Gönderen Konu: İki kelimedir hayat; Git ve Gel  (Okunma sayısı 2712 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı sevdagülüm

  • okur
  • *
  • İleti: 53
İki kelimedir hayat; Git ve Gel
« : 05 Ocak 2010, 10:26:08 »

Âlemlerin yüce yaratıcısı istedi… Ve başladı her şey…
 
O Git… Dedi. Gel’dik…
 
İki nefes arasında yaşayacağımız, dönüp baktığımızda sadece iki kelime bulacağımız “Git ve Gel” arasında gerçekleşecek bir hayat için, hiç gidip gelmediğimizi, hep gittiğimiz yerde kaldığımızı, aynı kaldığımızı sanıyoruz…
 
Şimdilik bizim için bu satırlar bir şey ifade etmiyor… Çünkü…
 
Artık; bulunduğumuz yerde, dünyadayız. Geldik ve başlıyoruz maratona…
 
Annemizin kucağındayız…
Dünyaya masumane bir bakış atıyor… Kirlenmemiş, zamanın çarklarının esaretine girmemiş, bozulmamış, tahrip edilmemiş “O”nun Cennetlerinden getirdiğimiz bir gülümseme atıyoruz, hayata…
(Ne dersiniz Dünyanın gündemini ve bize getireceklerini bilsek sizce ne yapardık? O halimizle)
 
Ve… Evimize gidiyoruz… Geldik.
İlk gelişlerimizden birini yapıyoruz. Huzur, mutluluk, sevinçle geliyoruz. ( Bu gelişinizde ki getirdiğiniz sevinç kadar, hayatınızda ki yaşamınız süresince bir sevinç, getirebilirmisiniz ki? )
Evde ahali bizi karşılıyor… Gel diyenler oluyor, minicik bedene, belki elimizde olmadan gidiyoruz. Bu gelişten sonraki süreçler içerisinde, hayat akıyor… Zaman geçiyor… İlk başlarda doktorlara gidiyoruz. Emeklemeye başlıyor, emeklerken bizi seyredenlere doğru geliyoruz. Sağı solu deviriyor, kaçarak yakınımızda kendimizce en güvenli olarak gördüğümüz kişiye gidiyoruz. Gecenin bir yarısında, eee, biz yorulmuşuz veya da içine hapsedilmiş olduğumuz durumdan dolayı bir yere gidemiyoruz… Öyleyse bize gelecekler ve gelirler… İki dirhem nazımızı eder, biz de onların kollarında bir seyahate gideriz. Bebeğiz gideriz, geliriz…
 
Zaman akar, artık yürümüşüzdür… Hatta artık, bakkal, manav, pazarda annemizin elinde ki minik ve renkli poşetler, bilumum ihtiyaç maddeleri, iç hizmetlerde üstün performans gerektiren işler bizden sorulur… Öyle ki; Sütçü amca bile mahallemize gelip bizim eve yaklaşınca, gözleri bizi arar… Görürdük süte koşardık. Arkadaşlarımız çağırırdı, giderdik seksek oynardık. Hava kararır, bir yandan oyuna devam ederken babamızı gözetlemeye başlardık, görürdük… Kucaklarına atlamak için babamıza giderdik… Onunla evimize gelirdik. Sonra bir ses duyardık mutfaktan… Annemiz Gel diyor… Belki menüsünün çeşidi az, ama sevgi ve şefkat oranı, muhabbet miktarı çok olan sofrayı hazırlamış. Bizde boyumuz oranında bir iş yapıyor. O işte de bin laf ediyor… Yemek için sofraya gidiyorduk. Sofra gidiyor, meyveler geliyor… Oda gidiyor… E artık bize göre hep erken olarak kalan, hepte öyle kalacak ama büyüklerimizin geç oldu, hadi yat dedikleri vakte geliyoruz. Gidiyoruz, yatıyoruz…
 
Büyüyoruz… Artık okula gitme vakti… İlk günümüz, anne ve babamızın gözlerinde ki, bizden daha fazla olan heyecanı, daha bu yaşımızda okuyoruz. El ele, okulumuzun ilk günü için yoldayız, yürüyoruz… Uzun yıllar sürecek bir serüvenin (tabi o zaman bu durum bizi hiç enterese etmiyor) başlangıcı için ilkokulumuza gidiyoruz. Okula geliyoruz. Bahçedeyiz, kalabalıkça bir topluluk görüyoruz… Birçoğu, birbiriyle oynuyorlar. Biz kenardayız, bu durum biraz bize dokunuyor… Kendimizi yalnız hissediyoruz. Yanımızda duran anne, babamızın hep bizimle kalmasını istiyoruz. Derken büyük teyze ve amcalar geliyor. Merdivenlerin üzerinden mikrofon olduğunu yıllar sonra öğrendiğimiz ( ufak bir reklam… Öğrenip her gün 4 saat bırakmadığımız… Radyo gençlik ki… iyi ki var. Farklı platformlar gibi ) cihazın başına geçiyorlar. Toplanmamızı istiyorlar. Ailelerimizin bizi okulda bırakıp gitmelerini istiyorlar. Bugün ikinci defa bize dokunan bir durumu yaşıyoruz. Bu arada öğreniyoruz ki, biraz evvel teyze ve amca dediğimiz kişiler meğerse öğretmenlermiş. (Bunu öğreniyor, bir daha da unutmuyoruz… Çünkü yılların adı var) sıraya geçmek için yerimize gidiyoruz. Sınıfa gidiyoruz. Akşam oldu… haydi geçmiş olsun. İlk günü savuyor, eve gidiyoruz.
 
Derken git geller,  med cezir mirası bir şekilde devam ediyor hayatımızda. Okula gidiyoruz eve gidiyoruz, derken dershane ekleniyor oralara gidiyoruz. Arkadaş çevremiz genişliyor onlarla gidiyoruz. Pikniğe gidiyoruz. Akrabalarımıza gidiyoruz, kalıyoruz. Geri geliyoruz. Doğrular yapıyoruz, yanlışlarımız oluyor. Nasihatler, fırçalar yiyoruz. Sonuçta artık düşünme gücümüzde arttı… Anlıyoruz ki, kendimize geliyoruz. Bazı şeylerin belki de, hep bizimle birlikte oldukları için, daha önce kaybetmediğimiz, belki de kaybedip de hissetmediğimiz için değerini anlayamıyoruz…
 
Artık, önlük, lise takımından sıyrılıp, hep hayallerini kurduğumuz, Üniversiteye geliyoruz… Belki de hiç okumadık. Hayata atılıyoruz. İşte demem o ki, artık hayatın gerçekliğinin bizler için hissedilmeye başlandığı zamanlardayız. Gidiyoruz, geliyoruz… Hayallerimizle kovalamaca oynuyoruz. O bize yaklaşıyor, biz kovalıyoruz. O kovalıyor… Bazense biz kaçıyoruz. Sokaklara gidiyoruz. Kimimiz renkli dünya hedeflerine, kimimiz iki dakikalık eğlence için bir ömür vermeye… Kimilerimizse inanç, hedef, ilke ve idealleri için hizmete, zulümler karşısında, zalimlerin karşına çıkmak için meydanlara gidiyordu. Kısacası hayat gel diyor… Kaçıyor… Biz dur devam, diyip gitmiyorduk.
 
Bu kovalamacaya bir son veriyoruz. Şimdi… İşimiz gücümüzdeyiz. Bir telaşın içine gidiyoruz. Heyecanlar yaşıyoruz. Gençlik yıllarımızın sonundayız artık… Kendimizce akılcı çözümler, değişik sıkıntılar içerisinde akıp gidiyorduk.
 
Yaş ilerledi, artık biri iki etme zamanı gelmişti bizim için… Nasip olmuş, mutlu, huzurlu bir ömür için biri iki etmek için bir araya gelinmiş… Bir yola çıkmıştık. Adımlarımız gidiş ve geliş mesafelerimiz, üzerimize aldığımız ağırlıktan daha hesaplı olmuştu. Şimdi tamamlanmıştık. Kendimize gelmiş, iki olsa da o yolda yürürken bir olmuştuk. Bu arada yaşadığımız zamandı… Unutmamak gerekti. Ne olsa Süleyman bile Bin yıl yaşamış, soranlara ise bir kapıdan girdim diğerinden çıkıyorum demişti. Tabi bizde bu zamana kadar gelmiş, tüm insanlar gibi zamanı durduramıyor. Hızlı akan zamanın geçip gitmelerine bir mana veremiyorduk.  
 
E… şimdi yeni bir oluş bizim için… Bizim geldiğimiz ve yürüyüp gittiğimiz yollardan geçtiğimiz gibi, bizim anne babamıza, huzur, sevgi, sıcaklık, mutluluk getirdiğimiz gibi… Bizim evimize de bir can, bir esenlik geliyordu… Bir rüyadaymışsınız sanki bu yaşınıza kadar da biri geldi… Bir cimcik, gözünüzü açtınız… Ellerinizde kundakta ki, cennet şefaatçiniz. Şimdi yollarınızda ki tüm gidiş ve gelişler onun için… Dişi çıktı, emekledi, hastalandı, hastaneye gitti. Anne dedi. Baba dedi. Okula gitti, askere gitti. Evlendi. Bu arada garip bir olay geliyordu başımıza. Vay be diyorduk. Nasıl geçti gitti… Yıllarca emek verdiğimiz, her gün erinmeden gidip geldiğimiz işimizden emekli oluyor… Hayatın huzur kenarından tatmak için, vakit olarak feraha eriyorduk… Güne vurursanız çok, geriye bakacak olursanız, bu satılarda ki özet gibi, kısa zamanda bu olayların başınıza geldiğini, zamanın akıp gittiğini göreceksiniz.
 
Derken cennet meyvenizin, meyvesinin geldiğini göreceksiniz. Hemen görmek için kendi canınızın yanına gideceksiniz. Tabi yakınlarınızda değillerse, içinizdeki duyguların tarifi biraz ağır gelebilir bu satılar için… İşte o an… Canınızın canı, gözlerinizin önünde, kollarınıza gelmiştir.
 
Tüm hayatınız Türk filmlerinde olduğu gibi, film şeridi gibi gözünüzün önünden geçip gitmiştir. Bundan sonra hayatınızda sizin için renk olacak bir nefes vardır. Sizin geriye giden her nefesiniz onun için ileriye gidiştir. Açıklayacak olursak geçen her gün de, siz biraz daha yüzünüzde ki çizgilere bir yenisini eklerken, canınızın canı ise sizin ve sizin canınızın geçtiği aşamalardan geçmektedir.
 
Kenardasınız şimdi… Yolların akıp geçen zamanların bir kenarındasınız. Kendi ihtiyaçlarınız için, rabbimiz derman verip de, gereken yerlere gidip, geliyorsanız ne ala… Bekliyorsunuz… Siz, canlarınız, cananlarınız, çok geniş bir tabaka ama gelişlerin şiddetinden artık kenarda duran bir, Siz…
 
Beklenen olur… Herkese ve her şeye olacağı gibi…
 
Derler ya…
“Siz Gitseniz bile Bırakında namınız yürüsün” diye. Son deminizde artık bu hallerdesinizdir… Bilge, yıllanmış, olgun ama inşAllah yorgunluk içimize o kadar da ağır bir şekilde gelmez…
 
İşte O an…
 
O “Gel” der.. Gideriz…
 
Dönüş ancak onadır…
 
İşte, hayat iki kelime “Gel ve Git”


Şevket Uzun(haber dem) haberdem.com
« Son Düzenleme: 05 Ocak 2010, 10:30:08 Gönderen: Tuğra »
(`'·.¸ (`'·.¸*¤* ¸.·'´) ¸.·'´)
لا إله إلا الله محمد رسول الله
(¸.·'´ (¸.·'´*¤* `'·.¸) `'·.¸)
Sus qönLümn seni senDen Daha iyi ßiLen raßßinin hükmü vuku ßuLuncaya kaDar sus!
♥♥♥♥♥♥♥