“ولما وُبِّخوا على التخلف وأرسل النبي صلى الله عليه وسلم سرية نفروا جميعا فنزل : {وما كان المؤمنون لينفروا} إلى الغزو {كافة فلولا} فهلا {نفر من كل فرقة} قبيلة {منهم طائفة} جماعة ، ومكث الباقون {ليتفقهوا} أي الماكثون {في الدين ولينذروا قومهم إذا رجعوا إليهم} من الغزو بتعليمهم ما تعلموه من الأحكام {لعلهم يحذرون} عقاب الله بامتثال أمره ونهيه ، قال ابن عباس فهذه مخصوصة بالسرايا ، والتي قبلها بالنهي عن تخلف واحد فيما إذا خرج النبي صلى الله عليه وسلم
Müminlerin kâffesi birden seferber olacak değillerdir. Fakat her fırkadan bir tâife toplansa da dinde tefekkuh etseler ve döndükleri zaman kavimlerini inzar eyleseler, tâ ki sakınırlar.”
Bu ayetle her fırkadan bir kısmının sefere çıkması ve bir kısmının da tefakkuh ve inzar için kalması emrolunmuştur.
Demek ki bu vazîfe, müslümanların ölüm-kalım mücadelesi verdiği dönemlerde bile ihmal edilemeyecek kadar mühim bir vazifedir. Zîrâ, dünya ve dünyanın mahiyetini anlamak da, ahiretin ehemmiyetini anlamak da büyük ölçüde ilim sayesinde olur.
Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V), Mekke-i Mükerreme’de Dar-ı Erkâm’da başlattığı “Mekteb-i Muhammedi”yi ve tedrisat-ı diniyyeyi, Medine-i Münevvere’de Eshâb-ı Suffe ile devam ettirmiş, en zor şartlarda bile tatil etmemiştir. Sulh ve sükun zamanlarında ise bütün gayretini ulûm-u diniyyenin neşrine hasretmiştir. Yetiştirdiği sahâbîleri civar kabilelere ve şehirlere hoca olarak gönderip, insanlara yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i ve dîn-i celîl-i İslâmı öğretmeye çalışmıştır.
“Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Kime Kur’an (okuma ve okutma nimeti) verilir de O, (bu nimet verilmeyen) başka birine verileni, kendisine verilenden daha hayırlı zanneder (ve ona imrenir)se, Allah’ın ta’zım ettiğini tahkir etmiş olur” , buyurarak dini ilimlerin menşe-i olan Kur’an-ı Kerim’in ta’lim ve taallümünün, diğer pekçok hadis-i şerifle de dini ilimlerin tahsilinin ehemmiyetine işaret buyurmuştur. İman ve hidayet nuru ile kalpleri ve zihinleri aydınlanan müslümanlar, hem dînî, hem de dünyevî ilemlerde büyük bir inkişaf gösterip, ümmî bir cemiyet iken, kısa zamanda insanlığın ilim ve medeniyet muallimi haline geldiler.
Peygamberimizin varisi olan mürşid-i kâmiller de, her devirde birinci vazife olarak dinin ihyasına, dînî ilimlerin neşr ve tervicine gayret etmişlerdir. İmam Rabbanî(ks) hazretleri bir mektubunda şöyle buyurur:
“....Öyleyse hayırların en büyüğü, bilhassa şeâir-i İslâm’ın yıkıldığı şu zamanda dîni tervîc ve onun hükümlerinden birini ihya için gayret göstermektir. Öyle ki Allah yolunda binler(ce şey)i infak, dînî meselelerden bir meseleyi tervîce denk olmaz. Çünkü dîni tervîc etmek, peygamberlerin yolunu takip etmektir. O peygamberler ki, mahlukatın en şereflisi onlardır. İyiliklerin en mükemmeli onlara verilmiştir.”
Çok sevdiği bir zât olan Molla Ahmed Berkî hazretlerine yazdığı bir mektupta da, onun maneviyatta yüce makamlara ulaştığını müjdeledikten sonra şöyle buyurur:
“Senin bu devleti elde etmenin sebebi, cehaletin temekkün edip, bid’atların rüsuh bulduğu yerlerde, ulum-ı dîniyyeyi ta’lim ve ahkam-ı fıkhiyyeyi neşretmen, evliyâullah’a muhabbet ve ihlas göstermendir. Allah(cc) bunları sana mahza fazlı ile vermiştir.
İşte, size gücünüz yettiği kadar ulum-u dîniyyeyi talim ve ahkam-ı fıkhiyyeyi neşretmenizi tavsiye ederim. Çünkü bu, işin özü, yükselmenin sebebi ve kurtuluşun medârıdır.”
Tevbe 122
Gazali, İhya c.1 s.17 Müessesetü’l-Halebi Kahire 1967
İmam-ı Rabbani, a.g.e. c.1 mektup: 48
İmam-ı Rabbani, a.g.e c.1 mektup: 275