Hangi "GÜZELLİK" gerçekti acaba
Unutmaya çalıştığım bir takım buruk acılardan kurtulacağımı umduğum bir seyahatti bu...
Annem ve kardeşlerimle birlikte terminalde İstanbul-Trabzon seferini yapacak olan otobüsü bekliyoruz. Günlerden Pazartesi, tarih ise oldukça eski. 20'li yaşlarda olduğum genç kızlık yıllarım. Heyecanlı bekleyiş sürüyor.
Unutmaya çalıştığım bir takım buruk acılardan kurtulacağımı umduğum bir seyahat bu...Nihayet beklediğimiz otobüs geldi. Görevli, önce Trabzon'a, oradan da bizi bekleyecek olan bir başka otobüsle Erzurum'a aktarmalı olarak gideceğimizi bildirdi. Seyahat renkli geçeceğe benziyordu. Elimde sıkı sıkı tuttuğum bilet ve annemin hazırladığı yolluk çantamla otobüse doğru ilerledim. İstanbul'daki yakınlarımdan bir aylığına da olsa ayrılmanın üzüntüsü, birkaç ay önce Erzurum'a gelin giden kız kardeşime kavuşmanın sevinciyle birleşmiş, garip duygular içinde ailemle vedalaştım ve otobüs ağır ağır ilerlemeye başladı.
Biraz sonra çok sevdiğim "KADIKÖY' deydik. Etraftaki yemyeşil, ağaçlar, cıvıl, cıvıl insanlar, masmavi gökyüzü ve berrak deniz sıkıntılarımı bayağı dağıttı. Zaten genç kızlığımın tüm güzel anılarının geçtiği bu emsalsiz "KARŞI" yı, Bostancı 'yı, Küçükyalı' yı ne çok severdim. Bütün tabiat güzelliklerinin gençlik hülyalarımla kucaklaştığı Fenerbahçeyi, teyzemlerin envai çeşit çiçekler, Güller, papatyalar, Menekşeler, buram, buram kokan Hanımelleri ile dopdolu bahçesini teker teker aklımdan geçirdim. Kadıköy'ün yeşillikleri yavaş yavaş gerilerde kalmaya, otobüsümüz ise hızlanmaya başladı. Artık şehir dışına çıkmıştık.
O güne kadar Yalova, Üsküdar, İzmit haricinde pek İstanbul'dan ayrılmamıştım. Diğer bölgelerdeki tabiat güzelliklerini sadece resimlerde ve kitaplarda görmüştüm. Oturduğum koltuk Allah'tan pencere önündeydi. Artık bir hayli yol almıştık. Bir birini takip eden güzellikler ile sıkıntılarımdan oldukça uzaklaşmış hissediyordum kendimi. Hızla koşan kilometre taşları bir birlerini takip ettikçe içim rahatlıyor, İstanbul'dan bir o kadar uzaklaşmış olmanın huzurunu hissediyordum
İlk molayı Samsunda verdiler. Otobüsten indik. Sahilde biraz dolaştım. Bir, sağımda sanki sabırsızca göklere uzanmak isteyen kocaman dağlara solumda ufka dayanmış masmavi denize hayranlıkla bakıyor ve yeşilin hemen hemen her tonu ile bezenmiş dağları aşkla delip fışkıran billur suları ulaşılmaz bir hazla seyrediyordum.
Yolculuk bir birinden güzel nice emsalsiz güzellikleri seyrederek geçti. Trabzon'a vardığımızda akşam olmak üzereydi. Bizi orada garip ve hiç beklenmedik bir sürpriz bekliyordu. Erzurum'a gidecek olan otobüs o gün seferden kalkmıştı. Ve ben hiç bilmediğim, tek tanıdığım olmayan bir kentte tek başıma kalmıştım. Güzel, heyecanlı fakat akşam karanlığı bastıkça korkutan, ürküten birkaç saat geçti. Nihayet bir minibüs geldi ve Erzurum'a gidebilmek için çaresiz ona bindik. Minibüsün içinde tek bayan yolcu bendim. Ve çok da korkuyordum açıkçası....
Zigana' ların haşmeti zirvelere çıktıkça artıyor, çok aşağılarda kalan yoldan geçen vasıtaların ışıkları gittikçe küçülüyor etrafa saçılmış ateş böcekleri gibi uçuşuyordu gözümde.. Bayburt'a yorgunluk ve uykusuzluktan içim geçmiş daha doğrusu sızmış bir vaziyette girdik. Meğerse benim uyukladığım kısa an içinde minibüsümüz bir kaza yapmış. Uyandığımda etraftan bağrışmalar geliyor, bir iki kişi de "Hadi az kaldı. Biraz sonra Erzurum'dayız" diyordu. Saat ise gecenin 12 siydi. Neyse saat 2'de kardeşimin evinin önünde yine çaresizce tek başıma bindiğim faytondan indim. Artık emin ellerdeydim çok şükür...
Bir ay çok çabuk geçti. Erzurum, İspir, Hasan kale, Cumhuriyet Caddesi hala gözümün önünde, hele Hamsi köy'de yediğim yöreye has, şahane "Sütlaç"ın tadı hala damağımda...Sayılı günler çabuk geçti....Kop dağı kar, buz içindeydi o günler. Ve biz dapdaracık yolda zor belâ ilerliyorduk. Gündüz gözü ile Ziganalar daha heybetli sağ tarafımızdaki uçurum çok gizemli ve ürkütücü bir o kadar da harikaydı. Bu güzellikler içinde Trabzon'a tekrar geldik
Trabzon "Cennet" gibi bir kent. Benli Palas Oteli vardı o zamanlar orada. Şimdi hala duruyor mu bilmem. Nihayet İstanbul' geri dönme vakti geldi. Oldukça da özlemiştim, her şeye rağmen İstanbu' u. Yeni bir heyecan ve telaşla yine otobüse bindim. Yine vedalaşmalar yapıldı. Yine türlü güzel manzaralar seyrederek "KADIKÖY" e döndük. Fakat, "O NE ?", sakın beni vefasızlıkla suçlamayın ama, "KADIKÖY" artık eskisi kadar "Yeşil" eskisi kadar cazip görünmedi bana. Karadeniz sahillerinin renk cümbüşü ve emsalsiz güzelliği karşısında bayağı sönüktü şimdi. Aklım o sahillerde kalmıştı....
Şimdi düşünüyorum da, o günlerde "KADIKÖY" de gördüğüm hangi "GÜZELLİK" gerçekti acaba diye.
Tüm yemyeşil güzellikler, masmavi mutluluklar sizlerin olsun, kalın sağlıcakla...