhammedi başladı. Bu ilahî sâdanın ahengivle bütün alem sanki vecde gelmişti. Derken, uykunun mahmurluğunu üzerinden atan bütün minareler, bir bir bu ilahî koroya iştirak ediyordu. Yer gök bu besteye dem tutuyordu. Bu büyülü alemde terennüm eden tatlı sesin derin hazzından bir an sıyrılıp arkama, tüm haşmetiyle karşımda duran Ayasofya'ya baktım;
"Ama, o da nesi Ayasofya?", "Ne olur yapma", "Hani nerde o endamın, bak yakışmıyor sana"Ama dinlemiyordu Ayasofya. Nasıl dinlesin ki; Yaralı sinesine bir zehirli hançer daha yemişti sanki. O koca gövdesi sarsılıyordu. Ve sonra hıçkırıklar boğazında düğüm düğüm oldu. Şimdiye kadar içine akıttığı gözyaşlarını artık pervasızca salmış; iki gözü iki çeşme, çocuklar gibi ağlıyordu. Bütün minarelerin sükunete inat, semayı yırtarcasına tekbir getirdiği, Ezan-ı Muhammedi'nin gönüllerde şehbal açtığı, ve ezanların, seher yelinin kanatlarında pervaz edip, sahibine ulaştığı şu anda; dili bağlı, gönlü bağlı Ayasofya'm daha fazla dayanabilir miydi?
Ezan sesleriyle yeri göğü ihtizaza getirmek varken, çaresizliğini yudumlamak ve susmak Ayasofya'yı kahretmez miydi?İşte böyle her ezan vakti, ağzı var dili yok Ayasofya'm hıçkırık nöbetlerine tutuluyor, ölüp ölüp diriliyordu.
Nasıl etkilenmem? Hicranı yüzünden okunan Ulu Mabed'e karşı, vefasızlığın muzdarip kıldığı bir gönül için, bu pek hazin manzara tahammüle gelir mi? Yüreğimin feri sönmüş, dizlerimin bağı çözülmüştü. Perişaniyetimi gizleyip, yere yığılmamak için çabalarken; kırık hissiyatım, ıslak kirpiklerimde birikip taşmış ve Ayasofya'nm kanlı yaşlarına karışmıştı.
Neden sonra yatıştı. Gözyaşları kurudu. Hayali yüzyıllar öncesine, şanlı serdar Fatih ve askerlerini selamladığı, o kutlu mayıs günü kadar eskiye gitti. Hiç bu kadar mesut olmuş muydu acaba? Çehresinde buruk bir tebessüm farkettim. Sonra yüzyıllar boyunca şadırvanından akan suyla abdest alanların, insanı mest eden şırıltısını ve duvarlarına çarpıp gönüllerde ma'kes bulan Kur'an nidalarını hatırladı. Zaman bu nidaları kulaklarından silip atamamıştı...Fersiz bakışlarımı çevirip uzaklaşırken,
"ağla Ayasofya'm" dedim, içimden. Daha kimbilir ne kadar ağlayacaksın...
Hızır gibi kurtarıcı bir elin yetişip dilindeki bağları çözerek, diriltici bir soluk üfleyip; "Haykır Ayasofya'm, gün senin günündür" diyene kadar ağla.Ama;
seni hayasızlara peşkeş çekip, matemlere boğan, seni Frenk Ebrehelerinin kahrolası napak ellerine ram eden biz vefasızları da affet, gönül koyma, olur mu?Çünkü biz seni gerçekten sevdik. Sen yüzyıllarca bizim en asude baharımız oldun.
Bağrımızda açan gül, uçan kuş oldun. Gönlümüzün ziyası, yüreğimizin feri, Fethimizin müjdesi, Fatih'imizin emaneti oldun. İhanet edenler utansın Ayasofya'm... Ufkumuzda hazanın estiği, binbir keşmekeşin uçuştuğu şu günlerde de; hüznümüzdeki sevinç pırıltısı, susuz ruhlarımızda ab-ı hayat şırıltısısın."
Hülyalarımızda uçan güvercin, rüyalarımızda açan ümit tomurcuğusun. Ve biliyor musun "GÖZBEBEGİMİZ"sin. İnsan gözbebeğini böyle mi korur diyeceksin? Ne diyeyim bilmem ki..!
Şayet siz de, bir bahar günü, seher vaktinde, geçerseniz önünden yüreğinizde hissedip elini Ayasofya'nın:
"Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım,
Yüküm tek yüreğin kârı değil, paylaşalım"diyen feryadını duyun ve üç beş dakikalık hasbihali ona çok görmeyin, n'olur!
Sonra da, boğazındaki kör düğümleri bir kılıç darbesiyle çözecek Kutlular Sultanı'ndan ve başı bulutlara değen minarelerine çıkıp semaları fetih toplan gibi "
AllahÜ EKBER" sadalarıyla inletecek Kudsîler'den kucak dolusu müjdeler götürün...
Metin Özdemir / Sosyoloji sizıntı.com.tr.