Gönderen Konu: Helâl sertifika paradoksu  (Okunma sayısı 5842 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Helâl sertifika paradoksu
« : 28 Ekim 2010, 02:34:41 »


Sonuç itibariyle, ortada çok sayıda ‘helal sertifika sağlayıcısı’ ile ‘helal sertifikalı’ ürün var. Ama ne yazık ki; Kur’an emrettiği (halâlen tayyiba) hem helal hem de temiz ürün hâlâ bulunamıyor.

Derdimizin biri bitmeden diğeri başlıyor. Aslında bunda yadırganacak bir durum yok. Çünkü imtihan ediliyoruz. Başımıza gelenlerin hepsi yapıp ettiklerimiz yüzünden...

Bir yanda nefsimiz diğer yanda şeytan.

Şayet makam, para, hırs gibi hastalıklara müptela olmuşsanız, hangi dönemde, hangi malzeme para ediyorsa onu kullanırsınız. Bu inandığınız en kutsal değeriniz bile olsa.

Endüstriyel egemen güçlerin gıdayı silah olarak kullandığını, bu köşeden defaten dile getirdik. Çünkü onlar elde etikleri gücü, asla bırakmak istemezler. Bunun içinde, gıda sisteminde daima etkili olmanın peşindeler.

Müslümanları yaşadıkları coğrafyaya göre ikiye ayırırsak; Güney Afrika gibi ‘azınlıkta’ oldukları veya Türkiye gibi ‘çoğunlukta’ oldukları ülkeler olarak tasnifleyebiliriz.

Geçmişte ve bazıları için halen Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde yaşamak, helâl tüketmek için yeterli sayılır. Ancak Tayland, ABD veya Güney Afrika gibi ülkelerde, takva sahibi Müslümanlar, ülkelerindeki gıdaların ekseriyetinin helâl olmadığı bilincinden hareketle çözüm arayışlarına giriştiler.

Bunun içinde ‘helâl sertifikası’ adı verilen çözümler geliştirdiler. Bunlar ilk çıkışta son derece iyi niyetli çabalardı. Ama…

Hiçbir şey başladığı gibi olmuyor. Maalesef, helâl sertifika meselesinin geldiği noktada büyük sorunlar ortaya çıktı. Netice itibariyle ihlâs ve samimiyet ortadan kalktı.

Bu coğrafyalarda pazar kaybeden egemen güçler, kayıplarını telafi etmekte pek zorlanmadılar. Çünkü -özellikle Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde- adı ‘Müslüman’ ama kendisinin Müslüman olup olmadığı tartışmalı kimseler adına, sözde ‘helâl sertifika’ kuruluşları kurdular. Bir kâğıdın başına ‘besmele’ altına da ‘helâl’ yazınca, nasılsa her şey çözülüyordu. Çünkü çağın Müslümanları, bir fâsığın getirdiği haberi araştırmak gibi bir derdin sahibi değildiler.

Tam da hesapladıkları gibi oldu. Artık adını sanını kimsenin bilmediği ülkelerde bile, onlarca hatta yüzlerce ‘helâl sertifika’ dağıtan kurum ortaya çıktı. Hatta hatta öyleleri ortaya çıktı ki; bu belgeyi verenlerin belirttikleri sanal ülkeleri, -haritadaki olmayan- yerini kendileri de bulamıyorlardı.

‘Helal sertifika’ yaygınlaşıyor

Dünyada sınırların kalkması, gıdaların tümüyle endüstriyel bir metaa dönüşmesi, her biri adeta bir zehir ve hastalık deposu petrokimya ürünü sözde gıdaların üretildiği gün, dünyanın bir ucundan diğer ucuna gitmesi, gıdayı dünyanın en büyük sorununa dönüştürdü.

Bizim gibi bu bilince sahip kimseler, süreci eleştirme ve toplumsal bilinci geliştirmek için örgütlenmeye başladılar. Ardından da helâl sertifika hastalığına yakalandık. Çünkü şeytanî düzenin sahipleri, bizleri kaybetmek istemiyordu. Ve sonra aramıza para girdi ve hesaplar başladı.

Hesaplara göre dünyanın üçte biri Müslüman’dı. Her biri şu kadar ürün tüketiyordu. O halde ‘2 trilyon dolarlık bir pazar payından pay alınmalıydı.’ Bu hastalığa aramızdaki Müslümanlarda yakalandı.

Aslında tüm hesaplar Müslümanların helâl gıda sorununa çözüm üretmek değil, ranttan pay almak üzerine kuruluyordu.

Sürekli bu pompalandı: “2 trilyon dolarlık büyük pastadan pay almak!”

İş kolaydı. Üç beş kişi bir araya gelecek, bir dernek veya şirket kurulacak; ardından ‘sertifika’ adlı bir kâğıt parçası düzenlenecekti. Bugün olmazsa yarın tüm üreticiler ve hizmet sağlayıcıları sıraya girecekti. Sonra gelsin paralar…

Hizmet mi? Para gelirse hizmet kendiliğinden gelirdi nasılsa.

Sürekli işin parasal boyutu işlendi. Devlet Bakanı, TSE Başkanı, Oda başkanları, İşadamı Derneği temsilcisi, mühendisi, şusu busu konuşan herkes, ‘2 trilyon dolardan’ bahsediyordu.

Amaç; şahsı, şirketi veya ülkesi bu dev pastadan pay almasını sağlamaktı. Şeytan bunu üfürüyordu durmadan.

Önce devlet, TSE üzerinden bu işe el attı. Birkaç laikçi ‘olur mu? Devlet bu işe bulaşmamalı. Haksız rekabet doğar’ dedi.

Laikler doğru söylüyorlardı. Önemli bir farkla bizde onlar gibi düşünüyorduk. Onlar meseleye haksız rekabet açısından bakıyordu. Bizse ‘laik ve laikçi devlet, Müslümanların hiç bir meselesine burnunu sokmamalı’ diyorduk. Çünkü mesele -bugün iktidarda ‘İslamcılar’ olsa bile- Müslümanların özel meselesiydi. Devlet, 80 yıldır hangi sorunumuzu çözmüş ki, bugün çözecekti. Başörtümüze bile tahammül edemeyen, kurban derisine, fıtr sadakasına bile karışan devlete ne olmuştu da Müslümanların helal ve haramlarıyla ilgileniyordu?

Her ürünümüze alkol ve domuz mamullerinin eklenmesine izin veren o değil miydi de, şimdi bu işle yakından ilgileniyordu? Peki, laik devletin bu işten ne çıkarı olacaktı?

Tek neden, iktidardaki siyasi partinin mensubiyeti miydi? Şayet öyleyse, iktidar onlara baki değil ki? Ama mesele çok açıktı. 2 trilyon dolardan pay almak, ihracatı artırmak, ekonomiyi güçlendirmek. Ne de olsa küresel kapitalist bir ekonomik düzeninin parçalarıydık…

Bu masal öylesine işlendi ki, konuyla ilgili hangi etkinliğe gitsek, kim ağzını açsa, ‘2 trilyon dolar’ diyor, başka bir şey demiyordu.

Sertifikacılarda patlama

Türkiye’de 3-5 bin dolara sessiz sedasız ‘sözde helâl sertifika’ dağıtan firmalar vardı. Parayla ISO belgesi alanlar gibi, hemen hiç kimse bu sertifikalarını deklare etmiyordu. Zaten bazı müftülüklere gidip, az bir paraya helâl yazısı da alınabiliyordu. Sadece ürünleri ihraç ederken, Müslüman alıcıları ikna için kullanılan bu sertifikaların gerçek olmadığını onlarda biliyorlardı. Yine eminlerdi ki; ürettikleri ürünlere kattıkları şeylerin menşeleri karanlık hatta haramlardandı.

Domuz jelâtinini, sığır jelâtini diye etiketleyip, parayla sertifika aldıklarının farkındaydılar. Sığır bile olsa, helâl kesim olmadığını çok iyi biliyorlardı. Sorun uzayıp gidiyordu…

‘Helâl sertifikamız var’ diye kamuoyuna deklare etseler, karşılarında sayıları azda olsa bilinçli ve Allah’tan başkasından korkmayan, ‘Gıda Hareketi’ gibi örgütleri bulacaklardı. İçerde kimse helâl haramla ilgilenmiyordu. Dışarıdan sorulunca da belge gösteriliyordu. Nasılsa böylece kervan yürüyordu.

Ardından ‘Gimdes’ geldi. Önce öyle şeyler söyledi ki, umut dağıttı. Fakat unutulan bir şey vardı: Helâl ama buna kim karar verecekti ve bu helâl kime göre helâl olacaktı? Bu helâllik hangi mezhebe, hangi cemaate, hangi hoca efendiye göre olacaktı? Bu iş hangi ekiple ve finansmanla yürütülecekti? Başarı şansı neydi?

Kendi ifadeleriyle 80’den fazla firmaya ‘ihracatta kullanılmak üzere’ ‘helâl sertifikası’(!) verdiler. Tavukçu firmaların ‘helâl olsun’ları ile başlayan reklâmları, eski ama büyüyen bir problemin ayak sesleriydi. Üstelik bu kez bağıra bağıra geliyordu.

Müteakip yazımızda ‘helâl sertifikalı tavukların neden yenilemeyeceğini’ yazacağız İnşaAllah. Bu nedenle bu kısmını şimdilik geçelim.

Önceki gece bir sitede dolaşırken, bir google reklâmı dikkatimi çekti. Helâl sertifika pazarlıyordu bu reklâm. Linki tıklayıp girdim.

Referanslarının başında “EFES PİLSEN BİRACILIK A.Ş.” 35. sırada “SHILLER BIRACILIK A.S.” 33. sıra ise “DANNONE FOOD CO. LTD.” diye devam eden bir liste vardı.

Devamlı okurlarım hatırlayacaktır. Geçmiş yazılarımızın birinde, İslami Usullere göre helâl kesim domuz jambonu, etiket ve sertifikasının resmini yayınlamıştık. Bu durumda domuza helâl sertifikası veriliyorsa, biracılara da verilebilirdi. Nasılsa Kabe’nin bitişiğindeki marketlerde de ‘Efes Pilsen’in biraları satılıyordu. Üstünde de kocaman ‘alkolsüz’ yazıyordu. O halde helâldi(!)

Alkolsüz biralar, kolalar, meyve suları, sade veya aromalı gazozlar, enerji içecekleri, aromalı ve yapay maden sularına eklenen alkol ve diğer zararlılarla ilgili mesele çok detaylı olması nedeniyle hızla geçelim. Çünkü yazımız oldukça uzayacak, bu nedenle meraklıları için belirtelim. Bu konu çok yakında piyasada olacak olan yeni kitabımızda detaylarıyla inceleniyor. Zaten ehli ve helâl endişesi olanlar meseleyi çok iyi biliyorlar.

Söz konusu firma, sitesinde sertifikaları İran’da kurulu ‘ICRIC’ adlı kuruluş adına, verdiğini yazıyordu. Kendilerine ulaştık. Önce sert ve güvensiz bir yaklaşım sergilediler. Sorularımızdan rahatsız olmuş olmalılar ki, sözde helâl sertifikası verdikleri 42 adet referansın en başındaki, Efes Pilsen Biracılık A.Ş.’ni beş dakika sonra listeden çıkardılar. Bu kez arayıp nedenini sorduk. Ardından tümünü kaldırdılar. Allah’tan sitenin verilerini indirmiştik.

* * *

Helâl sertifikası almak isteyenlerdeki artış, çok kimsenin iştahını kabartmış durumda. Konya’da, Kayseri’de, Bursa’da, Ankara’da, İstanbul’da derken yurdun dört bir yanında mantar gibi ‘helâl sertifikacılar’ ortaya çıktı.

Her biri kendini ümmete adamışlarmış. Güya Müslümanların bir derdini daha çözeceklermiş. Her birinin sitelerindeki iddia en basitiyle böyle… Müslümanları bırakınız, tüm insanlığı ‘haram’ belasından kurtarma taahhüdünden tutunda, güvenli gıda ve sağlıklı beslenmeye kadar neler neler yok ki sitelerinde. Kısacası siteleri, ağır lokmadan ağır iddialarla dolu...

Daha ilginci, çoğu üyesi küresel egemen batılı şirketlerden oluşan, geriye kalanları ise yerel taklitlerinden müteşekkil, bir gıda üreticileri derneği de sözde ‘helâl sertifika’ hazırlığı yapıyor. Anlayacağınız kendilerini aklayacaklar.

Şimdi fetvalar laboratuarlardan

Bir ürünü laboratuara götürüp, analiz ettirdiniz mi helâl oluyor. Bunu diyenler ömründe hiç laboratuar görmeyenler. Dünyanın her yerinde dönen dolaplar, sanki buralarda dönmüyor. Anlayacağınız işimiz, artık bazı laboratuardaki kimselerin merhametine ve vicdanına ve de sözde sertifikalara kaldı.

Ürününe; istediğin alerjen, kanserojen, ani ölümlere bile neden olan katkıları kat, yemlerine kan, ölü hayvan etleri ekle, tüm gıdalarını GDO’lularla doldur, kısacası zehir ticareti yap ama ‘helâl’ yazan bir belge seni aklasın…

Galiba helâl yemeye yemeye basiretimiz bağlanmış ve akletmeyi unutmuşuz… Yine galiba helâl yemeye yemeye ‘helâle haram, harama helâl demeyin’ ayetinin hükmünün, bizi nereye götüreceğinin farkında değiliz…

Basiretimiz bağlanmış, ölçülerimiz değişmiş, artık helâl ve haramlarımızı egemen küresel güçlerin verileri üzerinden belirliyoruz. Helâl sorununu imanın gereği olarak çözmek yerine, 2 milyar dolarlık pastadan pay almaya indirgemişiz…

Peki, şimdi ne olacak?

Mesele büyüyecek. Çok konuşulacak. Herkes bu işi ‘Allah rızası’ için yaptığını iddia edecek.

Dört yıl kadar önce TSE, ‘helâl standardı’ hazırlayacağını açıkladığında, bizimle birlikte Banvit’in genel müdürü de tepki vermişti. Dünya Gazetesi; DTM temsilcisi, Banvit’in genel müdürünü ve bendenizi meseleyi tartışmak için yuvarlak masa mülakatına davet etmişti. Ne hikmetse diğerleri masaya gelmekten vazgeçmiştiler. Gazete, tekrar arayacağını söylemesine rağmen bir daha dönmedi.

Bundan sonrada benzer girişimler olmasını diliyoruz. Ama yine biliyoruz ki, bu tek başına atıp tutanlar, masaya şu ya da bu gerekçe ile gelmeyecekler.

Helâl bilincini oluşturmak ve helâl öğretiyi sunmak yerine, Müslümanları hazır haplar yutturmaya alıştırmak saman alevi gibidir. Failleri istemediklerini söyleseler de, dünyalık kazanabilirler. Ama kar tapu gibi büyüyen bir soruna neden olduklarını, bununda vebal olduğunu bilmelerini diliyorum.

Görülüyor ki ‘nur topu’ gibi yeni bir sorunumuz daha doğdu. Çözüm adına üretilen bu sorun, büyük tartışma ve sorunların başlangıcıdır.

Sertifika veren kuruluşların, hemen hiçbirinin sağlıklı bir standardı ve sistemi yok. ABD’deki bir sertifika kuruluşu, dünyanın ikinci büyük likörlü çikolata üreticine ‘helâl sertifika’ vermiş. Üstelik bu markanın yeni sahipleri de Türkiye’den ve çok tanıdık bir aile. Sitelerine likörlü çikolata üretimlerini kendileri yazmışlar. Üstelik bu markanın tüm ürünlerinin ‘helâl sertifikası’ var. Ne güzel değil mi? Materyalist, seküler ve hedonist dünyada dini sorunlar bile, ehlinin elinde olmayınca böyle çözülüyor(!) demek ki?

Sonuç itibariyle, ortada çok sayıda ‘helal sertifika sağlayıcısı’ ile ‘helal sertifikalı’ ürün var. Ama ne yazık ki; Kur’an emrettiği (halâlen tayyiba) hem helal hem de temiz ürün hâlâ bulunamıyor.

iyilikgüzellik-Kemal Özer
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bu alan mayınlı bir alan!
« Yanıtla #1 : 03 Kasım 2010, 22:26:56 »

Hangi durumda helal sertifika verilmez?

‘Helâl sertifika paradoksu’ başlıklı yazımıza gelen hakaret ve küfürleri saymazsak, bu makalenin çok ciddi bir yansıması oldu. Bu hakaret ve küfürleri yapanları ciddiye almasam da, merakıma yenilip, tek tek araştırdım. Birkaçı konunun önemini kavrayamamış ve okuduğunu anlamakta zorlanmış kimseler iken, ezici çoğunluğun adresi ise aynıydı. Onlar ise işin rantından nasipdar olmak isteyenler...

Bu alan mayınlı bir alan. Tıpkı dün CNN Türk’de yayınlanan 5N1K programında olduğu gibi, konuyu ehliyle konuşmadığınız ve meseleyi bir tartışma veya kavgaya dönüştürmek istediğinizde, ehliyetsiz kimselerin materyalist ve seküler yorumlarına maruz kalırsınız.

Helâl ve haram meselesi; ne laik devletin sorunu, ne de kendini Müslüman olarak telakki edip, İslam’ın hadlerini tanımayanların yani İslam’a düşman olanların meselesi.

Sorun, sadece İslam’ı yaşamak isteyen Müslümanların derdi.

Bu durumda laikçi çevrelerden gelen ve gelecek eleştirilerin hiçbir değeri yok. Bu tümüyle bir özgürlük ve hak meselesidir ki; özgürlük ve hakların genişletilmesini engelleyici yorum ve eleştirileri ciddiye alınmaz. Ancak varsa kaygıları giderilir.

‘Helâl Sertifikası’nın çıkışının gerekçelerini ilk yazıda ele almıştık. Şimdide bu mevzua yönelik, laikçi çevrelerden gelen eleştirileri değerlendirelim.

Diyorlar ki: ‘Helâl sertifika, rekabete aykırı.’

Buna sadece gülünür. ISO, TSE vb sertifikalar rekabete ne kadar aykırı ise, Müslümanların helâl sertifikası ve Musevilerin kaşer sertifikası da rekabete o kadar aykırı.

Diyorlar ki: ‘Helâl sertifikası, bir gıdanın güvenli olduğunu göstermez.’

Gerçek bir helâl sertifikası sistemi uygulanır ise ‘helâl’ tümüyle, dünyanın en güvenilir gıdasını üretmenin en pratik yoludur. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bize sadece haram kılınanların yenilmesini yasaklamıyor. Aynı zamanda ‘tayyib’ yani ‘temiz’ olmayanların yenilmesini de yasaklıyor. Bu temizlik, manevi olduğu kadar, maddi temizliği de kapsıyor.

Bırakınız tüketen insanı, üretimi sırasında başka canlılara zarar veren atıklarla çevreyi kirleten bir gıdaya, helâl sertifikası verenler, helâl düşünce ve helâl amacına ihanet etmiş olurlar. Bu eleştiri de mesnetsiz ve boş…

Diyorlar ki: ‘Tarım Bakanlığı’nın Türk Gıda Kodeksi varken, helâl sertifikası da nereden çıktı?’

Kitap ve sünnete göre yaşamak isteyen Müslümanlar, helâl ve temiz gıdalar ve de eşyaları tüketmek zorundalar. Haramları kesinlikle tüketemedikleri gibi, takva derecesine göre şüphelilerden de sakınmakla mükelleftirler Mü’minler. İdeolojik ve dünyevî bir yapı, Mü’minleri bu taleplerinden vazgeçiremez ve caydıramaz.

İnsanların tümü, yiyip içtiklerinden, tükettiklerinden ve çevre ile diğer canlılara verdikleri zararlardan da hesaba çekilecekler. Tarım Bakanlığı’nın kodeksi ise alkole de, domuz etine de izin verdiği gibi, hayvanların Allah adına kesilip kesilmediğiyle de ilgilenmez.

Ayrıca gıda kodeksi, İslam’ın ve hatta bilimin temiz ve sağlıklı görmediği katkı maddelerinin gıdalarda kullanımına izin verir. Bunun sayısız örneği mevcut. Bu nedenle, Türk Gıda Kodeksi veya diğer mevzuatlarına bakarak, Müslümanlar tüketim yapamazlar, yapmamalılar.

Diyorlar ki: ‘Laik Devlet’te helâl sertifikası olur mu? Bu laiklik ilkesine aykırıdır.’

Kısmen haklılar ama sorun şurada. Laik devlette, bal gibi helâl sertifikası da olur. Ama, laik devletin kendisi sertifika veremez. Ancak şunu yapabilir. Sertifika verecek kimsenin, hangi kurallara uyacağını belirler. -Buna, ‘garanti markası’ tescili/uygulaması da diyebilirsiniz.- Bunların gizlenmemesi ve denetime açık olması kuralını getirir ve denetler.

Aykırı davrananlar hakkında da hukuki işlem yapar. Yani bu işin fırsatçılığa dönüştürülmesine izin vermez.

Kaldı ki, Uluslararası Gıda Kodeksi Komisyonu (The Codex Alimentarius) bile ‘Helâl Yönergesi’ yayınlamıştır. Her laik ülke, mevzuatlarında her türlü dinin benzer taleplerini karşılamakla mükelleftirler.

Ayrıca bu mesele 1990’lı yıllarda Fransa’da engellendiği için, sorun AHİM’e taşınmış. AHİM, 2000 yılında Fransa’yı haksız bularak, bu talebin en temel insan haklarından biri olduğunu belirtmiştir.

Diyorlar ki: ‘Bu talep Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde normaldir ama yüzde 99’u Müslüman bir ülkede helâl sertifika mı olur?’

Ülkenizin hukuku, şer’i bir hukuk olsa ve orada şeriatın izin vermediği, yani helâl ve temiz olmayan ürünlerin üretilmesine izin verilmemiş olsaydı, bu iddia son derece isabetli olurdu. Oysaki Türkiye’de hukukun İslam’la hiçbir bağı yok.

Ayrıca, İslam’dan korktuğu kadar, başka hiç bir şeyden korkmaz. Müslümanlar bu ülkede sayıca çoğunluk olsalar bile, haklarını elde etme konusunda, maalesef azınlık bile sayılmazlar.

Mesela bu ülkede alkolü her ürüne katabilirsiniz. Hukuken engel olmadığı gibi, tüm mevzuat buna izin verir. Üstelik kattığınız halde ‘etiketine kattığınız alkolü yazmanıza gerek yok’ diyerek, cevazda verir. Üstelik İslamcı bir iktidarın döneminde de buna izin verilir ve bürokratları bunu savunur.

Bu, laikler için sevindirici olabilir, ancak bu Müslümanlar için helâl tüketimin önündeki en büyük engellerden biridir. Bir hayvanın Allah adı anılmaksızın kesilmesine veya şoklanıp öldürülmesine mevzuat izin verir ama Müslümanlar bu hayvanı tüketemezler.

GDO’lu bir ürüne İslam hukukçuları haram derken, üstelik İslamcı bir iktidarın çıkardığı kanunla GDO’ların tüm gıdalara eklenmesi yasal hâle getirilmiştir. Demek ki, bir ürünün helâl olması için gerekli şartlar bu ülkede yok.

Diyorlar ki: ‘Müslüman olmayan mesela bir ateistin ürettiği ürünleri, Müslüman tüketiciler almayacak mı?’

Bir: Şayet hayvanı kesen kişi mesela ateistse yani Müslüman değilse, o keserken Allah adını ansa bile, o eti Müslümanlar yemez. Bu istisnai bir durumdur. İki: Hayvan kesimi dışında, helâl olan her türlü gıdayı üretiyorsa -mesele çikolata üretiyorsa ve o çikolata helâl ürünlerden müteşekkilse-, Müslümanlar, üreticinin inancına bakmaksızın o ürünü yerler.

Ateist bir kimse de, -canlı hayvanlar hariç- et harici ürünlerine, İslam’ın hadlerine uygun üretmek koşuluyla, helâl sertifikası alabilir. Ali Rıza Demircan hocanın 5N1K’da zikrettiği çok mühim bir mesele vardı.

 “Besmele çekmeden kesilen hayvan, insan öldürmek gibidir. Besmele çekmek Allah’tan izin almaktır.” Bu önemli tespiti, dünyaya tapanlar anlayamazlar.

Diyorlar ki: ‘Devlet, yani TSE helâl sertifika veremez.’

Haklılar. Bu mesele bir kamu kurumunun başarabileceği bir iş değil. Olsa olsa, standart hazırlama konusunda deneyimlerini bu tür çalışmalara aktarabilir.

Diyorlar ki: ‘Helâl sertifika meselesi, ekonomik bir meseledir. Büyük ticari pastadan pay almaktır.’

Önceki yazımızda bizde buna değinmiştik. Ortada ‘2 trilyon dolar’ olduğu iddia edilen bir pasta var ve herkes olmasa bile bazıları bu pastanın peşinde.

Diyorlar ki: ‘Helâl sertifika Ak Parti iktidarında ortaya çıkmış bir işlemdir. Siyasi malzemedir.’

Keşke dedikleri doğru olsa da, iktidarı ayakta alkışlasaydık. Ama İKÖ, Diyanet ve de tüm seçkin âlimlerin ‘helâl değildir’ dediği ‘GDO işlemi’, bu iktidar döneminde, üstelik bu yıl yasallaştırıldı. Üstelik ürünlere alkol katılmasını ve domuz ürünlerinin menşe etiketsiz satılmasını, Başbakanın hassasiyetine rağmen, bu iktidarın bakanları ve bürokratları savunuyor.

Eleştiri sahipleri ise meseleye vakıf olmadıkları için, Ak Parti’ye olan siyasi kinleriyle konuşuyorlar. ‘İslam’ın hadlerine karşıyız’ diyemedikleri için, Ak Parti iktidarı üzerinden savunmaya geçiyorlar.

Helâl ve temizi aramak, her Müslüman için kişisel bir vecibedir. Satın aldığı ürünün etiketini bile okumayan bir Müslüman’ın, böyle bir derdinin olduğu elbette söylenemez. Ayrıca hiç kimse -çok az istisna hariç- Müslüman tüketicilerin helâl sertifika gibi bir talebinin olduğunu da söylemeye kalkmamalı. Aksi, sadece kendimizi kandırmak olur.

■Peki, helâl sertifika bir ihtiyaç mı?

■Müslümanların ‘helâl ve temiz’ tüketim sorunlarına çözüm üretir mi?

■Helâl sertifika verenler doğru mu yapıyorlar?

Türkiye’de yoğun bir mücadele gerektiren ‘gıda güvenliği’ sorunu var. Bu sorunla, ne Tarım Bakanlığı, ne Sağlık Bakanlığı ne de başka bir makam mücadele etmemektedir. Bilakis, düzenleme ve uygulamalarıyla bu sorunu büyütmekteler.

Diyanet’in ise helâl ve temiz gıda konusunda bir gayreti olduğunu hiç görmedim. Galiba bilgisizlikten kaynaklanan ilgisizlik, ilgisizlikten kaynaklanan bilgisizlik yüzünden, onlarda ‘burası Müslüman bir ülke, o halde her şey helâldir’ diye düşünüyor olmalılar. Diyanet aksini düşünseydi, toplum zaten bu halde olmazdı.

Fıkıhçılarımızın çoğunluğunun durumunun da Diyanet’ten farklı olmadığını bizzat müşahede ediyoruz.

Nasıl ki sağlık konusunda, doktor ve eczacıların çoğunluğu, küresel düzeneğin parçası haline gelmişlerdir; gıda ve ziraat mühendislerimizin ezici çoğunluğu da, ne yazık ki tıpkı onlar gibiler.

Müslümanların neredeyse tamamına yakınının helâl algısı, âyetlerde geçen ‘tayyib/temiz’ emrini içermeyip, sadece hayvanların besmele ile kesilmesi olarak görülüyor.

Oysaki kesim sorunu, en kolay çözülebilir helâl sorunudur. Asıl sorun menşesi bilinmeyen;

■Hayvansal katkı maddeleri,
■Sentetik, kanserojen ve alerjen katkılar,
■Domuz veya böceklerden elde edildiği halde gizlenen katkılar,
■Alkol ve türevlerinin karışımı,
■Tarım kimyasalları,
■GDO’lu bitki ve hayvanlar,
■Tabiatı dolayısıyla da yaşamı tehdit eden üretim koşulları ve atıkları…

Hâlen algılandığı gibi mesele sadece helâl kesime indirgediğinde, elbette helâl sertifika ölü doğum olur. Ayrıca helâl sertifika, Müslümanların azınlıkta olduğu bölgelerde samimi bir şekilde uygulandığı zamanlarda ciddi bir çözümdü.

Kendimizi kandırmamıza gerek yok. Ülkemizde de çözüm olmaktan uzak duruyor. Çünkü mesele artık küreselleşti ve pazardan pay almaya endekslenmeye başlandı.

Bu işin tek bir çözümü olmayabilir. Müslümanların helâl ve temiz tüketimini dert edinmiş -düşünen- insanlar, çok daha uygulanabilir çözümler üretebilirler.

Ancak kanaatimizce bu sorunu iki şekilde çözebiliriz.

■Bir: Devlet etiket kanunu çıkarmalı.

a)      Bu kanun, mamul ya da yarı mamul gıda dâhil her türlü ürünü oluşturan tüm malzemelerin tam ve eksiksiz yazılarak etiketlenmesini,

b)      Bu ürünün üretiminde kullanılan tüm yöntemlerin tam ve eksiksiz yapılmasını,

c)       Bu etiketlerin hiçbirinde yabancı hiçbir kelime olmaksızın -başka dilleri de içerebilir ancak- ülke resmi diliyle yazılmasını. -Mevcut kodekse göre, Kürtçe etiket yasaktır. Bu tür gayri insani yasaklarda kaldırılmalı-

İki: Menşe sertifikası. Nasıl ki gümrüklerde menşe şahadetnamesi istenir. Üretici ürünün tüm detayı ile ilgili ‘menşe sertifikası’ alır ve yayınlar. -Bu konunun detaylarını merak eden ehilleriyle paylaşabiliriz.- Kişi, helâl ve temiz tüketme endişesi taşıyorsa, ürünün etiketini okur, buna göre amel edebilir. Bu endişeyi taşımıyorsa, helâl sertifika kolaycılığı, kimseyi cennete taşıyacak da değil.

Her iki çözüm içinde çok ağır müeyyideler konulur. Ürünler analiz edilir. İzlenir. Aksi durumlarda sonuçlar tüketici ile paylaşılır.

Gözüken odur ki; GDO’lu tavuklara sadece kesimi ve yolumu için helâl sertifikası vermek, sadece gerçeğin üstünü biraz daha örtmek/örmek olabilir. Biri de çıkar, alkollülere helâl sertifikası verir. Tıpkı alkolsüz maskesiyle satılan düşük alkollü biralara ve likörlü çikolatalara helâl sertifikası verdikleri gibi...

Bu yüzden ülkemizde helâl sertifikaya merak sarmış kimselerde -sistemlerini incelediğimiz dünya çapında ün yapmış- diğer ülkelerdeki sertifika kurumlarının düştüğü hataya düşerler.

Bu mesele daha çok tartışılacak. Tartışılmalıda. Kavga yapmadan, hakaret etmeden, anlayarak ve dinleyerek tartışmak bizi iyi bir noktaya taşır. Tartışmaz isek, gönüllüce hepimizi ‘mcdonaldlaştırılılarak’ ve ‘cocakolonileştirilerek’ sömürmeye devam ederler.

www.gidahareketi.org
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Gıda güvenliği eğitim programı
« Yanıtla #2 : 16 Kasım 2010, 22:45:49 »
Gıda güvenliği eğitim programı
 
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği, "Gıda Güvenliği Eğitim Programı" başlıklı bir proje başlattı. Genç hanımlara yönelik hazırlanan bu proje dokuz hafta sürecek. Projenin amacı ve ayrıntıları şöyle:

PROJENİN AMACI:

Derneğimizin kuruluş amacı doğrultusunda sağlık ve gıda güvenliğini önceleyerek yeme, içme ve tüketme alışkanlıklarımızı gözden geçirmek, “Gıdamız ilaç ilacımız gıda” anlayışı ile yapısı değiştirilmemiş tabii olan gıdaları tercih etmek, gıda güvenliği konusunda katılımcıları bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve alternatif tabii ev ürünleri hazırlama becerileri kazandırmaktır.

PROJENİN GEREKÇESİ:

Bu proje,

Toplumumuzda helal ve sağlıklı olup olmadığı sorgulanmaksızın üretme ve tüketme anlayışına,  İştah ve israf ile haz almaya endeksli yeme içme alışkanlıklarına,  Her türlü bitkisel ve hayvansal gıdalarımızın genetik tabii yapısı değiştirilerek tüketime arz edilmesine, 

Gıdalarımız üzerindeki kirli oyunlara,  Ekonomisi, dolayısıyla yaptırımı bir çok devletten daha güçlü olan global şirketlerin bitmek tükenmek bilmeyen para ve güç arzusu ile hayatımızı ele geçirmesine, 

Gıdalarımızın, şer güçlerin kirli ellerinde karakterlerimizi ve yaşam tarzımızı değiştirmek üzere kasıtlı olarak genetiğinin bozulmuş olmasına, Yediklerimizin içtiklerimizin ahlak ve maneviyatımıza olumsuz etkilerine,  İnsanın, eşyanın ve midesinin kölesi haline getirilmesine,

Dikkat çekme ve bilinç uyandırma gerekçesiyle hazırlanmıştır. Bu bilincin dönemsel olarak yapılacak eğitimlerle kazandırılması ve geliştirilmesi hedeflenmektedir.

PROJENİN SÜRESİ:  2 Saat x 9 Hafta

Başlangıç tarihi: 18 Aralık 2010

Bitiş Tarihi:12 Şubat 2011

Seminer  saatleri 14.00-16.30

PROJENİN HEDEF KİTLESİ: Genç hanımlar

EĞİTİM PROGRAMININ İÇERİĞİ:

Hz. Âdem’den günümüze gıdaların geçirdiği evreler. Helal ve temiz gıda nedir?
Fıtri ve hedonist tüketim,

Gıdalar üzerindeki oyunlar. Hibrit, GDO ve nano gıdalar,
Et ve tavuk üretimi besleme ve kesim koşulları ve helal ilişkisi,

Hayvansal katkı maddeleri ve hak arama,
Bitkisel ve yapay katkı maddeleri,

Şekersiz ve beyaz unsuz ev ürünleri,
Sirke, ev yapımı ürünleri ve bitkiler,
Seminer değerlendirme ve soru/cevap toplantısı.

PROGRAM ÇİZELGESİ:

Cumartesi 14.00 - 16.30
 
                    Tarih                              Konu                                                                        Eğitmen
 
1. Hafta     18 Aralık 2010   Tanışma, program hakkında genel bilgilendirme video izletisi                  Kemal Özer
 
2. Hafta    25 Aralık 2010 Hz. Âdem’den günümüze gıdaların geçirdiği evreler. Helal ve temiz gıda nedir? Fıtri ve hedonist tüketim  Kemal Özer
 
3. Hafta     1 Ocak 2011     Gıdalar üzerindeki oyunlar. Hibrit, GDO ve nano gıdalar                        Kemal Özer
 
4. Hafta     8 Ocak 2011   Et ve tavuk üretimi besleme ve kesim koşulları ve helal ilişkisi                  Cihad Seçkin
 
5. Hafta    15 Ocak 2011        Hayvansal katkı maddeleri ve hak arama                                       Orhan Demir
 
6. Hafta    22 Ocak 2011            Bitkisel ve yapay katkı maddeleri                                               Serap Keçeci
 
7. Hafta    29 Ocak 2011          Şekersiz ve beyaz unsuz ev ürünleri                                             Arzu Aygen
 
8. Hafta    5 Şubat 2011          Sirke, ev yapımı ürünleri ve bitkiler                                              Nihal Doğan
 
9. Hafta   12 Şubat 2011    Seminer değleerlendirme ve soru/cevap toplantısı                                  Kemal Özer
 
GIDA GÜVENLİĞİ HAREKETİ DERNEĞİ KISA TANITIMI:

Gıda Güvenliği Hareketi Derneğimiz 2008 yılında Kemal Özer başkanlığında kurulmuştur.

Amacımız:

Derneğin amacı; sağlık ve gıda güvenliği sorunlarına karşı araştırma, bilgilendirme, bilinçlendirme ve belgelendirme çözümleri üretmektir.

Bu bağlamda; uluslararası sistem ve organizasyonlarca izin verilse dahi: Doğal yapısı bozulmuş veya menşei bilinmeyen yahut gizlenen, şüpheli ve zararlı tüketim maddelerinden korunmanın yanı sıra; inançlara saygılı, insan tüketimine uygunluğun ve temizliğin ürün etiket ve ambalajlarından anlaşılması için gerekli sosyal, iktisadi, hukuki ve bilimsel çalışmalar yapar.

Özetle; başta insan nesli olmak üzere, tüm canlıların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için çözümler geliştirir ve mücadele eder.

İlkelerimiz:

Dernek amacını gerçekleştirmek için aşağıdaki ilkeler kapsamında çalışma şekillerini belirler:

a. Farklı inanç sahiplerinin; inançlarına saygılı, insan tüketimine uygun, temiz, kaliteli ve ekonomik beslenmelerinin sağlaması,
b. Bir ürüne ait içeriğin, eksiksiz menşei ve miktarının ürün veya ambalajında, tüketicinin, sözlük ve uzman yardımına ihtiyaç duymadan anlayabileceği bir dilde, metin ve sembollerle etiketlenmesinin sağlaması,
c. Yerel, ulusal ve uluslararası alanda standart, garanti markası ve sertifika geliştirme çalışmalarının yapılması,
d. Amacın hayata geçirilebilmesi için her türlü bilgi ve iletişim araçları kullanılarak; bilime, ulusal ve uluslararası hukuka ve inançlara uygun, standartların geliştirilmesi ve insani kazanımların elde edilmesi.

İRTİBAT & ADRES: 

Gıda Güvenliği Hareketi Derneği

Vatan Cad. Şehit Pilot M. Nedim Sok. Evirgenler İşhanı No 5 Kat 6 Aksaray Fatih – İSTANBUL etkinlik@gidahareketi.org  www.gidahareketi.org

Proje Koordinatörleri:

Derya DEMİR 0532 714 76 86
Hatice BESER 0506 276 34 10

İlginize teşekkür eder hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.
Gıda Güvenliği Hareketi Deneği
〰〰〰〰🐠

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Helâl sertifika paradoksu
« Yanıtla #3 : 21 Aralık 2011, 03:21:54 »
"Türkiye’de 3-5 bin dolara sessiz sedasız ‘sözde helâl sertifika’ dağıtan firmalar vardı. Parayla ISO belgesi alanlar gibi, hemen hiç kimse bu sertifikalarını deklare etmiyordu. Zaten bazı müftülüklere gidip, az bir paraya helâl yazısı da alınabiliyordu. Sadece ürünleri ihraç ederken, Müslüman alıcıları ikna için kullanılan bu sertifikaların gerçek olmadığını onlarda biliyorlardı. Yine eminlerdi ki; ürettikleri ürünlere kattıkları şeylerin menşeleri karanlık hatta haramlardandı. "

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Helâl sertifika paradoksu
« Yanıtla #4 : 08 Haziran 2012, 18:25:54 »
Alıntı
helal ürün sertifikasına sahip üretici firmaların, yaklaşık % 80'ninin müslüman olmayan kişiler olduğunu bilmekle ....

Biraz önce bu konuda bir yerde böyle  bir yoruma rastladım, doğruluğunu bilemiyorum.Allahu alem..

mazhar

  • Ziyaretçi
'Helal gıda'da domuz eti şoku!
« Yanıtla #5 : 15 Mart 2013, 23:06:35 »

Norveç'te 'Helal gıda'dan domuz eti çıktı!

Norveç'te Müslümanlar için üretilen "helal" ya da "sadece sığır eti kullanılmıştır" etiketli gıda ürünlerinde domuz etine rastlandığı bildirildi


Norveç'te Müslümanlar için üretilen etlerde, 'at eti' olup olmadığının belirlenmesi için test yapıldı. Test sonuçlarında at etine değil ama domuz etine rastlandı.

 


Norveç'te Müslümanlar için üretilen "helal" ya da "sadece sığır eti kullanılmıştır" etiketli gıda ürünlerinde domuz etine rastlandığı bildirildi.

 Gıda Güvenliği Kurumu Sözcüsü Ragnhild Arnesen, içlerinde at eti bulunup bulunmadığını belirlemek için test edilen et ürünlerinin yüzde 30 oranında domuz eti içerdiğini açıkladı.

Arnesen, ürünlerine helal etiketi yapıştıran Kuraas AS şirketinin söz konusu ürünleri süpermarketlerden ve restoranlardan çektiğini belirtti.

İnternet sitesinde Müslümanlardan özür dileyen Kuraas AS, domuz etinin helal etiketli gıda ürünlerine nasıl karıştığını bulmak için Gıda Güvenliği Kurumu yetkilileri ile işbirliği yaptıklarını ifade etti.

 Daha önce de İngiltere'de üretilen helal etiketli tavuk sosislerinde domuz eti bulunmuş, okullara sosis satışı yapan şirket özür dilemişti.
basın
****************
Özür dilemek yeterli'mi?

Çevrimdışı osmanlı

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 379
  • Okula hayır, Açık lise kolejlerine evet.
Ynt: Helâl sertifika paradoksu
« Yanıtla #6 : 16 Mart 2013, 13:21:06 »
Özür dilerim bi daha yaparım ne var bunda, medeniyiz özür diledik ya.
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...