Hafız Osman’ın Hayatı Hat tarihimizin bu büyük üstadı hakkındaki bilgiler ne yazık ki onun ölümsüz eserleri ve yaygın şöhreti ile mütenasib olmayıp âdeta meçhul gibidir. Onunla ilgili birkaç arşiv vesikası gerçi onu bir parça daha su yüzüne çıkardı ama yine de kâfi değildir. Bu durum maalesef bizim sanat tarihimizin büyük bir ihmali hatta ve hatta büyük bir gafletidir. Hat tarihi şiir hariç sanat tarihimizin diğer dallarına meselâ mimari, musiki, tezhib, minyatür, ebru, hak… Gibi sanatlara göre yine de şanslıdır.
Sağda- solda, çeşitli mekânlarda gördüğümüz yüzlerce hatta binlerce imzalı yazıdan hiç olmazsa hattatlarının isimlerini öğrenebiliyoruz. Yazılarda tarih varsa -ki bu da çok yaygındır- ne zaman yaşadıklarını tesbit edebiliyoruz. Sanattaki ağırlıklarını tartışabiliyoruz. Diğer sanatlar bu bakımdan ele alınınca ortaya tam bir karanlık oda, meçhul bir dehliz, âdeta uçsuz bucaksız mağaralar çıkıyor. Sanat tarihimizin bu garip halini en güzel ifade eden herhalde Yahya Kemal Beyatlı (1884- 1958)’nın şu veciz ifadesidir: “Biz tarih yapmaktan yazmağa vakit bulamamışız.”
Meselenin tam da burasında, bu merkez noktasında Osmanlı tarihinin yürek yakan çok acı bir vâkıasına dikkat çekmek istiyorum. O da aşağı yukarı fetihten 1919 Balmumcu yangınına kadar İstanbul’u kasıp kavuran yangınlar. Eski İstanbul’un Üsküdar’ını, Beyoğlu’nu, Eyyüb Sultan’ını, Fatih’ini bazen baştan sona, bazen kısmen kül eden yangınları.
Bu yangınlarla yok olan kültür mirasını. Bilhassa kâğıda geçmiş, kâğıda nakledilmiş her türlü yazılı çizili malzemeyi. Bendenizdeki bu fikir arşivde gördüğüm bazı belgelerden sonra oraya çıktı. Bu husus pek temas edilmeyen ama çok acı bir tarihi hakikat. O kadar ki o yangınlar onlarca, yüzlerce yıl önce söndü ama bize intikal eden mezkûr buruk acılar hâla sönmedi, hâla devam ediyor. Bu mevzu ile alakalı acı bir sual: Acaba bu yangınlardan Hafız Osman’dan neler götürdü?
Hafız Osman Efendi hakkında ilk hatta son derli toplu bilgiler Müstakim-zade Süleyman Sadeddin Efendi’nin Tuhfe-i Hattatin adlı eserinde yer almaktadır. Müstakim-zade bu eserinde Hafız Osman Efendi’yi bir sohbet havası içinde şöyle anlatmaktadır:
Hattat Hafız Osman Efendi İstanbulludur. Babasının adı Ali’dir… Vaktinde Şeyh tarzı yazının esrarına hakkıyla vâkıf olduğu kabul edilirdi. Pederi Haseki Sultan Cami-i şerifinin müezzini idi… Sülüs ve neshi ilk olarak Derviş Ali Efendi’den (?- 1673) meşke başlamış ise de onun çok yaşlı olması sebebiyle Suyolcu-zade Eyyubî Mustafa Efendi’ye (?- 1686) devam ederek 18 yaşında olduğu halde 1660 (1070) tarihinde ondan icazet almıştır.
Şeyh Hamdullah’ın yazılarındaki esrarı ise Nefes-zade Seyyid İsmail Efendi’den (?- 1679) öğrenmiştir. Bunun için de yeni baştan Nefes-zade’den “elif be” yazmaya başlamış, bu vadide yazdığı eserlerinin yayılmasıyla da akranlarının önüne geçmiştir… [11] Hafız Osman ve hocalarıyla Şeyh Hamdullah’a varan, daha sonra da Hoca Rasim’e uzanan hattat silsilesi şu şiirde çok güzel bir biçimde ifade edilmiştir:
Şeyh Hamdullah ve Şükrullah dâmad-ı güzin
Sâlisi oğlu Mehmed [ve] Üsküdari’dir Hasan.
Erzurumi Halid oldu hâmisi ehl-i hattın
Sâdisi Derviş Ali, sâbi’i Suyolcu-yu pâk fen.
Hafız Osman’ın seman işrab eder hem rütbesin
Seyyid Abdullah İmam-ı zümre-i hatt-ı hasen.
Hoca Rasim zülcenaheyn idi kim ceffe’l-kalem
Şeş kalemde vâhid-i ke-elfin idi kâmil beden.
Böyledir bu silsile kim on aded tekmil eder
Cümlenin şâd ede ervahın kerim-i zü’l- minen. [12]
Hüsn-ü hatta hakkıyla Şeyh’in şivesi üzere yazmak öncekiler ve sonrakiler arasında Hafız Osman Efendi’ye münhasır idi. Ağakapılı İsmail Efendi gibi bir üstad dahi onun kemalini itiraf edip:
- “Hüsn-ü hattı biz bildik Osman Efendi yazdı” demiştir. Vefatından sonra çok sayıda güzide Hafız Osman hattı kıtalar İsmail Efendi’nin çekmecesinden çıkmıştır.
Hafız Osman Efendi son zamanlarında [Samatya] Sancaktarhayreddin Mahallesi’nde oturmakta idi.
1106 senesinin sonlarında (Temmuz 1695) Sultan II. Mustafa’ya hat hocası oldu. Bu arada kendisine Diyarbekir, [Suyolcu-zade] Necib Efendi’nin iddiasına göre de Filibe mansabı (kadılığı) tevcih edildi. Görev süresi bitip azl edilince de yine kendisine hususi bir arpalık verilerek ikram olundu.
Sultan İkinci Mustafa’nın huzurunda hat dersi yayılan bir ihram [13] üzerinde yapılırdı. Padişah her ne zaman yazı yazmak ve meşk etmek istese önce bir resmini (ibaresini) Hafız Osman’a yazdırır, daha sonra da kendisi yazardı. Hafız Osman yazarken Sultan II. Mustafa’nın onun hokkasını tutup ona olan hürmeten:
- Bundan sonra bir daha Hafız Osman yetişmez deyince de Hazret cevaben:
- Sizin gibi hokka tutan padişahlar oldukça daha çok Hafız Osmanlar yetişir demiştir ki bu söz Osmanoğullarının hemen tamamında var olan bir güzel hasletin bi- hakkın ifadesi, taşın gediğe oturmasıdır. Bu konuda arşiv kayıtlarına girmiş pek çok da misal bulunmaktadır. Hem de yüzlerce sayfa tutacak hacimde. Osmanoğullarının ilim ve sanat erbabına verdiği değerin en kısaca ve muhtasarca ifadesi onların “ulemaya idam” cezası vermemeleridir. Bu tarih boyunca sadece Osmanlılarda görülen bir meziyet ve fazilettir.
Hafız Osman, saraydan bu kadar hürmet ve itibar görmesine rağmen derviş meşreb tavrından hiç vazgeçmemiş hatta Koca Mustafa Paşa dergâhının Şeyhi Seyyid Alaeddin Efendi’ye biat ederek Sünbüliye tarikatına girmiştir. Hafız Osman’ın sahip olduğu yüksek mevkii ve rical-i devletten gördüğü hürmet onu hiçbir zaman aldatmaya kâfi gelmemiştir.
Hatta bir gün derse geç kalan bir talebesini Cerrah Paşa Hamamı yakınlarında görüp bindiği hayvandan inerek hemen orada oturup dersini göstermiştir. Yeni dersini de daha itinalı bir şekilde yazmak için yazısını alıp çantasına koyarak talebesine iltifat etmiştir.
Hafız Osman Efendi Şeyh-i sâni, hattat-ı bî- müdani (eşsiz) olup günden güne değeri artmaktadır. Öyle ki kendi talebesi olmayanlar dahi kendi vadilerini terk… ile onu taklide başlamışlardır. Bir de zamanımızda Hafız Osman’ın üstün vasıflarına haset edenler vardır. O, tütün dahi kullanmadığı halde ona “içki içiyor” iftirasını edenler bile bulunmaktadır.
Hafız Osman Efendi hüsn-ü hattın gelişmesi için fevkalade bir gayret gösteriyordu. Hatta hacca giderken bile her merhalede bir- iki sayfa yazı yazmaktan kendini alamamış, ketebesinde yazdığı yerin adını yazmayı da ihmal etmemiştir. Hatta Vadiü’n-nar merhalesinde yazdıkları yarım sayfalık karalamasını ziyaret eyledim. Gerçekten mucize sayılacak kadar güzel olduğu apaçık ortada idi.
Hafız Osman Efendi, Pazartesi ve Çarşamba günleri yazı dersi verirdi. Bu günlerin biri fakirlere, diğeri zenginlere tahsis olunmuştu. Fukara gününde gelenlere ikramda bulunurdu. 40 seneden fazla bu şekilde yazı yazmış, sonunda enbiya hastalığı sayılan felce müptela olmuştur. Yapılan tıbbi müdahaleler neticesinde kısmen şifaya kavuşup yazı yazmaya devam etmiş ise de artık kalem açamamıştır.
Bu işi ise talebesinden Çinici-zade Abdurrahman Efendi deruhte etmiştir. Bu şekilde üç sene daha yaşamış, vefatında Sümbül Efendi Dergâhı’nın haziresine defnolunmuştur. Cenazede imamın telkini sırasında dergâh meczuplarından Sipahi Mehmed Dede:
“- Efendi zahmet çekme, merhumun işi tamam, o makamına varıp A’lâ-yı Illıyyin’de ikrama mazhar oldu. Hak Teâla şefaatini müyesser eyleye” demiştir. Hafız Osman Efendi en son olarak Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi’nin (?- 10. 09. 1731) İmam Zeynelâbidin’in Muhammesat’ından yazdığı… Ve’ykan ennehu mısraını tashih etmiştir. Bu rivayet Abdullah Efendi’nin oğlu Seyyid Abdulhalim Efendi’ye aittir. Hafız Osman’ın irtihalinde devrin şairlerinden Nihadi şu mersiyeyi yazmıştır:
Hafız Osman Efendi ki kemâlatıyla
Hüsn-ü hattıyla bulup mertebe-i vâlayı.
Fenn-i hat içre olup mefhar-i hattatânın
Sürme-i çeşm-i sürür idi gubâr-ı pâyi.
Hizmet etmekle şeb-i ruz Kelâmullah’a
Hak nasib etmişti ona yed-i tûlâyı.
Sû-yi gaybından edip irciî emrin isğa
Kıldı ziyb-âver, gûş-i emr-i cihan ârâyı.
Terk-i âlâyiş-i dünya edip ol merd-i Hüda
Mülk-ü bâkıye feda etti fena kâlayı.
Kendisi gitti veli bâkı kalıp âsarı
Ruhuna yaver ola mevhibe-i Mevla’yı.
Geldi bir hâtif onun fevtine dedi tarih
Adn-i bâkı ola Osman Efendi câyı. [29 Ca.] 1110 (03.12. 1698)
Şu beyit de yine onun vefatına bir başka tarihtir:
Mülk-ü bâkı özleyip Osman Efendi dedi Hû 1110.
Mezar taşını Ağakapılı İsmail Efendi yazmıştır.
Hafız Osman Efendi’nin yazdığı Mushaf sayısı 25’tir. Kıt’a, murakka’… gibi diğer eserlerinin sayısını tespit ise mümkün değildir.
Klasik Türk Sanatları Vakfı