Çanlar ‘takıntılar’ için çalıyor‘Benden Bu kadar’ filmini izleyenler bilir.
Takıntılı bir kişiyi canlandıran Jack Nicholson kaldırım çizgilerine basmaz, karo taşlarını sayar, bazı şeylere elini bile süremez vs. Bu görüntüler size aşina geliyorsa hiç ‘Aman canım o adam ortayaşlıydı ben daha çok gencim.’ gibi sözlerle avunmaya kalkmayın.Çünkü bu ciddi bir problem ve hiç merak etmeyin, sizin yaşınıza uyarlanmış versiyonları da mevcut: Sınav için eline aldığın kitabın önsüzünü okumadan çalışmaya başlayamamak ve bu işlemi kitabı her eline aldığında yapmak zorunda kalmak mesela.
Sağ elini değdirdiğin yere sol elini değdirmeden edememek mesela. Ütüyü fişte unutup unutmadığını 3 kere kontrol etmeden dışarı çıkamamak sözgelimi. Belli özel sayılara sahip olup her işi bunlarla yapmak zorunda hissetmek, duvardaki çerçeve eğikse düzeltilene kadar bir şey yapamamak, arabayla önünden geçtiği dükkan tabelalarını okumadan edememek, plakaların rakamlarını toplamaktan başka şey düşünmeye fırsat bulamamak gibi ‘sürümler’ de mevcut… Sahi, sizinki hangisi?
Yeni çağ, getirdiği modern yaşam tarzları ile beraber zamanı gelince paketten fırlayacak nur topu gibi hastalıklar üretiyor. Takıntılar dediğimiz bu yeni versiyon hastalığın bir numaralı figüranları da doğal olarak en korunmasız durumda olan gençler oluyor.
Zamanın kendisinden beklediği yoğun sorumluluklar, buna karşın birer uçurum misali içsel boşluklar; nereden geldiğini bilinmeyen bir ‘stres’le boğuşmalar ve hiçbir şekilde deşarj olamamalar…. İşte Obsesif kompülsif bozukluğun temel nedenleri. Kimlik bunalımları, anlam arayışları vb. şeylerin ortasında sıkışıp kalan genci dayanılmaz ve esir edici bir psikolojik köşe kapmacaya davet ediyorlar.
Psikoloji literatüründe obsesif-kompülsif bozukluk (OKB) olarak tanımlanan, içsel gerginliğin dışarıya farklı bir yansıma şeklidir takıntılar. Takıntı haline gelen bazı düşüncelerin sürekli zihinde canlanması, kişinin bu düşüncelerden -aynı beyin içinde- farklı bir köşeye kaçması, sonra düşüncenin farklı bir köşeden yeniden saldırması-yeniden kaçmak, yeniden saldırması-yeniden kaçmak, yeniden… Ve zihindeki bu tatsız ama vazgeçmesi de imkânsız kaçma-kovalamaca oyununun başka bir şey düşünemeyecek kadar kişinin hayatına el koyması!
Takıntıların davranışa değdiği nokta: Ritüeller
Zihin, obsesyon dediğimiz bu dayanılmaz takıntı oyununu dışa yansıtma şeklini ise oyunun kendisinden daha tatsız bir şekilde yapmaktadır. Belli davranış ritüellerini (kompülsiyon) yaparsa hayatında her şeyin yolunda gideceğine inandırmıştır kendini. Ve artık olay çığırından çıkmıştır. Söz konusu davranış ritüellerinin obsesyon (takılma) düşüncelerini kişide biraz daha yerleştirir, biraz daha, biraz daha… Elim kirli takıntısı-günde 30 defa el yıkama ritüeli, ya eve hırsız girerse takıntısı-kapının kilidini 7 defa kontrol etme ritüeli, ya bir şeyi unutursam endişesi-ajandaya günde 80 defa bakma ritüeli vb. (Rakamlar vurgu olsun diye abartılmamıştır, gerçektir.)
Üstelik bu ritüelleri yaptığı sürece hayatında bir problem çıkmamasını da (bunlarla kaybedilen saatleri, geç kalmaları, insanların anlamsız bakışlarını problem olarak saymazsanız tabii!) “işte bak ritüellerimi yapıyorum diye hayatımda bir sorun çıkmıyor!” gibi ilginç bir sebep-sonuç ilişkisini de bilinçaltı gizli gizli beyne enjekte etmektedir.
Zamanla olay o kadar trajikomik olur ki; beyin bu sebep-sonuç ilişkisini mikrop kapacağı endişesiyle günde 30 defa el yıkamak gibi nispeten daha “anlamlı” bir bağla bağlama ihtiyacı da duymaz. Kişi, bazen kaldırım çizgilerine basmadığı için kötü bir haber almadığına, bazen de çift sayılarla hareket ettiği için ailesinden birinin ölmediğine inanır hale gelir. Ya da bunları yapmadığı zaman tanımlayamadığı bir huzursuzluk yaşar.
Herkes biraz obsesiftir!
Vurgulanması gereken asıl nokta çoğu kimse; ama az ama çok bir şeylere takılmaktadır. Aşırı titizlik, en doğru karar verebilmek için sıklıkla kararsızlık duyguları içinde boğulma, esnemez katı kuralcılık, mükemmeliyetçilik, sorumluluklara aşırı düşkünlük, fazla detaycılık, eskimiş eşyaları atamamak, vb. Çoğaltabileceğimiz bu örnekler de yine OKB dediğimiz hastalığın zihnimizdeki mini görüntüleridir. Bu davranışlar bizim için kontrol edilemez düzeye varmışsa; artık bizim kişilik arşivimizde duran prensiplerden çok, bizi esir almış gardiyanlar (!) halini alacaklardır. Ve hayatımızı kelimenin tam anlamıyla “çekilmez” kılacaklardır.
Psikiyatrik hastalıklar arasında yer alan ve bazı uzmanlara göre, ‘en acı veren psikiyatrik rahatsızlık’ olarak da ifade edilen takıntı rahatsızlıklarının büyük kısmının sebebi duygusal gerginliklerimizdir. Hayattaki olaylarla bir taraftan dolan bilinçaltı sinir küvetimiz saçma diyebileceğimiz bu tip davranışlarla dışarıya boşalır. “Birikim” adındaki şifreli sözcük, bu psikolojik rahatsızlık için de kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenle sorunun kaynağını bilinçte değil, bilinçaltında aramak gerekir. Yaşadığımız her olay çeşitli duyguları sonuç verir ve beynimiz sadece olaylara ait görüntüleri ve sesleri değil, olaylara ait duyguları da kaydeder. Görüntü ve ses kayıtları hafızamızda bir yerde durur; ama duygu kayıtları durmaz, onların yapısı durağan değildir. Eğer duygu negatifse ve yoğunluğu belli bir eşik düzeyini aşmışsa bilinçaltı bu yükten kurtulmaya yönelik bir çaba içine girer; OKB gibi.
Siz istediğiniz kadar “ama bu çok saçma!” diye kendi kendinize telkinler uygulayın, ya da arkadaşınıza çizgilere basmamakla huzursuzluğun ne ilgisi var diye “mantıklı” sorular sorun, bir sonuca varamazsınız. Bunlar sonuçsuz kalmaya mahkûm tedavi adına bir anlam ifade etmeyen çabalardır. Çünkü hasta da saçma olduğunu bilmektedir. Ancak sorun bilinçaltındadır.
Duygusal temizlik gerekli
Bu tip durumlarda yapılması gereken en temel çözüm, sorunun kaynağı olan yaşadığımız olumsuz yaşam olaylarıyla birlikte gelen duygusal birikimi; “saçma” dediğimiz davranışlara yol açmadan dışarıya çıkarabilmektir. Kişinin iç dünyasında var olan bu duygusal birikim ortadan kaldırılmadan sadece obsesyonu kesmek adına uygulanacak yöntemler tatmin edici olmayacaktır. Hastanın bir takıntısı gidecek belki; ama yerine yenileri gelecektir.
İleri düzeye varmamış OKB belirtilerinde psikoterapi desteği almadan kendi başınıza uygulayabileceğiniz mini tedavi yöntemleri de mevcuttur.
Erhan ÖZDEN
Kaynak:Gençlik/Zaman