Gönderen Konu: Evliya-ullah ve Kerametleri  (Okunma sayısı 53089 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Evliya-ullah ve Kerametleri
« : 04 Nisan 2005, 01:45:55 »

Mehmed Emin Efendi ve eksilmeyen para!

Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerinin talebelerinden Seyyid Yahyâ Efendi şöyle bir hadise anlatmıştır: “Mehmed Emîn Efendinin her ay on beş kuruşluk geliri vardı. Bunu alıp her ay huzûruna getirirdim. Koynunda bezden bir kese vardı. Keseyi çıkarmadan ağzını açar, ben de parayı içine kordum. Bundan başka o keseye hiç para konmadığı hâlde her ay o keseden iki-üç yüz kuruştan fazla para sarfeder, fakirlere saymadan sadaka dağıtırdı. Ben buna defâlarca şâhid olmuştum...

Kese artık eskimişti!

Bir gün, ‘kese eskidi değiştirelim’ buyurup, çıkarıp bana verdi. İçinde yedi-sekiz kuruş kadar para vardı. Bunları yeni bir keseye koyup verdim. Eski kesenin içine de beş kuruş koyup bana verdi. Ay başına on beş gün vardı. O ayda koynundaki keseden yüz elli kuruş para sarfolundu. Ben buna hayret ederdim. Arkadaşlarımızdan da çoğu bunu bildikleri hâlde, aslâ kendisine soramazdık ve ifşâ etmezdik...”
Mehmed Emîn Efendi, hâl ve şânlarını halktan son derece gizler, talebelerini de bu tarzda yetiştirirdi... Tatar Ahmed Efendi, 1743 senesinde vefât etmişti. Fetvâ makâmında bulunan eski Şeyhülislâm Seyyid Mustafa Efendi, Tatar Ahmed Efendiden boşalan dergâha, Mehmed Emîn Efendiyi tâyin ettirdiler. Berât-ı şerîfi de, kendi mektupçuları Hamzazâde Abdullah Efendi ile gönderdiler.
Bunun üzerine Mehmed Emîn Efendi, büyük bir üzüntü içinde doğru Şeyhülislâm efendinin huzûruna gidip; “Efendim, mâlûmunuz ben meşîhat erbâbından değilim. İnâyet buyurun, şeyhlere âit alâmetlerden ne nişânım varsa, müstehak olmadığım hâlde tevcih etmişlerdir. Boşalan bir medrese varsa beni oraya müderris tâyin etmeyi ihsân buyurunuz” gibi özür beyân ederek, o dergâha gitmek istemedi.

Mızrak çuvala sığmaz!

Şeyhülislâm Mustafa Efendi ise; “Emîn Efendi kardeşim, biz sizi biliriz ve pîrdaşımızsınız. Ömürlerimiz sonuna yaklaştı, hâlinizi gizliyorsunuz. Mızrak çuvala sığmaz, gizlenme konağını geçeli otuz yıl oldu. Fayda yoktur, tevcih (tâyin) pâdişâhındır. Kabûl etmeniz lâzım. Kabûl etmemek, ülü’l-emre itâat etmemek demek olur” deyince; “Efendim; evimde oturmak şartıyla kabûl ederim. Böylece müsâade buyurulur ise emir sizindir” diye berâtı kabûl etti. Sonra ağlayarak Şeyhülislâmla vedâlaştı. Gerçekten tekkeye taşınmayıp, talebelerle “ev”den ilgilendiler... Mübarek, şimdi de “kabir”den ilgileniyor. İstanbul-Zeyrek Yokuşundaki kabrine uğrayıp bir fatiha okuyanlar, muradına kavuşuyor...

MÜBAREK DÜASI:Kim benim kabrimi ziyaret ederse cennet ona vacip ola.
« Son Düzenleme: 14 Mart 2008, 00:41:23 Gönderen: mystic »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Evfacan

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 441
EVLIYA-ULLAH VE KERAMETLERI
« Yanıtla #1 : 04 Nisan 2005, 18:05:12 »
Bilgiler icin Allah razi olsun  :x

Mehmed Emin Efendi´nin kabri nerde yaw  :?:
Yiğit yaralı olur - Yine dağ gibi durur

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
EVLIYA-ULLAH VE KERAMETLERI
« Yanıtla #2 : 05 Nisan 2005, 03:26:27 »
Alıntı yapılan: "Murat Han"
Bilgiler icin Allah razi olsun  :x

Mehmed Emin Efendi´nin kabri nerde yaw  :?:


ZEYREK YOKUSUNDA:ISTANBUL
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Imami kureysi
« Yanıtla #3 : 06 Nisan 2005, 02:05:37 »
Hızır’dan ders okudu

İmam–ı Kuşeyr’i hazretleri anlatıyor: "Küçük yaşta babamdan yetim kalmıştım. Bir annem vardı, başka da kardeşim yoktu. Okuyup, ilim sahibi olmak istiyordum. Anneme durumu arzedip ilim tahsiline gitmem için izin vermesini diledim. Annem: “Sen gidersen ben yapayalnız kalacağım, buna yüreğim tahammül etmez” diyerek bana müsaade etmedi ama, çok rica ettim. Annem de sonunda kabul etti. İlim öğrenmek aşkıyla sevinçle evden ayrıldım. Arkadaşlarla beraber yola çıktık. Yolda giderken abdest bozmam icab etti. Defi hacet ederken üzerimi pisledim. Arkadaşlara: «Siz gidin, ben eve gidip elbisemi değiştireceğim, size yetişirim» dedim. Eve geldiğimde, anamın içerde hüngür hüngür ağlamakta olduğunu gördüm. Onun ağlamasına yüreğim tahammül etmedi. Okumak için gitmekten vazgeçtim. Annem bana ilim tahsiline gitmekten vazgeçmememi söyledi: "Sen git oku, ben mes’uliyet altına girmeyeyim» dedi ise de ben gitmedim. Tabi ki anam yanında kalmama sevindi.

Annemle içerde otururken kapı çalındı. Kapıyı açtım ki, yaşlı bir zat benimle görüşmek istediğini, Allah tarafından gönderildiğini ve annemi razı ettiğim için beni evde okutacağını söyledi. Ben Onun Hızır aleyhisselam olduğunu anladım. Hızır aleyhisselamdan tam üç yıl ders okudum. Üç sene de bütün ilimIeri bana öğretti. Bu üç sene zarfında bin adet kitap yazmıştı. Üç sene sonra bana icazet verip o yazdığı kitapları memleketimizden geçmekte olan Ceyhun nehrine atmamı söyledi. Kitapları nehre atmaya kıyamadım, götürüp bir yere sakladım. Akşam eve geldiğimde bana kitapları ne yaptığımı sordu. Ben «Nehre attım» dedim. «Ne gördün» dedi. «Hiç birşey görmedim» dedim, bana «Yalan söylüyorsun, kitapları nehre atmadın» dedi. İkinci gün kitapların yerini değiştirip yine nehre atmaya kıyamadım. Akşam bana yine sordu ne gördün diye... Ben yine, «Nehre attım ama bir şey görmedim» dedim. «Yaramaz çocuk kitapları yine nehre atmadın» buyurdu, ve bana tekrar kitapları nehre atmamı emretti. Bu sefer gidip sandığa doldurulmuş olan kitapları nehre attım. Nehre attığımda, nehirden iki el çıktı, kitapları alıp nehrin içinde kayboldu. Eve döndüğümde gördüklerimi, anlattım: «Bu sefer atmışsın» dedi. Bunun ne manaya geldiğini sorduğumda: «Kıyamete yakın bir zamanda Hazreti İsa peygamber yer yüzüne gelip, bu kitaplarla bir ümmeti Muhammed olarak amel edecektir» buyurdular. Ben öyle inanıyorum ki, Hızır Aleyhisselamın bana Allah tarafından gönderilmesi ve bütün ilimleri bana talim etmesi annemin «Allah sana ilmini nasip eylesin. Sen beni dünyada garip bırakmadığın gibi, Allah da seni dünyada ve ahirette yalnız bırakmasın» diye ettiği duanın kabul olmasındandır.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
ABDÜLKADİR GEYLANİ İLE KIRK EŞKİYA
« Yanıtla #4 : 09 Nisan 2005, 01:34:31 »
ABDÜLKADİR GEYLANİ İLE KIRK EŞKİYA  
 
 

Gavs–ül Vasilin Abdülkadir Geylani, küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştı. Daha dokuz yaşında iken annesinden izin alıp Bağdat’a ilim tahsiline gitti. Giderken annesi, oğlunun beline kırk altın bağlamış ve bazı nasihatlarda bulunarak:

– Oğlum sakın, ne olursa olsun yalan söyleme! diye tenbihte de bulunmuştu.

Abdülkadir’in de içinde bulunduğu kervan, Bağdat yolunda devam ediyordu. Bir vadiden geçerken kervanın önünü kırk kişilik bir eşkiya kesti. Eşkiyalar kervanda işlerine yarayan ne varsa aldılar. Ayrılacakları zaman, içlerinden biri Abdülkadir Geylani’ye:

– Senin neyin var? diye sordu. O hiç tereddüt etmeden:

– Belimde kırk tane altınım var!.. dedi. Eşkiyalar üzerini bile aramaya lüzum görmedikeri çocuğun öyle söylemesine hayret etmişlerdi. Onu alıp reisIerinin yanına götürdüler. Reis:

– Evladım biz seni aramayacaktık. Sen neye bende altın var dedin ve başını der de soktu, dediğinde, Abdülkadir: ,

– Ben dünya malı için anneme ve Allah’a verdiğim sözümü bozamam! diye cevap verdi. Henüz dokuz yaşında bulunan bir çocuktan bu sözleri duyan eşkiya reisinin kalbi yumuşamaya başladı.Bir müddet karşısındaki çocuğu ve kendi halini düşünen eşkiyabaşı:

– Arkadaşlar, ben şu andan itibaren bu zamana kadar yaptığım bütün günahlarımdan dolayı pişman oluyor ve tevbe ediyorum, bundan sonra da bir daha kötülük işlemeyeceğime söz veriyorum. Eğer siz bu işe devam etmek istiyorsanız, başınıza başka bir reis bulun! dedi ve bütün alınan malların geri verilmesini emretti. ReisIerini dinleyen diğer eşkiyalar:

– Biz bu işe seninle başladık, seninle bitireceğiz. Madem sen vazgeçtin biz de tevbe istiğfar ediyoruz, dediler. Abdülkadir Geylani’nin ihlaslı ameli semerisini verdi, eşkiyalar kervandan aldıkları bütün malları geri verdiler. Ve o zamana kadar o muhitin korkulu rüyası iken oralarda bir kötülüğün bile işlenmesine müsaade etmez oldular. Allah şefaatinden mahrum eylemesin..
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
EVLIYA-ULLAH VE KERAMETLERI
« Yanıtla #5 : 23 Ocak 2006, 02:17:24 »
Hakiki din adamlari

Dünyâya gönül kapdırmıyan, mal, mevkı’, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdâsında olmıyan din âlimleri, âhıret adamlarıdır. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” vârisleri, vekîlleridir. İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyâmet günü, bunların mürekkebi, Allahü teâlâ için cânını veren şehîdlerin kanı ile dartılacak ve mürekkeb, dahâ ağır gelecekdir. (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) hadîs-i şerîfinde medh edilen, bunlardır. Âhıretdeki sonsuz ni’metlerin güzelliğini anlıyan, dünyânın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, âhıretin ebedî, dünyânın ise fânî geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, bâkî olana, hiç bozulmıyan ve bitmiyen güzelliklere sarılmışlardır. Âhıretin büyüklüğünü anlıyabilmek, Allahü teâlânın sonsuz büyüklüğünü görebilmekle olur. Âhıretin büyüklüğünü anlıyan da, dünyâya hiç kıymet vermez. Çünki, dünyâ ile âhıret birbirinin zıddıdır. Birini sevindirirsen öteki incinir. Dünyâya kıymet veren âhıreti gücendirir. Dünyâyı beğenmiyen de, âhırete kıymet vermiş olur. Her ikisine birden kıymet vermek veyâ her ikisini aşağılamak olamaz. İki zıd şey bir araya getirilemez. [Ateş ile su bir arada bulundurulamaz.]

Tesavvuf büyüklerinden ba’zısı, kendilerini ve dünyâyı temâmen unutdukdan sonra, birçok sebebler, fâideler için, dünyâ adamı şeklinde görünürler. Dünyâyı seviyor, istiyorlar sanılır. Hâlbuki, içlerinde hiç dünyâ sevgisi, arzûsu yokdur. Sûre-i Nûrda, (Bunların ticâretleri, alış verişleri, Allahü teâlâyı hâtırlamalarına hiç mâni’ olmaz) meâlindeki âyet-i kerîme bunlar içindir. Dünyâya bağlı görünürler. Hâlbuki, hiç bağlılıkları yokdur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend Buhârî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, (Mekke-i mükerremede Minâ pazarında, genç bir tâcir, aşağı yukarı, ellibin altın değerinde alış veriş yapıyordu. O esnâda, kalbi, Allahü teâlâyı bir an unutmuyordu
Mektubati imami rabbani mektup 33
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı mars

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 256
EVLIYA-ULLAH VE KERAMETLERI
« Yanıtla #6 : 23 Ocak 2006, 22:21:46 »
Allah razı olsun...

Çevrimdışı Eymen

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 313
Ynt: Evliya-ullah ve Kerametleri
« Yanıtla #7 : 14 Mart 2008, 00:31:50 »
Hoca medresede ders verirken talebeden biri zaman-zaman ayağa kalkar... Hoca sebebini sorar.

Talebe:

- Efendim, Hızır aleyhisselâm geliyor da ondan...

Hoca:

- Ben niçin görmüyorum, deyince, talebe:

- Sorayım efendim, der ve tekrar geldiğinde sorar.

Hızır aleyhisselâmın cevabı: "Hocan süsü-püsü ile çok uğraşıyor... Medreseye gelirken ayna önünde; cübbe-sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazla meşgul oluyor. Bu gibi haller manevi terakkiye manidir."

Talebe bu cevabı hocaya bildirdiği günden itibaren ayna karşısına geçmeyi terk edip süslenmeden uzak kalan hocaefendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başladığından kendisine "Saçaklı Hoca" ünvanı verilmiştir. (Rahmetullâli aleyh)

Mânevi terakkiye mani olan zinetten, süslenip püslenmelerden uzak durmalıdır. (Ali Erol, Hatıratım, 101-102)

« Son Düzenleme: 14 Mart 2008, 00:40:53 Gönderen: mystic »
Zaman bir kılıçtır; sen onu kesmezsen, o seni keser.

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Evliya-ullah ve Kerametleri
« Yanıtla #8 : 13 Mayıs 2008, 22:44:45 »

KURTBOĞAN EVLİYÂSI

Asıl ismi Hamza olup, Fatih Sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin hazretlerinin babasıdır. Büyük velîlerden Pîr İlyâs hazretlerinin halîfelerinden olan Hamza Efendinin türbesi İstasyon Mahallesindedir.

Hamza Efendiye Kurtboğan lakabınıntakılması şöyle anlatılır:

Hamza Efendinin vefât edip defnedildiğigünün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt o beldeye musallatolmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü kabirden çıkarıp parçalardı. Bukurt Şeyh Hamza'yı da parçalamak ve yemek istedi. Şeyh Hamza Mübârekelini uzattı, kurdu boğazından tutup öldürdü. Ertesi sabah ziyâretegelen halk kurdu ölü vaziyette, Şeyh Hamza'nın elini de mezardandışarıda buldular. Orada hâl sâhibi bir zât vardı. O; "Kurt değdiğiiçin şeyhin elinin yıkanması lâzımdır." dedi. Elini yıkadılar, el hemenkabirden içeri çekildi. O günden beri Hamza Efendi Kurtboğan lakabı ilemeşhur oldu.

Evliyalar Ansiklopedisi
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Evliya-ullah ve Kerametleri
« Yanıtla #9 : 11 Ağustos 2011, 22:46:56 »
Allah Razı Olsun
〰〰〰〰🐠