Gönderen Konu: Gül Bebek  (Okunma sayısı 2989 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı BOZKURT-61

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 15
    • http://www.nihatmalkoc.siteleri.com
Gül Bebek
« : 22 Haziran 2005, 18:13:44 »

GÜL BEBEK

                                              M.NİHAT MALKOÇ

Arap çölleri alev ateş kavruluyordu.Kızgın kumları yakan güneş,katılaşan kalpleri yakamıyordu işte….Kum taneleri kadar insaf ve izana sahip olmayan bir millet vardı bu talihsiz yarımadada…Feryatlar yükseliyordu arzdan arşa doğru….İnsanlık,geçirdiği amansız imtihanda sınıfta kalmıştı ki bir nur belirdi ufuklardan….Kâinat gebeydi,doğum sancıları çekiyordu….Bu kutlu doğum,insanlığın kaybettiği vasıflara ilticasının da habercisiydi…Titriyordu yedi gök….Sıtmaya tutulmuştu arz….Bu nuru taşımak kolay olmayacaktı onlar için….Alışılmışın dışında bir vuslattı bu…Âlemlerin âlimine kavuşması…
“Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır.
  Bu gelen tevhid ü irfan kanudur.”
sesleri muştuluyordu gelen nur çerağını…Kimsesizlerin kimsesi,gariplerin hâmisiyle müşerref oluyordu âlemler…On sekiz bin âlemin Mustafa’sı yola çıkmıştı âlem-i ervahtan….Aylar paylaşamıyordu bu şerefli doğumu…Rebiülevvel bir adım öndeydi bu hususta…Kıskanıyordu diğer aylar….Keşke,keşke diyorlardı…Takvimler bu ışık sağanağını taşımakta zorlanıyorlardı.Çok ağır bir yüktü bu,taşıyanı bahtiyar eden…Hasta ruhların tabibi,yürek yanıklarının ilâhî merhemi geliyordu tedavi için.
   Gökte ay ve güneş bu mübarek gelişe şahit olmak için erkenden kurulmuşlardı dünya üzerine…Amine’nin evinden etrafa yayılan ışık,ayın ve güneşin ziyasını gölgede bırakıyordu.Yırtıcılıkta sırtlanları geride bırakan beşerin kurtuluşunu müjdeliyordu bu güzel ve mübarek doğum…
“Esselâmu Aleyke, ya Muhammed
  Esselâmu Aleyke, ya Ahmed”
diye çınlıyordu asuman…..Adı güzel,kendi güzel Muhammed dünyaya doğru mukaddes bir yolculuğa çıkmıştı.Milâttı bu vahşilikte sınır tanımayan insanlık için….Melekler adını sayıklıyordu ulu serverin….Kubbelerden taşıyordu aminler…Kandiller yanıyordu semanın derinliklerinde….
   O gelmişti bir seher vakti….Yerle sema nura gark olmuştu….Mevcudat onunla müşerrefti artık, ilelebet payidar…..Bir yetim gelmişti dünyaya...Sevgili babasını dünya gözüyle görmek nasip olmamıştı kendisine..Ruhlar âleminde tanışmışlardı bi iznillah…Bereket dolmuştu muhterem validesinin istiratgâhına…Dünyada bir kısım gariplikler yaşanır olmuştu…Çünkü bu alelâde bir doğum değildi.Putlar tersyüz olmuştu bu gelişin heybetinden…Küfrün kaleleri yıkılmaya mahkûmdu.İnsanlık yepyeni ve apak bir sayfa açıyordu.Yürekler arınıyordu.
   İnsanlığın medar-ı iftiharı olacak o gül bebek doğar doğmaz başını yere koyup Rabbine secde etmişti.O,çocuk hâliyle secdede "Ümmetim, ümmetim" demişti.Doğuştan sünnetliydi ve göbeği de kesilmişti…Her hâlinde bir harikulâdelik vardı.
   Yaratılanların en hayırlısı ve kâinatın efendisi,doğumuyla cihanı aydınlatmıştı.Adı güzel,kendi güzel Muhammed’i zor bir istikbal bekliyordu…Çileli yollardan geçmeliydi.Buna hazırdı zaten…Rabbi onun ruhunu bunlara hazırlamıştı evvelden.Sevgili validesinin sütü yetmez olmuştu ona.Sütanne Halime’nin yanında geçen yıllar başlamıştı onun için…Bolluk ve bereket,kıt kanaat geçinen  Halime’nin evine taşınmıştı.Güller Muhammed’in kokusuna gıpta ediyordu.O güller ki kokularının esrarını onun mübarek tenine borçluydular.
   Annelerin annesi Amine’yle, gül yavrusu Medine yoluna revan olurlar…Emelleri baba yurduna vaslolup o mübarek iklimi teneffüs etmektir.Öyle de yaparlar.Babayla oğlun farlı bir âlemde vuslatıdır bu….Bu manzara yürekleri parçalar.Fakat asıl acıyı yolda annesi Amine’yi gencecik yaşında kara toprağa vermekle yaşar.Artık yetimliğinin yanında bir de öksüzlüğü kaldırmak zorundadır.Bundan sonra nurlu dedenin şefkat kanatları altındadır.Bize bir nefes kadar yakın ve bir gölge kadar uzak olan ölüm dedeyi de çekip alır rûy-i zeminden…Bu sefer de Ebu Talib  yetişir yeğeninin imdadına….Sıcak yuvasının bir parçası olur.
   Lat,Uzza,Menat ve bir yığın sözde mabudun  önünde diz çöken gafilleri ateşten çekip kurtarmak için irşat faaliyetlerine başlar büyük bir iştiyak ve kararlılıkla…Sırtına vurulan nübüvvet mührünün çilesine adamıştır kendini.Acıyı bal etmek ve çileye talip olmak yüce gönüllerin işi….Zaman onu Muhammed’ül Emin vasfıyla taçlandırmıştı.Bundan sonra derin ilmi, kültürü, zenginliği,güzelliği ve soyu ile devrindeki kadınların en üstünü olan Hatice’yle yolu kesişen Resulullah için yeni bir sayfa açılır.Bu izdivacın meyveleri olarak Zeynep, Rukiyye, Ümmi Gülsüm, Fatıma ve Abdullah gelir dünyaya….Sonra canından aziz bildiği mübarek torunları Hasan ve Hüseyin….Hiçbir şey ona Rabbiyle arasına girecek kadar tesir etmez.Maişetini helâl yoldan temin etmek için rızkın onda dokuzu olan ticaretin içinde bulur kendini…
   Bir gün  “Oku! Bütün mevcudatı yaratan Rabbinin ismiyle ki; O,insanı kan pıhtısından yarattı, Oku senin Rabbin kalemle yazmayı öğreten,insana bilmediğini bildiren kerimlerin kerimi ve ihsan sahibidir.(Alak suresi / 1-5)”  hitabıyla karşılaşınca insanlık yepyeni bir dönemece giriyordu.Risalet yıllarının habercisi olan bu kutlu hadisenin tesiri nur yüzlü Resulü yataklara düşürmüştü.Fakat insanlığın küfür bataklığına saplandığı bir demde o yatıp uyuyamazdı…Zira bu hâlde iken ilâhî ikaz hemen geliverdi: “Ey örtülere bürünüp yatan!Kalk inzâr eyle ve Rabbini tekbir et “ (Müddessir S.,1-3.Ayetler))
   Uzun sürecek çileli yılların başlangıcıydı bu ilâhî ferman...Sonra ayetler yağmur gibi,şimşek gibi,kasırga gibi ardı ardına gelmeye başladı: “-Sana emrolunan şeyi açıkla, baş ağrıtırcasına anlat, müşriklere aldırma” (Hicr/94)….Kolay değildi bu ağır yükü sırtlamak….
   Onca yıllar tebliğle geçti…Müşrikler her geçen gün şiddet ve nefret sağanağını kasırgaya dönüştürdüler. Bunun yanında nur halkası da her şeye rağmen genişliyordu.İslâm güneşi,küfrün kara bulutlarını bertaraf ederek hakikate inanan ve bu uğurda canlarını Hakk’a kurban eden cengâver müminlerin üzerine doğuyordu.Atalarının batıl itikatları üzere yaşamakta ısrar edenler,o güzeller güzeline yapmadık eza ve cefa bırakmadılar.Onu Hak yoldan döndürmek için bin dereden su getirdiler..O nihaî sözünü haykırarak söyledi: “Bir elime güneşi,öteki elime ayı verseniz yine de bu davadan vazgeçmem”
   İslâm’a teslim olan müminlerin kanı sular seller gibi aktı.Bir zamanlar köle olan Bilâllerin yanık sesi Mekke semalarını çınlattı.Gökler açıldı Resûl için…..Rabbiyle vuslatı bir lütuftu onun için… Müşrikler onca mucizeye rağmen küfürde ısrar ederler. Dinmek bilmeyen zulüm ve inkâr, Mekke’yi yaşanmaz hâle getirir…..Medine’ye göç etmek için yola revan olurlar.Ensar ve Muhacirler Medine’de kardeşliğin en güzel numunesini sergileyerek İslâm’ın çoraklaşan bahçelerini yeşertirler.Bütün zorluklara karşılık yine de söndüremezler inananların yüreklerinde yanan iman ateşini…
   Her geçen gün mahzunlaşır Resulullah….Sanki misafirdir bu yalan dünyada…Dost halesine duyduğu aşk ve şevk gittikçe artar…Ve bir gün davasına gönül veren ve her biri bir yıldız hükmünde olan ashabını toplayarak onlara veda hükmündeki son sözlerini irâd eder: “  Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha birleşemeyeceğim…” Öyle de olur;o mübarek bedeni dünyayı acı ve hicrana boğarak güzeller güzeline kavuşur.
   O gün bugündür dünya virandır biz müminler için…Resulün olmadığı bir dünya ıstıraptan gayri nedir ki?...Onun yüzü suyu hürmetine halk olunan  kâinat,en acı demlerini yaşıyor.İnsanlığın başında kümelenen kara bulutlar,ancak onun yolundan gitmekle bertaraf edilebilir.Bilâller ‘in okuduğu ezanlara hasret çoraklaşan yüreklerimiz… Yoluna yeksân olduğum gönüllerin sultanı,bil ki bize gayri hiçbir ilâç derman olmaz senin nurundan başka...Pusulamız puslu,imanımız yara aldı pusuda….Münzevî çığlıklar uyandırır gaflet uykusunda sabahlayan rind-i şeydayı…Gayri gönül terazisi çekmez bu sıkleti…. Refik-i Âlâya yükselen ruhuna binlerce salât ve selâm olsun ey  Resûllerin piri!...Bizi şefaatine eriştir.İrademizi iradene râm eyle ki kurtuluş bundadır.Çöller suya nasıl hasretse biz ümmetin de  işte öyle sana müştâkız….Sözler kâfi değil sana olan aşkımızı izhar etmeye…Duygularımın tercümanı olan şâir A.Ulvi Kurucu’nun sözleriyle sana olan aşkımı beyan ederim:

“Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
 Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.

Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim.”
« Son Düzenleme: 22 Aralık 2008, 20:49:44 Gönderen: İsra »