Gönderen Konu: İktidarın Meşruiyeti  (Okunma sayısı 3858 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İktidarın Meşruiyeti
« : 18 Nisan 2012, 10:20:56 »

İktidarın Meşruiyeti

Seçimleri kazanmak, halk iradesi ile ülke idaresini eline almış olmak bir iktidarın meşruiyeti için yeterli midir?

Cevap: Hem yeterlidir, hem yeterli değildir.

Hukuken yeterlidir ama geniş mânada değildir.

Halk iradesinin yanında neler olmalıdır?

Birincisi: Millî kimliğe mensubiyet, saygı ve bağlılık.

İkincisi: Millî kültüre bağlılık.

Üçüncüsü: Âdil kanunlara, ahlaka bağlılık.

Dördüncüsü:
Halkın temel hak ve hürriyetlerine saygı.

Beşincisi: Temizlik.

Halk iradesiyle başa geçmiş bir iktidar zamanla kirlenirse, kirliliği nispetinde meşruiyetini mânen kaybetmiş olur.

Bir iktidar nasıl kirlenir?

1. Emanetleri ehil olanlara değil de nepotizm yaparak yakınlara, akrabaya, dostlara dağıtırsa; ehliyetsiz partizanlara ve yaranlara verirse.

2. En geniş mânasıyla adaletsizlik yaparsa. Mesela: Gelir dağılımında zenginlerle fakirler arasında uçurumlar meydana gelirse.

3. Kokuşma olursa.

4. Çıkar çevrelerinin menfaatleri halkın menfaatleri üzerinde tutulursa.

5. Ülke bütününde iç barışı ve toplumsal mutabakatı sağlamak ve gerçekleştirmek için yapılması gerekenler en iyi ve en uygun şekilde yapılmazsa.


Sadece adaletsizlik bile, halka dayanan bir iktidarın meşruiyetini dinamitleyebilir.

Demokratik çoğulcu sistemlerde seçimle gelen bir iktidar ancak başka bir seçimle iktidardan düşürülebilir.

Askerî olsun, sivil olsun darbeler gayr-i meşrudur.

Türkiye 27 Mayıs 1960'dan bu yana üç askerî darbe, bir yine askerî post modern darbe yaşadı ve bunlardan çok zarar gördü.

Ülkenin bugünkü dinamik yapısı yeni bir darbeye tahammül etmez, iç savaş çıkar, büyük felaket olur.

Askerî olsun, sivil olsun.

Darbe heveslisi birtakım sivil güçlere sesleniyorum:

İktidar olup Türkiye'yi siz idare etmek istiyorsanız, partinizi kurun, yahut mevcut partilerden birini legal yollarla ele geçirin ve seçimlere girin. Başka meşru yol yoktur.

Biz haklıyız, öyleyse iktidar bizim hakkımızdır. Bugünkü iktidar gasıptır. Biz her yola, her vasıtaya, her entrikaya başvurarak iktidarı alacağız gibi düşünceler, planlar, eylemler hem sizi, hem ülkeyi felakete sürükler.

Tekrar ediyorum: Yeni bir darbe iç savaşa yol açar, ülke parçalanır.


Mehmet Şevket EYGİ - 18 Nisan 2012 Çarşamba


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İktidarın Meşruiyeti
« Yanıtla #1 : 09 Mayıs 2014, 08:11:50 »
İktidar olmak insanı haklı kılar mı?

Şu sıralarda çok seyrek yazdığımdan sıkça yakındığınızı biliyorum. Şikâyetleriniz bana ulaştı. Ama emin olun elim değmedi…

 “Elim varmadı” desem belki daha doğru olurdu ama yine de “elim değmedi” demeyi tercih ediyorum…

Esasında zihnim yazmaktan hiç geri durmadı. Sürekli notlar aldım. Bunu yazmalıyım, buna temas etmeliyim, buna dokunmalıyım, bunu es geçmeliyim şeklinde notlar... Ama yazamadım. Sevgili Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Erdoğan'ın toleransına mağruren…

Ya ihmal ettim, ya fırsat bulamadım, ya da ‘henüz vakti değil' diyerek es geçtim, sustum. Bu, belki fikirlerini insanlarla paylaşmak zorunda olan insanlar açısından kabul edilebilir değildir ama ben yaptım.

Neticede ben de bir insanım ve benim de çekincelerim, tedbirlerim, nefsimdeki bilgilerden kaynaklanan ön görülerim, zaaf ve korkularım olabilir.

Siz ne derseniz deyin, böyle kritik süreçler birçok insanı kalburun altına düşürür… Ya ölçüsüz tavırlar ve isnatlarıyla, ya pervasız duruşlarıyla ya hikmetsiz bakışlarıyla… Piyasada bugün iktidar adına ölçüsüz borazanlık yapanlar -ki bazılarının sadece beş altı yıl önceye kadar iktidara küfrettiklerini biliyorum- bir yığın yalaka ve her türlü ihanete bodoslama atlayan, sahiplenen dangalaklar var… benim tabiatım bunu kaldırmıyor. Rahmani bir duruş sergilemek bana çok daha cazip geliyor. Ahlaki olmak zengin ve itibarlı olmaktan bana daha sevimli geliyor… Çünkü iktidarlar da cemaatler de fanidir! Ama Allah bakidir ve ahlaklı olmak her Müslümanın daimi görevidir!

Mesele (yani kavga), inanalar ile inanmayanlar arasında olsaydı iş kolaydı.

Hak ile batıl mücadelesinde oynak taraftarlık münafıklıktır çünkü.

Siz ‘resul'[1] olduğuna inandığınız zatın yanında yer tutmuşsanız, kalbinizdeki en küçük kaypaklık bile imanınıza zarar verir…

Ama içerde; beynel-islam arasındaki mücadelelerde (cemaat ile iktidar arasındaki kavga gibi), hak-batıl taraftarlığından ziyade, haklı - haksız, isabetli - isabetsiz, ahval-ı zamane mutabık veya aykırı kavramları üzerinden tavır belirlenir. O tavır da nitekim, sizin durduğunuz yer, bakış açınız, dünya ve siyasi görüşünüz etrafında şekillenir… Böyle olunca da iş değişir.

Şimdi düşünün, bugünkü siyasi ekip, daha 5 yıl önceye kadar, devlet kurumuna ve beyaz Türklerin devlete atfettikleri kutsiyetlerle karşı çetin mücadele veriyorlardı. Şimdi ise onu korumak için mücadele veriyorlar. Ve üstelik yakındıkları rejim (devlet) hala tam dönüştürülmemiş (insanileşmemiş/İslamileşmemiş) olmasına rağmen.

O devlet ki, yıllarca Müslümanların sırtında yumurta pişirmişti… Genel anlamda sağ partiler ve özelde de Milli Görüş temelinden gelen bir siyasi ekip, ‘keyfî, küfrî ve cebrî davranan devlete karşı mücadele vererek halkın beğenisini kazandı… Ve başarılı oldular ve iktidar oldular…

İmdi iktidar oldular diye o devlet kurumu ve rejim, tamamen dönüştü, İslamlaştı diyebilir misiniz? Hayır!

Ama bu ekip, her şey tamamlanmış gibi onu kutsuyor ve sahip çıkıyor! Milli Görüş çizgisinden gelen şu siyasi ekip, devlet gücünü kullanıyor diye rejim/devlet tüm kusurlarından ve cinayetlerinden masum hale mi geldi? Yani bütün sıkıntı, sistemin başında bir dindar başbakanın bulunmasından mı ibaretti? Öyle idiyse neden yıllarca o rejim ve sistem şeytani ve küfri addedildi?


Oysa o rejim, Deccalizmin İslamlar içindeki temsilcisi mesabesindeydi. Batının islamı içinden dönüştürmek maksadıyla oluşturduğu ve tatbike koyduğu bir projedir, bir ‘turuva atı'dır. Başarılı da olmuştur.  Ve hala da o sıfatlarını koruyor.

Siz anayasasını değiştirebildiniz mi?

Hayır. Her şey yerli yerinde duruyor. O zaman o devleti nasıl kutsarsınız? Daha da önemlisi devlet, siz iktidar olduğunuz için temize mi çıktı? Yahut iktidar olmanız, aynı zamanda sizi de bütün kusurlarınızdan ari mı kılar? Haklı mı yapar?

Toplumun teveccühü yahut maslahat, sizi iktidar yapar, haklı değil! İktidar olmak aynı zamanda her iddiasında ve tavrında haklı olmayı da gerektirmez. Bunun iyi anlaşılması lazım.

İktidar olmak, insanı ve siyasi ekipleri, aynı zamanda her yaptığında haklı kılıyor ve temize çıkarıyorsa İttihat ve Terakki'ye de bir şey diyemezsiniz. Mustafa Kemal'i de, tek parti döneminin şefini de yaptıklarından dolayı kınayamaz, eleştiremezsiniz.

İktidar olmak, devlet gücünü,  kanunlar çerçevesinde kullanma hakkı verir.  Sizi günahlarınızdan temizlemez, fiillerinizde la-yüsel kılmaz.  Size her istediğinizi yapma hakkı da vermez. Devletin imkânlarını kişisel intikamlarınıza alet etme hakkı da vermez.

* * *

Osmanlı bir çözülmeye doğru giderken, vatanperverler kendilerince çözüm önerileri getirmeyi ihmal etmediler.

Başlangıçta, Batılılaşma üzerinde duruldu. Osmanlıyı o çöküşten ancak çağdaşlaşma, yani batılı müesseseleri ve imkânları ithal etmek kurtarabilirdi. Bu fikir, bu gün bile etkili durumda…

Bir diğer akım da Osmanlıcılıktı. Devlet yeniden düzenlenmeliydi ve o zaman bütünlük korunabilirdi. Fakat Osmanlıyı oluşturan gayrimüslim unsurların ayrıştığı görülünce Pan- islamizim tezi işlenmeye başlandı. Ancak İslam'a dönüş Osmanlıyı kurtarabilirdi. Ama eldeki ve artık tamamen gelenekselleşmiş İslam, Osmanlıyı kurtaracak bir tez sunamadı. Bütünlüğü koruyamadı. En azından devletin önüne bunu bir proje olarak koyacak düşünceler yoktu. Zaten de İslam dünyası -bilim üretmek dâhil- tüm cepheleriyle Hıristiyan Batı karşısında çok geride kalmıştı. Arapların ayrılması ve Osmanlıya karşı İngilizlerin yanında yer almasıyla da bu tez rafa kalktı. Meydan Pantürkist Moderncilere kaldı.

Bu anlayışın siyasetteki ilk meyvesi İttihat ve Terakki Fırkası (partisi) idi. İktidarı devraldı ve 10 yıl içinde imparatorluğu kesin bir yıkıma götürdü.

Ama Türk milletinin bu anlayıştan çekecekleri henüz bitmemişti.  Cumhuriyeti kuranlar da aynı anlayıştan gelen insanlardı. Bir farkla ki, evvelkilerden biraz daha ‘modernci' idiler. Türkiye Cumhuriyeti, bütün yaklaşım ve kodlarıyla onların eseridir.

İmdi soru şu: onlar da toplumu ikna ederek iktidar oldular. Her yaptıkları doğru muydu? “Evet!” diyorsanız! Söyleyecek sözüm yok.

Hayır, diyorsanız, o zaman biraz düşünün. İktidarın iktidar olduğu için her isteğini yapma hakkı onu nereye kadar götürür?

* * *

Bir sonraki yapıda paralelcileri yazacağım. Cemaat olmak, insana, sevmediği iktidara karşı her türlü tezviri, yapma hakkı verir mi vermez mi?

Üçüncü yazıda da inşAllah “ne yapmalı ve iş nereye varacak?”ı yazmaya çalışacağım. Tabii ki kendi açımdan…

Çünkü yaşanmakta olanlar, kimin halife olacağı kavgasıdır biraz da…

Kimin hak kimin neye müstahak olduğuna kendi penceremden göz atacağım.

Selam ve dua ile

Mehmet Ali Bulut- Haber7.com

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: İktidarın Meşruiyeti
« Yanıtla #2 : 29 Aralık 2014, 22:47:39 »

"Apolitik iktidar" savaşları


Kavganın adını doğru koymalı. Yoksa kör döğüşünü andıran bir girdabın içinde sürüklenmemek neredeyse imkansız.


Her şeyden önce, ilkeler adına gibi duran bir güç mücadelesi verildiğini belirtmemiz gerek. Güç mücadelesi verdiğini zannedenlerin gerçek aktör olup olmadıklarını sorgulamamız gerekiyor. Gerçekten kendilerini taraf zannedenler sonucu belirleyecek olanlar mı?


Soruyu başka türlü sormakta yarar var: bu kavgadan kazançlı çıkacak olan kim?


Bir başka husus da, tarafların bu toplumun dindar/muhafazakâr tabana yaslandıkları, büyük ölçüde muhafazakârları temsil ettikleri kabulüne ve görüntüsüne rağmen birbirlerine karşı tavır alışlarının hiç de dini olmaması. En azından ithamları, hakarete varan suçlamalarıyla, yaptıkları göndermelerle, her ne kadar dini çağrışımı bol bol kullansalar da, mahiyeti itibariyle hiç de dini bir çerçeveye oturtulamayacak bir kavga veriliyor.


İki özellik öne çıkıyor: olanca dini referans, imge kullanılmasına rağmen içerik olarak son derece seküler bir dil ve yöntem geçerli. Hem iktidardan yana tavır alan kalemler hem kendini Cemaate yakın hisseden veya hükümete karşı konumlandıranlar, aslında karşı tarafı itham ederken dini kavram ve sembolizme bol bol referans verse de genel çizginin seküler bir eğri çizdiği çok net. Ne çözüm önerilerinde ne de anlaşmazlık gerekçelerinde sözel düzeyde kullanışlı gördükleri kavramların içeriğiyle bağdaşır bir zemin yok. Var olan zemin de hızla berhava ediliyor!


İkinci boyut ise iktidar ile devlet farkının ayrımına varmayan bir güç ve iktidarla sınırlı bir konum alış var. Elbette siyasi bir anlaşmazlık, siyasi bir rekabetin alanı da siyaset olacaktır. Ne var ki burada tanık olduğumuz durum olanca siyasi görüntüsüne rağmen siyaset dışılık arz ediyor. Siyaset alanında bir güç mücadelesinin siyasal argümanları ve kullanılan dil ve referanslara bakılınca durum apolitik bir görünüm arz ediyor. Çünkü üretilen her gerekçe, her savunma ya da her türden itham siyaset dışı bir dil ve alanla ilgili...


Tüm bu görünür halleri doğru tespit etmek için verilen kavganın hangi çerçevede sürdürüldüğüne de zaman zaman dışarıdan bakmakta yarar var. Bir ayı aşkın devam eden ve kısa vadede hemen bitmeyeceği anlaşılan bu kapışmanın ortaya çıkardığı öfke patlamasının, haksızlığa ve ihanete uğramışlık duygusunun baskın olduğu ortamın görmemizi engellediği bir hususu şimdiden tartışmaya başlasak iyi olacak.


Bu olup bitenlerden sonra devlet-din ilişkilerinin yeniden tanımlanacağı, devletin halkıyla, Müslümanlarla ilişkisini yeniden dizayn edeceği bir dönem ortaya çıkacağını söyleyebiliriz.


Askeri vesayetin geriletilmiş olması, din-devlet ilişkilerinde yeni bir döneme kapı açtı; Müslümanca hassasiyet taşıyanların bürokratik elitin boşalttığı yerleri doldurmasıyla devletin bakışının, yapısının, hatta ideolojisinin değiştiğini varsayan bir yanılsama yaşandı ve kısmen bu hala sürüyor.


İster kendiliğinden meydana gelmiş olsun, isterse iç ya da dış güçler tetiklemiş olsun, devleti oluşturan müesses nizamı ele geçirdiğini zanneden muhafazakârların (herhangi bir cemaat mensubu olsun veya olmasın), "kendileri" oldukları için, "kendilerinden" dolayı bir tür hikmet-i hükümeti temsil ettiklerini düşünür olduklarını tepkilerden çıkartabiliyoruz.


Dini siyasal alanın dışında tutan, İslam"ı toplumun çimentosu sayıp Gökalpçi bir sosyo-kültürel olguya indirgeyen devlet aklı; bu konumlanış ve tanımlamayı yenileme inisiyatifini ele geçirecektir. Bu döneme kadar devlet: Modernleşmenin taşıyıcı/dönüştürücü misyonunu seçkinlere verirken bunu "bürokratik vesayet" eliyle gerçekleştirdi. Aynı zamanda da sosyo-kültürel çimento rolünü de toplumsal ve siyasal alandan alabildiğine arıtılmış dine yükledi.


Artık devletin modernleşme misyonu işlevini tamamlamıştı; küresel sisteme entegrasyonu ise ancak muhafazakâr enerji ve meşruiyetle yapılabilirdi. Muhafazakârlığın yaslandığı dinle ilişkili boyutunun devlete rengini vermesi endişesi, hem sosyolojik olarak hem yönetici irade açısından sakıncalıydı.


Muhafazakârlar devleti de dönüştürdüklerini düşünmüş olabilirler. Müesses nizamın ideolojik kodlarının, küresel bağlantılarının bu kapışmayı bilinçli olarak örgütlememiş olduğunu varsaysak bile ortaya çıkan sonucu kendi lehine değerlendirecektir.


Evet, devletin hem kendi muhtevasını, hep toplumla ilişkisini, hem de din-devlet ilişkisini yeniden dizayn edeceği bir sürece giriyoruz. Muhafazakârların devleti dönüştürme iddiası, devletin dindarları, hatta dini söylemi dönüştürme sürecine evrildi.


Bu haliyle dini söylemi dillerinden düşürmeyen taraflara, dini, daha güçlü bir devlet adına siyasallaştırdıklarını bir kez daha hatırlatmanın yeridir. Ancak devlet, tarihi tecrübesiyle sabit olan hayatiyetini hangi argümanlarla sürdüreceğini, hangi kozları nasıl kullanacağı yetisini yitirmediğini göstermek isteyecektir.

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/apolitik-iktidar-savaslari/49455