Gönderen Konu: Hutbe: Cuma Namazı,  (Okunma sayısı 66905 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

selcuklu

  • Ziyaretçi
Hutbe: Cuma Namazı,
« : 14 Mayıs 2011, 23:39:33 »

Hutbe: Cuma Namazı,
10 Cemâziyelâhir 1432 (13 Mayıs 2011)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَـٰٓأَيُّہَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِذَا نُودِىَ لِلصَّلَوٰةِ مِن يَوۡمِ ٱلۡجُمُعَةِ فَٱسۡعَوۡاْ إِلَىٰ ذِكۡرِ ٱللَّهِ وَذَرُواْ ٱلۡبَيۡعَ‌ۚ ذَٲلِكُمۡ خَيۡرٌ۬ لَّكُمۡ إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ

Muhterem Mü’minler,

İslâmın alâmetlerinden olan ve pek büyük bir ehemmiyeti olan Cuma Namazı, Cuma Günü eda edilen, faziletlerini saymakla bitiremeyeceğimiz bir ibadettir. Bu hususla alakalı olarak Cümu’a Suresi’nde şöyle buyuruluyor: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman, hemen Allâh’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”
Hadis-i Şeriflerinde Peygamberimiz (s.a.v): “Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salat-ü selam getiriniz; zira sizin selamlarınız bana arz olunur.” buyurulmaktadır (Sünen-i Ebî Dâvûd, Vitir 26, Sünen-i Nesâî, Cuma 5). Böylesine faziletli bir günde ifa edilen kıymetli bir ibadet için elbette ki çok titiz bir şekilde hazırlık yapmak icab etmektedir. Her hususta olduğu gibi bu hususta da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizler için en güzel numunedir. Rasül-i Ekrem Efendimiz bir çok hadis-i şerifleriyle Cuma Namazı’na gelirken dikkat edilecek hususları ifade buyurmuşlardır.

Sahih-i Buhârî’de geçen bir hadis-i şerifte: “Bir kimse Cuma günü gusül abdesti alarak elinden geldiğince temizlenir, saçını sakalını yağlayıp tarar veya evindeki güzel kokudan süründükten sonra camiye gider, fakat orada yan yana oturan iki kimsenin arasını açmaz, sonra Allâhü Tealâ’nın kendisine takdir ettiği kadar namaz kılar, daha sonra sesini çıkarmadan imamı dinlerse, o cumadan öteki cumaya kadar olan günahları bağışlanır.” buyurulmaktadır (Sahih-i Buhârî, Cuma 6,19). Zaten sadece Cuma namazları için değil, cemaatle kılınan diğer namazlar için dahi mescide gidecek kimselerin, kokusu diğer insanları rahatsız eden soğan, sarımsak ve pırasa gibi yiyecekleri pişirmeden çiğ olarak yememeleri lazımdır. Zira bir hadis-i şerifte: “Kim sarımsak, soğan, pırasa yemişse, mescidimize yaklaşmasın. Çünkü insanoğlunun rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur” buyurulmuştur (Sahih-i Müslim, Mesâcid 74).

Cuma günü camiye giden kimse başkalarına rahatsızlık verecekse veya hutbe başlamış ise bulabildiği yere oturur. Eğer yer bulamaz ve ileri saflarda da boş yer olursa zarureten boş yere kadar gidebilir. Hatip minbere çıkınca cemaatin konuşmayıp sükut etmesi, selam alıp vermemesi, nafile namaz kılmaması icabeder. Zira bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus desen hata yapmış olursun” buyurmuşlardır (Muhît-ı Serahsî’den naklen Elmalı). Hattâ hutbede Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek isimleri zikredilince cemaatin Salât-ü Selam’da bulunmaksızın yalnız dinlemekle iktifa etmesi daha faziletlidir. İmam-ı Ebû Yûsuf Hz.’den rivayet edilen bir kavle göre bu halde gizlice Salât-ü Selam okunur.

Muhterem Mü’minler,

Bir mühim husus ta şudur: Cuma’nın farzından sonra kılınan on rekat namaz kılınmadığı takdirde, bir noksanlıktan dolayı Cuma Namazı kabul olunmamışsa, öğle namazı üzerine borç olarak kalır. Bu sebeple Cumanın farzından sonra kılınan bu on rekati mümkün mertebe terk etmemelidir.
Din-i Celil-i İslam’ın en mühim alâmetlerinden biri ve Müslümanların Bayramı olan Cuma gününe âzamî derecede ehemmiyet vermek, ve Cuma vaktinde de mümkün olduğunca uyanık olmaya çalışmak lazımdır.

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #1 : 02 Temmuz 2012, 00:14:25 »
Hutbe: Mü´minler farklıdır, 19 Safer 1433 (13 Ocak 2012

 



 
استعيذ بالله : وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً

 
قال رسول الله {صلعم} : مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ


 

Muhterem Mü’minler,

Hz. Allah (c.c)’ın insanlar için koyduğu her sınır, dünya ve ahiret saadetine ulaştıran birer vasıtadır. Bu sebeple, Allah ve Rasülüne inanan, Kur’an-ı Kerim’i kendisine rehber olarak kabul eden her müslüman, birçok yönleriyle diğer insanlardan farklıdır. Söylediği bütün sözlerin, yaptığı bütün işlerin hesabını vereceğine inanan bir mü’min, elbette başkalarından farklı olacaktır.

Bu itibarla, söz ve davranışlarında ölçülü olmak, ciddi olmak, güvenilir olmak, inanan kimselere has özelliklerdir. Bunun içindir ki, ağzından yalan çıkmaz, söz getirip götürme olmaz. O, ya hayır söyler ya da susmasını bilir. Hakiki mü’min olmanın ve Cennet-ü Alaya aday olmanın yolu budur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bize bu yolu nasıl tarif buyuruyorlar:

“ Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun”(1)

“ Koğuculuk yapan (söz getirip götüren) kimse Cennet’e giremez.”(2)

“ Kim bana iki sakalı (yani ağzını) ve iki ayağı arasını (namus ve iffetini)

koruyacağına söz verirse, ben de O’na Cennet için kefil olurum.(3)

 “ Hased’den sakının. Çünkü hased, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bütün iyi ve güzel amelleri yiyip bitirir.”(4)

“ Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk yani riya (gösteriş) dır.”(5)

Aziz Mü’minler,

Görülüyor ki, müslüman, söz ve davranışlarında ölçülü olmalı, Allah ve Rasülünün hoş görmediği hiç bir işi yapmamalıdır. Yalan, dedikodu, kin, hased, alay ve riya gibi kötü sıfatları üzerinde taşımamalı, kötülüklerin ve haramların işlendiği mahallerde bulunmamalıdır.Yalan yere şahitlik yapmamalı, boş söz konuşanlara rast geldiği zaman, bulaşmadan vâkârla oradan geçip gitmelidir.(6)

Değerli Mü’minler,

Müslümanın yemesi, içmesi, giyinmesi, kazanması ve harcaması bile farklıdır. Hep helal kazanç peşinde koşar. “Kazanayım da nasıl olursa olsun” düşüncesi onun inancında yoktur. Şunu da hiç bir zaman aklından çıkarmaz: Müslümanlık, kendi arzu ve isteklerimize göre değil, Mevlâ-i Zülcelâl Hazretlerinin çizdiği sınırlar içinde ve O’nun istediği şekilde yaşamak suretiyle değer kazanır.

O halde, gelin şu ilahi fermana kulak verelim:

“ Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Ancak müslüman olarak can verin.”(7)                                                                         


(1)El Furkan,72; (2)Buhari, Müslim, Ebu Davud,Tirmizi,et Tac c.5 s.183; (3)Müslim, Müsned-i Ahmed et Tac c.5 s.24; (4)Buhari, Tirmizi, Müsned-i Ahmed, et Tac c.5 s.183;  (5)Ebu Davud, İbn-i Mace,et Tac c.5; (6)Müsned-i Ahmed, et Terğib ve’t Terhib, c.1 s.69; (7)Al-i İmran 10

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #2 : 02 Temmuz 2012, 00:15:52 »
Hutbe: Hidayet, 26 Safer 1433 (20 Ocak 2012)

 
استعيذ بالله إِنَّكَ لَا تَہۡدِى مَنۡ أَحۡبَبۡتَ وَلَـٰكِنَّ ٱللَّهَ يَہۡدِى مَن يَشَآءُ‌ۚ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ
 
قال رسول الله {صلعم} : أحب الناس إلى الله تعالى أنفعهم للناس

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz İNSANLARIN HİDAYETİNE VESİLE OLMANIN KIYMETİ hakkındadır.

Bütün peygamberler insanların Allah’ın rızasını kazanıp ahirette azaba uğramamaları için gönderilmişler, bu uğurda birçok sıkıntılara maruz kalmalarına rağmen bu vazifelerini hiç bırakmamışlardır. Bu itibarla insanların hidayeti için gayret göstermek her zaman çok kıymetli bir haslet olmuş, bilhassa dinimiz bu mevzu üzerinde çok durmuştur. Dünyevi ve uhrevi saadet bu yüce dine tabi olmakla mümkün olduğu için, bir kişinin İslam’ı bulup yaşamasına vesile olmak çok kıymetli bir haslettir.

Hidayet Allah’tandır. Tüm dünya bir araya gelse,  Allah’ın hidayet vermediği kimsenin hidayeti elde etmesine imkân yoktur. “Doğrusu sen sevdiğine hidayet edemezsin. Ve lakin Allah kimi dilerse hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.”  mealindeki Kasas Suresi’nin 56. Ayet-i Kerimesi bu hususu ifade etmektedir. Ancak bu hal, yani hidayetin ancak Allah’ın izni ile tahakkuk etmesi, insanların hidayeti için gayret gösterilmesine mâni değildir. Bu hususta en büyük gayret Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e aittir. Hayatı boyunca bu uğurda gayret göstermiş, kendisine vazgeçmesi karşılığında birçok dünyalıklar vaat edilmesine rağmen asla tereddüt etmeden vazifesine devam etmiştir.

Muhterem Müslümanlar,

Bir kişinin hidayetine vesile olmak, dünyanın en kıymetli malına sahip olmaktan daha hayırlıdır. Zaten bir hadis-i şerifte de “senin için üzerine güneşin doğup-battığı her şeyden hayırlıdır[1]” ifadesi konuyu çok güzel ifade etmektedir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır”[2] Müslümanlara Allah’ın rızasına giden yolu gösterip İman-ı Hakiki’yi elde etmelerini temin etmekten daha güzel ne olabilir ki?

Ebu’l Faruk Silistrevi Hz.leri de bütün gücüyle Ümmet-i Muhammed’in hidayeti için gayret sarfetmişler ve şöyle buyurmuşlardır: “Vazifeniz batağa düşmüş olan ümmet-i Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmak, gaye rızâ-ı ilâhîdir.[3]


[1] Mu’cemu’l-Kebir, 1. Cild, 315

[2] Mu’cemu’l-Kebir, 12. Cild, 453

[3] Sunguroğlunun Notları,159

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #3 : 02 Temmuz 2012, 00:21:09 »
Hutbe: Islami Edep, 04 Rebîulevvel 1433, 27 Ocak 2012

 
استعيذ بالله:  لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
قال رسول الله {صلعم} : يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا بَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا


 

Muhterem Müslümanlar,

Yüce İslam dininin iman ve salih amel ile yücelttiği Müslüman, her hususta edebe riayet etmek durumundadır. “Beni Rabbim terbiye etti, onun için de edebimi güzel yaptı” buyuran şânı yüce bir peygamberin ümmeti olarak, ferdî davranışlarımızda ve toplum içinde en güzel özelliklere sahip olmamız lazımdır. “Bu ahlâka nasıl sahip olacağız ve bu seviyeye nasıl ulaşacağız?” diye sormaya hiç gerek yoktur, çünkü Hz. Allah (c.c.), peygamberimizde “güzel bir örnek bulunduğunu”(1) âyetleriyle haber vermektedir. Allah’ın rızasını kazanmak ve âhiretin saâdetlerine erişmek isteyen kimsenin takip edeceği yol ve kendisine tatbik edeceği huy budur.

Kıymetli Mü’minler,

Ömür sermayesinin değerini bilen insan, mânâsız ve faydasız sözlerle vakit öldürmemelidir. Yapacağı işlerde tertipli ve prensipli olmalı, gelişi güzel ve düzensiz hareket etmemeli, tedbiri elden bırakmamalıdır. “Ağır başlı olmanın Allah’tan, acele etmenin şeytan’tan olduğunu”(2) unutmamalıdır.

Toplum içinde sevilen ve saygı duyulan bir insan olabilmek için hareketlerimize dikkat etmemiz, temizliğe riâyette kusur etmememiz gerekmektedir. İnsanların arasına çıkaca-ğımızda ve bilhassa büyük kalabalıkların arasına karıştığımızda güzel ve temiz elbiselerimizi giymemiz lazımdır. Tevazû sahibi olayım düşüncesiyle üstü başı dağınık ve perişan halde cemiyet içinde bulunmak, tevâzûu yanlış anlamak olur. Rasülullah Efendimizin şu hadis-i şerifleri ne kadar dikkat çekicidir: “Elbisenizi güzel yapın, vasıtalarınızı iyileştirin. O derece ki, insanlar arasında (ette) ben gibi olun.”(3)

Görgü kurallarına da son derece dikkat etmeli, esnerken ağzını kapamalı, yemek yerken ağzını şapırdatmamalı, su içerken üç nefeste içmeli ve nefes alıp verme esnasında bardağı ağzından uzaklaştırmalıdır. Bereketin hâsıl olması için sağ elimizle alıp vermeli, sağ elimizle yiyip içmeliyiz. Zirâ şeytan bu gibi işlerini sol eliyle yapar. Ona muhalefet, sünnete uymak olur. Misafirlerimize çay, kahve gibi içecek ikramında, oda kapısından girdiğimizde, sağımızda bulunan kimseden başlamalı, o istikâmetteki sırayı takip etmelidir.

Muhterem Cemaatimiz,

Dinimiz kolaylık dinidir. Müslüman da din kardeşlerine kolaylık gösteren ve zorluk çıkarmaktan sakınan kimse olmalıdır. Rasülullah (s.a.v.)’in “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”(4) hadis-i şerifini unutma-malıdır.

İman sahipleri kalblerinde taşıdıkları imanın tesiriyle, insanlara ve diğer canlılara merhamet ederler. Çünkü; “Sen, yerde olana acı ki, göktekiler de sana merhamet etsinler” (5) hadîsinin sırrına nâil olmaya çalışırlar.

Ayrıca bir kimse, muhabbet gösterdiği bir kardeşine ona olan sevgisini söylemelidir. Sünnete uygun olan da budur. Allah’ın Rasülü (s.a.v.) “Sizden biriniz, (müslüman) kardeşini sevdiği zaman, onu sevdiğini kendisine açıklasın. Çünkü bu davranış, kaynaşmada daha hayırlı ve sevgide daha kalıcıdır.” (6)

İzaha çalıştığımız dini bazı edeplerle alâkadar olan Müslümanlar, bu esasları öğrenip yaşamaya çalışmalı, evlâdını da bu ölçülere göre terbiye etmelidir. Rasülullah Efendimiz (s.a.v.), “Evlâdınıza ikram ediniz, onların edeblerini güzelleştiriniz” (7) buyuruyorlar.


1.Ahzab,21 2.Terğib-Terhib c.3 s.418 3.Feyzül Kadir c.1 s.192 4.Terğib-Terhib c.3 s.417 5.Feyzül Kadir c.1 s.473 6.Feyzül Kadir c.1 s. 74 7.İbni Mâce, c.2 s.12

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #4 : 02 Temmuz 2012, 00:23:57 »
Hutbe: Mevlid Kandili.

 

11 Rebîulevvel 1433 (3 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم: لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ
رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
قال رسول الله {صلعم}  : اِنَّمَا اَناَ رَحْمَةٌ مُهْدَاةٌ (1)


 

Muhterem Mü’minler,

Bu akşam yani Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in âlemleri şereflendirdiği, nurlu vücudunun dünyaya intikal ettiği mübarek Veladet Kandilidir.

Cenab-ı Hakk’ın biz kullarına maddi ikramları olduğu gibi, manevi ihsanları da vardır. Maddi-manevi lütuflar, ilahi ikramlar arasında böyle mübarek geceler de vardır.

Rasülullah Efendimiz, Rebiul Evvel ayının 12. gecesinde dünyayı şereflendir-mişlerdir. Bu itibarla bu ayın 12. gecesi Hicri senemizin ilk kandilidir.

Kâinât, varlıklar, ümmeti olduğumuz Peygamberimiz hürmetine yaratılmıştır. O’nun aşkına var edilmiştir. Kudsi Hadisinde Rabbimiz “Habibim, Sen olmamış olsaydın, alemleri yaratmazdım. Seni var ettiğim için mahlukatı halk eyledim” buyurmuşlardır.

Rasülullah Efendimizde: “Bana Cebrail geldi de şöyle söyledi; Hz. Allah şöyle buyuruyor: Şayet sen olmamış olsaydın, cenneti yaratmazdım, eğer sen olmasaydın cehennemi de yaratmazdım”. (2)

Böylece bütün varlıkların sebeb-i vücûdudur. Nâ mütenâhi hamd-ü senâlar olsun ki, böyle bir peygambere ümmet olduk. Bu şeref hepimize yeter, yeter de artar.

Cenab-ı Hak bütün peygamberlere Rasülullah Efendimizi haber veriyor. Hz. Adem başta olmak üzere hepsi haberdar ediliyor; O’nun ümmeti haber veriliyordu. Öyle ki Hz.Adem’e Allahımız; “Seni Muhammedin nurundan yarattım Ya Adem, senin vücudunda parlayan nur Habibimin nurudur” buyurmuştur. Hz. Adem’ de Peygamberimiz’in nuru parlarken melekler nereye gitse ardından geliyorlar, o nuru ziyaret ediyor, bakmaya doyamıyorlardı.

Miladi 571 yılı, mevsim ilkbahar, Nisan ayının 20. günü, yevmül Ehadi yevmül İsneyne bağlayan gece, Pazarı Pazartesiye bağlayan gece, Birinciyi İkinciye bağlayan gece…

Hz. Allah’a inanmadan, O’nu kabul etmeden, O’na itaat etmeden, tâbi olmadan, sevmeden, O’nunla olmadan, yani Hz.Allah olmadan hiç bir şey olmaz, olunamaz. Hâsılı, herşeyin yaratıcısı, sahibi, terbiye edeni, rızıklandıranı, yaşatanı Cenab-ı Hak olduğuna göre, herşeyin yaratılış sebebi de Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.

Bu vesileyle bu gün saat 18.30 itibariyle başlayıp, Mevlid-i Şerif, Vaaz-u Nasihat, Yatsı ve Tesbih Namazıyla ihya etmeye çalışacağımız Kandil Proğramımıza hepinizi dâvet ediyoruz.

Hutbemizin başında okuduğumuz ayeti kerimenin mealiyle mevzumuza nihayet verelim: “Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üzerinize çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır.” (Sure-i Tevbe 128)

1.Feyz’ül-Kadir,c.2 s.572; 2.Siret-ün Nebeviyye c.1 s.6 (Siret-i Halebi kenarında)

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #5 : 02 Temmuz 2012, 00:26:00 »
18 Rebîulevvel 1433 (10 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم: وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاً
قال رسول الله {صلعم}  : اَلَّتاجِرُالْاَمِينُ الصَّدُوقُ المُسْلِمُ مَعَ النَّبِييِنَ وَالصِّدِّقِينَ وَالشُّهَداءِ يَوْمَ القِيامَةِ

 

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz, Ticâret Ahlâkı hakkındadır.

Dünyada gâyemiz Âhireti, Mevlâmızın Rızâsını, Cennet ve Cemâl-i İlâhi’yi kazanmak, Allâh(cc)’a hakîki kul olmaya çalışmaktır. Ancak bunun yanında insanlar, yeme-içme, giyim-kuşam gibi zarûrî ihtiyaçları temin edebilmek için gayret etmek durumundadırlar. Bu maîşet yollarının en mühim olanlarından biri de ticaret’tir. Mensûbu olduğumuz İslam Dini’de, mensuplarını ticarete teşvik etmiştir. Nitekim Âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hakk: “…Ve gündüzleri, geçiminize elverişli kıldık” (Nebe sûresi, 11) buyuruyor. Diğer bir Âyet-i kerîmede de: “Yerde sizin için maîşetler (geçim yolları) halkettik. Az şükrediyorsunuz” (Hicr sûresi, 20) buyuruluyor. Peygamber Efendimiz de hadîs-i şeriflerinde: “Ticârete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticârette’dir” buyuruyorlar.

Ticaretin taşıdığı ehemmiyet, fazla bir îzâha hâcet bırakmayacak derecede açıktır. Ancak üzerinde durulması icab eden husus, Ticaret Ahlâkı’dır. Nitekim dinimiz dikkat edilmesi icab eden bazı ölçüler ortaya koymuştur. Aksi halde elde edilen maîşete, helâl olmayan şeylerin karışma ihtimali olur ki, bu da bir mü’min için felâkettir. Alan ya da satan bir tüccarın riâyet etmesi icab eden bazı hususları arz edecek olursak:

-Aldığı malda bir kusur yoksa o malı tenkîd etmemelidir.

-Ölçü ve tartılarda hîle yapmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah Efendimizin şu hadîs-i şerîfi çok dikkate şâyandır: “Kişinin namazına ve orucuna bakmayın. Onun dinar ve dirhemine bakın. (Yani bir kimsenin namaz kılması, oruç tutması sizi aldatmasın. Siz o kimsenin alışveriş-lerdeki doğruluğuna, dürüstlüğüne, kul hakkı hususundaki hassasiyetine bakın, ona göre değerlendirin)”

-Satışı yapılacak bir malın kusurlu tarafı varsa, onu gizlemeye çalışmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah (sav) Efendimiz: “Kim bir ayıbı (bulunan malı), o (kusuru)’nu açıklamadan satarsa, Allah’ın dâimî gadabı içinde kalır ve melekler durmadan ona la’net eder” (Feyz’ül-Kadir, c:6; s:92) buyuruyorlar.

-Mala sürüm sağlayıp iyi satış yapmak için yemin etmemelidir.

-Birde eğer iki kişi ortaklık yoluyla, beraberce ticaret yapıyorlarsa, birbirlerinin haklarını her zaman için gözetmeliler, birbirlerine asla ihânet etmemelidirler.

Bunların yanında şu maddelere de dikkat etmemiz işyerimizdeki başarımızda mühim rol oynayacaktır. İşyerinizde eğer:   

-Besmelesiz işe başlıyorsanız,

-Günlük çalışma planı yapmıyorsunuz,

-Acil işler yerine önemsizlerle ilgileniyorsanız,

-İşyerinin temizliğine dikkat etmiyorsanız,

-Aynı anda birden fazla işe sarılıyorsanız,

-Ekip çalışması ve iş aktarmayı bilmiyorsanız, -Şahsi sıkıntılarınızı işyerinizde de devam ettiriyorsanız,

-Hemen karar veriyor veya hemen reddediyorsanız,

-İşi, iş saatleri dışına, eve ve tatile taşıyorsanız,

-Tavsiye ve yeniliklere karşı çıkıyorsanız,

-Yorgunluğa karşı mola vermiyorsanız,

-Servetinizin şükrünü eda edemiyorsanız,   

“işiniz ne olursa olsun başınız ciddî biçimde dertte” demektir.

Muhterem Mü’minler!

Bu sebepledir ki, bir mü’min her işinde olduğu gibi, yaptığı ticârette de dinimizin koyduğu ölçüler istikâmetinde hareket etmelidir. Rasulullâh (s.a.v.) Efendimiz hadîs-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Doğru, güven duyulan bir tâcir, (kıyâmet günü) peygamberlerle, sıddıklar ve şehidlerle beraber (haşr) olacaktır.” (Feyz’ül-Kadir, c:3  s:278)

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #6 : 02 Temmuz 2012, 00:28:36 »
Hutbe: Ehl-i Sünnet vel Cemaat, 25 Rebî`ul-evvel 1433 (17 Şubat  2012


 

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال:  وستفترق هذه الأمة على ثلاث وسبعين فرقة كلها في النار إلا واحدة، قيل: من هي يا رسول الله؟ قال: من كان على مثل ما أنا عليه وأصحابي. وفي بعض الروايات: هي الجماعة
.


 

Muhterem Mü’minler!

Bu haftaki hutbemiz, Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadına sahip olmanın ehemmiyeti hakkında olacaktır.

Ümmet ikiye ayrılır: Ümmet-i dâvet ve Ümmet-i icâbet. Peygamber Efendimiz ve

sonrası gelmiş ve gelecek bütün insanlığa ümmet-i davet; bunlar içinde Peygamber Efendimizin, Allah tarafından getirip tebliğ buyurduğu hususlara inanmış müslümanlara ise ümmet-i icabet denir. Ümmet-i icabet de ehl-i sünnet ve ehl-i bid’at olmak üzere ikiye ayrılır.

Ehl-i sünnet: Rasülüllah Efendimiz ve onun eshabının yoluna sımsıkı sarılan, dînî hükümleri kendi arzularına göre yorumlamaktan kaçınan, ehl-i islâm arasına tefrika sokmaktan sakınan, bid’atlerden uzak kimselere denir. Hadis-i şerifte fırka-i nâciye diye işaret edilen de bu cemaattir.[1]

            Din-i Celil-i İslamın hükümleri iki ana kola ayrılır: İnanç esasları ile ilgili hükümler; Amel ve ibadetle ilgili hükümler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında, ashab-ı kiram ve tâbiîn devirlerinde Müslümanların inanç ve amelleri Rasülüllahın sohbetleri bereketiyle gâyet saf ve temizdi. Fakat aradan zaman geçtikçe Müslümanlar arasında meseleler, hâdiseler, problemler çoğaldı, fitneler ortaya çıktı.

            Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuşlardır: “Yakında ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri müstesna bu fırkaların hepsi Cehenneme gidecektir. Ya Rasülellah! O bir fırka kimlerdir” diye sorulunca: “Benim ve Ashâbımın yolu üzerine olanlardır.” şeklinde cevap vermişlerdir.[2]

            Hadis-i şerifte dikkat edilmesi icabeden bir husus vardır: Bu fırkaların hepsi İslâmî fırkalardır. O halde, “Biri hariç tamamı cehennemdedir” sözünün manası: “itikâdındaki bozukluk sebebiyle cehennemde cezâsını çektikten sonra, inancındaki bozukluğu küfre varmamışsa, cennete girecektir” demektir.

Muhterem Müminler!

Ehl-i sünnetin inanç ve iman ile alâkalı mevzularda selâhiyetli büyük âlimleri ve imamları vardır. Müslümanlar, İnanç hususunda iki imamdan birine tabi olmuşlardır. Birincisi İmam-ı Ebu Mansur Maturidî hazretleri, ikincisi ise İmam-ı Ebu’l- Hasen’il-Eş’ari hazretleridir. Bu iki imamın arasında esasa ait hiçbir farklılık yoktur. Sadece teferruata ait bazı inceliklerde, küçük mana ayrılıkları olmuştur. Bu iki İmama bağlı olan ehl-i sünnet Müslümanları, birbirlerini kardeş bilir, biri diğerini sapıklıkla veya bid’atle itham etmezler.

Amel ile alâkalı dini hükümlerde ise Müslümanlar, mutlak müctehid, Allah’ın Kitabından ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesinden hüküm çıkarmaya muktedir, dört imamdan birine tabi olmuşlardır. Bu dört büyük imam: İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfii, İmam-ı Ahmed bin Hanbel Hazeratıdır.

Muhterem Müminler!

Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve onun Ashabının yolunu ihya etmekte gösterilecek her türlü gayret, zamanımızın en kıymetli hizmetidir. Burada, ehl-i sünnet ve cemaat itikadı üzere devam edip, bunlar ile alakalı ilimleri tahsil eden, talebe ve muallimlerin ve bunların her türlü hizmetlerini üstlenmiş olan müesseselerin kıymet ve ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Bu nedenle Müslümanlar olarak birinci vazifemiz; neye nasıl inanacağımızı çok iyi bilmek ve Ehl-i sünnet ve cemaat çizgisinden ayrılmaktan şiddetle sakınmaktır. Bu hususta İmam-ı Rabbanî hazretleri şöyle buyururlar: “Mükellef olanlara vacip olan ilk zarûri vazife, akidelerini Ehl-i sünnet ve’l-cemaat alimlerinin görüşlerine münasip şekilde tashih etmeleridir.”[3]


[1] Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm Dersleri s.22-23, Derseadet Basın ve Dağıtım İstanbul

[2] Bağdâdi, El-fark beyne’l-fırak, s.7 Daru’l-Ma’rife Beyrut. Lübnan. (Diğer bir rivayetle mevcuttur.)

[3] İmam-ı Rabbani, Mektubat c.1 mektup 193

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #7 : 02 Temmuz 2012, 00:32:03 »
HUTBE: ISLAM TERÖR VE ŞİDDETİ YASAKLAR,

2 Rebî`ul-âhir 1433 (24 Şubat 2012)

 
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
أن النبي صلى الله عليه وسلم قال: اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ


 

Muhterem Müslümanlar,

İnsanoğlunu en güzel şekilde yaratan[1], şan ve şeref sahibi kılan[2] Hz. Allah(c.c), sayamayacağımız nice nimetleri[3] kendisinin emrine vermiştir. Gerçekten iyi bir eğitim ve terbiye görmüş, yaratılış gâyesine uygun yetiştirilmiş bir insan, seven, sevilen, merhamet eden, kendisiyle, âilesiyle, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır.

Esasında barış, karşılıklı anlayış, hoşgörüye dayanan ve ismini de bu manalara gelen “İslâm” kelimesinden alan yüce dinimiz, birlik ve beraberliği, sevgi ve kardeşliği emrederken, zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamış, zulmün en dehşet verici şekillerinden biri olan terörü ise şiddetle men etmiştir. Rasülullah (s.a.v) Efendimiz, müslümanı tarif ederken “Elinden ve dilinden başkalarının kendisinden emin olduğu”[4] ifadelerini kullanırken, insanlara zarar vermeyi ve zulmetmeyi yasaklayıp, merhametli olmayı emretmiş: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah’ta merhamet etmez”[5] buyurmuşlardır.

Değerli Mü’minler,

Hz.Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’de haksız yere cana kıymayı haram kılmış, cezasının ebedi kalınacak cehennem olduğunu[6]bildirmiş, haksız yere bir kişiyi öldürmeyi bütün insanlığı öldürmek, bu kişiyi kurtarmayı da bütün insanlara hayat vermek olarak kabul etmiştir.[7] Fahr-i Kâinâtımız (s.a.v), bırakın bir müslümanın kanını akıtmayı savaş zamanında bile müslümanlarla savaşmayan gayri müslim kadınların, çocukların, yaşlıların öldürülmesini, hatta ibâdethânelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini, hayvanların öldürülmesini dahî yasaklamıştır. Şu halde ismi ne olursa olsun, terör, şiddet ve anarşinin İslâm’la uzaktan-yakından ilgisi yoktur. Terör ve şiddeti, eziyet ve işkenceyi, fesad ve bozgunculuğu haram kılan İslâm dininin mensuplarının bunu tasvip etmesi asla düşünülemez.

Kıymetli Müslümanlar,

Hepimiz, terör hâdiselerini duyduğumuzda elbette büyük üzüntü duyuyoruz. Duygulanıyor, derin bir acı hissediyor, öfkeleniyoruz.  İşte tam bu esnada aklımızla ve basîretimizle hareket etmek zorundayız. Irka dayalı kin’in ve nefretin din-i celil-i islamda yeri olmadığının bilincinde olarak haklı tepkilerimizi gösterirken, yıllardır nîce emeklerle kurduğumuz ve koruduğumuz kardeşlik ve komşuluk bağlarımızı zayıflatacak tutum ve davranışlardan kesinlikle kaçınmalıyız. Dinimizin emirlerine sarılarak, insanlığın huzur ve selâmeti için dua ve niyazda bulunarak Rabbimize sığınmalıyız. Hz.Allah(c.c): “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır”[8] buyuruyor. Bu nedenle bugün; Almanya’da son yıllarda ırkçı terörün kurbanı olan insanlarımızı yad ediyor Allâhtan kendilerine rahmet, kalanlarına da sabır diliyoruz.

1.Tin,4; 2.İsra,70; 3.İbrahim,34; 4.Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8; 5.Riyazüssalihin,1/272 H.No.225; 6.Nisa,93; 7.Maide,32; 8.Bakara,208

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #8 : 02 Temmuz 2012, 00:34:39 »
Hutbe: DUA’NIN EHEMMİYETİ VE ÂDÂBI, 9 Rebî’ulâhır 1433

(2 Mart 2012)

 
استعيذ بالله : وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ 

 
قال رسول الله صلى الله عليه و سلم :  الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ

 

Muhterem Müslümanlar!

Bu haftaki hutbemiz DUA’NIN EHEMMİYETİ VE ÂDÂBI hakkındadır.

Bir mü’minin Cenab-ı Hakk’ın kudret ve rahmetine sığınarak kendi acizliğini kabul ettiği ve Allah’a kul olduğunu ızhar ettiği en mühim kulluk vazifelerinden biri de duadır. Dua esasen davet gibi çağırmak manasına masdardır. Sonra küçükten büyüğe ve aşağıdan yukarıya doğru vaki taleb ve niyaz için isim olmuştur. Duanın hakikati kulun Rabbi’nden imdad dilemesi, yardım talep etmesidir.[1]

Mü’min Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır:

“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, karşılık vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir”[2] Peygamber Efendimiz (s.a.v.);  “Dua ibadettir” buyurduktan sonra bu Ayet-i Kerime’yi okumuşlardır.[3] Başka bir Hadis-i Şerîf’te de  “Dua ibadetin özüdür”[4] buyurarak dua ve ibadet arasındaki bu alakayı göstermişlerdir.

Muhterem Mü’minler,

Âdâbına riayet ederek yapılan duaların kabul olunacağını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere şöyle ifade buyurmuşlardır:  “Allah-ü Teâlâ’ya, duanızın kabul olunacağına yakinen inanarak dua edin. Çünkü Allah (c.c.), gafil ve Allah’tan başkasıyla meşgul olan bir kalbden sadır olan duaya icabet etmez”[5]

Duanın Âdabı mevzusunun başında, helal lokma ve helal elbise hususu kaydedilmektedir.[6] Kişinin midesinde haram lokma varsa, elbiseleri haramdan elde edilmiş ise onun duasının kabul olunmayacağı bildirilmektedir.

Dua için,  faziletli vakitleri ve halleri tercih etmelidir. Duaya Allah-ü Teâlâ’ya hamd ve Rasülullâh (s.a.v.)’e salâvat okuyarak başlamalı, dua ederken duasının kabul olunacağına kat’î olarak inanmalı, şüpheye düşmemelidir. Duasında uyanık olmalı ve ne istediğini bilerek dua etmeli; ısrarlı olmalı ve büyük şeylere rağbet etmelidir. Ebu’l Faruk Silistrevi Hz.leri bu mevzu ile alakalı olarak “Uluvv-i himmet (hedefin büyük olması) muktezay-ı imandandır (imanın gereğidir). Her şeyin en âli ve azîmini istemek lazımdır. Allah büyüktür. Böyle büyükten, beşer ne kadar büyük bir şey isterse O’nun indinde bir zerre teşkil etmez”[7] buyurmuşlardır.

Hutbemize mevzunun başında okuduğumuz ayetin mealiyle nihayet verelim: “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, dua ettiği zaman, dua edenin, duasına icabet ederim. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulalar.”[8], buyrulmaktadır.
[1] Elmalılı, Bakara Suresi 186. Ayet-i Kerime’nin tefsiri

[2] Mü’min 60

[3] Sünen-i Tirmizi; Taberânî, ed-Duâ, el-Mektebetü’ş-Şamile

[4] Sünen-i Tirmizi, el-Mektebetü’ş-Şamile

[5] Sünen-i Tirmizi, el-Mektebetü’ş-Şamile

[6] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.163

[7] Mektuplar Risalesi, s.78

[8] Bakara 186

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #9 : 02 Temmuz 2012, 00:36:34 »
Hutbe: “Hayatı değerlendirmek”

16 Rebî’ulâhir 1433

(09 Mart 2012)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ{1}

 

قال رسول الله صلى الله عليه و سلم

اِغْتَنِمْ خَمْسًا قَبْلَ خَمْسٍ حَيَاتَكَ قَبْلَ مَوْتِكَ وَ صِحَتَكَ قَبْلَ سَقَمِكَ وَ فَرَاغَكَ قَبْلَ شٌغْلِكَ وَ شَبَابَكَ قَبْلَ هَرَمِكَ وَ غِنَاكَ قَبْلَ فَقْرِكَ
{2}

Muhterem Mü’minler,

Hepimizin gâyesi, hedefi, Hz. Allah’ın rızasını, Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduğu, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, aklımızın, havsalamızın alamayacağı kadar güzel olan yerleri kazanabilmek, oralarda ebedî kalabilmektir. Böylesine güzel yerleri kazanabilmek, güzel işler yapmaya, hayırlı ameller ile meşgul olmaya bağlıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde “Nefsini, Allah’ın emirlerine itaatkar kılan ve ölümden sonrası için çalışan kimse akıllı kimsedir. Nefsine hizmet eden ve amelsiz (Allah affeder diyerek) oyalanan ve fuzuli işlere bağlanan cahil kimsedir.” (3) buyuruyor. Bütün mükâfât ve cezâlar amel ile tesbit edileceğine göre bir mü’minin aklını çok iyi kullanması icab eder.

Değerli Mü’minler,

Cennet-ü Âlâya kavuşabilmek, dahası, Hz. Allah’ın cemâlini seyredebilmek bize verilecek en büyük nimetlerdir. Ömrünün kıymetini bilen kimse, zamanını israf etmeden, her dakikasını değerlendirmelidir. Hayatını güzelliklerle, hayır ve hasenât ile süslemelidir. Allah’ın Rasülü (s.a.v) hadis-i şeriflerinde buna işaretle şöyle buyururlar: “Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil. Ölümden evvel hayatının, hastalığından önce sağlığının, meşguliyetten önce müsait zamanın, ihtiyarlığından önce gençliğinin, fakirliğinden önce zenginliğinin.”

Aziz Müslümanlar,

Zaman su misali akıp gidiyor. Lüzumsuz şeyleri bırakıp, bize yarayacak amellerle meşgul olmak bize fayda sağlayacaktır. Rasülullah Efendimiz (s.a.v) istikametimizi belirlememiz için “Bir kimse kırk yaşını geçer, hayrı şerrine galip gelmezse durumunu gözden geçirsin” buyurmuşlardır. “Şu yaştayım, yapamam. Vazgeçemem, mümkün değil, bu zamanda bu olmaz” gibi sözler sarfetmek,  pek doğru değildir.

İbadetlerimizi yaparken inanarak, ecrini Cenab-ı Hak’tan bekleyerek, şuurlu bir şekilde yapmalıyız. Rabbimiz ile kendimiz arasında olan proğrama önem vermeliyiz.

Her hareketimizin bir şahidi yok mu? Gün, gece, Melâike-i kirâm, canlı-cansız bütün varlıklar ve bilhassa bütün işleri, planları, projeleri bilen HZ. Allah var.

Mü’mine yakışan, âhiret amelini dünya ameli üzerine tercih etmesidir. Zîra âhiret hayırlı ve ebedî’dir, dünya ise fâni ve geçicidir.



1) Al-i İmran 133

2) Feyz’ül-Kadir, c.2 s.16

3)Feyz’ül –Kadir, c.5 s.67

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #10 : 02 Temmuz 2012, 00:38:43 »
Hutbe: Namazda huşû ve ta’dil-i erkân, 23 Rebî’ulâhir 1433 (16 Mart 2012)


استعيذ بالله : قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ  الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ  وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

 
وقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : أسوء الناس سرقة الذى يسرق من صلاته


 

Muhterem Mü’minler,

Hutbemiz, Namazı Huşû ve Ta’dil-i Erkân’a riâyet hakkındadır.

Huşû; sükûnet içerisinde olmak, sağa-sola iltifat etmemek, alçak gönüllülük, tevâzû hâli üzere olmak manalarına gelir. Namazda kalb ve bedenin beraberce muhafaza edilmesi, kontrol altında tutulması îcab eder.

Kalbin son derece saygı hissi duyması, bedenimizin bu hissin tezâhürü ile uzuvlarımızda bir sükûnet meydana gelmesi ve secde mahalline bakıp, Hz. Allah’ın huzurunda olduğunu düşünerek, sağa-sola, şuna-buna iltifat etmemek yolu ile huşû’un namaz esnasında hâsıl olması için gayret göstermek gerekir.

Rasûlüllah(sav) Efendimiz, namazda sakalıyla oynayan bir kimseyi görünce: “Eğer şu kimsenin kalbinde huşû olsaydı uzuvlarında da olurdu.” buyurdular.

Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimesinde Cenâb-ı Hakk: “Muhakkak mü’minler felah buldular. O mü’minler ki namazlarında huşû içersindedirler. Onlar ki faydasız işe, boş lafa bakmazlar.” buyurmaktadır. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere namazda huşûun oluşması diğer zamanlarda faydasız işlerle, boş laflarla meşgul olmamaya bağlıdır. (Mü’minün,1-2-3)

Ta’dîl-i erkân ise; Rükû ve secdede itmi’nan, Rükû ile secde arasındaki kıyâmı (yani ayakta durmayı) tamamlama ve iki secde arasında ki kuûdu (yani oturmayı) tam yapmaktır. Yani ta’dil-i erkân; namazın kıyam, rükû ve secde gibi her rüknünü sükûnetle yerine getirmek ve bu rükünleri yaparken her uzvun yatışıp, kalbin huzur bulmasıdır.  Meselâ; rükû’den  kıyâm’a kalkarken vücut dimdik bir hale gelmeli, en az bir kerre “sübhânellâh” diyecek kadar ayakta durup, ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böylece bir tesbih miktarı durmalıdır.

Ta’dîl-i Erkânın hükmü bir kavle göre farz, diğer bir kavle göre ise vaciptir. Her hâlukârda riâyet etmek zarûrîdir. Namazda manevî haz duyanlar, ta’dîl-i erkâna riâyet ederler, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi hürmete ve edebe muhalif görürler.

Fahr-i Kâinât Efendimiz diğer bir Hadîs-i Şeriflerinde: “İnsanların, hırsızlık bakımından en kötüsü, namazından çalandır.” buyurdular. Eshâb-ı Kirâm: “Yâ Resûlellah! Bir insan namazından nasıl hırsızlık yapar?” dediklerinde Efendimiz: “Namazın rükû ve secdelerini tam yapmamak suretiyle (hırsızlık yapar)” diye cevab verdiler.

 

Muhterem Mü’minler!

Görüldüğü üzere; namazda huşû ve ta’dîl-i erkâna riâyet, çok mühim bir husustur. Maalesef birçok müslüman gaflete düşüp bu mühim husûsa riâyet edememektedir. Mü’minlerin bu noktada îkaz ve bilgilendirilmeye ihtiyaçları vardır. Bu da bu hususları bilenler üzerine mühim bir vazîfedir.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî (ks) Hz.leri Mektûbât-ı Şerîfesinde şöyle buyuruyor: “İnsanlara bu hususta bildiklerimizi öğretip yardımcı olmak, onları bu amele teşvik etmek lazımdır. İnsanların çoğu bu nimetten mahrumdurlar ve ta’dîl-i erkân ile namazı kılmak, tamamıyla terk edilmiştir. Binâen aleyh bu ameli ihya etmek İslâm’ın en mühim hususlarındandır.”

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #11 : 02 Temmuz 2012, 22:41:00 »
Hutbe: Allâh yolunda nöbet tutmak, 1 Cemâziyelevvel 1433 (23 Mart 2012)

 
استعيذ بالله : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

قال رسول الله {صلعم} : رباط يوم في سبيل الله خير من الدنيا وما عليه
ا

 

Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz Allah YOLUNDA NÖBET TUTMAK hakkındadır.

Cenab-ı Hak, insanların küfür ve cehalet karanlıklarında boğulduğu, Hak ve adaletten uzaklaştığı bir zamanda Hatemü’l-Enbiya olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i Âlemlere Rahmet olarak göndermiş; O Rahmet Peygamberi (s.a.v.) Efendimiz de, Cenab-ı Hakk’ın izn-ü inayetiyle insanlık için bir üsve-i hasene olarak, kızlarını dahi diri diri toprağa gömebilen insanları, Allah yolunda canla başla mücadele edecek bir iman ve ahlak seviyesine taşımıştır. Fakat Din-i Celil-i İslam’ın tesis ve tebliği esnasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve O’na tabi olan Eshab-ı Kirâm (r.anhüm) Hazerâtı akla hayale gelmeyecek baskı, sıkıntı ve saldırılara maruz kalmışlardır.  Ancak bu durum onların imanlarına zerre kadar zarar vermemiş; neticede Mekke’nin Fethi ile İslam’ın ve Müslümanların mutlak galibiyeti tahakkuk etmiştir. Bununla birlikte Din-i Celil-i İslam’ı kabul edemeyenlerin İslam’a karşı hücumları, zaman içerisinde değişik şekiller alarak, günümüze kadar her devirde devam etmiştir.

İşte bu sebeple, yani Din-i Celil-i İslam’a karşı yapılan saldırıların hep devam etmesi ve çok farklı şekillere bürünmesi sebebiyle, daima uyanık olunması, başka bir ifade ile Allah yolunda nöbet tutulması icap etmektedir. Allah Yolunda Nöbet Tutmak ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde “Rabıta ve Ribat” kelimeleriyle ifade edilmektedir. Bu hususla alakalı olarak Al-i İmran Suresi’nin 200. ayet-i kerimesinde meâlen şöyle buyruluyor: “Ey İman edenler, sabredin, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, hazır ve rabıtalı bulunun ve Allah’tan korkun. Umulur ki felah bulasınız.”

Bu ayet-i kerimede geçen ورابطوا  kelimesi şu şekilde tefsir ediliyor: “Ey iman edenler, murabata ediniz, ribat yapınız. İmam arkasında cemaatle namaz gibi birbirinize bağlanıp vazifeye mukayyed olunuz… Bu kelime esasen “rabt-ı hayl” tabirinden alınmıştır. Rabt-ı hayl at bağlamak demektir ki düşmana karşı atını bağlayıp gözetleme halinde olmak manasınadır.”1 Ancak bunun şekli, hiç şüphesiz zamanın şartlarına göre değişiklik arz eder.

Ribat yani Allah yolunda nöbet tutmanın faziletini ifade eden birçok hadis-i şerif vardır.  Sahih-i Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte  “Allah yolunda bir gün ve bir gece nöbet tutmak bir ay (nafile) namazdan ve oruçtan hayırlıdır. Allah yolunda nöbet tutarken vefat eden kişi, yaptığı amelin sevabını almaya devam eder, Allah katında merzuk olur ve şeytanın fitnesinden emin olur.”2 buyuruluyor. Yine bu mevzuda “Allah yolunda nöbet beklerken kılınan namaz iki milyon namaza muadildir” şeklinde başka bir hadis-i şerif de rivayet edilmiştir.”3

Aynı ayet-i kerimenin tasavvuf nokta-i nazarından tefsiri de şöyledir. Malum bu ayet-i celilede Allah düşmanlarına karşı nöbet beklemek emrediliyor. Burada iki türlü düşman vardır. Biri yukarda bahsettiğimiz tarz düşmanlardır. Diğeri ise nefs-i emmare denilen düşmandır ki insanın düşmanlarının en şiddetlisi işte bu nefs-i emmaredir. Hem de nefis karşısında mağlup duruma düşülürse –hafizanAllah- ahireti kaybetme korkusu vardır. O halde dünyevi hayata kasdeden düşmanın karşısında nöbet beklemek vacip olunca, uhrevi hayata kasdeden o en büyük düşman karşısında nöbet beklemek evleviyetle vaciptir. Nefis karşısında nöbet beklemek ise ehlince malum olduğu üzere rabıta-i şerife’dir.

 

Muhterem Mü’minler,

Görüldüğü üzere tehlike ve bununla birlikte gelen vazifemiz büyüktür. Bu gün Allah yolunda nöbet tutmak, Rasül-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’e gönülden bağlanıp Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesini ve İslamî Hükümleri öğrenip-öğretmek, mukaddesatına ve selefine saygılı, İslam’a hizmet şuurunu kazanmış, aynı zamanda nefis mücadelesini ihmal etmeyen ahlak-ı hamide sahibi nesiller yetiştirmektir.

1Elmalılı, alakalı ayetin tefsiri; 2 Sahih-i Müslim, cild 3, sayfa 1520; 3 Elmalılı

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #12 : 02 Temmuz 2012, 22:44:14 »
Hutbe: Allâhın yardımına mazhar olan topluluk, 8 Cemâziyelevvel 1433 (30 Mart 2012)
استعيذ بالله : يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
قال رسول الله {صلعم} : لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ مَنْصُورِينَ لَا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ عَزَّ
وَجَلَّ
 


Muhterem Mü’minler!

Hutbemiz Allah-Ü TEÂLÂ’NIN YARDIMINA MAZHAR OLAN TOPLULUK hakkındadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyorlar: “Allah’ın emri (yani kıyamet) gelinceye kadar, ümmetimden bir topluluk Allah’ın yardımına mazhar oldukları halde hak üzere olmaya devam edeceklerdir. Onlara muhalefet edenler asla onlara zarar veremeyecektir.”[1] Bu ve buna benzer başka hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki Hak yolda yürüyüp Hakk’ın temsilcisi olan ve Allah’ın yardım ve inayetine mazhar olan bir topluluk kıyamete kadar daima bulunacak; bununla beraber Hakk’ın karşısında olup da bâtılı temsil edenler, Hakk’ı temsil eden o toplulukla mücadeleye kalkışacak ancak asla onlara zarar veremeyecektir.

Hadis-i şerifte geçen  “Allah’ın yardımına mazhar oldukları halde” ifadesinden de anlıyoruz ki; bu topluluğun kıyamete kadar devam edecek olan muvaffakiyeti Allah’ın yardım ve inâyeti sayesinde olacak, bu topluluğu Allah muvaffak ve muzaffer kılacaktır. Bu husus çok ince bir noktadır. Şöyle ki: Allah’ın yardımına mazhar olabilmek için Allah’a yardım etmek icab etmektedir. Nitekim bu hususla alakalı olarak Muhammed Suresi’nin 7. Ayet-i Kerimesi’nde meâlen şöyle buyruluyor: “Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit kılar” Ancak, mealini verdiğimiz ayet-i kerimede ve daha başka ayet-i kerimelerde geçen “Allah’a yardım etmek” tâbiri, “Allah’ın emrini tutmak, onun dinine ve Rasülü’ne yardım etmek” manasına mecâzdır.[2]  Zira Allah (c.c.) başkasının yardımına muhtaç olmaktan münezzehtir. Yani; Allah’ın yardımıyla Hak üzere olmaya devam eden bu topluluğun en mühim hususiyeti, Allah’ın emirlerini yerine getirip O’nun dinine ve Rasülüllah’ın sünnet-i seniyyesine hizmet etmesidir. Bu hizmeti neticesinde de Allah’ın yardımına mazhar olup kıyamete kadar hep muvaffak olmasıdır.

Allah’ın Dinine ve Rasülü’nün sünnetine hizmetin en temel noktası ise Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesine mensub olup, bu akîdenin ayakta kalması için icab eden ne ise onu yapmaktır. Zira Ehl-i Sünnet vel-Cemaat Mezhebi’nden başka hiçbir mezheb kurtuluşa eremeyecektir. Bu husus mâlum olduğu üzere hadis-i şerif ile de sabittir.

Muhterem Mü’minler,

Allâhu Teâlâ’nın yardımına mazhar olan o topluluğun önemli bir hususiyetini zikrederek hutbemize nihayet verelim. Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz tarafından rivayet edilen bu hadis-i şerifte meâlen şöyle buyruluyor:  “Allah’ın kullarından öyle insanlar vardır ki, onlar peygamber de değildirler şehid de değildirler. Kıyamet günü, Allah indindeki kıymetleri sebebi ile peygamberler ve şehidler onlara gıpta ederler.” Sahabe-i Kirâm “Ey Allah’ın Rasülü, onlar kimlerdir, bize haber verseniz.” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında akrabalık bağı ve mal alış-verişi olmamasına rağmen, birbirlerini Allah için severler. Allah-ü Teâlâ’ya yemin olsun ki onların yüzleri nurdur ve onlar nur üzeredirler. İnsanlar korktuğu zaman, onlar korkmazlar. İnsanlar üzüldüğü zaman onlar üzülmezler.” Ve şu meâldeki ayet-i kerime’yi okudular: “Muhakkak ki Allah’ın dostları için hiçbir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.”[3]
[1] Sünen-i İbn-i Mace, cild 1, sayfa 5

[2] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili

[3] Sünen-i Ebî Davud, Kitabü’l-Büyu’, 306

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #13 : 02 Temmuz 2012, 22:46:31 »
Hutbe: Iyilik ve takvada yardımlaşmak, 15 Cemâziyelevvel 1433 (6 Nisan 2012)

 
استعيذ بالله : وَسَارِعُوٓاْ إِلَىٰ مَغۡفِرَةٍ۬ مِّن رَّبِّڪُمۡ وَجَنَّةٍ عَرۡضُهَا ٱلسَّمَـٰوَٲتُ وَٱلۡأَرۡضُ أُعِدَّتۡ لِلۡمُتَّقِينَ (١٣٣(
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بَادِرُوا بِالْأَعْمَالِ فِتَنًا كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا أَوْ
يُمْسِي مُؤْمِنًا وَيُصْبِحُ كَافِرًا يَبِيعُ دِينَهُ بِعَرَضٍ مِنْ الدُّنْيَا*)صحيح مسلم(

 

Muhterem Mü’minler,

 

            Bu haftaki hutbemiz İYİLİK VE TAKVADA YARDIMLAŞMAK VE HAYIRDA ACELE ETMEK hakkındadır.

            Cenab-ı Hakk’ın insanlık için en büyük ihsanı ve ikramı, Din-i Celil-i İslam’dır. Bu dünyada en büyük nimet İslam ile müşerref olup onun bize bildirdiği hususlara iman etmek, emirlerini yerine getirmek, nehiylerinden sakınmak; İslam’ı bize tebliğ eden Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine tam manasıyla sarılmak; Kur’an-ı Azîmü’ş-Şân’ı öğrenmek, yaşamak, başkalarının öğrenmesine ve yaşamasına vesile olmaktır. Yani Allah’ın rızasına muvafık bir hayat yaşayıp, öbür âleme iman-ı hakîkî ile gidebilmektir.

            Din-i Celil-i İslam mü’minlere bu hususlarda birbirleriyle yardımlaşmalarını daima tavsiye etmektedir. Mâide Suresi’nde mealen şöyle buyuruluyor: “İyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşınız”

            Ayet-i kerime’de geçen ve “iyilik” diye tercüme olunan “el-birr” kelimesi, ihsan, hayrın ve iyiliğin en mükemmeli, Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti gibi manalara gelmektedir (1)

Takvâ ise tefsir kitaplarımızda şu şekilde izah edilmiştir: “Takvâ,   Kur’an-ı Kerim’de üç mertebe üzerine zikr olunmuştur. Birincisi ebedî azaptan korunmak için şirkten uzak durarak ehl-i imandan olmaktır. İkincisi büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten uzak durup farzları ifa etmektir. Üçüncüsü de kalbini meşgul eden ve Hakk’ı unutturan her şeyden yüz çevirip, bütün mevcudiyeti ile Hak Teâlâ’ya yönelmektir. “Ey İman edenler Allah’tan hakkıyla korkun” (2) mealindeki ayet-i kerime’de geçen  ( حق تقاته ) ifadesinden maksat da bu üçüncü mertebedir.” (3)

            Âl-i İmran Suresi’nde ise şöyle buyrulmaktadır: “Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun. O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah (c.c.) da iyilik sahibi olanları sever.”

 

            Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Salih ameller yapmakta acele ediniz. Zira yakın bir zamanda karanlık geceler gibi bir takım fitneler meydana çıkacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamı eder. Mü’min olarak akşama kavuşur, kâfir olarak sabahlar. Dinini az bir dünyalığa satar.” (4)

 

            Muhterem Mü’minler,

Görülüyor ki ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde mü’minlere hayırlı işlerde acele etmeleri, salih ameller için koşuşturmaları tavsiye edilmektedir. Bu sebeple mü’minler hayırlı işlerde ve hizmetlerde gözü açık davranmalı, fırsatları kaçırmayıp anında değerlendirmelidir. Allah’ın rızasına götürecek ameller ve hizmetler hususunda mü’minler birbirleriyle yardımlaşmalı ve adeta yarışırcasına gayret göstermelidirler. 

            Unutulmamalıdır ki hayra delâlet eden ve güzel bir hizmet yaparak insanların salih ameller işlemesine sebep olanlar, o hayrı yapan tüm insanların elde ettiği sevaplara nail olurlar. Zira bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar: “Bir hayra vesile olan kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır” (5)

 

1- Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, cild 2, sayfa 1145; Riyâzü’s-Sâlihîn Terceme ve Şerhi, cild 3, sayfa 422; 2- Al-i Imran Suresi, Ayet 102; 3- Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, cild 2, sayfa 1153; 4- Sahih-i Müslim, İman 186, Sünen-i Tirmizî, Fiten 30, İbn-i Mâce, İkâme 78; 5- Sahih-i Müslim, İmare 133
1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars (No Ratings Yet)
Geri Dön yorumYorumlar: 0 okunmaOkunma: 71 views

uzman.

  • Ziyaretçi
Ynt: Hutbe: Cuma Namazı,
« Yanıtla #14 : 02 Temmuz 2012, 22:49:28 »
Hutbe: Allah yolunda hizmet etmenin fazileti, 22 Cemâziyelevvel 1433 (13 Nisan 2012)

 
استعيذ بالله : لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُولِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فَضَّلَ
اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا
عَظِيمًا
 
 قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يَجْتَمِعُ غُبَارٌ فِي سَبِيلِ اللهِ وَدُخَانُ جَهَنَّمَ فِي جَوْفِ عَبْدٍ أَبَدًا*سنن النسا
ئ

Kıymetli Müslümanlar!

            Hutbemiz Allah YOLUNDA HİZMET ETMENİN VE GAYRET GÖSTERMENİN FAZİLETİ hakkındadır.

Allah-ü Zül-Celal, insanoğluna akıl nimetini bahşederek onu muhatap ve mükellef tutmştur; Peygamberleri vasıtası ile Hakk yolu göstermiştir. Bütün peygamberler insanoğluna hakkı öğretmek ve onu dünya ve ahirette saadet ve selamete kavuşturmak vazifesi ile gönderilmişler ve bu uğurda pek çetin meşakkatlere sabır ve sebat göstererek bu vazifelerini yerine getirmişlerdir. Hatemü’l-Enbiyâ Efendimiz (s.a.v.), Allah yolunda hiç kimsenin karşılaşmadığı sıkıntılarla karşılaşmış, pek çok eziyetler çekmiştir. Sahabe-i Kiram ve daha sonra gelen İslam Alimleri, Allah Dostları da insanlığın hidayete ermesi; İslamiyet’le şereflenip kurtuluşları için çok büyük gayretler göstermişler; bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak Allah´a dua ve iltica ile milyarlarca insanın hidayetine vesile olmuşlardır.

            Allah yolunda yapılan bu hizmetlerin Allah ve Resulü katındaki kıymeti elbette çok büyüktür. Cenab-ı Hak, birçok ayet-i kerimede, Allah yolunda gayret edilmesini ve bu uğurda sabır ve sebat gösterilmesini tavsiye buyurmuş; mükafat olarak ta hem dünyada hem de ahirette bir çok nimetler va’d etmiştir. Nisa Suresi’nde meâlen şöyle buyuruluyor: “Mü’minlerden –mazereti olmadan- hizmetten geri kalıp oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla hizmet edenler bir olmaz. Allah, malları ve canlarıyla hizmet edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik vaat etmiştir; ama hizmet edenleri çok büyük bir ecirle oturanlardan üstün kılmıştır. Kendi tarafından dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.”

            Hâkezâ Saff Sûresi’nde “Ey iman edenler! Sizi elim bir azaptan kurtaracak olan ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasülüne iman edip, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda hizmet etmenizdir. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde Allah (c.c.), sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere yerleştirir. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan büyük bir yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri bunlarla müjdele” buyurulmaktadır.

             Hayr´ül-beşer Efendimiz (s.a.v.), birçok hadis-i şerifleriyle  “fii sebilillah”  hizmetin faziletlerini; infak edenlerin kazanacakları dereceleri şöyle müjdelemişlerdir: “Kim Allah yolu’nda az bir miktar infak ederse, bundan dolayı kendisine yedi yüz kat sevap yazılır.”[1]

Ebû Hureyre (r.a.) Hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Allah yolu’nda bedenen yapılan hizmetlerin mükâfatı bizlere şöyle bildirilmiştir:  “Allah yolunda isabet eden toz ve cehennem ateşi, bir mü’minin üzerinde, bir araya gelmez.”[2]

 
« Son Düzenleme: 02 Temmuz 2012, 22:56:00 Gönderen: uzman. »