Gönderen Konu: <<<Yol Belli, Çare Belli>>>  (Okunma sayısı 3670 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı sedat_islam

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 232
    • Milli Görüş Forum
<<<Yol Belli, Çare Belli>>>
« : 28 Nisan 2005, 17:26:03 »

27 Nisan tarihinin benim ve dört arkadaşımın hayatında mühim bir yeri vardır. Bizler yıllardan beri aynı yerde çalışıyorduk. Hem de ne çalışma. Bazan günde 18 saat, hatta 20 saat çalıştığımız oluyordu. (Bazı günler saat 04.00’e kadar çalışıyor, eve gidip sabah namazını kılıp iki saat uyuduktan sonra işe geliyorduk) Bu yoğun tempo hayli zaman devam etti. 12 ciltlik bir Ansiklopedi hazırlıyorduk. Hem metni yaz, hem mizanpajını yap, hem resimleri bul, hem tashih yap, hem baskıyı takip et... Bilen bilir bu işlerin ne ömür törpüsü olduğunu... (Üstelik bu işlerin hiçbirisi için –yazma dahil— tek kuruş ücret almıyorduk.) İşte bu yoğun tempo içerisinde çalışırken bir ara yaptığımız işleri ve içerisinde bulunduğumuz durumu muhakeme etmeye başladık. Bizler İ’lâ-yı Kelimetullah’ı gaye edinmiştik. Ama sözlerimiz, davranışlarımız, icraatlarımız o gayeye ve Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediyeye uygun mu idi? Müslümanlar niçin bu kadar çok gruplara ayrılmıştı? Haydi ayrıldılar diyelim, niçin birbirlerine “Allahu Azimüşşan’ın emri gereği” muhabbet beslemiyor, birbirleriyle selamlaşmıyor, irtibat kurmuyorlardı? Niçin birbirlerinin aleyhinde bulunuyor, birbirini gücendiriyorlardı? Allah’ın razı olacağı tarz belliydi. O da Sünnet-i Seniyyeye, Şeriata uygun davranmaktı. Yani Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas ölçüleriyle hareket etmekti. Peki Müslümanlar bu ölçülere riâyet ediyorlar mıydı? Meşveret ettiklerinde hakem olarak Edille-i Şer’iyyeyi mi, yoksa kendi kafalarındakilerini mi kabul ediyorlardı?

Başınızı ağrıtmayayım, günlerce, haftalarca bu gibi soruları kendi kendimize ve birbirimize sorup durduk. Neticede “Hecran cemiylâ” diyerek 27 Nisan 1992 sabahı bulunduğumuz mekanı terkettik. Doğruca Eyüp Sultan’a gittik. “Esselâmü Aleyküm” diyerek, Kâinatın Efendisinin (asm) Sancaktarı Ebû Eyyube’l Ensârî Hazretlerini ziyaret ettik. Yasin-i Şerif okuyarak ruhuna ve o makberistanda yatanların ruhuna ve bütün Mü’min ve Mü’minelerin ruhuna hediye eyledik. Oradan Hz. Yûşa Aleyhisselam’ın makamının bulunduğu Yûşa tepesine gittik. Bu “eli kılıçlı Peygamberi” ziyaret niyetiyle, makamının bulunduğu yeri ziyaret ettik. Ruhuna Fatiha ve İhlas hediye eyledik. Daha sonra Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerini ziyaret ettik. O gün, “Oh dünya varmış! Ümmet varmış!” dedik ve Allah-u Teâlâ’nın kalbimize verdiği inşirahtan mesrur olarak, bu tarihi “Kurtuluş bayramı” olarak kutlamaya karar verdik. O gün bugün de bu “şahsî bayramımızı” aksatmadan kutluyoruz.

Bizim bu kıssamızdan alınacak çok hisse olduğu için naklettim. Ümmet olarak hepimiz çok ciddi muhakeme ve muhasebe yapmak durumundayız. İşin şakası yok, Berzah Âlemine göçtüğümüzde, Hz. İsrafil Aleyhisselam’ın sûra ikinci üfürüşünden sonra Mahşer Meydanında toplandığımızda halimiz nice olur? Bu halimizle nasıl hesap veririz?

Bir defa Tevbe etmeyi unutmuşuz. Oysa Peygamber Efendimiz (asm) bile her gün –bir rivayete göre 70, bir rivayete göre 100 defa-tevbe ediyordu. İkincisi, dinimizi layıkıyla bilmiyoruz. Nasıl ki şu cesedimizin sağlıklı olarak fonksiyonunu îfa etmesi için lüzumlu gıdaları almaya ihtiyacı varsa; aklımızın, kalbimizin, ruhumuzun fonksiyonunu kâmil mânâda îfa etmeleri için de İslâmiyeti hakkıyla bilmemiz lazımdır. O bilgi, faydalı gıdaların kana karışması gibi, meleke haline geldiği takdirde hayatımız değişecektir. Dünyevî ve uhrevî saadeti kazanmanın anahtarını elde etmiş olacağız.

Hâdiselere Kur’an’ın dürbünüyle, Sünnet-i Seniyye gözlüğüyle baktığımız takdirde hak ile bâtılı kolayca birbirinden ayırd edebileceğiz, oyunların farkına varabileceğiz. Kur’an, hadis ve bu iki temel kaynaktan beslenen sair ilimlerle teçhiz olduğumuz takdirde feraset sahibi olacağız. Röntgen, endeskopi, tomografi cihazlarının görünmeyen yüzeyleri görünür hale getirmesi gibi, “Allah’ın nuruyla bakış” neticesinde sahnenin gerisindekileri de görebileceğiz, maskeli çehrelerin gerçek mahiyetini ve foyalarını bilebileceğiz ve ayağımızı ona göre denk atacağız.

Mü’minler bir vücudun âzâsı gibidir. Nasıl vücudun bir tarafına diken battığında, bütün vücut onun acısını hissediyorsa; bizler de Mü’minlerin sıkıntısını hissedebilmeli, acılarını duyabilmeliyiz. Kâfirler İslam beldelerini talan ediyor, habire Müslüman kanı döküyor. Bu durum karşısında rahat döşeklerimizde mışıl mışıl yatıyorsak, o kardeşlerimizin acısını yüreğimizde duymuyorsak, çok ciddi şekilde tevbe etmeliyiz. Çünkü imanımızda ârıza var demektir.

Mü’minler kardeştirler. Irkları, dilleri, ülkeleri ayrı olsa da, birbirlerini görmeseler de kardeştirler. Bu bakımdan birbirlerini sevmeli, birbirlerine duâ etmelidirler.

Hak mezheplerdeki farlılıklar, rahmettir. O farklılık da Kur’an’a ve Sünnet’e dayanmaktadır. Bu “farklılık” hiçbir zaman ayrılık sebebi olmamıştır, olamaz da...

Mü’minleri birbirinden soğutan, birbirine düşüren ne varsa bâtıldır. Bunun adına ister ırk deyin, ister servet, ister toprak, ister şöhret (makam) ne derseniz deyin, hepsi bâtıldır, hepsi merduttur.

Mü’minleri birbirinden ayıran ne varsa, hepsi yanlıştır. Bunun adına ister yönetim densin, ister telörgüsü, ister mayın, ister vize, ister şu-bu, hepsi yanlıştır.

Kurtlar başımıza üşüşmüş durumda. Âcilen uyanmak ve birleşmek durumundayız. Herkes kendisini Hakka dâvet eden ve irşad eden büyüğünü sevebilir, onun etrafında toplanabilir. Bu gayet normaldir. Ama o büyüğü sevmek, diğer kardeşlerini sevmeye mâni değildir. Onlarla bir araya gelmese bile, kalben birleşmeli, bir araya gelmeli, bütün Mü’minlere muhabbet beslemelidir. Yanlış yapanlar varsa, usulü dâiresinde îkaz etmeli ve o yanlışlarını tashih etmeleri için duâ etmelidir.

Unutmayalım, güç, kuvvet, izzet, şeref, ne paradadır, ne çoklukta. Sadece ve sadece ihlastadır. Bakınız kırk sahabe “Allah rızası için” bir araya geldi, ortaya muazzam bir güç çıktı. Bütün ehl-i küfür diz çöktü.

Yol belli, çare belli: Allah’ın dinine sımsıkı sarılmak, zerre miktar tâviz vermemek ve Mü’minler olarak birbirimizi sevmek, duâ etmek ve kalben bir ve beraber olmak...

<<<BURHAN BOZGEYİK...>>>
Zafer Yakındır ve Zafer, İNANANLARINDIR...