Gönderen Konu: İhlassız Hizmet Olmaz | Belâ Zihniyet  (Okunma sayısı 2820 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İhlassız Hizmet Olmaz | Belâ Zihniyet
« : 09 Aralık 2013, 00:57:46 »

İhlassız Hizmet Olmaz

İHLASSIZ namaz, oruç, hac, cihad olmayacağı gibi ihlassız İslamî hizmet de olmaz.
Paraya, ranta, dünyaya yönelik hizmetler zahirde hizmet gibi görünseler de gerçekte hizmet değildir.
Kur’ana, Sünnete, Şeriata, zaruriyat-i diniyeye, İslam ahlakına aykırı metodlarla yapılan hizmetler şâibeli hizmetlerdir.
Ümmet birliğini parçalayarak hizmet olmaz.
Müslümanları bizden olanlar ve bizden olmayanlar diye ikiye ayıranlar hizmet değil, hezimet üretir.
Müslümanların zekât paralarıyla hizmet olmaz. Çünkü Kur’an, Sünnet, Şeriat zekât parasıyla cami yapımına bile izin ve ruhsat vermemektedir.
Müslüman öğrencilerinin beş vakit namazları hep birlikte cemaatle kılmadıkları okullar İslamî hizmet okulları değildir.
Kur’ana, Sünnete, Sevad-ı Âzama aykırı bozuk inançlarla hizmet edilmez.
Üstad Bediüzzaman hazretleri “Eûzü billahi mine’ş-şeytan ve’s-siyase” buyurmuşlardır. Muhlis hizmet ehli, süflî siyaset çekişmelerine girmez.
Kur’anın bütün mü’minler kardeştir hükmünü hayata, İslamî faaliyetlere ve hizmetlere uygulamayan hizmetkârlar yaman bir çelişki içindedir.
Yalanla, iftira ile, gılzet ile, aşırılıkla hizmet bir arada yürümez.
Papazlarla bir araya gelip de Müslümanlarla bir araya gelmeyenler…
Benim şeyhim çok yüksektir, öteki şeyhleri geç diyenler.
Ruhbanlarını erbab edinip putlaştıranlar.
Halktan topladıkları muazzam paraların bir kısmını kendi fuzulî propagandaları ve medihleri için sarf edenler.
Sivil darbe teşebbüslerine girişenler.
Müslümanların tamamını ilgilendiren işlerde, mu’temen ve ehliyetli kimselerle istişare etmeyenler.
Mardin’de Kasımiye medresesinde papazlarla bir araya gelip aynı anda çanlar çaldırıp ezanlar okutanlar.
Kendilerini mâsum görenler, bütün suç ve kabahati öteki Müslümanların üzerine atanlar.
İhtilaflı meseleleri kardeşçe müzakere etmeyip savaş tamtamları çalanlar.
Aynalara bakalım, aynalara bakalım…

•(İkinci yazı)

Belâ Zihniyet


MİLLETİN, ülkenin, devletin başına bela olan zihniyet şudur:
Devleti, halkı, vatanı ancak biz kurtarabilir ve yüceltebiliriz. Bu bizim hakkımızdır. Bize karşı olanlar gericidir, haindir, yobazdır. Halkın çoğunluğu istemese de kurtarıcılık ve yücelticilik sadece bize aittir. Bize karşı çıkanları ezmek, sindirmek, susturmak, gerektiğinde idam etmek, zindana atmak, sürmek, süründürmek hakkına sahibiz. Bizim kurtuluş reçetemiz, ideolojimiz insan haklarının, hukukun, millî kimlik ve kültürün üzerindedir ve tartışılamaz. Tartışanı, itiraz edeni doğduğuna pişman ederiz.
İşte bu terörist ve faşist zihniyet Müslüman çoğunluğa yüz yıla yakın bir zamandan beri kan kusturmaktadır.
Onların bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti yüceltemedikleri şuradan bellidir ki, 1945’te yenilip kayıtsız şartsız ABD’ye teslim olan Japonya çok kısa zamanda dünyanın üçüncü süper devleti haline geldiği halde, Japonya’dan daha fazla imkanlara ve kaynaklara sahip olan Türkiye, henüz kendi yüzde yüz millî otomobilini bile yapamayacak derecede geri kalmış, geri bırakılmıştır.
Faşist ve terörist zihniyetli sahte kurtarıcıların kurtuluş reçeteleri Türkiye’yi ilerletmemiş, yerinde saydırmış, hattâ bazı konularda geri bırakmıştır..
Egemen azınlıklar terörist vesayet rejimi ile Türkiye’yi niçin Ortadoğu’nun Japonya’sı yapamadılar?
Niçin şimdiye kadar bir tek Türkiyeli ilim adamı Nobel veya ona benzer uluslararası ödül kazanamadı?
Türkiye niçin uçak üretemiyor?
Japonlar dünyanın bir numaralı otomobil üreticisi… Türkiye’nin niçin Çek Cumhuriyeti’nin veya İsveç Krallığı’nın otomobilleri gibi yerli otomobili yok?
Bırakın Japonya’yı, Güney Kore kadar bile olamadık. Hani bizim cep telefonlarımız, elektronik ve optik aletlerimiz?
Şapka inkılâbına muhalefet edenleri apar topar astılar da, Türkiye çok mu ileriye gitti?
Hitler de diktatördü ama o hiç olmazsa, Alman sanayiini dünyanın en büyük, ileri ve mükemmel sanayii haline getirmişti.
Japonlar Latin alfabesine geçip, kendi millî alfabelerini yasaklamadıkları için geri mi kaldılar?
Niçin bizim Harvard, Oxford, Sorbonne gibi üniversitelerimiz yok?
Niçin bizim Eton Koleji gibi okullarımız yok?
Niçin 1928’den önce yazılmış evrakı, yayınlanmış kitapları, hattâ dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamayacak kadar cahil kaldık?
İlerleme buysa, alın da başınıza çalın!
Harvard Üniversitesi’nin 15 milyon kitap ve belge içeren bir kütüphanesi varmış, ya bizimkilerin?
Başına şapka geçirilince bir adam daha akıllı ve medenî mi oluyormuş?
Şapka şapka diye yırtındılar, tepindiler, şapka yüzünden nice masumları idam ettiler de, şimdi niçin şapka giymiyorlar?
Bela zihniyet…
Musibet zihniyet…
Terörist zihniyet…
Kurtarma hakkı bana aittir, bana karşı çıkan haindir, onu yok ederim zihniyeti…
Vesayet sistemi zihniyeti…
Resmî ideoloji terörizmi…
Çağ dışı, akıl ve vicdan dışı, mantık dışı, adalet ve insaf dışı mitolojiler…
Seni ben kurtardım, sakın itiraz etme, beynini parçalarım zihniyeti…
Zihniyet değil, bela…


Mehmet Şevket Eygi | 06 Aralık 2013 Cuma 02:02


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İhlassız Hizmet Olmaz | Belâ Zihniyet
« Yanıtla #1 : 28 Kasım 2014, 09:03:03 »

Şapka mı, Musul mu?
   Başbakan Ahmed Davudoğlu’nun Tunceli ziyareti alevilikle ilgili bir hayli yayın yapılmasına yol açtı. Bunlar içinde alevî önderi olarak maruf olan bazı zatların beyanları üzerinde bilhassa düşünülmeye değer. Çünkü toplumun belli bir kesiminde yaygın bakış açısının nasıl yanlış bilgilere ve onun sonucu aklıselimle sınanmamış yorumlara dayandığı apaçık görülüyor.


“Efendim! Üçüncü köprünün adını Yavuz Sultan Selim koymayalım...” Tamam; bu doğru bir talep olarak kabul görebilir.


Peki, ne olsun üçüncü köprünün adı?


“Şah İsmail olsun!”


Bir zamanlar savaşan iki ülkeden söz edildiğinin farkında olmayan bir zihin ancak böyle bir teklifte bulunabilir.


Şöyle olabilir belki: Türkiye’nin ve İran’ın yetkilileri bir araya gelirler ve “yahu şu eski tahayyülleri yıkalım, siz üçüncü köprüye Şah İsmail adını verin, bizde yeni Tahran’ın havalimanına Yavuz Selim!”


Bu fanteziyi bir yana bırakalım! İran’ın baskı altındaki sünnileri değil İstanbul’daki üçüncü köprü cesametinde büyük bir esere, sıradan bir akarsuyun üzerine yapılan bir köprüye Yavuz Selim adını teklif edebilirler mi?


Ayrıca etseler ne yazar!


İki ayrı ülkeden bahsedildiğinin farkında değil bu değerli alevî büyükleri demek ki...


Tarihin doğru kavranmasının ilk adımı ancak doğru bilgiye ulaşmak arzusu olabilir. Yoksa rivayetler, efsaneler, hurafeler üzerine bir sistem kurulur.


Böyle mi değil mi?


Şunu görmeden önümüzü göremeyiz: Osmanlı ve Safevî savaşı bir Türkiye-İran savaşı idi. Osmanlı sünnî, Safevî ise başlangıçta şiî değil, kızılbaş idi. Yani bugünkü doktriner şiiliği Şah İsmail’de arayan boşa çabalar. Ülkeler savaştı, Türkiye içinde Şah İsmail’e/İran’a taraftar olanlar, devletin müdahalesine maruz kaldı.


Bunu görmüyorsak ne yaparız? Örnek yukarıda!


Bir başka alevî büyüğü, Osmanlının Çaldıran sonrası El Ezher Camii’nden 2 bin sünni ulemayı İstanbul’a getirip halkı sünnileştirmek için Anadolu’yu gönderdiğinden söz ediyor.


Çaldıran değil de Mısır seferi sonrası olabilir. Yavuz’un Mısır’dan bazı âlimler ve sanatkârlar getirdiği rivayet edilir. Bunların El Ezher Camii’nden getirilen iki bin sünni ulema olduğunu hemi de prof. olan dinî önder kaynağı ile açıklamalı ki, inanalım. Ayrıca el-Ezher cami değil, bir yüksek öğretim kurumu, medresdir. Camii de vardır elbette!


Burada kalsa neyse,  “Şeyhülislam Zenbilli Ali Cemali Efendi’yi, sultan bir gün yanına çağırır ve ‘Anadolu’daki tüm aleviler sünnileşsin’ der. Zembilli Ali Efendi, Bakara’daki ‘Dinde zorlama yoktur’ sûresiyle karşı çıkar. O da Zembilli Ali Efendi’yi alıp yerine Ebussuud’u getirir. Sonrasında Anadolu aleviliğine karşı karalama kampanyası dönemi başlar.”


Yahu doğru bilgiye ulaşmak bu kadar zor mu? Önce “Bakara” ne ola ki, onun içinde sûre oluyor?


Sonra: Zembilli Ali Cemali Efendi ile Ebussud Efendi arasında kaç şeyhülislam var? Zembilli 1526’da göçmüş. Ebussut Efendi’nin şeyhülislamlığı 1545’te… İki zat tanışır mıydı? Büyük ihtimalle hayır! O zamanlar şeyhülislamlar azledilmezdi, zaten Ali Efendi de vefatına kadar müfti idi.


Yanlış bilgiden doğru kanaat hasıl olabilir mi? Düşüncede esas olan tutarlılık değil mi? Akıl ve mantık ne işe yarar? Alevî büyüklerinin doğru bilgiye, akıl ve mantığa ihtiyacı yok mudur?


Benzer tutarsızlıklar yakın tarihle ilgili konularda da eksilmiyor. Güya Millî Mücadele’de destek almak için Hacıbektaş’ı ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa’ya Cemaleddin Çelebi’nin “zaferden sonra cumhuriyet ilan etmek istiyor musunuz” sorusunu sorduğu, onun da “aramızda kalmak kaydıyla evet” dediği iddiasını ciddiye almak mümkün değil. Eğer ardından gelen bilgiler doğru olsa “bir ihtimal” diyebilirdik. Atatürk Cumhuriyeti kurduktan sonra Cemaledin Çelebiyi Kırşehir milletvekili yapmış! Ancak küçük bir mesele var: Cemaleddin Çelebi 1921’de yani, Cumhuriyet’in ilanından iki sene önce sizlere ömür olmuş!


Peki Cemaleddin Çelebi gerçekten hiç milletvekili yapılmadı mı? İlk Büyük Millet Meclisi’ne vekil olarak seçildi. Sağlığı elvermediği için katılamadı!


Alevi büyüklerinin yanlışı bizim derdimiz mi? Değil elbette. Fakat, eğer bir açılım olacaksa, iki tarafın da akılla, mantıkla ve doğru bilgiye dayanan yorumla hareket etmesi gerekir.
YAVUZ bAHADIROĞLU. HABERVAKTİM.COM