Gönderen Konu: İnsanların hoşlanmadıkları üç şey...  (Okunma sayısı 2221 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
İnsanların hoşlanmadıkları üç şey...
« : 01 Ocak 2010, 06:21:36 »

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Ebûdderdâ hazretleri buyurdu ki: İnsanlar fakirlikten hoşlanmazlar, fakat ben onu severim. Onlar ölümden hoşlanmazlar, fakat ben onu severim. Onlar hastalanmaktan hoşlanmazlar, fakat ben hoşlanırım. Çünkü, Rabbime karşı alçak gönüllü olmak için fakirliği severim. Rabbime kavuşmaya olan arzûmdan dolayı ölümü severim. Günâhlarıma keffâret olduğu için de hastalığı severim.

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Üç şey vardır ki, kim onlara kavuşursa dünyada ve âhirette en hayırlı şeye ermiş olur. Bunlar: Allahü teâlânın hükmüne râzı olmak, belâlara sabretmek ve bolluk, rahatlık anlarında Allahı unutmamaktır.

Hazret-i Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına alırdı. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verirdi:
- Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse göstereceğim sabır ve metânetten dolayı alacağım sevap daha büyük olur.

ŞİKAYETÇİ OLMAK!.
.

Resûlullah efendimiz, yine buyurdu ki:

- Kim ki sabaha çıktığında, dünyevî meselelerden ötürü hüzünlenirse, Rabbine gücenmiş olarak sabaha dâhil olmuş olur. Kim ki marûz kaldığı bir musîbetten ötürü ötekine berikine şikâyetçi olup durursa, o, ancak şânı yüce olan Allahtan şikâyetçi olmuş demektir. Kim ki, sırf malından faydalanmak için bir zengine tevâzû gösterirse, Allah onun amellerinin üçte birini yok eder. Kim ki, Allah ona Kur’ân-ı kerîm esaslarını bilmiş olma ni’metini verir de, o, bu esaslarla amel etmez ve Cehenneme girmeğe müstahak olacak duruma gelirse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırır.

Eshâb-ı kirâmdan bir zat, küçük bir çocuğu ile beraber Resûlullaha gelir giderdi. Bir ara bu çocuk vefât etti. Babası da evine kapandı. Resûlullaha gelmez oldu. Peygamber efendimiz, bir süre onu göremeyince, eshâbına sordu. Eshâb;

- Yâ ResûlAllah, o gördüğün çocuk vefât etti, onun için gelmiyor! dediler.

Resûlullah efendimiz bu haberi alınca;

- Bana niçin söylemediniz. Kalkınız, kardeşinize gidelim, tâziyede bulunalım, buyurdu.

Hemen kalktılar. Doğruca adamın evine gittiler. Resûlullah içeri girince, adamın çok kederli ve üzgün olduğunu gördü. Bu zât da Resûlullahı görünce hemen söze başladı ve vefât eden çocuğunu kastederek;

- Yâ ResûlAllah, o, benim ihtiyarlık ve zayıflık günlerimin umuduydu, dedi.

Resûlullah efendimiz de onu teselli ederek şöyle buyurdular:

- Kıyâmet günü olunca, sabîlere, “Gir Cennete!” denir. Onlar da, “Yâ Rabbî, anamız-babamız ne olacak?” derler. Kendilerine tekrar, “Gir Cennete” denir ve bu emir üç defa tekrarlanır. Buna rağmen onlar girmezler ve ebeveynleri için şefâ’atta ısrâr ederler. Nihâyet sabî iken ölmüş olan evlâtlarınızla birlikte Cennete girersiniz. Kıyâmet gününe bu şekilde gelmek seni sevindirmez mi?

Resûlullah efendimiz bunları anlatınca, bu zâtın üzüntüsü zâil oldu.

ÖLÜM BİR KÖPRÜ GİBİDİR

Resulullah efendimiz gidemediklerine de mektupla taziyede bulunurlardı. Resulullah efendimizin bir taziye mektubu da şöyle:

“İnsan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı. Dünyada iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. Çalışmalıyız! Çalışıp da, kazanıp da ölen bir kimse için korkacak bir şey yoktur. Hatta, böyle ölmek, bir devlet ele geçirmektir. Ölüm bir köprü gibidir. Sevgiliyi sevgiliye kavuşturur. Ölmek, felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek felakettir. Ölülere, dua ile, istiğfar etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek, imdadlarına yetişmek lazımdır... Ölünün mezardaki hali, imdad diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince, dünyanın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü teala, yaşayanların duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.”

Mehmet Oruç