Gönderen Konu: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz  (Okunma sayısı 76937 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« : 04 Kasım 2007, 10:21:38 »

Fıkıh ilmini kuran, sistemleştiren Ehli sünnetin reisi İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleridir. Bunun için bu mübarek zat hakkında biraz daha bilgi vermek yerinde olacak.
Imami Azam Ebu Hanifenin adi Numandir. Babasinin adi Sabit , dedesinin adi da Numandir. Ehli sunnetin 4 buyuk imaminin birincisidir . Imam derin alim demektir. Dedesi Islam dinini kabul etmisti . Hicretin 80 senesinde Kufe sehrinde dogdu . Eshabi kiramdan (r.a.) Enes Bin Malik ve Abdullah bin Evfa ve Sehl bin Sa'd Saidii ve Ebuttufeyl Amir bin Vasile gibi zevatin zamaninda yetismistir Fikh ilmini Hammad bin Ebi Suleyman'dan ogrendi. Tabi'índen bir cok zaatlarla ve Hz Ali efendimizin torunlarindan olan Imami Caferi Sadikla sohbet etti , manen kendisinden feyz aldi . (Caferi Sadik (k.S.) silsilei saadattandir).
Cok hadisi serif ezberledi . Kisa bir zaman icerisinde Sani ve sohreti tum dunyaya yayildi , kiyamete kadarda devam edecektir.

Emevilerin 14cu ve son halifesi olan Mervan bin Muhammed, mervan bin Hakemin torunu olup 132 (m. 750) de Misirda katl olunmusdur . 5 sene halifelik yapmisdir . Bunun zamaninda , Irak Valisi olan Yezid bin Amr , Imami Azam (k.s.'e Kufe hakimligini teklif etdi ise de , zuhd ve takvasi , ilmi ve zekasi son derece cok olmasina ragmen kullarin hakkini gozetmede kusur etmesinden korktugu icin teklifi red etti. Yezidin emri ile basina 110 kamci vuruldu . Mubarek basi , yuzu sisdi. Ertesi gun tekrar teklif yapmislarsada kabul etmedi. Izin isteyip Mekke-i mukerremeye gitti. 5-6 sene orada yasadi.

150 (m. 767) senesinde , Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansurun emr etdigi temyiz baskanligini kabul etmedigi icin zindana atildi. Kamci ile doguldu . Hergun 10 kamci artdirilarak doguldu. Kamci sayisi 100 oldugu gun dar-i beka'ya intikal ettiler.

Imam-i Azam (k.s.) dortyuzbin kimseden ilm aldi
Bu zatin buyuklugunu anlamak icin her asirda alimler bu zatin hakkinda kitaplar yazmislardir.
Imam-i Azam (k.s.) ayet ve hadis isiginda 12bin kaide tertip edip , 8bin kaide ile fetva vermislerdir.
Hanefi mezhebinde , 500bin dini mes'elesi cozulmus , hepsi cevaplandirilmisdir.
O dininin büyük bir direğidir
Hanefî mezhebi, Osmanlı devleti zamanında her yere yayıldı. Devletin resmî mezhebi gibi oldu. Bugün, dünya yüzünde bulunan Ehl-i islâmın yarıdan fazlası ve Ehl-i sünnetin pekçoğu, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmektedir.
İmâm-ı a'zamın babası Sâbit, Kûfede, imam-ı Ali ile buluşup, İmâm hazretleri, buna ve evladına duâ buyurmuştu. Hadis-i şerifte,
“Ümmetimden, Ebû Hanîfe adında biri gelecektir. Bu, kıyâmet günü, ümmetimin ışığı olacaktır” buyuruldu.
“Nu'mân bin Sâbit adında ve Ebû Hanîfe denilen biri gelecek, Allahü teâlânın dînini ve benim sünnetimi canlandıracaktır” buyuruldu.
“Ebû Hanîfe adında biri gelir. O, bu ümmetin en hayrlısıdır”,
“Ümmetimden biri, dinimi canlandırır. Bid'atleri öldürür. Adı, Nu'mân bin Sâbittir”,
“Her asırda , ümmetimden, yükselenler olacaktır. Ebû Hanîfe, zamanının en yükseğidir”, “Ümmetimden, Ebû Hanîfe adında biri gelecektir. İki küreği arasında ben vardır. Allahü     teâlâ, dînini, onun eli ile canlandırır” hadis-i şerifleri meşhûrdur

 (Bu hadisi serifler büyük alim Ebulleysi Semerkandiy hazretlerinin MUKADDIME ismi kitabinda yazilmistir.  Ibni Abidiyn REDDÜL MUHTARI serh ederken bu hadisi seriflerin mevzu hadis yani uyduruk hadis olmadigini delillerle aciklamistir.)
Hanbeliy alimlerden olan Allame Yusuf TENVIRUSS SAHIFE isimli kitabinda diyorki: Ebu hanifeye dil uzatmayiniz ve ona dil uzatanlara inanmayiniz! Allaha yemin ederim ki , ondan daha vera sahibi ve ondan daha bilgili kimse bilmiyorum . Hatibi Bagdadiynin sözlerine inanmayiniz! Onun alimlere karsi kiskanciligi vardir. Ebu hanifeye , Imam ahmete dil uzatmistir.  (Imam ahmet hanbeliy mezhebini ihdas etmistir).
Imami Azam hazretleri gencliginde , kelam ilmine ve marifete calisip pek mahir oldu. Sonra Imami Hammada 18 yil hizmet edip yetisdi. Hammad vefat edince , onun yerine müctehid ve müfti oldu. Ilmi , üstünlügü her yere yayildi . Fazileti , zekasi , anlayisi zühd ve takvasi , emaneti , cabuk cevabli olmasi , dine bagliligi , dogrulurugu ve bütün insanlik olgunluklarinda , herkesin üstünde idi. Zamaninda bulunan ve sonra gelen bütün müctehidler , üstün kimseler , hatta hristiyanlar , kendisini hep medh etmisdir . imami Safii hazretleri buyuruyorki : Fikh bilgisinde, herkes Ebu hanifenin cocuklaridir. Bir kerrede : Ebu hanife ile teberrük ediyorum . hergün mezarini ziyaret ediyorum . Zor bir durumda kalinca onun kabrine gidip iki rekat namaz kilarim. Allahü Tealaya yalvaririm . Dilegimi verir, buyurdu.
Imami Safi hazretleri Imami Azam hazretlerinin talebelerinden olan Imam Muhammed hazretlerinin talebesidir. Imam safi hazretleri buyurdularki: Hazreti Allah bana ilmi iki kimseden ihsan etti, Hadisi Süfyan bin Uyeyneden, Fikhi Imam Muhammedden. Bir kerre de : Din bilgilerinde ve dünya islerinde , kendisine minnetdar oldugum bir kisi vardir. Oda Imami Muhammeddir , buyurmusdur. Yine Imam Safiy hazretleri buyurdularki: Imami Muhammedden ögrendiklerimle bir hayvan yükü kitap yazdim. O olmasaydi, ilimden birsey edinmeyecekdim. Ilmde herkes Irak alimlerinin cocuklaridir. Irak alimleride Kufe alimlerinin talebesidir. Kufe alimleri ise Ebu Hanifenin talebesidir.  ( Yâni, bir adam, çoluk çocuğunun nafakasını kazandığı gibi, İmâm-ı a'zam da, insanların, işlerinde muhtaç oldukları din bilgilerini meydana çıkarmağı kendi üzerine almış, herkesi güç bir şeyden kurtarmıştır.                                     (burada bir mezheb imaminin dolayi yönden imami azam hazretlerinin talebesi oldugu dikkate sayandir. Burada hemen sunuda izah etmek istiyorum : İmâm-ı Şâfi'înin ayrı bir mezhep kurması, İmâm-ı a'zamı beğenmemesi, ondan ayrılması demek değildir. Eshâb-ı kirâmda bazen ayri birbirlerine muhalif ayri hükümlerle amel ve ictihad ederlerdi . Bununla berâber birbirlerini çok severler ve hurmet ederlerdi. Feth sûresinin son âyeti buna şâhittir).
Müsned isimli kitapta deniliyorki: Imami Azam hazretleri Kurani kerimden ve hadisi seriflerden bir mesele cikardi zaman , bunu üstadlarina söylerdi. Hepsi tasdik etmedikce süal sahibine bu cevabini bildirmezdi. Kufe sehri cami’inde ders verirken 1000 talebesi her dersinde bulunurdu . Bunlardan kirk adedi müctehiddir. (iclerinden en meshurlari Imami Yusuf , Imami Muhammed , Imam zuferdir). Bir meseleye cevap bulunca bunu talebelerine bildirirdi. Birlikde incelerler, Kurani kerime ve hadisi serife ve Eshabi Kiramin sözlerine uygun oldugunda sözbirligi olursa, sevincinden (ELHAMDÜLILLAH VAllahÜ EKBER) derdi. Dersde bulunanlarin hepsi de böyle söylerdi. Bundan sonra bunu yaziniz buyururdu.
Imami Azam hazretleri hergün sabah namazini camide kilip ögleye kadar talebelerini dinler , onlara cevap verirdi , derdleri varsa en güzel bir sekilde onlara derman bulurdu. Ögle namazindan sonra yatsiya kadar telebeye ilm ogretirdi. Yatsidan sonra evine gelip biraz dinlerir sonra camiye gider, sabah namzina kardar ibadet ederdi . Bu hali selefi salihinden Misar bin Kedami Kufi ve baska kiymetli kimseler haber vermislerdi. (Misar 115 (m. 733) senesinde vefat etmistir).
Imam Azam hazretleri ticaret ederek helal kazanirdi. Baska yerlere mal gönderir, kazanci ile talebesinin ihtiyaclarini alirdi. Kendi evine bol harc eder, evine harc etdigi kadar da, fakirlere sadaka verirdi. Her Cuma günü anasinin babasinin ruhu icin, fakirlere ayrica yirmi altin dagitirdi.  Hocasi Hammad rahmetullahi aleyhin evi tarafina ayagini uzatmazdi. Halbuki aralarinda yedi sokaka uzaklik vardi. Ortaklarindan birinin, cok mikdarda bir mali, islamiyyete uygun olmiyarak satdignini anlayinca, bu maldan kazanilan doksan bin akcanin hepsini fakirlere dagitip , on parasini kabul etmedi. Kufe sehrinin köylerini hadudlar basip , koyunlari kacirmislerdi. Bu calinan koyunlar, sehrde kesilip halka satilabilir dusuncesi ile o gunden beri yedi sene kesilmis koyun eti alip yemedi. CÜNKÜ BIR KOYUNUN EN COK YEDI YIL YASAYACAGINI ÖGRENMISDI. HARAMDAN BU DERECE KORKAR, HER HAREKETINDE ISLAMIYYETI GÖZETIRDI.
Büyük fikih alimlerden , muhaddislerden olan , islamiyette ilk kitap yazdigi rivayet edilen Ibni Cüreyc Imam azam hazretleri hakkinda buyuruyorki : NUMAN IBNI SABITIN (imam azam) HAZRETLERININ SON DERECE AllahDAN KORKTUGUNU SIZ KUFELILERDEN ÖGRENDIM.
Imami Azam hazretleri 40 sene yatsi namazinin abdesti ile sabah namazi kildi. (yani yatsidan sonra hic uyumadi). Son hacccinda, Kabeyi Muazzama icine girip burada iki rekat namaz kildi. Namazda bütün Kurani kerimi okudu. Sonra agliyarak : YA RABBI! SANA LAYIK IBADET YAPAMADIM. FAKAT SENIN AKL ILE ANLASILAMAYICAGINI IYI ANLADIM. HIZMETIMDEKI KUSURUMU BU ANLAYISIMA BAGISLA! Diyerek dua etdi. O anda bir ses isitildi ki , YA EBA HANIFE! SEN BENI IYI TANIDIN VE BANA GÜZEL HIZMET ETTIN. SENI VE KIYAMETE KADAR SENIN MEZHEBINDE OLUP YOLUNDA GIDENLERI AFV VE MAGFIRET ETTIM buyuruldu. Imam Azam hazretleri Ramazani serifde hergun ve gece , ayriyeten teravihde namazida dahil olmak uzere 61 defa Kurani Kerimi hatm ederlerdi.
Imami Azam hazretlerinin takvasi o kadar cokdu ki 30 yil (bayramlar haric) hergün oruc tutardi. Cok kere bir rekatde veya iki rekatte Kurani Kerimi hatm ederdi. Bazende yalniz bir azab veya rahmet ayetini namazda veya namaz disinda tekrar tekrar okuyup hickira hickira aglar , sizlardi. (hanefi mezhebinde namazda Allah icin aglamak namazi bozmaz). Isitenler, haline acirdi. Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa sallAllahu aleyhi vesellemin ümmeti icinde bir rekat namazda Kurani Kerimi hatm etmek yalniz Hulefa-i Rasidiynden olan OSMAN IBNI AFFANA , Temimi Dari , Sa-iyd bin Cübeyr ve Imami Azam hazretlerine nasip olmustur. 
Imami Azam hazretleri kimseden hediyye kabul etmezdi. Fakirler gibi giyinirdi. Bazende Allahu tealanin nimetlerini göstermek icin , cok kiymetli elbise giyerdi. 55 kere hac edip, birkac yil Mekke-i Mukerremede kaldi. Yalniz ruhu kabz olundugu yerde (zindanda) 7000 kere Kurani Kerimi hatm etmisdi.  ÖMRÜMDE BIR KERE GÜLDÜM , ONA’DA PISMANIM demisdir. Az söyler cok düsünürdü. Bazin din konularinda talebesi ile münazara , konusma yapardi. Bir gece , yatsi namazini cema-at ile kilip cikarken bir ayagi kapinin disinda bir ayagi daha mescidde iken , bir mevzu üzerinde , talebesi Imami   hazretleri ile sabah ezanina kadar konusup, ikinci ayagini disari cikarmadan, sabah namazini kilmak icin yine mescide girmisdir.Hatta o sirada müezzin gelmis. Imam azam müezzine: evladim burada ne isin var demis. Müezzin cevaben : efendim sabah namazi girdi. (hizmet suruna en guzel misallerden).  Imam Ali hazretleri ; 4000 DIRHEME KADAR NAFAKA CAIZDIR BUYURDU diyerek , kazancinin 4000 dirheminden fazlasini fakirlere dagitirdi.
Rivayet edilirki halife Ebu Cafer El- Mansur Imam Azam hazretlerine saygida , hürmette kusur etmezdi. Hatta bir defasinda Halife imama para gönderecegini , imama haber verirken , Imam Azam hazretleri : HAYIR BEN BU PARAYI KABUL ETMEM, demisti. Sonra halife bu parayi Imam Azam hazretlerine gönderecegi gün , Imam Azam hazretleri sabah namazi kilip , elbisesine bürünüp yatmis. Tam o esnada halifenin elcileri gelmis Hediyeyi teslim etmek icin. Fakat Imam azam hazretleri konusmuyor. Yanindakiler elcilere: BUNUN HALI BÖYLEDIR. COK NADIR KONUSUR. KENDISINE HASTALIK ARIZ OLDUGUNDA HIC KONUSMAZ. Bunun üzerine elci : O HALDE SU HEDIYEYI ALIN , IMAM EFENDI IYILESTIKTEN SONRA KENDISINE VERIN. Elciler gittikten sonra Imam Azam hazretleri oglu Hammada ,``Oglum ben öldükten sonra bu parayi al elciye götür, ve kendisine deki ```babama emanet olarak biraktiginiz paralari aliniz. Hammad vasiyeti yerine getirdikten sonra elci söyle demis: Allah babana rahmet etsin , o dinde cok sadik idi.
IMAM AZAM HAZRETLERININ BU HALI , YALNIZ ZAHIRIY ILM DEGIL , BATINIY ILME’DE SAHIP OLDUGUNA APACIK BIR DELILDIR. O DININ EN ÖNEMLI VE HAYATI MEVZULARI ÜZERINDE DÜSÜNEREK BIR NETICE CIKARMAYA CALISIRDI . CÜNKÜ SUSMASINI BILEN KIMSEYE ILMIN TAMAMI VERILMIS DEMEKTIR
 
 

« Son Düzenleme: 02 Mayıs 2008, 01:14:05 Gönderen: Ber-ceste »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimiçi Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #1 : 04 Kasım 2007, 13:02:10 »
Ellerinize sağlık efendim, güzel bir çalışma olacak inş.
İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #2 : 04 Kasım 2007, 15:45:38 »
أبو حنيفة.. الإمام الأعظم
 
(في ذكرى وفاته: 11 من جمادى الأولى 150هـ)
 
 أحمد تمام
 

 
كتاب المبسوط من أهم كتب المذهب الحنفي في الفقه
 
نزل الصحابي الجليل عبد الله بن مسعود مدينة الكوفة عقب إنشائها على عهد عمر بن الخطاب سنة 17 هـ ليعلّم الناس ويفقّههم في دينهم، فالتف الناس حوله، وكان بحرا زاخرا من بحور العلم، وكان متأثرا بطريقة عمر بن الخطاب في الاستنباط والبحث، والأخذ بالرأي عند افتقاد النص، مع الاحتياط والتحري في قبول الحديث النبوي.

وبرز من تلامذة ابن مسعود عدد من الفقهاء الأفذاذ، يأتي في مقدمتهم عبيدة بن قيس السلماني، وعلقمة بن قيس النخعي الذي قال عنه شيخه ابن مسعود: لا أعلم شيئا إلا وعلقمة يعلمه، بالإضافة إلى شُريح الكندي الذي ولي قضاء الكوفة في عهد عمر، واستمر على القضاء اثنتين وستين سنة.

وحمل أمانة العلم من بعدهم طبقة لم يدركوا ابن مسعود، ولكن تفقهوا على يد أصحابه، وكان أبرز هذه الطبقة إبراهيم بن يزيد النخعي، فقيه العراق دون منازع، فضلا عن تمكنه الراسخ في علوم الحديث، وهو ينتمي إلى أسرة كريمة، اشتهر كثير من أفرادها بالنبوغ والاشتغال بالفقه.

وعلى يد إبراهيم النخعي تتلمذ حمّاد بن سليمان، وخلفه في درسه، وكان إماما مجتهدا، كانت له بالكوفة حلقة عظيمة، يؤمها طلاب العلم، وكان من بينهم أبو حنيفة النعمان الذي فاق أقرانه وانتهى إليه الفقه وتقلد زعامة مدرسة الرأي من بعد شيخه، والتفّ حوله الراغبون في الفقه، برز منهم تلامذة بررة، على رأسهم أبو يوسف، ومحمد، وزُفر، وعملوا معه على تكوين المذهب الحنفي.

المولد والنشأة

استقبلت الكوفة مولودها النعمان بن ثابت بن النعمان المعروف بأبي حنيفة سنة (80 هـ 699م) وكانت آنذاك حاضرة من حواضر العلم، تموج بحلقات الفقه والحديث والقراءات واللغة والعلوم، وتمتلئ مساجدها بشيوخ العلم وأئمته، وفي هذه المدينة قضى أبو حنيفة معظم حياته متعلما وعالما، وتردد في صباه الباكر بعد أن حفظ القرآن على هذه الحلقات، لكنه كان منصرفا إلى مهنة التجارة مع أبيه، فلما رآه عامر الشعبي الفقيه الكبير ولمح ما فيه مخايل الذكاء ورجاحة العقل أوصاه بمجالسة العلماء والنظر في العلم، فاستجاب لرغبته وانصرف بهمته إلى حلقات الدرس وما أكثرها في الكوفة، فروى الحديث ودرس اللغة والأدب، واتجه إلى دراسة علم الكلام حتى برع فيه براعة عظيمة مكّنته من مجادلة أصحاب الفرق المختلفة ومحاجّاتهم في بعض مسائل العقيدة، ثم انصرف إلى الفقه ولزم حماد بن أبي سليمان، وطالت ملازمته له حتى بلغت ثمانية عشر عاما.

شيوخه

وكان أبو حنيفة يكثر من أداء فريضة الحج حتى قيل إنه حج 55 مرة، وقد مكنته هذه الرحلات المتصلة إلى بيت الله الحرام أن يلتقي بكبار الفقهاء والحفّاظ، يدارسهم ويروي عنهم، وممن التقى بهم من كبار التابعين: عامر الشعبي المتوفى سنة (103 هـ= 721م)، وعكرمة مولى ابن عباس المتوفى سنة (105 هـ = 723م)، ونافع مولى ابن عمر المتوفى (117هـ= 735م)، وزيد بن علي زين العابدين المتوفى سنة (122هـ = 740م)، ويصل بعض المؤرخين بشيوخ أبي حنيفة إلى 4 آلاف شيخ، وتذكر بعض الروايات أنه التقى ببعض الصحابة الذين عاشوا إلى نهاية المائة عام الأولى، وروى عنهم بعض الأحاديث النبوية وهو بذلك ترتفع درجته إلى رتبة التابعين، على أن الراجح أنه وإن صح أنه التقى بعض الصحابة الذين امتدت بهم الحياة حتى عصره فإنه لم يكن في سن من يتلقّى العلم، ولا سيما أنه بدأ العلم في سن متأخرة وأنه انصرف في بداية حياته إلى العمل بالتجارة.

رئاسة حلقة الفقه

وبعد موت شيخه حماد بن أبي سليمان آلت رياسة حلقة الفقه إلى أبي حنيفة، وهو في الأربعين من عمره، والتفّ حوله تلاميذه ينهلون من علمه وفقهه، وكانت له طريقة مبتكرة في حل المسائل والقضايا التي كانت تُطرح في حلقته؛ فلم يكن يعمد هو إلى حلها مباشرة، وإنما كان يطرحها على تلاميذه، ليدلي كل منهم برأيه، ويعضّد ما يقول بدليل، ثم يعقّب هو على رأيهم، ويصوّب ما يراه صائبا، حتى تُقتل القضية بحثا، ويجتمع أبو حنيفة وتلاميذه على رأي واحد يقررونه جميعا.

وكان أبو حنيفة يتعهد تلاميذه بالرعاية، وينفق على بعضهم من ماله، مثلما فعل مع تلميذه أبي يوسف حين تكفّله بالعيش لما رأى ضرورات الحياة تصرفه عن طلب العلم، وأمده بماله حتى يفرغ تماما للدراسة، يقول أبو يوسف المتوفى سنة (182هـ = 797م): "وكان يعولني وعيالي عشرين سنة، وإذا قلت له: ما رأيت أجود منك، يقول: كيف لو رأيت حمادا –يقصد شيخه- ما رأيت أجمع للخصال المحمودة منه".

وكان مع اشتغاله يعمل بالتجارة، حيث كان له محل في الكوفة لبيع الخزّ (الحرير)، يقوم عليه شريك له، فأعانه ذلك على الاستمرار في خدمة العلم، والتفرغ للفقه.

أصول مذهبه

نشأ مذهب أبي حنيفة في الكوفة مهد مدرسة الرأي، وتكونت أصول المذهب على يديه، وأجملها هو في قوله: "إني آخذ بكتاب الله إذا وجدته، فما لم أجده فيه أخذت بسنة رسول الله صلى الله عليه وسلم، فإذا لم أجد فيها أخذت بقول أصحابه من شئت، وادع قول من شئت، ثم لا أخرج من قولهم إلى قول غيرهم، فإذا انتهى الأمر إلى إبراهيم، والشعبي والحسن وابن سيرين وسعيد بن المسيب فلي أن أجتهد كما اجتهدوا".

وهذا القدر من أصول التشريع لا يختلف فيه أبو حنيفة عن غيره من الأئمة، فهم يتفقون جميعا على وجوب الرجوع إلى الكتاب والسنة لاستنباط الأحكام منهما، غير أن أبا حنيفة تميّز بمنهج مستقل في الاجتهاد، وطريقة خاصة في استنباط الأحكام التي لا تقف عند ظاهر النصوص، بل تغوص إلى المعاني التي تشير إليها، وتتعمق في مقاصدها وغاياتها.

ولا يعني اشتهار أبي حنيفة بالقول بالرأي والإكثار من القياس أنه يهمل الأخذ بالأحاديث والآثار، أو أنه قليل البضاعة فيها، بل كان يشترط في قبول الحديث شروطا متشددة؛ مبالغة في التحري والضبط، والتأكد من صحة نسبتها إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، وهذا التشدد في قبول الحديث هو ما حمله على التوسع في تفسير ما صح عنده منها، والإكثار من القياس عليها حتى يواجه النوازل والمشكلات المتجددة.

ولم يقف اجتهاد أبي حنيفة عند المسائل التي تعرض عليه أو التي تحدث فقط، بل كان يفترض المسائل التي لم تقع ويقلّبها على جميع وجوهها ثم يستنبط لها أحكاما، وهو ما يسمى بالفقه التقديري وفرص المسائل، وهذا النوع من الفقه يقال إن أبا حنيفة هو أول من استحدثه، وقد أكثر منه لإكثاره استعمال القياس، روي أنه وضع ستين ألف مسألة من هذا النوع.

تلاميذ أبي حنيفة

لم يؤثر عن أبي حنيفة أنه كتب كتابا في الفقه يجمع آراءه وفتاواه، وهذا لا ينفي أنه كان يملي ذلك على تلاميذه، ثم يراجعه بعد إتمام كتابته، ليقر منه ما يراه صالحا أو يحذف ما دون ذلك، أو يغيّر ما يحتاج إلى تغيير، ولكن مذهبه بقي وانتشر ولم يندثر كما اندثرت مذاهب كثيرة لفقهاء سبقوه أو عاصروه، وذلك بفضل تلاميذه الموهوبين الذين دونوا المذهب وحفظوا كثيرا من آراء إمامهم بأقواله وكان أشهر هؤلاء:

أبو يوسف يعقوب بن إبراهيم المتوفى (183هـ = 799م) وهو يعدّ أول من دوّن الكتب في مذهب أبي حنيفة، ووصل إلينا من كتبه "الآثار"، وكتاب اختلاف أبي حنيفة وابن أبي ليلى، وساعده منصبه في القضاء على أن يمكّن لمذهب أبي حنيفة الذيوع والانتشار.

محمد بن الحسن الشيباني المتوفى سنة (189هـ = 805م) وهو يعد صاحب الفضل الأكبر في تدوين المذهب، على الرغم من أنه لم يتتلمذ على شيخه أبي حنيفة إلا لفترة قصيرة، واستكمل دراسته على يد أبي يوسف، وأخذ عن الثوري والأوزاعي، ورحل إلى مالك في المدينة، وتلقى عنه فقه الحديث والرواية.

تدوين المذهب

وصلت إلينا كتب محمد بن الحسن الشيباني كاملة، وكان منها ما أطلق عليه العلماء كتب ظاهر الرواية، وهي كتب المبسوط والزيادات، والجامع الكبير والجماع الصغير، والسير الكبير والسير الصغير، وسميت بكتب ظاهرة الرواية؛ لأنها رويت عن الثقات من تلاميذه، فهي ثابتة عنه إما بالتواتر أو بالشهرة.

وقد جمع أبو الفضل المروزي المعروف بالحاكم الشهيد المتوفى سنة (344هـ = 955م) كتب ظاهر الرواية بعد حذف المكرر منها في كتاب أطلق عليه "الكافي"، ثم قام بشرحه شمس الأئمة السرخسي المتوفى سنة (483هـ = 1090م) في كتابه "المبسوط"، وهو مطبوع في ثلاثين جزءا، ويعد من أهم كتب الحنفية الناقلة لأقوال أئمة المذهب، بما يضمه من أصول المسائل وأدلتها وأوجه القياس فيها.

انتشار المذهب

انتشر مذهب أبي حنيفة في البلاد منذ أن مكّن له أبو يوسف بعد تولّيه منصب قاضي القضاة في الدولة العباسية، وكان المذهب الرسمي لها، كما كان مذهب السلاجقة والدولة الغرنوية ثم الدولة العثمانية، وهو الآن شائع في أكثر البقاع الإسلامية، ويتركز وجوده في مصر والشام والعراق وباكستان والهند والصين.

وفاة أبي حنيفة

مد الله في عمر أبي حنيفة، ورزقه الله القبول، وهيأ له من التلاميذ النابهين من حملوا مذهبه ومكنوا له، وحسبه أن يكون من بين تلاميذه أبو يوسف، ومحمد بن الحسن، وزفر، والحسن بن زياد، وأقر له معاصروه بالسبق والتقدم، قال عنه النضر بن شميل: "كان الناس نياما عن الفقه حتى أيقظهم أبو حنيفة بما فتقه وبيّنه"، وبلغ من سمو منزلته في الفقه أن قال الشافعي: "الناس في الفقه عيال على أبي حنيفة".

كما كان ورعا شديد الخوف والوجل من الله، وتمتلئ كتب التاريخ والتراجم بما يشهد له بذلك، ولعل من أبلغ ما قيل عنه ما وصفه به العالم الزاهد فضيل بن عياض بقوله: "كان أبو حنيفة رجلا فقيها معروفا بالفقه، مشهورا بالورع، واسع المال، معروفا بالأفضال على كل من يطيف به، صبورا عل تعليم العلم بالليل والنهار، حسن الليل، كثير الصمت، قليل الكلام حتى ترد مسألة في حلال أو حرام، فكان يحسن أن يدل على الحق، هاربا من مال السلطان".

وتوفي أبو حنيفة في بغداد بعد أن ملأ الدنيا علما وشغل الناس في (11 من جمادى الأولى 150 هـ = 14 من يونيو 767م).

من مصادر الدراسة:

محيي الدين عبد القادر: الجواهر المضيئة في طبقات الحنفية – تحقيق عبد التفاح الحلو- مطبعة الحلبي – القاهرة – 1398هـ= 1978م.

الخطيب البغدادي: تاريخ بغداد – دار الكتب العلمية – بيروت – بدون تاريخ.

محمد أبو زهرة: أبو حنيفة حياته وعصره- دار الفكر العربي – القاهرة – 1997م.

عبد الحليم الجندي: أبو حنيفة بطل الحرية والتسامح في الإسلام- دار المعارف بالقاهرة 1386هـ= 1966م.

وهبي سليمان: أبو حنيفة النعمان إمام الأئمة الفقهاء- دار القلم- دمشق – 1420هـ
 

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #3 : 04 Kasım 2007, 23:29:35 »
Resulullah efendimiz, İmam-ı azamın geleceğini haber verdi. Hadis-i şerifte, “Âdem ve bütün Peygamberler “aleyhimüsselam”, benimle öğündüğü gibi, ben de, ümmetim içinde, soyadı Ebu Hanife, ismi Nu’man olan bir kimse ile öğünürüm ki, ümmetimin ışığı olacakdır. Onları, yoldan çıkmaktan, cehalet karanlığına düşmekten koruyacaktır” buyurdu. (Mevduat-ülulum, Dürül muhtar, İbni Abidin

Imam-i Azam'in fikih tedvinindeki öncülügü

Islâm ilimlerinde fikhin konularinin düzenli olarak belirlenmesiyle bunlarin kitap, bâb, fasillara ayrilarak yazilmasi Islâm hukukunda çok önemli bir dönüm noktasidir. Imam Muhammed es-Seybânî'nin telifiyle ortaya çikan bu düzenli metinler (asl), vahyî hükümlerle dinî-dünyevî hayati ince ayrintilariyla içine alan besyüzbin meseleyi hükme baglamistir. Bunlar yazili küllî fikih kâideleri olarak Islâm kültür ve hukukunun vazgeçilmez kaynaklari olmus, yüzyillarca serhleri yapilmistir. Çagdaslarinin Ebû Hanife'yi asiri rey taraftarligi ile suçlamalari bile daha sonralari onun görüslerinin baska kavramlar adi altinda kabulünü engellememistir. Ebû Hanife'nin bir diger özelligi, kendisinden öncekilerin nakillerinin yarisini bütün meseleleri yeni bastan edille-i ser'iyye kaynaklarindan çikarmasidir. Islâm'in esaslarina uymayan "haber-i vâhid"leri reddeder. Ashabin görüsünü birçok müsnedden tercih eder. Tâbiinin görüsünü almak yerine kendi reyini koydu, çünkü o da tâbiîndendi. Ebû Hanife, hilâfet i32 yilinda Abbâsilere geçinceye kadar Irak'tan Hicâz'a gitti; orada Mâlik b. Enes (i79) ve Sufyân b. Uyeyne gibi ileri gelen imamlarla görüstü; hacca gelen çesitli merkezlerin âlimleriyle irtibat kurdu, i36 yilinda Abbâsi yöneticisi Ebû Câfer el-Mansur'un basa geçmesiyle Kûfe'ye döndü. Ama onu da tasvip etmedi; ehl-i beyt lehine fetvâ verdi (M. Zemahserî, el-Kessâf, ii, 232). Çagdasi Imam Câfer el-Sâdik ile mütâbakati vardir. Iki yil onun meclisinde bulunmus ve, "bu ikiyil olmasa Numân helâk olurdu" demistir. Hicrî i50 yilinda vefât ettiginde yakinlarina, "Halifenin gasbettigi hiçbir yere gömülmemesini" vasiyet etmistir.

Imâm-i Azam bazi rivâyetlere göre iskence edilirken, zehirlenerek öldürülmüstür. Dâvûd b. el-Vâsitî'nin nakline göre her gün hapiste ona baskadi olmasi teklifi yapilir, o her defasinda reddeder, böylece sonunda yemegine zehir katilarak sehid edilir. Ibn el-Bezzâzi de Ebû Hanife'nin hapisten çikip evine döndügünü, ancak devletin onu halkla temastan engelledigini ve evinde gözetim altinda tutuldugunu zikreder (el-Bezzâzi, Menâkibu'l-Imâmi'l-A'zam, II, i5). Ebû Hanife'nin cenaze namazinda ellibin kisi bulunmus, hattâ halife Ebû Mansur'un da namaza katildigi söylenmistir.


Çagdaslari içinde degisik okullara mensup Mâlik, Evzâî, Abdullah b. Mübârek, Ibn Cüreyh, Câ'fer-i Sadik, Vâsil b. Atâ vs. büyük imamlar bulunan Imâm-i Âzam ile büyük Imam Muhammed Bâkir arasinda geçen söyle bir olay anlatilir: Muhammed Bâkir, Ebû Hanife'ye, "Dedemin yolunu ve hadislerini kiyasla degistiren sen misin?" diye sormus; Ebû Hanife, "Sen, sana lâyik olan bir sekilde yerine otur. Ben de bana lâyik olan sekilde yerime oturayim. Dedeniz Muhammed (s.a.s.)'e hayatinda sahâbîleri nasil saygi duyuyorlarsa ayni sekilde ben de size saygi besliyorum. Simdi sen bana kadinin mi erkegin mi zayif oldugunu; kadinin mirasta erkege nisbetle hissesini; namazin mi orucun mu efdal oldugunu, idrarin mi meninin mi pis oldugunu söyler misin? " diye sormus. Imam Bâkir da kadinin mirasta iki hissesi oldugunu; erkekten zayif oldugunu; namazin oruçtan efdal ve idrarin meniden pis oldugunu söyledi. Ebû Hanife ona, "Kiyas yapsaydim kadin erkekten zayiftir diye ona mirastan iki hisse verir; idrar yapildiktan sonra gusledilmesini, meni çiktiktan sonra sadece abdest alinmasini söylerdim. Kiyasla dedenizin dinini degistirmekten Allah'a siginirim" (Muhammed Ebû Zehra, Islâm'da Fikhi Mezhepler Târihi, II, 66-67).
« Son Düzenleme: 04 Kasım 2007, 23:50:59 Gönderen: müteallim »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #4 : 05 Kasım 2007, 01:16:42 »
İmam-ı Azam’ın oğlu Hammad’dan emanete riayet sorumluluğu!..

Hicri 150’de Bağdat’ta vefat eden İmam-ı Azam’ın gerideki alim evladı Hammad, her bakımdan muazzez babanın muhterem evladıydı.


Müçtehit babasından aldığı sorumluluk duygusu sonrakilere örnek olacak boyutta bir alimdi. Bağdat’ta babasının cenazesini bizzat kıldırıp defnini yaptıktan sonra ilk işi Bağdat kadısına gitmek oldu:

- Babama emanet olarak bırakılmış birçok altın, gümüş evde kaldı. Sahiplerini bilmediğim bu emanetleri şehrin kadısı olarak siz teslim alın, hem beni hem de babamı sorumluluktan kurtarın.

Düşünceye dalan Bağdat kadısı cevabını şöyle verir:

- Bu emanetleri korumaya Ebu Hanife’nin oğlu benden daha layıktır. Sahipleri gelinceye kadar senin yanında kalması Bağdat kadısının yanında kalmasından daha emniyetlidir...

Hammad’ın ısrarı fayda vermeyip de emanet altınlar, gümüşler yanında kalınca ikinci bir ısrarda bulunur:

- O halde der, gel benden bunları teslim al, tartıp miktarını kalitesini, cinslerini tespit et ki, durumları resmileşsin, benim yanımdaki miktarı ve kalitesi resmen şahitlerle tescil edilmiş olsun!.. Kadı, bunları günlerce tartıp tespit ile meşgul olurken Hammad ortadan kaybolur. Ararlar tararlar Hammad’ı bulamazlar. Ümidi kesilen Bağdat kadısı ilan eder:

- Kimin İmam-ı Azam’ın yanında emaneti varsa gelip benden alsın, Hammad emanetleri tümüyle bana teslim etmiştir. İlanı duyanlar gelirler, İmam-ı Azam’a emanet ettikleri altınlarını, gümüşlerini Bağdat kadısından eksiksiz alırlar. Sonra haber etrafa duyurulur:

- Bağdat kadısı teslim aldığı emanet altın ve gümüşleri sahiplerine teslim etmiştir... Bundan sonra derin bir nefes alan Hammad ortaya çıkar. Bağdat kadısına gelip teşekkür ederek der ki:

- Bu emanetler birer kul hakkı olarak yanımdaydılar. Bir hata ve kusur olsa da bir tanesi zayi olsa benim ve babamın ahiretteki durumumuz çok kötü olurdu. En iyisi sorumlu kadı efendiye teslim etmekti. Şükürler olsun kadı efendi görevini tam yaparak hem beni hem de müçtehit babamı emanete riayette kusur etmekten kurtarmış oldu.

Bu olaydan anlaşılıyor ki, o günkü harp ve darplardan çekinen insanların birçoğu kendinden daha emin biliyorlardı İmam-ı Azam’ı. Bu sebeple ona teslim ediyorlarmış değerli varlıklarını. Onun aziz evladı Hammad ise babasından daha az sorumluluk duygusuna sahip değilmiş anlaşılan. Babasından 26 sene sonra 176’da vefat ettiğinde halk arasında dolaşan değerlendirme aynen şöyle olmuştur:

- Müçtehit babaya layık bir evlad idi HAMMAD!..

Hammad’ın (dedesinden ibretli hatıralar anlatan) bir de oğlu vardı İsmail. İbni Hallikan İsmail’in dedesinden anlattığı bir hatırasını şöyle nakleder. İsmail der ki:

- Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer’e hürmetsizlik etmekten çekinmeyen Rafızi bir komşumuz vardı. İki katırının birine Ebu Bekir, ötekine de Ömer adını koymuştu. Ahırında bunları tımar ederken ‘Ebu Bekir şöyle dur, Ömer şuraya çekil..’ diyerek söylenir, bizi rahatsız ederdi. Dedem de bizlere hep sabır tavsiye eder:

- Sakın tartışmaya girmeyin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer korumanıza ihtiyaç duymayacak kadar büyük insanlardır, onlar kendilerini korurlar... diyerek bizleri hep sakinleştirirdi...

Bir gün koşa koşa biri geldi dedeme dedi ki:

- Katırlarına Ebu Bekir, Ömer adını koyan adamı bir katırı teperek öldürmüş, cesedi ahırdaymış şimdi!.. Dedem de tebessüm ederek dedi ki:

- Gidin bakın mutlaka Ömer tepelemiştir onu. Ebu Bekir affeder; ama Ömer kolay kolay affetmez, adaletini uygular!.. Gerçekten de gidenler haber getirdiler.

- Ömer tepelemiş, cesedi orada yatmaktadır. Dedem bizi tekrar ikaz etti:

- Sakın böyle insanlarla tartışmaya girmeyin. Büyüklere saygısızlık edenler eninde sonunda layıklarını bulurla
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #5 : 05 Kasım 2007, 01:18:32 »
Yürürken vakarlı olasın.
* Her işinde acele etmeyip, teenni edesin.
* Arkadan seslenene cevab vermeyesin. Zira hayvanlar ardından çağrılır. Onu kendine layık görmeyesin.
* Konuşunca, çok yüksek seslenmeyesin. Muhatabın işiteceği kadar ve ağır söyleyesin.
* Kendin için susmayı ve az hareketi âdet edesin. Böylece sabır ve sebatını herkes bilsin.
* İnsanlar içerisinde Allah-û Teâlâ'yı çok an ki, O'nu senden öğrensinler.
* Beş vakit namazın arkasından kendin için öyle vird kabul et ki, onda Kur'an okuyup, zikr ile şükrünü yapasın.
* Her ayda birkaç gün oruç tut.
* Nefsini murakabe edip, ilmi muhafazaya alasın. Böylece amelinle iki dünyada menfaatlenesin. İnsanlarla olan işlerini o görsün.
* Elinde bulunan dünya devletine ve bedenin sıhhatine itibar ve itimad etmeyesin. Böylece hepsinden sorguya çekildikte ümidsizliğe düşmeyesin.
* Sultan seni kendi yakınlarından ederse de, sen bu yakınlığını insanlara duyurmayasın. Zira sultana yakınlığı izhar edince, insanların ihtiyac ve işlerinin yeri olursun. Hepsinin işlerini görmeyi boynuna alırsan, sultanın gözünden düşüp hakaret bulursun. Yapmazsan ayıblanır, insanları darıltmak sıkıntısında kalırsın.
* Halkın hâtâsını örtüp, doğruluğuna uyasın.
* Kötü bildiğin kimseyi, kötülüğü ile anmayıp bir iyiliğini bulup, onunla söyleyesin.
* kötülüğü din hakkında ise, onu insanlara söyleyesin ve ona uymaktan onları koruyasın.
* Hak Teâlâ bu din-i mübinin yardımcısıdır. O halde sen, makam sahiblerinin dininde gördüğün sakatlıkları bir kere söylersen Allah-û Teâlâ yardımcın olur. İnsanlar senden elbette çekinir. Ne kimse dinde bir bid'at çıkarabilir, ne de bozukluğu o halde kalır.
* Sultanından ilme uymayan amel görürsen, ona saygılı tatlı dille söyleyesin. Çünkü onun eli, senin elinden kuvvetlidir.
* Bir sözü bir kere demekle yetinesin. O makam sahibi, o bozukluğu gıyabında söylemekle senden çekinmediyse, yine işleyip terk etmediyse, sarayına gidip, yalnız olarak tatlı dille nasihat edesin. Bid'at sahibi ise, münazara ile Kitab ve sünnetten hatırına geleni söyleyesin. Kabul ederse ne âla, yoksa onu kızdırmaktan çekinesin. Sakın ölümü unutmayıp, Hak Teâlâ'dan üstadların için mağfiret ve rahmet dileyesin.
* Kur'an-ı Kerim okumaya devam edip, kabir ziyaretlerine ve meşayıhı görmeye ve kıymetli yerlere çok gidesin.
* Avamın sana arzettikleri enbiya ve salihleri, mescid, menzil ve mezarlar hakkında gördükleri rüyaları kabul edesin.
* Küfr ve bid'at ehlinden bir kimse ile oturup konuşmayasın. Mümkünse dine davet edesin. Yoksa oyun meclislerine gitmeyesin.
* Müezzin ezan okuyunca, hazır olasın. Böylece avamdan önce mescide gelesin.
* Hakimin evine yakın evde oturmayasın.
* Komşundan gördüğün ayb, emanettir; saklayıp, kimsenin sırrını kimseye söylemeyesin.
* Bir iş için seninle meşveret edene doğruyu söyleyesin. Seni Mevlâ'ya yakın eden işleri O'na gösteresin.
* Benim bu vasiyyetlerimi can ile kabul kılasın. Bunlarla dünya ve ahiretinde fayda bulasın. Tevfik-i Hakk'ı refik bulasın.
* Sakın bahil olma ki, halin kötü olur. Tamah ve yalan ehli olma ki, mürüvvetsiz kalmayasın.
* Doğruyu yanlışa katma ki, ihanet görmeyesin.
* Her işte mürüvveti gözetesin.
* Sıkışık ve rahat zamanlarda beyaz elbise giyip, kalben kimseye muhtac olmadığını gösteresin.
* Fakirsen kimseden bir şey istemeyesin.
* Dünya ehline hırs ve rağbet etmeyesin. Himmetini yüksek yapıp, alçakta kalmayasın.
* Yolda giderken sağına soluna bakmayıp, önüne toprağa bakasın.
* Hamama giderken, hamam ücretini pazarlık etmeden insanlardan daha çok veresin. Hamam ehli arasında mürüvvetin zahir olup, onlardan tazim ve hürmet bulursun.
* İlim sahibleri yanında alçak olan dünyayı aşağı tutasın. Hak Teâlâ'nın katında dünyadan yüksek olan devlete kavuşasın.
* Dünya işleri için sadık bir vekil bulasın. İşlerini o görüp, sen ilim ve amele dönesin.
* İlim ehlinden hüccet ve münazara bilmeyenlerle ve makam kazanmak için olan bahis ve konuşmalara katılmayasın. Zira onlar senden kaçınmayıp, seni mahcub etmeye çalışırlar. Senin haklı olduğunu bilseler de, aykırı giderler. Ayan ve ekâbir meclisine vardığında onlar seni yüksekte oturtmayınca, sen yukarda oturmayasın.
* Bir cemaat içinde iken, onlar seni tazim ile ileri geçirip imam yapmayınca, önlerine geçmeyesin.
* Kadınların, kızların, gençlerin toplandıkları mesire (piknik) yerlerine gitmeyesin.
* Fısk, çalgı, şarkı ve haram bulunan meclislere girmeyesin. Onlarla ortak olup, ihanet görmeyesin.
* İlim meclisinde sakın kızmayasın.
* Halka, inanılmamaya yakın olan hikâyeleri söylemeyesin.
* İlim ehlinden biri için bir meclis kurmak istersen, eğer fıkıh meclisi ise, kendin gidersin, orada bildiğin gerçekleri takrir edersin. Böylece halk onu âlim sanıp, ona aldanmasınlar. Senin huzurunla şübhede kalmasınlar. Sözü fetvaya salih ise, onu ondan zikretmeli, yoksa senin huzurunda ders görmüş olmaması için kalkıp gidesin. Belki onun yanında talebenden birini bulundurup, sözünün durumunu, ilminin derecesini öğrenirsin.
* Bid'atle karışık zikr meclisine gitmeyesin.
* Evlenme işlerini, cenaze, bayram namazlarını ve Cum'a hutbesini üzerine almayasın.
* Anneni, babanı, üstadını hayır duadan unutmayasın.
* Bu nasihatimizi, bizden can-ü gönülden kabul edesin. Zira bunu senin ve herkesin iyiliği için vasiyyet eyledim. Bu yolda gidesin ve halkı da Hak yola getiresin.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #6 : 20 Kasım 2007, 13:32:34 »
İmam-ı Azam Hz.lerinin meseleleri kolaylıkla çözümüne misal olarak;

İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a.’in arkadaşlarından, o dönemin hadis ve kıraat âlimlerinden Süleyman A’meş, bir gece evinde eşiyle tartışmış ve hanımını biraz incitmişti. Buna rağmen tartışmadan hemen sonra hanımıyla tekrar konuşmak istemiş, ama hanımı kocasına kırgın olduğu için, adamın sözlerini cevapsız bırakmıştı.
Adam öfkeyle:
-Niçin bana cevap vermi yorsun? diye hanımını bağırıp, azarladı. Fakat bir cevap alamadı.
A’meş’in kızı babasına:
-Bu gece olmasa da, yarın sabah konuşur seninle, dediyse de adamın öfkesi dinmedi:
-Eğer bu gece benimle konuşmazsa, benden kesin boş olsun, dedi.
Kızcağız da annesini konuşması için ikna etmeye çalıştı. Ama annesi inat etti, konuşmamakta direndi.Karısının konuşmamakta kararlı olduğunu gören A’meş’in ise az önce öfkeyle ettiği yeminin ciddiyeti aklına geldi, söylediğine pişman oldu. Eşiyle boş olmaktan kurtulmak için care düşünmeye başladı. Gecenin bir yarısında giyinip evden cıktı. Doğru Ebu Hanife Hazretlerinin evine gitti. Ebu Hanife onu içeri alıp derdini sordu. A’meş karısıyla olan hadiseyi anlattı, dert yandı:
-Bu kadın bu tavrıyla benden kurtulup kaçmak istiyor. Beni sıkıntıya sokmasından korkuyorum. Kendisi çocukların annesidir. Onu boş olmaktan kurtarıp beni rahatlatacak bir care var mı? diye sordu.
Ebu Hanife:
-Üzme kendini. Allah’ın izniyle bir care bulunur, dedi.
Ebu Hanife, A’meş’in oturduğu yerdeki mescidin müezzinine haber gönderip yanına çağırdı. Bu gece sabah ezanını henüz vakti girmeden okumasını tenbihledi. A’meş de evine dönüp, ezanı beklemeye başladı. Daha sabah olmadan okunan ezanı duyan A’meş’in hanımı, sabah oldu da boşanması gerçekleşti zannederek konuştu:
-Oh be! dedi. Senden kurtuldum, kötü huylu herif!
A’meş ise kıs kıs gülerek cevap verdi:
-Henüz sabah olmadı. Sen de konuşup yeminimi bozdun. Bize çare gösterenden Allah razı olsun.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #7 : 01 Aralık 2007, 00:58:52 »
Ehl-i sünnetin dört mezheb imâmından birincisi, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir “rahmetullahi aleyh”. 80 [m. 699] senesinde tevellüd ve 150 [m. 767] de Bağdâdda vefât etmişdir. Hanefî mezhebinin reîsidir. Osmânlılar, Hindistân müslimânları, Siberya ve Türkistân müslimânları, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmekdedirler. Hadîs-i şerîfde, (Ebû Hanîfe, ümmetimin ışığıdır) buyuruldu. İbâdetlerinin çokluğu, vera’ı, zühdü, cömerdliği, keskin görüşü, ince düşünüşü meşhûr olduğundan, ayrıca bildirmeğe lüzûm yokdur. Fıkh bilgilerinin dörtde üçü onundur. Dörtde birinde de, diğer mezheblerle ortakdır. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, (Müslimânların fıkh bilgilerinin kaynağı, Ebû Hanîfe ve talebeleridir. Fıkh öğrenmek istiyen, Ebû Hanîfeye ve Onun talebelerine gitsin! İmâm-ı Mâlike, Ebû Hanîfeyi gördün mü dediğimde: Evet Ebû Hanîfeyi öyle gördüm ki, şu direk altındandır dese, sözünü isbât eder. Kimse karşılık veremez dedi). İnsanlar, fıkh bilgisine karşı uykuda idi. Hepsini Ebû Hanîfe uyandırdı. Zemânın âbidlerinden, zâhidlerinden olan Îsâ bin Mûsâ, Emîr-ül-mü’minîn Ebû Ca’fer Mensûrun yanında idi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe içeri geldi. Îsâ, Mensûra, bu zât, dünyâ çapında büyük âlimdir dedi. Mensûr, İmâma, ilmi nereden edindin dedi. Hazret-i Ömerin talebelerinden buyurdu. Mensûr da, doğrusu çok sağlam senedin var dedi.

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, her gece nemâz kılardı. Kâ’bede uyurken, (Yâ Ebâ Hanîfe! Bana hizmetin hâlisdir. Beni iyi tanıdın. Bu ihlâsından ve ma’rifetinden dolayı seni ve kıyâmete kadar sana tâbi’ olanları mağfiret eyledim) sesini işiterek uyandı. Ebû Hanîfe için ve Onun mezhebinde olanlar için, bu ne büyük bir müjdedir! Onun güzel ahlâkı ve temiz sıfatları, ancak ârif olanda ve müctehid imâmlarda bulunabilir. Yetişdirdiği müctehid imâmlardan ve râsih âlimlerden Abdüllah ibni Mubârek ve imâm-ı Mâlik ve imâm-ı Mis’ar ve Ebû Yûsüf ve Muhammed Şeybânî ve imâm-ı Züfer, onun yüksek mertebesinin vesîkalarıdır. Tevâdu’ ve hayâsının çokluğundan, halkdan uzaklaşmak, bir köşeye çekilmek istediği hâlde, mezhebini yaymasını, rü’yâda Resûlullah “sallAllahü aleyhi ve sellem” emr edince, fetvâ vermeğe başladı. Mezhebi her yere yayıldı. Tâbi’leri çoğaldı. Çekemiyenleri türedi ise de, hepsi rezîl ve perişân oldular. Âlimler, mezhebinin usûlünü, fürû’unu öğrenip, kitâblar meydâna getirdiler. Naklî ve aklî delîllerini inceleyenler ve anlıyabilenler, onun üstünlüğünü yazdılar. Ebülferec ibni Cevzî, kitâbında, İmâm-ı a’zamı küçültücü haberler nakl ediyor ise de, bunları İmâm-ı a’zamı küçültmek için değil, hasedcilerinin bulunduğunu bildirmek için yazmışdır. Aynı kitâbında, İmâm-ı a’zamı herkesden dahâ çok övmekdedir. Babası Sâbit, hazret-i Alînin yanına gelmişdi. İmâm hazretleri, ona ve çocuklarına hayr ve bereket ile düâ eylemişdi. Bu düâ, İmâm-ı a’zamda zâhir oldu. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik hazretlerinin ve başka Sahâbîlerin sohbetlerine kavuşarak, Tâbi’înden olmakla da şereflendi.

[İstanbulda neşr edilen arabî (Ulemâ-ül-müslimîn ve vehhâbiyyûn) kitâbının altmışikinci sahîfesinde, (Mîzân-ül kübrâ) kitâbının müellifi Abdülvehhâb-i Şa’rânî buyuruyor ki, (Edillet-il-mezâhib) ismindeki kitâbımı yazacağım zemân, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve talebelerinin ictihâdlarını çok inceledim. Herbirinin bir âyet-i kerîmeye, hadîs-i şerîfe veyâ Eshâb-ı kirâmdan gelen habere dayandığını gördüm. İmâm-ı Mâlik ve imâm-ı Ahmed ve imâm-ı Şâfi’î gibi büyük müctehidler, İmâm-ı a’zamı çok övdüler. Başkalarının lehde ve aleyhde konuşmalarının hiç kıymeti yokdur. Çünki, Mâlikî ve Hanbelî ve Şâfi’î mezhebinde olanların, mezheblerinin İmâmının medh etdiklerini sevmeleri ve övmeleri lâzımdır. Sevmezlerse, kendi mezheblerine uymamış olurlar. Mezheb taklîd edenin, mezhebinin imâmına uyarak, İmâm-ı a’zamı medh etmesi vâcibdir. Birgün, İmâm-ı a’zamın hayâtını yazıyordum. Yanıma bir adam geldi. Bir yazı gösterdi. İmâm-ı a’zama dil uzatmakda idi. Bunu, İmâmın ictihâdlarını anlıyamıyan biri yazmış dedim. Bunları Fahreddîn-i Râzînin kitâbından aldığını söyledi. Fahreddîn-i Râzî, (vefâtı 606 [m. 1209]), imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin yanında bir talebe gibidir. Yâhud, bir sultân yanındaki köylü gibidir. Yâhud, güneşli havadaki, görünmiyen yıldız gibidir. Köylünün, delîlsiz olarak sultânı kötülemesi harâm olduğu gibi, bizim gibi mukallidlerin, te’vîl istemiyen açık bir nass olmaksızın, mezheb imâmının ictihâdına karşı çıkması, imâm için, derme çatma şeyler söylemesi de harâmdır dedim. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ictihâd ederek söylediği ahkâmdan birini anlıyamıyan bir mukallidin, bunun hilâfı zâhir olmadıkça bununla amel etmesi vâcibdir.

Ebû Mutî’ diyor ki, Küfe câmi’inde İmâm-ı a’zamın yanında idim. Süfyân-ı Sevrî ve imâm-ı Mükâtil ve Hammâd bin Seleme ve imâm-ı Ca’fer Sâdık ve başka âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în“ geldiler. Din işlerinde çok kıyâs yapdığını işitdik. Bu, senin için pek zararlı olur. Çünki, ilk kıyâs yapan İblîs idi dediler. İmâm-ı Ebû Hanîfe, sabâhdan Cum’a nemâzına kadar bunlara cevâb verdi. Mezhebini açıkladı. Önce Kur’ân-ı kerîmde arıyorum. Bulamazsam, hadîs-i şerîflerde arıyorum. Yine bulamazsam, Eshâb-ı kirâmın icmâ’larına bakıyorum. Burada da bulamazsam, ihtilâf etdiklerinden birini tercîh ediyorum. Bunu da bulamazsam, kıyâs yapıyorum dedi. Misâller gösterdi. Hepsi kalkıp, İmâmın elini öpdü. Sen âlimlerin efendisisin. Bizi afv et! Bilmeden seni üzdük dediler. Allahü teâlâ, beni de, sizi de afv buyursun dedi.

Ey kardeşim! İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye ve Onun mezhebini taklîd eden fıkh âlimlerine “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dil uzatmakdan kendini koru! Câhillerin sözlerine ve yazılarına aldanma! O yüce imâmın ahvâlini, zühdünü, vera’ını ve ibâdetlerdeki ihtiyâtını, titizliğini bilmiyen dinde reformculara uyarak, onun delîlleri za’îfdir dersen, kıyâmetde onlar gibi felâkete sürüklenirsin. Sen de, benim gibi, Hanefî mezhebinin delîllerini incelersen, dört mezhebin de sahîh olduğunu anlarsın! Mezheblerin doğru olduğunu öğle güneşini görür gibi, açık olarak anlamak istersen, Ehlullah yoluna sarıl! Tesavvuf yolunda ilerliyerek, ilminin ve amelinin ihlâslı olmasına çalış! O zemân, islâmiyyet bilgilerinin kaynağını görürsün. Dört mezhebin de, fıkh bilgilerini bu kaynakdan alıp yaydıklarını, bu mezheblerin hiçbirinde, islâmiyyet dışında hiçbir hükm bulunmadığını anlarsın. Mezheb imâmlarına ve onları taklîd eden âlimlere karşı edebli, terbiyeli davrananlara müjdeler olsun! Allahü teâlâ, onları kullarına se’âdet yolunu göstermek için rehber, imâm eyledi. Onlar insanlara Allahü teâlânın büyük ihsânıdır. Cennete giden yolun öncüleridirler. Abdülvehhâb-ı Şa’rânînin (Mîzân-ül-kübrâ) kitâbının önsözünden terceme temâm oldu.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #8 : 17 Şubat 2008, 01:09:11 »
1- Ebû Hanîfe Hakkında Söylenenler
 

Şahabedin Ahmed b. Hacer Heysemî, Hayrat'ul-Hisan adlı ki­tabında şöyle diyor: «Bir adamın hakkında insanların birine aykı­rı iki zümreye ayrılması, o adamın şeref ve mevkiinin yüksekliği­ni gösterir. Bakınız Hz. Ali hakkında nasıl oldu: Onun uğrunda iki zümre helake maruz kalmıştır: Aşın derecede sevmekte ifrata dü­şenler, ona düşmanlıkta ileri gidenler...»

Çok doğru olan bu söz, îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye de tıpa­tıp uymaktadır. Çünkü bazı insanlar ona taraftarlıkta o kadar ile­ri gitmişlerdir ki, onu peygamberler mertebesine yaklaştırdılar. Tevrat'ın onu müjdelediğini iddiaya kalkışmışlar. Hz. Muhammed (A.S.) onun ismini zikretmiş ve ümmetinin çırağı olduğunu haber vermiş, dediler. Ona Öyle sıfatlar ve menkıbeler uydurdular ki, onun mertebesini aştılar, derecesini geçtiler. Bâzı kimseler de ona hücumda ileri gittiler. Zındıklık, ana caddeden ayrılmak, dini if­sat etmek, Sünneti bırakmak, hattâ Sünneti bozmak gibi isnadlar-da bulundular. Sıhhatsiz, delilsiz fet\â veriyor dediler. Bu hücum­larında ma'kul tenkit haddini aştılar, bu görüşleri bir araştırma­ya ve incelemeye asla dayanmıyordu. Bu gibiler delilsiz ve ted-kiksiz rastgele tezyif etmekle kalmadılar, düşmanlıkta o kadar ile­ri gittiler ki, oriun şahsına, dinine ve îmanına bile ta'n ile hücum ettiler.                                                  .

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #9 : 17 Şubat 2008, 01:09:50 »
2- Bu Hücumlar Neden Îlerî Geliyordu?
 

Bunlar îmâm-ı A'zam Hazretleri sağken oluyordu. O, kendisi­ne arzolunan mese'le hakkında bir hüküm ve karara varmak için talebeleriyle ilim halkalarında müzakere yaparak tahriç ettiği Ha­dîsleri vazettiği kıyas ve kaideleri için uğraşıp, düzgün kıyaslar, uygun içtihatlar için üzerine hüküm kılınacağı illet ve sebepleri beyan edip dururken böyle yapılıyordu!

Onun hakkında bu ihtilâflar acaba neden ileri geliyordu. Bu­nun sebepleri ne idi? İleride yeri gelince bu bahse temas edeceğiz. Ancak bur da o sebeplerden birini, diğerlerinin esası sayılabilecek olanını hemen açıklıyalım ki, o da şudur: Ebû Hanîfe hâiz ol­duğu şahsî nüfuz ve ilmî kudreti ile fıkha öyle bir istikamet verdi ki, bu ders halkasının hudutlarını aştı, hattâ kendi muhitini geçe­rek diğer îslâm ülkelerine yayıldı, islâm devletinin .birçok yerlerinde onun görüşünden ve düşüncelerinden bahsedilir oldu. Bun­lar muvafık, muhalif herkesçe duyuldu. Muhalif olan beğenmiyor­du, muvafık olan ona taraftar çıkıyordu. Yalnız naslara bağlanıp başka şeye bakmıyan birinci grubu muhalifler, dinde re'y ve kıya­sı mutlak olarak bid'at sayıyorlar, bunları şiddetle inkâr ediyor­lardı. Çok defalar vera' ve takva sahibi olan o büyük imâmın kail olmadığı şeyleri onun görüşü hilâfına dahi olsa, öyle imiş gibi he­sap edip ona ezbere hücum ediyorlar, delilini ve söyleyenini bil­meden, bîd'at görüşü diye dil uzatıyorlardı. Belki de îmâm-ı A'zam'ı görseler, onun delilini ne veçhile olduğunu bilseler, hücum eden bu keskin diller biraz hafiflerdi. Hattâ belki onu takdir edip ona muvafakat ederlerdi. Bu hususta şunu rivayet ederler: Ebû Hanîfe ile çağdaş olan Suriye'li fakîh Evzâî bir defa Abdullah b. Mübârek'e sordu:

—  Kûfe'de çıkan ve Ebû Hanîfe denen bu bid'atçı kimdir?

İbni Mübarek buna cevap vermedi. Yalnız gayet ince ve müşkil bâzı mes'eleleri ortaya atıp onların anlaşıhş tarzını, fetvalarını arzetti. Evzâî'nin bunlar hoşuna gitti ve:

—  Bu fetvaları veren kim? diye sordu. O da :

—  Irak'ta gördüğüm bir üstad, dedi. Evzâî:

—  Bu, üstadlarm en şereflisi; git, onunla çokça görüş, dedi. O zaman îbn-i Mübarek:

—  İşte Ebû Hanîfe budur, cevabını verdi.

Sonraları Ebû Hanîfe ile Evzâî Mekke'de buluştular, görüştü­ler. İbni Mübârek'in zikrettiği bâzı mes'eleleri müzakere, müba-hase ettiler. Ebû Hanîfe onlar hakkındaki görüşünü açıkladı. Ay­rıldıktan sonra Evzâî, Abdullah b . Mübârek'e : «Doğrusu ben, bu zatın ilminin çokluğuna, aklının üstünlüğüne hayran kaldım. Ona gıpta ettim. Allah'tan af dilerim, ben onun hakkında gayet yanılı­yormuşum. Sen -ondan ayrılma, o bana eriştirdiklerinden çok bambaşka imiş» [1]dedi.

Ebû Hanîfe Hazretleri, kuvvetli şahsiyeti, derin tesiri, geniş nüfuzu ile beraber aynı zamanda fetva verme ve hüküm çıkarmada,

Hadîsleri anlama ve onlardan ahkâm alma hususunda yeni bir tarz ve buluş sahibiydi. Bu usulünü talebeleri arasında olduğu gibi on-larîa görüşenler içinde de otuz seneden fazla bir müddet yaymağa gayret etti. Böyle bîr durumda olan kimse elbette ki, acı tenkidlere hedef olacaktır, hattâ şahsına hücumlar yöneltilecek, görüşleri tez­yif olunacak »aleyhinde bulunanlar çıkacaktır.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #10 : 17 Şubat 2008, 01:10:19 »
3 - Haksız Hücumlara Karşı Onu Müdafaa Edenler
 

Hicretin dördüncü asrında, mezhep taassuplarının alıp yürüdü­ğü ve fıkıh âdeta bir mezhebe şiddetle taraftar olanlar arasında mücadeleden ibaret sanıldığı devirlerde, Ebû Hanîfe'nin taraftar­ları ile karşı taraf arasında münazaa ve münakaşalar çok artmıştır. ( Bunun için evlerde, camilerde münazaralar yapılırdı. Hattâ bir ma­tem toplantısında bile fıkıh münazaraları ve mezhebler etrafında münakaşalar cereyan ederdi. Herkes imamım müdafaa eder, ona taraftar çıkardı. îşte bu asırda imamların menkıbeleri toplanıp menâkıb kitapları yazıldı. Bunlarda herkes kendi imamını bol bol medh u senada bulundu, diğerlerine ait satırları hücumla doldurdu.

Bu mücadeleler, bilhassa Hanefîîerle Şafîîler arasında pek şid­detli oluyordu. Onun için. bu iki imam, Ebû Hanîfe ve Şafii , acı hü­cumlara hedef oldular. Taraftarları ise, her ikisine de, imamların kendilerinin asla arzu etmedikleri, hattâ Allah huzurunda onlardan teberrî edecekleri bâzı meziyetler ve sıfatlar yakıştırdılar.

Ebû Hanîfe Hazretleri, en fazla hücuma hedef olmuştu. Çün­kü onun re'y ve kıyası çokça kullanması; Hadîs hakkındaki bilgi­si, takvası hüküm vermesi ve sair hususlarda ona hücum için açık bir gedik olarak kullanılıyordu.' Koyu mezhebci mutaassıplar ona atmadık ok bırakmadılar, hücumda hak ve insafı bir yana bırakıp hiçbir şeyden çekinmediler. Hattâ Safirlerden bir kısmı, işin bu kadar ileri gitmesini hoş görmediler. Bunu vebali mucip gördüler, hak yoldan sapma saydılar. İçlerinden Ebû Hanîfe hakkında insafı elden bırakmıyanlar çıktı. Ebû Hanîfe'nin güzel menâkıbı hakkın­da eserler yazanlar ve Şafiîlerden, fazla taassup gösterenlere cevap verenler oldu. Meselâ görüyoruz ki, Şafiî olduğu halde Celâleddin Süyutı ortaya çıkıyor ve (Tebyiz'us-Sahife fî Menakıbîl İmam Ebî Hanîfe) adlı bir eser yazıyor.. Yine Safi mezhebinde olan Sabahad-din Ahmed b, Hacer Heysemî Mekkî ,(E1-Hayrat'ul-Hisan fî Menâ-kıb'ıl-îmâmil A'zam Ebî Hanîfe Numan) unvanı kitabını kaleme alıyor. Yine .görüyoruz ki,   tmam Şa'ranî, (Mîzan) adlı   eserinde Ebû Hanîfe'den sitayişle bahsediyor ,onu müdafaa eyliyor. Onun mes'ele alıp hüküm çıkarma yolunun doğruluğunu-açıklıyor (Ta-bakât) ırida onun evliyaullahtan olduğunu, velayet mertebesine erenlerden bulunduğunu söylüyor.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #11 : 17 Şubat 2008, 01:10:59 »
4 - Hakikati Meydana Çıkarma Güçlüğü
 

Görülüyor ki, Ebû Hânîfe hakkında yazacak olan muharririn önünde yol açık ve işlek değil. Olaylar karışık bir halde. Tıpkı top­rak içinde bir yığın halinde bulunan maden cevherleri gibi. Cevheri topraktan ayırabilmek için potada eritmek lâzım, sonra bu eritme ameliyesi de çok karışık, ayrılan cevherler etrafa parça parça sa­çılmış bir halde darma dağınık. Birbirine uygun bir halde sıralanr mış bir fikir vahdeti halinde değil. O dağınık parçaları bir araya getirmek lâzım. Tâ ki, o şahsın akit, ruhu, hüküm verirle metodu, talebelerine telkin ettiği görüşlerinin ne olduğu açıkça meydana çıkabilsin.

Menakıp kitapları pek çok. Fakat bu çokluk hedefe götürüyor yolu aydınlatıyor demek değildir. Zira bunlar mübalâğaların hâ­kim olduğu haberlerden ibarettir. Bunlarda mübalâğadan hâli olanlar hemen yok gibi. Doğru ve sağlam olanı çürüğünden ayıra­bilmek için doğru tenkid ölçülerine ihtiyaç vardır. Bunlardaki ha­berler ne toptan reddolunur, ne de toptan kabul edilir. Çünkü, iç­lerinde doğru olan da var, olmıyan da var. Doğruyu ayırabilmek için tetkik süzgecinden' geçirmek lâzım. Bu durumda biz hâkime benzeriz. Hâkim' mahkemede hâdiseyi gören beş şahidi dinliyor, fakat şahit hâdisenin dehşetine kendisini kaptırmış, onu anlatmak­ta o kadar ileri gidiyor ki, hakiki mahiyetinden çıkarıyor. Hâkim bunları dinledikten sonra bu şahitliğe göre hâdisenin aslını anla­mağa çalışıyor. Zira ipucu verecek bâzı emareler yakalıyor. Ha­kikati gösterecek karineler buluyor. Böylelikle o mübalâğaların hududu içinde hâdisenin mahiyetini anlamağa çalışıyor.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #12 : 17 Şubat 2008, 01:11:33 »
5- Fıkhını Kendisi Tedvin Etmemiş Olması
 

îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe Hazretlerinin hayatı ve hakkında doğru haberlerin özetini yaptıktan sonra* onun fıkıh hakkındaki görüşünü incelemeğe başlayınca, önümüzdeki yolun gayet sarp ol­duğunu görüyoruz. Zira, elimizde Ebû Hanîfe'nin görüşlerini ve usulünü toplayan kendi tarafından yazılmış bir kitabı yok. Onun re'yleri talebesi tarafından rivayet yolu ile bize kadar gelmiştir. imâm Ebû Yusuf ile İmâm Muhammed Hazretlerinin kitapları, onun re'y ve görüşlerini diğer »rkadaşlarmm re'yleriyle birlikte bize nakletmektedir. îbn-i Şubrume, İbn-i Ebî Leylâ, Osman Bettî gi­bi aynı çağda yaşayan Irak'lı bir kısım ulemanın bâzı görüşlerine de bunlar arasında rastlıyoruz.

Şüphesiz ki, biz bu kitapları îmâm-ı A'zam'dan rivayet husu-sunda en doğru bulmaktayız. îlmî görüş bundan başkasına itibar edemez. Çünkü ulema, bu rivayetleri kabul etmişler, makbul tut­muşlardır. Ulemanın bu suretle kabul ettikleri bir şeyi butlanına delil olmadıkça,kabul etmeyip terketmek, ilim ve tarih ölçüsüne göre doğru sayılmıyan bir hareket olur. Meğer ki aksinin doğrulu­ğuna delil getirilmiş olsun.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #13 : 19 Şubat 2008, 01:12:02 »
6- Onun Fıkhını Nakledenler
 

Fakat biz, üstadları Ebû Hanîfe'den yalnız bu iki değerli ima­mın -Ebû Yusuf ile Muhammed b. Haşan'ın- rivayet ettiklerine iti­mat etmekle yetinirsek, bahis tam ve olgun sayılmaz. Arada doldu­rulması icabeden boşluklar.kalır. Zira bu kitaplar Ebû Hanîfe'nin bütün re'ylerini rivayet etmiş değildir. Çünkü Ebû Hanîfe'nin o ki­taplarda toplanmamış re'yîeri de vardır. Büyük imâmın ilminin bu kısmını bu kitaplardan başaklarında aramak zorunda kaldık. Bun­ları da Hanefiyye mezhebinin kitaplarında etrafiyîe bulduk. Fuka-hâ o kitaplarda taarruzu hâlinde bu rivayetlerin bâzını, (zâhir-i ri-vaye) dediğimiz îmânı Muhanımed'in kitaplanndakilere tercih bi-hâ o kitaplarda taarruzu hâlinde bu rivayetlerin bâzısını, (zâhir-i ri-vayeyi tercih edip üstün tutarlar. Diğerleri nâdir sayılır.

Her ne olursa olsun, bu tercih işi, incelemeğe ve mukayeseler yaparak ölçmeğe değer. Halbuki bu gayet güç bir iştir, öyle ko­layca yapılacak bir şey değildir.

Yukardan beri arzettiklerimize şunu da ilâve edelim ki, îmâm Muhammed'in kitaplarında fıkıh kavilleri, çok defalar delilleri zi­kir olunmaksızın sıralanıp verilmiştir. Evet, onlarda Ebû Hanîfe'­nin kavilleri toplu, fakat sözün ruhu demek olan delilinden hâli bir haldedir. Şüphesiz ki, böyle delilden hâli mücerret sözleri in­celemek, re'y ve kıyas fıkhının üstadı Ebû Hanîfe'yi bize, doğru olarak tanıtamaz. Çünkü bu bize onun kıyastaki çığın, naslardan illetleri aîması, bu illetlerin ittıradına göre hükümlerin de aynı ol­ması hususunda bize doğru bir fikir veremez. Onun için o büyük kıyasa fakıh Ebû Hanîfe'yi tanıyabilmek için İmâm Muhammed'in kitaplarını şerh eden ulemanın sözlerinden ve ahkâmın vecihlerini beyanlarından, onun delillerini anlamağa çalışmak gerekiyordu. Bu şerhler "'vasıtasiyle Ebü Hanîfe'nin kıyaslarını, usulünü tanıma veya onlardan sonra gelen ulema nakletmiştir, o halde bu deliller aciklamaya çalıştık. Biz. bu delillerin hepsinin aynen imâmdan naklolundu­ğunu sanıyoruz. Fakat mademki onları, onun talebesiyle buluşan ve izahlar, her ne kadar metin halinde Ebû Hanîfe'nin değilse de, naslardan hüküm çıkarıp' kıyaslarını kurduğu illet ve sebeplerini açıklama, bakımından, onun kıyaslarına yakın olduğunu söyle­yebiliriz.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #14 : 19 Şubat 2008, 01:13:19 »
7- Onun Usulünün Nakledilmemiş Olması
 

Diğer bir eksiklik daha göze çarpıyor. Ebû Hanîfe'nin usulünü ve hüküm çıkarma yollarını, elimizdeki kitaplarda tedvin edilmiş bir halde bulamıyoruz. Ne talebelerinden ve ne de başkalarından rivayet voliyle bunları tafsilâtiyle bilemiyoruz. Tedvin edilmiş plan usuller, füru' ve ahkâmdan derleme ve aralarında bir bağlantı te­sis suretiyle elde edilmişlerdir. Bir asırda toplanan her kısım, o füru'un aslı itibar olunmuştur, Ebû Hasan Kerhî'nin risalesi, Deb-busî risalesi, Pezdevî'nin kitabı, bunlardaki derli topîu usul ve kaideler, ister cüz'î mes'elelerin füru'unun ahkâmı kaideleri bu­lunsun, ister Hanefî mezhebinin hüküm çıkarma yolları olsun, bunlar rivayet yoluyla İmâm-ı A'zam'dan veya talebelerinden alın­mış değildir. Bunlar ancak Hanefîyye mezhebinin kurucusu olan bu imamlardan nakil ve rivayet olunan füru'dan çıkarılmış asıl­lardır.

îşte bu sebepledir ki, Hanefiyye mezhebinin usûl ve esaslarıni bilme yolu pek kolay değildir. Zira araştırıcının', naklolunan bu füru'un mecmuundan bu esasların alınmasının doğruluk ve sıhhat derecesini ve bunların o füru'a tatbikînin ne dereceye kadar doğru olduğunu bilmesi lâzımdır. Bu ise hiç de kolay bir iş değildir.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik