Gönderen Konu: Hac Ve Mübarek beldeler  (Okunma sayısı 17583 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« : 19 Kasım 2005, 02:17:29 »

HAC
    Hac ve Önemi
    İslâm şartlarının beşincisi hac'dır. Hac,belli zamanda, belirli yerleri özel bir şekilde ziyaret etmektir.
Hicretin dokuzuncu yılında farz olmuştur. Hac hem mal, hem de beden ile yapılan bir ibadettir. Belirli şartları taşıyan müslümanların ömründe bir defa hacca gitmesi farzdır. Allah'ın her emrinde olduğu gibi haccın farz kılınmasında da bir çok hikmetler ve faydalar vardır.
    Çeşitli ülkelerden mukaddes topraklara gelen, dilleri ve renkleri ayrı olan müslümanların tek gaye etrafında bir araya gelmesi ve hep birlikte Allah'a yönelmesi İslâm kardeşliğini güçlendirir. Müslümanların birbiri ile tanışmalarını, birbirlerinin dert ve sıkıntılarına çare bulmalarını sağlar.
    Zengin-fakir her seviyede müslümanın ihrama girerek aynı kıyafet içinde bulunması insanlara eşitlik fikrini aşılar, mahşer gününü hatırlatır.
    Sevgili peygamberimizin doğup büyüdüğü, İslâm dini'nin cihana yayılmaya başladığı kutsal yerleri görmek ruhlara manevi bir heyecan verir, dini duyguları kuvvetlendirir. Kutsal yerlerde insan kendisini Allah'a daha yakın hisseder, yaptığı ibadetlere kat kat fazla sevab verilir. Allah rızası için hac vazifesini yapan ve insanlara kötülük etmekten sakınanların (kul hakları hariç) birçok günahı bağışlanır. Bu konuda peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınırsa, annesinin onu doğurduğu günkü gibi günahlarından arınmış olarak döner.» (Riyazü's-Salihin, c.II, s. 521)

    Hac Kimlere ve Ne Zaman Farzdır
   Aşağıdaki şartları taşıyanlara hacca gitmek farz olur:
1) Akıllı olmak,
2) Erginlik çağına gelmiş olmak,
3) Müslüman olmak,
4) Hür olmak,
5) Haccın farz olduğunu bilmek. (Bu şart müslüman olmayan ülkelerde müslümanlığı kabul edenler içindir. İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanlar için haccın farz olduğunu bilmemek özür değildir.)
6) Zorunlu ihtiyaçlardan başka hacca gidip dönünceye kadar kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin geçinebileceği maddi güce sahip olmak.
7) Durumuna uygun bir vasıta ile hac yolculuğunu yapabilmesi için vasıta ve yol masraflarını karşılayacak parası olmak.
8) Hac vazifesini yapabilecek zamana yetişmiş olmak.
    Saydığımız bu şartlardan başka hac vazifesini bizzat yapmak için şu şartların da bulunması gerekir. Bunlara haccın edasının şartları denir.

    Haccın Edasının Şartları:
1) Vücutça sağlıklı olmak, (Kör, kötürüm ve hac yolculuğuna dayanamayacak derecede hasta ve yaşlı olmamak.)
2) Hacca gitmesine bir engel bulunmamak, (Hapiste olmak gibi)
3) Yol güvenliği olmak,
4) Kadının yanında kocası veya evlenmesi caiz olmayan bir mahremi bulunmak.
5) Kocası ölmüş veya boşanmış olan kadınların iddet süreleri bitmiş olmak.
    Bu saydığımız şartlara sahip olan bir kimsenin önündeki ilk hac mevsiminde hacca gitmesi farz olur.
    Haccın Vacipleri (*)
1 - Müzdelife'de vakfe.
2 - Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y etmek
3 - Cemreleri taşlamak (Şeytan taşlamak)
4 - Saçları traş etmek veya kısaltmak
5 - Sader (veda) tavafını edâ etmek
    Haccın Sünnetleri (*)
    Kudûm tavafı yapmak, erkeklerin kudûm ve ziyâret tavafında remel yapmaları (Reml: Adımları kısaltıp, omuzları silkerek çalımlı bir şekilde yürümektir. Tavafın ilk üç şavt'ında yapılır), Safa ile Merve arasında sa'y ederken, orada bulunan iki direk arasında erkeklerin süratlice geçmeleri, Bayram gecelerinde Mina'da yatmak, arefe günü, güneş doğduktan sonra Mina'dan Arafat'a gitmek, Müzdelife'den Mina'ya bayram günü sabahı, henüz güneş doğmadan hareket etmek, Müzdelife'de gecelemek ve cemreler arasında (Şeytan taşlama esnasında) tertibe riayet etmektir.

    Umre
    Umre, belirli bir zamana bağlı olmadan usulüne göre ihrama girdikten sonra tavaf etmek, sa'y yapmak ve traş olmaktan ibarettir.
    Umre sünnettir. Umre için belirli bir zaman yoktur. Arefe ve onu izleyen kurban bayramı günleri olmak üzere yılda beş günün dışında her zaman umre yapılabilir.
« Son Düzenleme: 28 Ekim 2008, 01:07:57 Gönderen: müteallim »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #1 : 20 Kasım 2005, 01:22:23 »
Kabe-i-muazzamanin yaratilisi.

Ibni Abbas hazretlerinin rivayetine göre Arşu-ala yer ve sema yaratılmazdan önce Sad ismiyle müsemma bir büyük derya üzerinde idi. Balaya ref olunurken o büyük denizde dalga hasıl olunca köpüğünden (haki-mübareke)yani kabe-i muazzama,Buharından gök yüzü(Sema )yaratıldı.Iki sene sonra Yer yüzü Kabe-nin altından başlamak üzere Allahın arzu ettiği yere kadar uzatıldı.O zaman kabe-i muazzamanın mahalli-latifi kırmızı toprakla yüksek bir yer olup Melaike ziyaret ederlerdi.Hazreti adem cennetden cıkarılıp serendib adalarına gönderildikden sonra cennetde meleklere alıskın olduğundan canı sıkıldı.Cenabu hakkın delaleti ile kabe-i muazzamanın yerini buldu ve ziyaret etmek istedi isede nasıl ziyaret edecegini bilmedigi icin meleklere sordu. ve onların tarifi üzere ziyaret ettikden sonra o yüksek mekana beyti-mamur yapıldı.Mir´a tül haremeyn cild 1

بسم اللة الرحمان الرخيم ان اول بين وضع للناس للدي ببكة مباركا وةةى للعالمن
Süre-i a-li imran 96

Bu ayeti celile yahudiler hakıinda nazil olmustur.Yahudiler müslümanlara bizim gıblemizdir.Beyti makdis Kabe-i muazzamadan önce yaratılmıstır.Kabeden efdaldir.Beyti makdis nebilerin hicret yeri ve kıbleleridir.dediler.Yahudilerin bu sözlerini duyan müslümanlar hayır sizin dediğiniz gibi değil kabe-i muazzama daha evvel yaratılmıstır dediler bunun üzerine ayeti celile nazil oldu.

MANASI:Yer yüzünde ilk yaratılan beyt Bekke-i mübarekede olan Kabe-i muazzamadır buyurdu.

Buhari ve Müslimin Ittifaken yapdıkları rivayette Ebu-zer r.a.Rasülüllahdan yer yüzünde ilk yapılan mescit hangisidir diye tekrar sordum.Rasülüllah Mescidi haramdır buyurdu.Ben sonra hangisidir diye sordum,Rasülüllah Mescidi aksadır buyurdu.Ben bu ikisinin arasında nekadar zaman var diye sordum Rasülüllah kırk sene vardır buyurdu.ve yer yüzü senin icin mescitdir.Namaza nerede yetisirsen orada kıl buyurdu. tefsiri-kebir

Ibrahim aleyhisselam oglu ismail ile beraber kabei muazzamayi insa ettikleri zaman Hazreti Allah ya Ibrahim insanlari ziyarete davet et buyurunca yarab nasil duyuracagim dedi H.Z. Allahda davet senden duyurmak benden buyurdu ve H.Z.Ibrahim insanlari davet etti onun davetini duyan müminler ziyaret eder hacci kabul olmus olarak geri dönerler...........

ibrahim aleyhissealmin bu davetini Iblis.Seyytan duyunca haset ederek oda davet etti seytanin davetini duyan insanlar onlarda hacca gider amma oradaki yapdiklari hatalarla hacci kabul olmadan geri dönerler...........

sonra Cebrail aleyhisselam da mübarek mekani ziyaret etmek üzere davet etti.Cebrailin davetini duyan ve ona icabet edenler hacca gider ve orada kalir.geriye dönemez..
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #2 : 20 Kasım 2005, 01:23:31 »
HAC İBADETİ
İslam dininin rükunlerinden biri de hac ibadetidir. Akıllı ve mükellef olup, sağlığı yerinde olan hacca gidip gelecek kadar malı bulunan her müslümana ömründe bir defa hac etmesi farzdır.
Hac; ihrama girerek belirli günlerde Kabe’yi ziyaret etmek, Arafat’ta Vakfe yapmak ve bunlara tabi bulunan görevleri yerine getirmektir.
Hac; inançta ve amelde yenilenme, ruh ve bedende zindelik kazanma, hayatta yeni bir sayfa açmadır.
Hac; temiz ve saf bir niyetle başlayan, birbirini takip eden amellerle devam eden ve kurban kesmekle sonuçlanan bir ibadettir.
Hac; kulluğun en üst seviyede tezahürü, yıllardır özlem duyulan mukaddes mekanlara kavuşma, maddi ve manevi kirlerden arınmadır. Bu hususta sevgili peygamberimiz; “Suyun kiri yıkadığı gibi, hac da günahları yıkar”[1], “İçine günah karışmamış ve kabul olunmuş bir haccın karşılığı ancak cennettir.”[2] Buyurmuştur.

Hac; bedendeki bütün giysilerden soyunup yerine iki parça beyaz havlu alıp adeta; içimde ve dışımda var olan her şeyi geride bıraktım ve sana geldim diyerek yeryüzünün en mübarek ve en kutsal mekanını ziyaret edebilmek, benliği aşıp kulluğa, çokluğu yırtıp birliğe ulaşmanın en önemli ayağıdır.

Hacı ise; Yüce Allah’ın “İnsanları Hacca çağır; Yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler. Taki kendi menfaatlerine şahit olsunlar; Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde kurban ederken onun adını ansınlar..” [3] çağrısını duymuş, gönlü Allah aşkı ve sevgisi ile tutuşmuş İslam aşığıdır.
Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Hacceden kimseler, Allah’ın kulları arasından seçtiği heyetleridir. Allah onları davet etti, onlar da emr-i ilahi’ye icabet ettiler.” [4]
Cenab-ı Hakkın davetine icabet ederek yola çıkan hacı adayı, mukaddes beldede, oranın kudsiyeti ile bağdaşmyan görültü, kavga ve yakışıksız hareketlerden son derece sakınmalıdır. Nitekim bir ayet-i kerimde şöyle buyrulmaktadır: “Hac bilinen aylardadır, kim o aylarda hacca niyet edip ihrama girerse, hac esnasında kadına yaklaşmasın, sövüşüp döğüşmesin”[5]

Nabi ne güzel söylemiş!
Sakın terk-i edebten kûy-ı Mahbubu Hudadır bu, Nazargâh-ı ilahidir, makam-ı Mustafadır bu,
Muraât-i edeb şartiyle gir Nâbi bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyandır, busegâh-ı enbiyadır bu!

Bir müslüman için sevgili peygamberimizin (s.a.s.) dünyaya geldiği ülkeyi, İslam güneşin doğduğu şehri, Kur’an-ı Kerimin inmeye başladığı Mekkeyi ve diğer kutsal mekanları ziyaret etmek, bu kutsal mekanlarda meydana gelen ilahi olayları düşünmek ne kadar hoştur.

Cilvegâh-ı ilâh, Mekke!...
Âleme kıblegâh Mekke!...

Resulullah Efendimizin mübarek topuklarını öpen toprakları,Efendimizin nuru aksedince dile gelip ona selam veren yerleri görmek; Peygamberzade Peygamber Cenab-ı İsmail’in susuzluğunu gideren ve ilahi bir muzice olarak fışkıran Zemzem’i içmek, mü’min selinin arasına karışıp Kabe’yi tavaf etmek bir müslüman için ne yüce bir ibadettir.

Ey Kâbe matâf-ı enbiyasın,
Ey Kâbe medâr-ı evliyasın.

Hac ibadetini yerine getirirken ziyaret edilen her mekanın ve yapılan her amelin, sembolik bir anlamı ve önemi vardır.

İhram; kişinin bedenindeki bütün giysilerden soyunup iki parça beyaz havlu alıp sonradan edindiği mal, mülk, rütbe, makam ve benzerlerini geride bırakarak tek farkın şahsi faziletten ibaret olduğu gerçek eşitliği yaşamaktır.
Her bir dönüşü, insanın özünde var olan ve onu tutsak haline getiren, Rabbi ile beraber olmasına engel olan dünyevi duygu ve düşünceleri aşma, bir olana varma anlamına gelen tavaf; ruha ve bedene olumlu değerler yükleme, O’nunla beraber olma mutluluğunu yaşama ve Kabe’nin ruhu ile irtibat kurabilmedir.

Peygamberimizin “Bilmedin mi ki, İslam kendinden önceki günahları yok eder, hicret kendinden önceki günahları yok eder, hac kendinden önceki günahları yok eder” müjdesine mazhar olabilmek için, istenilen ve omuzlarda taşınan amelleri Cenab-ı Hakk’a arz, en içten duygularla tövbe etmek üzere çıkılan ve haccın sırlarını içinde taşıyan mahaldir Arafat.

Arafat; mahşeri kalabalığın içinde nefsi ile başbaşa kalarak; göz yaşı dökmenin, tövbeleri kabul edilen Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaşadıkları sevinci yaşamanın, kendileri için zor bir sınavı başarı ile geçen, imanın ve teslimiyetin en güzel örneğini veren Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in hatırasını yaşatmanın mahallidir. Veda Haccı’nda binlerce insanın önünde, kıyamete kadar ümmetinin yaşam anlayışının sınırlarını çizen ve her cümlesinin sonunda “Allah’ım Şahit Ol” diye haykıran Peygamberimizin hissettiklerini duyabilmemin; bütün insanlık için dua edebilmenin, mebrur bir hac şerefine nail olmanın ve ümitleri yeşertmenin yeridir.

Müzdelife’de bulunma; insan için ebedi düşman olan şeytanı ve ondan gelen kötülükleri belirleme, ona karşı savunma mekanizmalarını kurma ve onun hakimiyet gücünü kırmak için bir hazırlanmadır. Müzdelife’de toplanılan her bir taş, şeytandan gelen ve insan hayatını karartan, zehir eden ve insanı; gaflete, cehalete ve günaha sürükleyen duygu, düşünce ve halleri tekrar şeytana iade etmek üzere silahlanmadır.
Şeytan taşlama mahalli; düşünce, amel ve niyetlerdeki bütün negatif değerleri temizleme; mal, makam, mevki ve şöhret tutkularından kurtulma yeridir.

Kurban; Allah (c.c)’ın verdiği nimetlere şükretmenin, gerektiğinde bütün nimetleri Allah yolunda feda etmenin ve Allah’ın emirlerine teslim olmanın bir göstergesidir.





[1] Et-Terğib vet-Terhib c. 2 s. 166

[2] Et-Terğib vet-Terhib c 2 s. 163

[3] Sure-i Hac 27-28

[4] Et-terğib vet-Terhib c. 2 s. 167

[5] Bakara: 197

[6] Al-i İmran 97
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Mukaddes yolculuk ve bazı hatırlatmalar
« Yanıtla #3 : 12 Aralık 2005, 01:50:43 »
Mukaddes yolculuk ve bazı hatırlatmalar

Birçok Müslümana nasip olmayan, birçoklarına da ancak ömründe bir defa nasip olan mukaddes hac yolculuğu devam ediyor. Bu yolculuk sıradan bir tur olmadığı gibi, gidenler de sıradan turist değildir. Bu yolculuk da mukaddes, yapılacak olan hac vazifesi de mukaddestir.
Öyle bir vazife ki, lâyıkıyla yapan insanı bütün günahlardan temizleyip anasından doğduğu gibi tertemiz yapıyor. Öyleyse, böyle değerli bir vazifeyi hakkıyla yerine getirmek için elden gelen bütün gayreti göstermek şart.
Medine, Peygamberimiz'in mukaddes vücutlarının bulunduğu mukaddes belde; Mekke ve Mekke'deki Kâbe ise İslâm'ın merkezi. O topraklar, İslâm'ın doğup yayıldığı, ilk mücadelelerin verildiği, Hz. Resulullah'ın yaşadığı, yürüdüğü, ayak bastığı ve ayak izlerini taşıyan yerler; hacdan önce oralarda yaşanan hüzünlü ilk mücadeleler öğrenilirse, daha şuurlu hac yapılmış olur.
Oraya, kul hakkı ağırlığı yüklenerek gitmemelidir. Üzerinde maddî hak olanlar, bu hakları ödemeli, meselâ kalp kırmak gibi maddî olmayan haklar varsa, onlar için de helâlleşmelidir.
Tam bir tevazu, tam bir mahviyetle ve farzından nafilelerine kadar hacla ilgili her şeyi yerine getirmek niyet ve azmiyle gitmeli ve o azmi kaybetmemelidir.
Sevabı çok olmakla beraber zor bir ibadet olan hac, baştan sona izdihamdan ibarettir; gayret ve sabır istemektedir. Çok sabır istediği için, her an başkalarının kalbini kırmak ihtimali vardır hacda ve en mühim husus ise, hiçbir kimsenin kalbini kırmadan gidip gelebilmektir.
Yolculuk esnasındaki iniş ve binişlerde, abdestsiz bulunup da -zinhar- bir vakit namazı kazaya bırakmamalıdır. Zira hac, ibadette eksiklik değil, ibadetin artırılacağı bir yolculuktur. Bazı hacı adaylarının ve bazı din görevlilerinin hemencecik, "Canım kılamazsan kaza edersin" demeleri çok yanlıştır. İlk defa hacca gittikleri için havaalanlarında ne yapacağını bilmeyen bazı hacı adayları, daha uçağa binmeden namazlarını kazaya bırakmaktadırlar. Oysa, ibadet yolunun daha başında bu hata yapılmamalı. Yapılırsa büyük hata işlenmiş olur. Vazifeliler, buna meydan verilmemesi için daha önceden hacı adaylarını sıkı sıkıya bilgilendirmelidirler. Aksi takdirde vebal olacağı açıktır.
İnsan daha önce okuyup öğrense de, ilk defa geldiği bir yerde acemilik çekeceği açıktır. O bakımdan, otellerine yerleşen hacı adaylarını kendi başlarına bırakmak yanlıştır. Yapılması gereken her ibadet, hacılara sırasıyla anlatılmalıdır. Diyanet'ten görevlendirilen hocalarda bu hususta ihmalkârlık gördüğümüz içindir ki, bu noktaya dikkat çekmek istiyoruz.
Medine'de, Mescid-i Nebevî'nin ön kısmındaki, Peygamberimiz (sav)'in, "Cennet bahçelerinden bir bahçedir" buyurduğu mekânda namaz kılmak için onu bunu itelemenin caiz olmadığı hacılara iyiden iyiye anlatılmalıdır.
Tavafın usulüyle yapılması icap eder. Suudiler, kadınlarla erkeklerin ayrı tavaf yapmaları için maalesef bir çözüm getirmediklerinden, tavaf karışık yapılıyor. Ve o karışıklıkta kadınlar çok sıkıntı çekiyorlar. Sadece göbek ile diz kapağı arasını kapatmak mecburiyeti olan erkeklerin elbiseleri, kadınlara göre daha rahat. Kadınlar ise kendilerine mahsus tesettüre riayet ettiklerinden, o izdihamda tavaftan çıktıklarında saunadan çıkmış gibi oluyorlar.
İslâm'da kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmalarının caiz olduğu hiçbir mekân yoktur. Bizim bazı Türklerin, "Burada herkes kardeş oluyor; burada caizdir; günah olmaz" demelerinin ise İslâmî hiçbir dayanağı yoktur. Zekeriya Beyaz da, kadın-erkek sürtünerek tavaf yapmanın caiz olduğunu söylüyorsa da, o söz de ilmî olmaktan uzaktır. Bir kadının, yabancı bir erkeğe sürtüne sürtüne ibadet yapması(!) caiz değil, vebaldir. Oradaki ibadetlerin sevabı diğer yerlerdeki ibadetlerin sevabından yüz bin kat daha fazla olduğu gibi, orada işlenen günahlar da kat kat olur...
Kâbe'yi tavaf ederken okunacak farz-vacib belli bir dua yok. İsteyen istediği duayı okuyabilir. Dua okunmasa bile tavaf tavaftır. Hacılarımız şöyle yapıyorlar: Birisi hacıların önüne geçip, onlara duyurmak için bağırarak dua okuyor, onlar da monoton olarak onu tekrarlıyorlar. Oysa, dua hissederek ve içten yapılmalıdır.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #4 : 18 Aralık 2005, 01:46:45 »
Rahman'ın misafirlerini yolcu ederken

Kutsal vazifelerini yerine getirmek için insanlar kafileler halinde mübarek topraklara doğru yola koyuldular. Her hac yolculuğunda insan tarifi mümkün olmayan duygularla ailelerinden, dost ve arkadaşlarından ayrılırken, sanki baba ocağına gider gibi yola çıkmaktadır. O mekanlar tüm müminler için baba ocağı ve bir anne kucağı gibidir. İlk kez gidiyor olsa bile birçok mekan ona çok tanıdık gelmekte, her mekanda zihninin bir köşesinde okuduğu ya da duyduğu nice olaylar ve hatıralar canlanmaktadır. Bin bir sıkıntı ve zorluğa rağmen her hacı adayının gönlünde oralara varmak Hacerü'l Esved'in önünde selam verip geldiğini duyurmak, evrensel koroya katılıp Lebbeyk diyerek koca İslâm okyanusunda bir damla olduğunu bildirmek, Allah'ın yeryüzüne koyduğu ilk yapı olan Kabe etrafında dönüp dönüp durmak, Safa ile Merve arasında Hacer gibi kutsal ve değerli gördüğü şeyleri canı pahasına koruyacağına dair adeta söz vererek koşmak, ahiretin, ölümün, kefenin bir provası olan ihramı giyerek sadece Allah için ve O koydu diye o güne kadar helal olan nice şeyi kendine haram saymak, Peygamber'in doğduğu evin önünde oturup oradan Daru'l Erkam'ı düşünmek ve Kabe'nin o siyah örtüsündeki asalet ve heybetten aldığı heyecan ile vatanına dönünce Erkam'ın evi gibi evler oluşturmaya söz vermek, Ebu Cehil'in evine bakıp inkar edenlerin sonunu düşünmek, Arafat'ta Allah'a sadakat ve söz vermek için bulunmak, orada ilk atası Adem gibi tevbe ve istiğfarda bulunmak, akşamın gelişi ile sel gibi Müzdelife'ye akıp orada gecelemek ve orada yarın ki savaş için mermiler toplamak, o mermileri boşa harcamadan sabahın erken saatlerinde Mina'ya doğru yola koyulmak, ellinde tuttuğu taşlarla şeytanlarla savaşmak ve bu savaşın hiç bitmeyeceğinin şuuruna varmak, şeytan ve şeytanlaşmış güçlerin kimliklerini iyice öğrenmek ve bu güçlerin kıtalar dolaştığının bilincinde olarak onların tamamından beri olunması gerektiğini fark etmek ve bu fark edişin sorumluluğunu yerine getirmek için Allah'a söz vermek, iki üç saatlik zorlu bir yolculukla vahyin insanla buluştuğu Hira Mağarası'na varmak, orada Allah Resulu gibi tefekküre dalıp ötelere yelken açmak arzusu ile yanıp tutuşmaktadır.
Aşk ateşini Mekke'de tutuşturanlar için Peygamber şehri Medine bir su olur. Eğer önce Medine'ye uğramışsanız orası size bir kıvılcım olur. Peygamber'in mescidinin her bir köşesi sizi 1500 sene öncesine taşıyarak sizi özlemini çektiğiniz iklime taşır. Allah Resulu'nun ölümsüz nefesini hissetmek, kabrinin önünde dirilmek, aziz dostlarının hatıralarını yad etmek, Baki Kabristanı'nda hep isimlerini duyduğumuz Nübüvvet medresesinin talebeleriyle beraber olmak, oradan Uhud'a uzanarak Seyyidi Şüheda Hz. Hamza'nın önünde durup onun ordusunda sıradan bir er olmak istediğimizin tekmilini vermek, Peygamber'in çizmiş olduğu sınırları zorlamanın insanın başına getireceği acı olayları düşünmek, okçular tepesinde adeta orayı terk etmeyin çığlığını haykırmak, Kuba Mescidine varıp Sena tepelerinden gelen iki aziz dostun hayalini kurmak ve tüm insanlarla beraber 'ta la el bedru aleyna' deyip o coşku seline katılmak, iki kıbleli mescide varıp Peygamber'in o hatırasına uzanmak, yedi mescidlere varıp Selmani Farisi'nin fikrine ortak olup elimize aldığımız kazmalarla hendekler açmak ve en sonunda Ravza'nın bir köşesinde iki büklüm olup, yüreklerimizin derinliklerinden kopup gelen coşkuya gözlerimizden akan yaşları ortak kılarak; "Sevdim seni hep canlara canan diye sevdim, Bir ben değil alem sana kurban diye sevdim. Kıtmirinim ey Şah-ı Resul kovma kapından, Alemlere rahmet dedi Rahman diye sevdim" demek istemektedir.
Tüm mümin yüreklerin ortak sevdası ve arzusu bu duyguları yaşamaktır. Oralara gidip bu arzusunu yerine getiren her Müslüman daha oradan ayrılmadan bir daha gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Oralarda var olan İlahî cazibe insanı büyülemekte bir giden, bin daha gitmek istemektedir. Bu özlem ile yanıp tutuşan yürekler Kur'an'ın şu fermanını hiç unutmamalıdırlar. Ne diyordu ilahî kelam: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça mutlak erdeme ulaşamazsınız. Unutmayın ki neyi harcarsanız Allah kesinlikle onu bilir."
Hac konusu hep mevzu olduğunda birbirlerimize şöyle dua ederiz: Allah gitmeyenlere gitmek, gidenlere ise Tekrarini nasip etsin.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #5 : 21 Ocak 2006, 02:03:34 »
Farz ve nafile hac ve hac faciaları
Tarih : 19.01.2006
 
 
Hac mevsimi bitti. Hacılarımız peyderpey geliyorlar. Rabbim gidenlerin haccını kabul buyursun, gidemeyenlere de en kısa zamanda o mübarek yerlere yüz sürmek nasip eylesin. Peygamberimiz haber veriyor. Usulüne göre hac yapanlar, geçmiş günahlarından kurtulup analarından doğdukları gibi günahsız oluyorlar. Yaptıkları dualar makbul oluyor. Ve mübarek mekânların tesiri, geldikten sonra da hacıların üzerlerinden bir ay boyunca kalkmıyor. Onun için, hacı ziyaretlerini bu bir ay geçmeden yapmalı ve dualarını almalıdır. Müslüman ne kadar zengin olursa olsun, hac ömürde bir defa farz. Birden fazlası ise nafile; yani gidilirse sevabı var; gidilmezse günahı yok. Birinci hacdan sonra tekrar tekrar hacca gidenler hakkında şöyle deniliyor: "Bir defa hacca gitti; farzı yerine getirdi; tamam. Niçin her sene gidip duruyorlar? Memlekette bu kadar fakir, yoksul ve hizmet varken, habire nafile hacca gitmeye ne lüzum!" Bunu söyleyenler ekseriyetle hiç hacca gitmeyenler oluyor. İlk gençlik yıllarında biz de böyle söylüyorduk. Ama, o mukaddes yerlerin ancak yaşamakla anlaşılan manevi zevkini tadınca, insanın dili tutuluyor. Tekrar tekrar hacca gidenler hakkında hiçbir şey söylemez oluyor. Zira oraların tadı damağında kalıyor insanın. Artık oraların hayaliyle yaşamaya başlıyor. Ve kendisi de bir daha, bir daha gitmek istiyor. "Memleketimizde başka hizmetler de var; niçin nafile hacca gidip duruluyor?" diyenlerin çoğu, haccın lezzetini henüz tatmamış olanlar. Farz haccını yaptığı halde yine hacca gidenler ve gitmek isteyenler ise, salim bir düşünceyle değil, oralarda aldığı haz ve lezzetin tesiriyle konuşanlar oluyor... Öyleyse hangilerinin düşünceleri daha isabetli acaba? Hazreti Ömer (r.a.) Efendimiz, oraların tesiri hacıların henüz üzerindeyken, haccını tamamlayan hacıları, "Gidin artık, gidin. Haydi haydi!" diye, adeta zorla ve bir an önce memleketlerine gönderirmiş. Bunu şunun için yaparmış: Gevşemeden geldikleri yere gitsinler, gözleri ve gönülleri oralarda kalsın ve hep o mukaddes yerlerin hayaliyle yaşasınlar... Oralara duyulan aşk ve şevkleri zayıflamış olarak tekrar tekrar hacca gitmektense, o aşk ve şevki ömrü boyunca kalbde taşıyarak farz hacla yetinmek daha iyi olsa gerek. Evet, büyüklerimiz çokça hac yapmıştır. Mesela, İmam-ı Azam hazretleri 55 defa hacca gitmiştir. Ama o bu kadar çok hac yapmış da, diğer ibadetleri az yapmış değildir. Mesela; her Ramazan ayında 61 kere Kur'an hatmi yapıyordu. Bütün ibadetleri ona göre... Şunu demek istiyoruz: Biz onlar gibi olamayız. Yani, "İslâm büyükleri bol bol nafile hac yapmış; biz niye yapmayalım" diyemeyiz. İmam-ı Azam Hazretleri 55 defa hacca gitmiş ama, hem diğer zamanlarda hem de hac esnasında bütün ibadetlerini eksiksiz, tam ve kâmil manada yerine getirmiştir. Biz, yaptığımız nafile hac esnasında bir vakit namazımızı kazaya bıraksak, o hac nafile olmaktan çıkıp haram olur. Sevap kazanalım derken günah kazanılmış olur. Oysa nafile haccı bırakın, farz hac esnasında bile farz namazların kılınamadığı oluyor. Namazı kazaya bırakmak günah değilmiş ve basit bir şeymiş gibi, hacı götürenler, hacılara hemencecik, "Kaza edersiniz canım" diyebiliyorlar. Onlar da buna uyuveriyorlar. Bu, büyük bir vebaldir. Maalesef biz buna defalarla şahit olduk... Sadede gelelim. Nafile hacda işin doğrusu ne? Nafile hacca gitmeli mi, gitmemeli mi? Şunu unutmamamız icap ediyor. İslâm'ın ilk iki kaynağı Kur'an ve hadis-i şeriftir. Daha geniş ifadesiyle İslâmi ilimlerdir. Bu olmadan İslâm bilinmez. Namazın ve haccın, farzın ve nafilenin hükümleri hep İslâmi ilimlerle bilinir. Dolayısıyla, bu hizmet bütün nafile ibadetlerden önce gelir. Bir memlekette İslâmi ilimler tam yapılamıyor, bu hizmetle meşgul olanlar maddi sıkıntı çekiyorlar da İslâm kitlelere ulaştırılamıyorsa, o memlekette ilk ve zaruri vazife bu hizmetlere destek olmaktır. Bu hizmetlere destek olmak da doğrudan İslâm'a hizmettir. İslâm'a hizmet umumi, nafile ibadetler ise şahsidir. Doğru ve yerinde olan, umumi hizmetleri nafile olan şahsi ibadetlerden öne almaktır. Öbür taraftan, memleketimizde fakir fukara bolluğu olduğu da bir gerçek. Mahalle veya semtimizde ihtiyaçtan kıvranan ve karnını doyurmakta bile zorlananlar varken, onları görmeksizin nafile hac yoluna düşmenin ne derece isabetli olacağını da düşünmek icap etse gerektir. Birkaç ay önce M.Şevket Eygi Bey anlatmıştı. İlköğretime giden bir çocuk okulda bayılmış. Hastaneye kaldırmışlar. Sonra anlaşılmış ki, meğer bu talebe kaç gündür açmış... Bu insanları da düşünmek lazım. Utandığından ihtiyacını söyleyemeyen ve tanıdığı zengin bir Müslümanın nafile hacca gittiğini bilen böyle fakirlerin iç dünyalarında neler olduğunu hissetmeye çalışmak icap etmez mi!.. Peygamberimiz'in, "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" hadisini hatırlamakta fayda vardır. Her ne kadar hadis-i şerifteki "Bizden değildir" ifadesi, "Müslüman değildir" manasına olmayıp "Kâmil Müslüman değildir" manasınaysa da, her Müslümanın kâmil ve olgun bir Müslüman olmak isteyeceği açıktır. "Ben o mukaddes yerlerin aşkıyla yanıp tutuşuyorum, fakir fukara beni ilgilendirmez" demek, İslâm ahlâkına uymayacağı için, hiçbir Müslümanın böyle düşünmeyeceği zaten ortadadır. Zengin bir Müslüman, "Ben hem İslâmi hizmetleri destekliyorum, hem de fakir fukaraya gereği gibi yardımda bulunuyorum; başka yerlere seyahata gideceğime nafile hacca gidiyorum" derse, tabii ki ona da söyleyecek bir söz olamaz. Hacdaki facialar Mina'daki Tünel Faciası, yine Mina'daki çadır yangınları ve kaç defadır şeytan taşlamadaki izdihamlar derken, hacda toplu ölümler artık normal hale geldi. Hacılar bilhassa şeytan taşlamaya, harbe gidiyormuş gibi gidiyorlar. Çünkü, gidip de dönmemek var. Bu seneki faciayı bizzat gören ve gördüklerini bana hadiseden hemen sonra bildiren İkram Turizm'de vazifeli Nurullah Hoca, "Kıl payı kurtulduk, biz zar-zor çekildik, facia oldu" diyordu. Eğer sıyrılamasalarmış, facia onların üzerinde gerçekleşecekmiş... Değerli okuyucular, bir taraftan nüfusun devamlı artması, bir taraftan da Müslümanların zenginleşmesi sebebiyle, her sene hacı sayısı artıyor. Bu gidişle bundan sonra tavaf esnasında da istenmeyen hadiseler yaşanabilir. Hacda ille de yüzlerce hacının ölmesi şart değildir. Bilhassa hac günlerinin yaklaştığı günlerde tavafta öyle izdiham oluyor ki, tarifi mümkün değil. Buna rağmen, hâlâ bir tedbir gözükmüyor. Başka milletlerin ne yapacaklarını kendileri bilirler. Bizim idarecilerimiz, Diyanetimiz, bazı tedbirler alamaz mı? Mesela hiç olmazsa, kadınların tavafı gayet sakin olan üst katta yapmalarını temin edemez mi? Hacıları bu cihete yönlendiremez mi? Tavaf dualarının, -hâşâ- amigoya uyar gibi bağıra bağıra okunmasının yanlışlığı, Hacer-i Esved'i öpmek için yapılan yanlışlıklar ve benzerleri ise işin diğer ciheti, ama onlara yer kalmadı. Hacılarımızın haccı, hacc-ı mebrur olsun. Hacca gidemeyen kardeşlerimize de Rabbim gitmek nasip eylesin. Amin...
Ali eren
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı zebercet

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 11
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #6 : 14 Mart 2006, 13:39:23 »
Allah razı olsun bu sene hacca gitmek nasib olanlardanız eşim ve ben  çok şükür yazınızla tekrar o duyguları yaşadım rabbim bütün istiyenlere en kısa zamanda tekrar tekrar nasib etsin oraları görünge insanın istekleri farklılaşıyor ben36 yaşındayım bundan önce imkanlar olduğu zaman tatile bir yerlere gitmeyi konuşurken şimdi ilk olarak aklıma umre geliyor bu duyguları herkesin tada bilmesi dilei ile

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #7 : 15 Mart 2006, 01:23:01 »
Alıntı yapılan: "zebercet"
Allah razı olsun bu sene hacca gitmek nasib olanlardanız .

şimdi ilk olarak aklıma umre geliyor bu duyguları herkesin tada bilmesi dilei ile


Allah kabul eylesin hacci meburur eylesin .Tabiiki o manevi hazzi alanlar bilir.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #8 : 02 Şubat 2007, 00:50:11 »
Hanımların haccı, tavafta izdiham, namazda muhâzât ve ömre ziyaretleri

HANIMLARIN HACCI
Bu mevzûda öncelikle şunu ifade edelim ki; hanımlar, Hanefî fıkhına göre yanlarında nikâh düşmeyecek (nâmahrem) bir yakını-akrabası, yahut da eşi olmadıkça yalnız başına hacca gidemezler... Şayet Hanefî mezhebine mensup bir hanımefendi illâ da gitme ihtiyacını hissediyorsa, Şâfiî mezhebini taklid ederek gidebilir. Çünkü Şâfiî mezhebinde, yol emniyeti bulunduğu takdirde, üzerine hac farz olan hanımın, diğer kadınların arasına karışarak gitmesi câizdir. Ancak bu da farz olan hac için geçerlidir. Bir defa gitmiş, farz olan haccını edâ etmiş, yahut da kendisine hac farz olmadığı halde nâfile olarak (ömre'ye) gitmek isteyen hanıma, Şâfiî mezhebinde de gitme izni yoktur.

Burada bir noktaya daha işarette bulunalım.

Kendisine ait parası-pulu, malı-serveti bulunan, dolayısıyla üzerine hac farz olan bir hanımın bu ibâdetini îfa etmesine eşi mâni olamaz. Şayet bu hanımın, kendisini hacca götürecek bir yakını mevcutsa gider, mahreminin himâyesinde farzını îfa eder. Eşi buna engel olamaz. Ancak bu nokta, mes'elenin sadece bir yönü. Bu işin gözden kaçan bir diğer tarafı daha var. Dilerseniz ona da kısaca temas edelim...

Hemen herkesin bildiği, gidip gelenlerin aynü'l-yakîn müşâhede edip hakku'l-yakîn yaşadıkları üzere insanlar, tavâf esnasında kadın-erkek karışık ve de çok sıkışık bir vaziyette bulunduğundan, haram işlemeden tavaf edebilmek belki imkansız değil ama oldukça zor. Çünkü ancak üst katlardan ve çok uzun sürelerde yapılabilir. Tabii bu meşakkate tahammül edilebilirse… Ayrıca tavafın dışında da vaziyetler çok iç açıcı değil. 'Efendim orada kadın erkek ayrımı kalmıyor, herkes aynı oluyor' gibi saçma-sapan sözlere de itibar etmemek lazım. Bu gibi sözler ancak kendi kendimizi aldatmaya yarar. Zira kadın her yerde kadındır, erkek her yerde erkektir... Zamana mekâna göre cinsiyet değişimi olmaz.

Bu durumda hanımların, hac ibâdetini bizzât îfa yerine, kendileri için vekil göndermek suretiyle yerine getirmelerinin münâsip ve Hakk'ın rızâsına muvâfık olacağı daha uygun gibi gözükmektedir. Zira usûl-i fıkıhta meşhur bir kaidedir; "Bir emrin (ibâdetin) edâ ve îfâsında, şayet bir harâmın işlenmesi söz konusu ise, o haramı işlememek için, o emir terk edilir." Kaldı ki hac için vekâlet câiz olduğundan, bu emrin terki de bahis mevzuu değildir.

Hac sırasında işlenen haramlardan birisi de, hanımların erkeklerle aynı hizada bulunarak namaz kılmalarıdır. Buna fıkıh lisânında "muhâzât" denilir. Evet, tavafta kadınların erkeklerle aynı sırada olmaları tavaflarını ifsad etmez; fakat namaz böyle değildir. Cemaatle kılınan namazda bir kadının, erkeklerin yanında aynı hizâda veya önünde bulunup, aynı namaz için aynı imama uyması durumunda –diğerlerininki değil ama– kadının iki yanındaki ve arkasındaki erkeğin namazı bozulur. Ancak, erkek ve kadın orada (Mescid-i Haram'da) farklı yönlerden Ka'be'ye yönelmiş olurlarsa, bu durum muhâzât hükmünde değildir ve namazları bozulmaz.

Görüldüğü üzere mesele oldukça girift ve nazik. Üzerinde dikkat ve hassasiyetle durulması-düşünülmesi ve ona göre davranılması gerekmektedir.


NÂFİLE HAC YANİ ÖMRE MESELESİ...

İmâm-ı Rabbânî kuddise sırruh hazretleri, bağlılarından Molla Tâhir Bedahşî'ye yazdığı mektupta nâfile ibâdetlerle alâkalı olarak şu îkazlarda bulunuyor:

"Haberde geldi ki, 'Allah Teâlâ'nın kuldan i'râzının (kulu sevmemesinin) alâmeti; onun, mâlâyani (mânâsız-faydasız-boş şeyler) ile meşgul olmasıdır." Farz ibâdetlerden bir farzdan yüz çevirip onu ihmâl veya terkederek, nâfilelerden herhangi biri ile meşgul olmak da, mâlâyaniye sınıfına girer.

"Bu takdirde sana düşen; meşgûliyetinin neyle yani farzla mı, yoksa nâfileyle mi olduğunu bilmen için, hâlini teftiş-kontrol etmendir. Zira nice haramlar vardır ki, nâfile haccın edâsında işlenir. O bakımdan sana yakışan; durumu dikkatli ve etraflı bir şekilde yeniden gözden geçirip düşünmendir.

"Akıllı olana bir işâret yeter."(1)
***

Yine aynı zâta yazdığı bir başka mektupta ise İmâm-ı Rabbânî hazretleri, şu dikkat çekici açıklamalarda bulunmaktadır:

"Ey dost! Hac yolculuğu için izin talep edip sefere çıkacağın zaman, vedâ esnasında, 'İhtimâl ki, bu seferde-yolculukta size katılırım' demiştim. Lâkin her ne zaman niyet ettimse, istihâreler uygun düşmedi. Bu hususta bir cevâz (yani bu ömre ziyaretinin câiz olacağına dair bir şey) anlaşılamadı. Ben de ister istemez kalmayı tercih ettim, gelmedim.

"Başta da, bu gidişinizde, fukarâ (dervişler) için bir fayda yoktu. Ama şevkinizi (şiddetli istek ve arzunuzu) gördüm de, açıktan mâni olmadım. (...) Önemli işleri-hizmetleri bırakıp, zarûri olmayanlarla (önemsiz işlerle) meşgul olmak münâsip olmaz. Anlatılan bu hususu, daha önce de ben size defalarca yazdım; size ulaştı veya ulaşmadı... Söylenecek söz budur; artık gidip gitmemekte serbestsiniz, (ötesini siz bilirsiniz)."(2)
***
İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî es-Serhendî (k.s.), mü'minleri böyle uyarıyor. Okuyup ders almak da bize düşüyor.


SERVET ŞÜPHELİ YOLLARDAN KAZANILIRSA...

Velhâsıl bütün bu ikazları; ömre-ömre deyip duranların, bilmem kaçıncı haccını îfa edip, tekrar gitmek için yanıp tutuştuğunu söyleyenlerin... Etraflarındaki farz olan bir yığın mâli hizmetleri-yardımları gözardı edenlerin... Kezâ, hac esnasında nice haramların işlendiğini bile bile, vekil göndermek yerine, bizzat kendisi gitmekte ısrar eden hanımların şuur ve idraklerine/anlayışlarına havâle ediyor ve son olarak da sözü İmam Gazâlî hazretlerine bırakıyoruz:

"Servetini şüpheli işlerden kazananlar, yoksul ve muhtaçlara verirken, kalabalık yerleri gözetirler; fakirlerden de, aldığını etrafa söyleyeni tercih ederler. Gizli ve görülmeyen yerlerde vermezler. Aldığını söylemeyen fakirleri nankörlükle ithâm ederler. Çok defa, komşularının durumunu bildikleri halde, onları açlık-sefâlet ve ihtiyaç içinde bırakırlar. Servetlerini, tekrar tekrar hacca gitmekle ömre yolunda harcarlar. Çünkü bunu, herkes görür ve bilir.

"İbn-i Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir:

'Âhir zamanda sebepsiz, yani farz olmadığı halde hac yapanlar çoğalır. Yollarda yaptıkları ticaretleri ile kazançları artar, hac işi onlara kolay gelir. Ancak, ecirden mahrum ve sevaptan soyulmuş olarak geri dönerler. Kumlu ve susuz çöllerde binitleri onları dolaştırır da, yanıbaşındaki komşusunun hâlini-hatırını sormazlar.'

"Ebû Nasrettemâr'ın (rh.) bildirdiğine göre, adamın biri hacca gitmek üzere Bişr bin Hâris hazretlerine vedâ etmeye geliyor ve ona:

- Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı? diyor.

Hz. Bişr:

- Ne kadar harçlığın var? diye sorunca, adam:

- İki bin dirhem harçlığım var, diye cevap veriyor.

Bişr hazretleri:

- Hacca gitmekle zühdü mü, Kâ'be'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızâsını mı kastediyorsun? diye tekrar sorunca, adam:

- Allah rızâsını kastediyorum, diye cevap veriyor.

Bunun üzerine Hz. Bişr:

- O halde evinde dururken, peşin olarak Allah rızâsını kazandıracak bir şeyi sana söylersem yapar mısın? diye soruyor. Adam:

- Evet, yaparım, deyince, Hz. Bişr:

- O zaman sen bu iki bin dirhemi; borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık ve geçimi dar olan bir âileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye 200'er dirhem olarak dağıt; hatta istersen hepsini bunlardan birine ver. Zira Müslüman'ı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nâfile olarak yapılan yüz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. Şayet böyle yapmak istemiyorsan, asıl kalbinde olanı bana söyle, dedi.

Adam:

- Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir, dedi.

Bunun üzerine Bişr hazretleri gülümseyerek adama döndü ve şöyle buyurdu:

- Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefis kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ister. Bununla arzusu, sâlih ameller yaptığını göstermektir. Halbuki Allah Teâlâ, yalnız müttakîlerin, ihlâs sahiplerinin amelini kabul eder, gösteriş ehlinin değil."(3)


DİPNOTLAR
(1) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbâni, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., c. 1, m. 123.
(2) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbâni, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., c. 1, m. 124.
(3) İhyâu Ulûmiddîn, (Terc. Ahmet Serdaroğlu) Bedir Yay. İstanbul, 1974, 3, 869-70.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Hac Ve Mübarek beldeler
« Yanıtla #9 : 04 Şubat 2009, 02:05:15 »
MEDİNE'DEKİ ZİYARET YERLERİ
BEDİR SAVAŞI (Hicri 2 / Miladi 624)
UHUD SAVAŞI (Hicri 3 /Miladi 625)
KIBLETEYN MESCİDİ
HENDEK SAVAŞI (Hicri 5 / Miladi 627)
HİCAZ DEMİRYOLU VE MEDİNE TREN İSTASYONU
KUBA MESCİDİ (İslam'ın İlk Mescidi)
MEKKE'DEKİ ZİYARET YERLERİ
1. SEVR DAĞI (Sevr Mağarası)
2. ARAFAT
3. MÜZDELİFE
4. MİNA
5.  AKABE
6.  NUR DAĞI (Hira Mağarası)
7. CENNET-ÜL MA'LA (Mekke Mezarlığı)
8. CİN MESCİDİ
9. HZ. MUHAMMED'İN DOĞDUĞU YER
 
MEDİNE'DEKİ ZİYARET YERLERİ
BEDİR SAVAŞI (Hicri 2 / Miladi 624)
Bedir beldesi, eski Mekke yolu üzerinde Medine'ye 160km. uzaklıktadır.

Sevgili Peygamberimizin Medine'ye hicretinden sonra Mekkeli müşrikler Efendimize ve Medine halkına karşı kesintisiz savaş ilan ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz müşriklerin askeri ve ekonomik güçlerini zayıflatmak istiyordu. Bu nedenle Kureyş'in iki can damarından biri olan Şam ticaret yolunun kontrol altına alınması için Medine ile Kızıldeniz arasındaki bölgeye birlikler gönderiyordu. Hicretin 2. yılında Ebu Süfyan'ın idaresinde büyük bir Kureyş kervanının Şam'dan dönmekte olduğu haberi Medine'ye ulaştı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (A.S.), ashabını topladı ve stratejik önemi sebebiyle bu kervanı ele geçirmeleri gerektiğini anlattı. 305 kişiden oluşan bir orduyla Bedir istikametine yola çıkıldı. Bu durumu haber alan Ebu Süfyan kervanın seyir yolunu değiştirip sahil yolundan hızla ilerleyerek, durumu Kureyş'e bildirdi. Müşrikler Ebu Cehil'in komutasında 1000 kişilik donanımlı bir orduyla Medine üzerine yürüdü. Daha sonra Ebu Süfyan'ın kervanın kurtulduğuna ve artık ordunun geri dönmesi gerektiğine dair haber göndermesine rağmen, Ebu Cehil intikam hırsıyla yoluna devam etmekte ısrar etti.

İki ordu 17 Ramazan Cuma günü Bedir'de karşılaştı. Bu çetin savaş ikindiye doğru Müslümanların kesin zaferiyle sona erdi. Başta Ebu Cehil olmak üzere 70 müşrik öldürüldü ve 70 kişi de esir alındı. Müslümanlar ise 14 şehit verdiler. Müslümanların bu savaşta meleklerin yardımıyla desteklendiğini Yüce Allah (c.c.) Al-i İmran ve Enfal surelerinde açıkça beyan etmiştir. Bedir savaşı neticesinde Müslümanlar bölgenin en büyük gücü kabul edilmiş ve İslam hızla yayılmaya başlamıştır.

UHUD SAVAŞI (Hicri 3 /Miladi 625)
Uhud Harbi Hicret'in 3. yılında Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında Uhud Dağı eteklerinde yapılmıştır. Bedir'deki yenilginin intikamını almak için gelen Müşrikler 3000 kişi, buna karşılık Müslümanlar ise 700 kişi idiler. Peygamberimiz bölgeyi stratejik olarak inceleyip, ordunun sağını Uhud dağına, solunu da tepe tarafına vererek mevzilendi. Tepenin arkasına da 50 kişilik okçu birliği yerleştirip, arka tarafı da emniyete aldı. Okçulara şartlar ne olursa olsun yerlerini terk etmemelerini emretti.

Savaş üç merhalede gerçekleşmiştir. Birinci merhalede müşrikler kısa sürede bozguna uğratılarak her şeylerini terk edip kaçışmaya başlamışlardır. Bu durumu gören okçular emir gelmeden yerlerini terk etmişlerdir.

Bu fırsatı iyi değerlendiren ve henüz iman etmemiş olan Halid b.Velid süvari birliğiyle tepeyi dolanarak Müslümanları arkadan kuşatmıştır. Kaçmakta olan müşriklerin de geri dönmesiyle savaşın ikinci merhalesi başlamıştır. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kalarak çok zor anlar yaşamışlar ve Hz. Hamza başta olmak üzere 70 şehit vermişlerdir. Müşriklerden ise 37 kişi ölmüştür.

Ancak daha sonra Müslümanlar yeniden toparlanıp, savaşın üçüncü merhalesinde dağın eteklerine çekilerek mevzilendiler. Bu durumu gören müşrikler tekrar savaşmaya cesaret edemeyip, emellerine de ulaşamayarak Mekke'ye geri dönmüşlerdir.

KIBLETEYN MESCİDİ
Kabe Hz. Adem'den beri kıble idi. Hz. İbrahim ve onun dinine tabi olan Hanif'ler de Kabe'ye yönelerek ibadet ediyorlardı. Hz. Muhammed (A.S.)'ın Mirac'ında namazın farz kılınmasıyla birlikte kıble Mecsid-i Aksa'ya tahvil edildi. Bu hicretin 16. ayına kadar böyle devam etti. Ancak Efendimiz, Kabe'ye yönelerek ibadet etmeyi arzuluyordu. Özellikle Medine'de bir kısım Yahudilerin "Muhammed ve ashabı hem bizim dinimize inanmıyorlar, hem de bizim kıblemize doğru ibadet ediyorlar..." gibi alaycı sözleri üzerine Rasulullah Allah'tan kıblenin değiştirilmesini temenni ederek bazen yüzünü semaya çevirip bu hususta gelecek haberi bekliyordu.

Bir müddet sonra gelen vahiyde Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur; “Biz kıblenin değişmesini talep ederek yüzünü semaya çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni razı olacağın (Kabe)ye döndüreceğiz. Artık yüzünü hemen Mescid-i Harem tarafına çevir. Siz de ey inananlar nerede olursanız olun yüzlerinizi ona doğru çevirin”. (Bakara 144) Bu esnada Resulullah Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının üçüncü rekatında bulunuyordu. Namazı bozmadan cemaatle birlikte kalan iki rekatı Kabe istikametine yönelerek kılmışlardır. Bu hadisenin anısına buraya mescit yapılarak adına “Mescid-i Kıbleteyn”, (İki Kıbleli Mescid) denilmiştir.

HENDEK SAVAŞI (Hicri 5 / Miladi 627)     
Müşrikler Uhud'da Medine'yi yerle bir etme emellerine ulaşamamışlardı. Hayber Yahudilerinin de tahrikiyle Hicret'in 5. yılında Mekke'de büyük bir ordu oluşturarak Medine üzerine yürüdüler. Kendilerine Medine Yahudilerinin de katılmasıyla sayılan 10.000 kişiye ulaştı.

Hz. Muhammed bu haberi duyunca sahabileri toplayıp görüşlerine başvurdu. Selman-ı Farisi'nin hendek kazarak şehri koruma altına alma fikri kabul gördü. Arazi gruplara paylaştırılarak hendek kazımına başlandı. Bütün Müslümanların katıldığı çalışma neticesinde 3 km.'ye yakın hendek kazım işlemi müşrikler gelmeden tamamlanarak 3000 kişilik İslam Ordusu mevzilendi.

Medine'yi yerle bir edip Müslümanların tamamını öldürmek için yola çıkan müşrikler o güne kadarki savaşlarda hiç görmedikleri bu savunma sistemiyle karşılaşınca şaşırıp kaldılar. Bütün yollarını keserek bir ay süreyle şehri muhasaraya aldılar. Bu arada Beni Kureyza Yahudileri Medine Sözleşmesi'ni tek taraflı bozarak müşriklerin tarafına geçtiler. Kuşatmanın 30. gününde Yüce Allah'ın yardımıyla şiddetli soğuklar ve görülmemiş kasırgalar meydana geldi. Çadırları ve mühimmatları havada uçuşan müşrikler, olumsuz hava şartlarına dayanamayıp birçok eşyalarını da terk ederek Mekke'ye dönmek mecburiyetinde kaldılar. Neticede Müslümanlar 6 şehit verirken müşriklerden 3 kişi öldürülmüş oldu. Kur'an-ı Kerim'de bu olaya Ahzap Savaşı denmiştir.

HİCAZ DEMİRYOLU VE MEDİNE TREN İSTASYONU
Osmanlı Devleti'nde, Paris'e kadar uzanan Rumeli demiryolları projesinin 1888'de tamamlanmasıyla birlikte batı dünyasını doğuya bağlamak ve bütün semavi dinlerin beşiği olan kutsal topraklara, Mekke, Medine ve Kudüs'e ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla bir demiryolu yapılması fikri İstanbul'da gelişmeye başladı. 2 Mayıs 1900 tarihinde Sultan II. Abdülhamit uzun yıllar hayal ettiği "Hicaz Demiryolu" projesini hayata geçireceğini  ilan etti.

İleride Bağdat hattıyla da birleşecek olan demiryolu, Şam'dan başlayıp Medine, Mekke ve Cidde'ye, ardından Yemen'e daha sonra da Orta Arabistan üzerinden Basra'ya ulaşacaktı. Abdülhamit Han'ın projeyle ilgili açıklaması Batıda istihza konusu olurken, bütün İslam aleminde sevinç ve coşkuyla karşılandı. Çünkü söz konusu olan normal bir yol değil, bir inanç yolu idi. Bu proje diğer demiryollarının aksine yalnızca öz kaynaklarla gerçekleştirilecek ve İslam dünyasından gelebilecek bağışlar kabul edilecekti. Tahmini maliyeti 4 milyon Osmanlı Sarı Lirası olan projenin başlangıçta kullanılacak yarıya yakın miktarı bağışlardan sağlanmıştı. Medine'ye kadar olan bölümü 1900 km.'yi bulacak olan Hicaz Demiryolu inşaatı 1 Eylül 1900 yılında Şam'da yapılan törenle başladı.

Bu inşaatın yapımında çoğunluğu Osmanlıların tebasından 43 mühendisle birlikte 7500'ü aşan Osmanlı askeri görev almış olup, Medain-i Salih'den itibaren Medine'ye kadar olan bölümünde ise tamamı Müslüman mühendis, tekniker ve işçiler çalıştırılmıştır.

Hicaz Demiryolu bir takım batılı güçlerin tüm engelleme çabalarına rağmen Medine'ye kadar tamamlanmış ve 1 Eylül 1908 tarihinde işletmeye açılmıştır. Haziran 1916'ya kadar süren 9 yıllık ömrüne rağmen Hicaz Demiryolu sağladığı kolay ulaşım sayesinde bölgenin kültürel ve ekonomik kalkınmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca bu proje birçok müslüman mühendis ve teknikerin ilk tecrübe ve yetişme yeri olmuştur. Buradaki bilgi ve tecrübe birikimi daha sonra cumhuriyet dönemi demiryolları yapımına büyük katkı sağlamıştır.

KUBA MESCİDİ (İslam'ın İlk Mescidi)
Kuba Mescidi; Hz. Muhammed'in Mekke'den hicret ederek gelişinde, Medinelilerin sevgi ve coşkuyla karşıladıkları bölgede yer almaktadır. Peygamberimiz Medine'den önce burada 14 gün konaklamıştır. Bu zaman zarfında İslam'ın ilk mescidini yaparak namazlarını da ilk defa cemaatle kılmaya başlamıştır. Kur'an-ı Kerim'de bu mescid ve cemaatiyle ilgili şöyle buyrulmaktadır. "... Habibim ilk günde takva üzerine yapılan mescidde namaz kılman senin için daha uygundur. 0 mescidde maddi ve manevi kirlerden temizlenmeyi seven kimseler vardır..." (Tevbe 108)

Rasulullah sonraları da çoğu zaman bu mescide gelerek ziyaret eder ve namaz kılardı. Müslümanların da ziyaret ederek, burada namaz kılmalarını şu sözleriyle teşvik etmiştir. "Kim güzelce hazırlanıp namaz kılmak için abdestli olarak Küba mescidine gider ve orada (iki rekat) namaz kılarsa bir umre yapmış gibi sevap kazanır".


 
MEKKE'DEKİ ZİYARET YERLERİ
1. SEVR DAĞI (Sevr Mağarası)
Mekke'nin güneyinde Kabe'ye yaklaşık 4 km. uzaklıkta, yüksekliği 500 m. civarında olan bir dağdır. Bu dağın zirvesine yakın bir yerde Peygamber Efendimiz ile arkadaşı Hz. Ebubekir'in Mekke'den Medine'ye hicret ederlerken gizlendikleri mağara bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz ve arkadaşı gece vakti bu dağa çıkmışlar ve üç gece burada kalmışlardır. Sonra gizlendikleri mağaradan çıkarak Kızıl Deniz sahil yolundan Medine'ye ulaşmışlardır. Mağara'da kaldıkları zaman süresince bazı mucizeler vuku bulmuştur. Allah (c.c.) Resulünü müşriklerin kötülüklerinden örümcek ve güvercin gibi mahlûkatından bir kısmını görevlendirerek korumuştur. Bu olay Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır:

"Siz o Resul'e yardım etmeseniz de Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, (Hz. Muhammed ve Ebu Bekir) ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” diyordu. Allah onun kalbine sükunet ve kuvvet indirmişti ve onu sizin bilmediğiniz ve göremediğiniz askerler ile de desteklemişti..." (Tevbe 40) Hz. Ebubekir mağaradaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber ile mağarada iken, müşrikler bize o kadar yaklaştılar ki biz onları görüyor ve seslerini işitiyorduk. O'na zarar verirler diye çok korktum ve "Ya Resulullah eğilip baksalar bizi görecekler" dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Sen burada yalnızca ikimiz mi varız zannediyorsun, Allah (c.c.)da bizimle beraberdir".

2. ARAFAT
Mekke'nin güney doğusunda, şehre 20 km. mesafede, alanı 14 km2 civarında düz bir ovadır. Bu sahanın batısında Hz. Peygamber'in Veda Haccı'nda konakladığı yere yapılan Nemire Mescidi, doğusunda ise Rahmet Tepesi bulunmaktadır. Cebrail Aleyhisselam Hz. İbrahim'e Hac ile ilgili bilgileri ve Hacc'ın nasıl yapılacağını burada öğretmiştir. Ayrıca Hac yapmak üzere gelen Müslümanlar bu meydanda bulundukları zaman içinde günahlarının affı için Allah'a tövbe ederler. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bilme, anlama, tanışma, konuşma ve buluşma yeri manalarına gelen ARAFAT kelimesi bu meydanın ismi olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Arafat'tan bahsedilerek şöyle buyuruImuştur:

"Vakfenizi tamamlayıp Arafat'tan Müzdelife'ye doğru coşkuyla akın ettiğinizde Meş'arı Harem civarında Allah'ı zikrediniz". (Bakara 198) Dünya'nın her tarafından gelen Müslümanlar, Hac ibadetinin en önemli farzı olan "Arafat Vakfesi" için Zilhicce ayının 9. günü (Arefe günü) bu meydanda toplanırlar ve güneş batıncaya kadar burada ibadet halinde bulunurlar. Sevgili Peygamberimiz: "Hac Arafat'tır ve Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir" sözleriyle Arafat'ın önemini işaret buyurmuşlardır.

3. MÜZDELİFE
Mina ile Arafat arasında bulunan 12 km2 genişliğindeki bölgeye Müzdelife denir. Yüce Allah bu meydanda bolca ibadet etmemizi emir buyurmuşlardır. Hacc'ın vaciblerinden olan Müzdelife vakfesi bu meydanda gece konaklayarak yapılır. Akşam vakti Arafat'tan yola çıkan Hacılar, akşam ve yatsı namazlarını yine bu meydanda kılarlar. Şeytan taşlama da kullanılacak taşlar da buradan toplanır. Bayramın birinci günü sabah namazından sonra Müzdelife'den Mina'ya hareket edilir.

4. MİNA
Mekke'nin kuzeydoğusunda Müzdelife ile Mekke arasında kalan geniş bölgeye Mina denir. Cemerat ismiyle bilinen şeytan taşlama yerleri, Hac kurbanlarının kesildiği mezbahaneler ve sevgili Peygamberimizin Mina günlerini geçirdiği mekâna yapılan Mescid-ül Hayf burada bulunmaktadır. Müzdelife vakfesinden sonra hacılar Mina'ya gelerek Hacc'ın vaciblerinden olan ve üç gün devam eden şeytan taşlama görevini burada yerine getirirler. Ayrıca bu günlerin gecelerini Mina'da geçirmek Hacc'ın sünnetlerindendir.

5.  AKABE
Mina sınırından Mekke istikametine doğru 300 m. kadar sonra sağ tarafta yer almaktadır. Sevgili Peygamberimiz Medine'ye hicretinden iki sene önceki Hac mevsiminde insanları İslam'a davet ederken 12 kişiden oluşan Medine'li bir grupla karşılaşır. Bu grubun hepsi Hz. Muhammed'e burada biat ederek Müslüman olurlar. Bir sonraki senenin haccına 72 kişi olarak gelirler ve aynı yerde Peygamberimize biat ederek onlar da Müslüman olurlar. İslam tarihinde bu olaya 1. ve 2. Akabe Biat'ları denmektedir.

6.  NUR DAĞI (Hira Mağarası)
Mekke'nin kuzeydoğusunda, 300 m. yüksekliğinde kütle kayalardan oluşan ve Kabe'ye 5 km. mesafede bulunan bir dağdır.

Peygamberliğinden önce Hz. Muhammed'in Ramazan aylarını ibadetle geçirdiği "Hira Mağarası" bu dağın zirvesinde bulunmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz 40 yaşına girdiği senenin Kadir Gecesi'nde bu dağda ibadet halinde iken Hz. Cebrail gelmiş ve kendisine "Ey Muhammet! Sen Allah'ın Resulü, ben de Cebrailim" diyerek peygamber olduğunu tebliğ etmiştir. Kur'an-ı Kerim'in ilk ayetleri aynı gecede Peygamberimize burada inmeye başlamıştır. Bu sebeple bu dağa Nur'un indiği yer manasına gelen NUR DAĞI denmektedir. Burada inen ilk ayetler mealen şöyledir:

"Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı koyu kan halindeki bir sıvıdan yarattı (embriyon). Oku! Ki senin Rabbin sonsuz kerem sahibidir. 0, kalemle yazmayı öğretmiştir. İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir”. (Alak Suresi, 1-5)

7. CENNET-ÜL MA'LA (Mekke Mezarlığı)
Mescid-i Harem'in yaklaşık 1.5 km. kuzeyinde yer alan bu mezarlık aynı zamanda şehrin tarihi mezarlığıdır. Sevgili Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip, hanımı Hz. Hatice validemiz, küçük yaşta ölen oğulları Kasım ve Abdullah'ın ve birçok Sahabi ve İslam büyüklerinin kabirleri bu mezarlıkta bulunmaktadır. Mekke'de vefat eden yerli-yabancı her Müslüman günümüzde de bu mezarlığa defnedilmektedir.

8. CİN MESCİDİ
Peygamber efendimiz davet için gittiği Taif dönüşünde yol üzerindeki Nahle Vadisi'nde namaz kılarken bir grup cin Kur'an-ı Kerim'i dinleyerek etkilenmişlerdir. Daha sonra Hz. Muhammed'i takip eden bu cinler Mekke girişinde efendimizle görüşmüşler ve müslüman olmuşlardır. Kur'an-ı Kerim'deki Cin Suresi burada nazil olmuştur. Sonraları bu mekana bir mescit yapılarak Cin Mescidi ismi verilmiştir. Peygamberimiz insanlara ve cinlere İslam'ı tebliğ etmek için görevlendirilmiştir. Bu hakikat Kur'an-ı Kerim'de şu ayetle açıklanır: "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım". (Zariyat, 56)

9. HZ. MUHAMMED'İN DOĞDUĞU YER
Hz. Peygamberin doğduğu ev Kabe'nin doğu tarafında kalan Beni Haşim mahallesinde idi. Hz. Muhammed Miladi 20 Nisan 571 (12 Rebiulevvel) Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken bu evde dünyaya gelmiştir. Daha sonra buradaki ev yıkılmıştır ve yerine yapılan bina günümüzde Mekke Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

mazhar

  • Ziyaretçi
Hacca gidecek kimse helallik almalı mı?
« Yanıtla #10 : 02 Ekim 2013, 23:28:48 »
Alıntı
Ibrahim aleyhisselam oglu ismail ile beraber kabei muazzamayi insa ettikleri zaman Hazreti Allah ya Ibrahim insanlari ziyarete davet et buyurunca yarab nasil duyuracagim dedi H.Z. Allahda davet senden duyurmak benden buyurdu ve H.Z.Ibrahim insanlari davet etti  onun davetini duyan müminler ziyaret eder hacci kabul olmus olarak geri dönerler...........

ibrahim aleyhissealmin bu davetini Iblis.Seyytan duyunca haset ederek oda davet etti seytanin davetini duyan insanlar onlarda hacca gider amma oradaki yapdiklari hatalarla hacci kabul olmadan geri dönerler...........

sonra Cebrail aleyhisselam da mübarek mekani ziyaret etmek üzere davet etti.Cebrailin davetini duyan ve ona icabet edenler hacca gider ve orada kalir.geriye dönemez...........................................................


http://www.sadakatforum.com/cuma-sohbet-hutbe-ve-vaaz-arsivi/hac-ve-Allahin-musafirleri-t4496.0.html;msg209357#msg209357
http://www.sadakatforum.com/islamgenel/farz-hac-ve-nafile-hac-t4784.0.html;msg72431#msg72431

http://www.sadakatforum.com/islami-sorulariniz-ve-cevaplari/hacca-gidecek-kimse-helallik-almali-mi-t4860.0.html;msg128865#msg128865

http://www.sadakatforum.com/cuma-sohbet-hutbe-ve-vaaz-arsivi/veda-hacci-ve-veda-hutbesi-t14373.0.html;msg130948#msg130948
http://www.sadakatforum.com/fikih-ve-itikad/hac-ve-kabei-muazzama-t1532.0.html;msg129600#msg129600