27-Tâcîr Ebü Hanîfe'nin Meziyetleri, Cömertliği
Ebû Hanîfe, tâcîr olarak halka olan ticarî münasebet ve muamelelerinde dört vasıf taşır ki, bunlar onu doğru ve namuslu tüccar arasında örnek olarak göstermeğe kâfidir. Ulema arasında en yüksek mevkide o*duğu gibi ticaret ahlâkında da böyledir.
1- Son dertle kanaatkar, gönlü zengindi. İnsanları fakir yapan tamahkârlıktan onda eser yoktu. Bunun sebebi, belki de zengin ve varlıklı bir ailede vetişmiş olmasıdır. İhtiyaç zilletini tatmış değildi.
2- Son deerce emanete riayet ederdi. Emanet hususunda çok titizdi. Hıyanet nedir bilmezdi.
3- Gayet cömertti, eli çok kaçıktı. Cimrilik ondan uzaktı.
4- Son derece dindardı, çok ibadet ederdi. Gündüzleri oruç tutar, geceleri "namaz ve niyazla geçirirdi.
Şahsında toplanan bu dört güzel vasıf, onun ticaret muamelelerinde daima eserini göstermiştir. Tacirler ona hayret ederlerdi. Birçokları onu ticarette Hz. Ebû Bekr'is-Siddık'a benzetirdi Sanki onu kendine Örnek tutuyor, onun izinden gidiyordu, ona tâ-biydi. Bir malı satın alırken de, sattığı zamanki gibi, emanet kaidesine riayet ederdi: Bir kadın ona satmak üzere bir ipek elbise getirdi. Ebû Hanîfe fiyatım sordu. Kadın da yüz dirhem istediğini söyledi. Ebû Hanîfe: «Bunun değeri yüzden daha ziyadedir, kaça vereceğinizi söyleyin» dedi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktı. Ebû Hanîfe: «Daha fazla yapar», deyince kadın:
— Benimle eğleniyor musun? dedi.
Ebû Hanîfe:
— Ne münasebet, dedi, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim.
Kadın bir adam çağırdı. Fiyat takdir ettirdi. Ebû Hanîfe beş-yüze satın aldı.[17]
O işte böyle idi. Alıcı kendisi, fakat satıcının menfaatini koruyor. Satıcının gafletinden istifade ederek onu aldatmağa fırsat kollanııyor, vurgunculuk yapmıyor, satıcıya doğru yolu gösteriyor.
O öyle bir satıcı idi ki, müşteri fakir veya ahbabı olursa onlardan kâr almaz, malı aldığı fiyata verir, hattâ kazancından müşteriye bağışladığı bile olurdu. Bir defa ihtiyar bir kadın geldi:
—Ben yoksulum dedi. Bana şu elbiseyi maliyeti fiatına sat! Ona:
Dört dirhem ver, onu al, dedi.
Ben ihtiyar bir kadıncağızım,, benimle böyle alay etme,
dedi.
— Bunun alayı yok, bunları iki takım elbise olarak almıştım. Birini verdiğini paradan dört dirhem eksiğine sattım. Bu elbise bana dört dirheme kalmış oldu, bunu da sen al.
Ahbaplarından biri gelip şu vasıfta, şu renkte bir elbiselik kumaş istedi. Ona:
— Biraz bekle, düşerse senin için alırım, dedi.
Bir hafta geçmeden o vasıfta kumaş geldi. Ahbabı uğrayınca:
— Senin işi gördük, dedi ve kumaşı çıkardı. Ahbabı;
— Kaça? diye sordu.
— Bir dirheme, dedi.
— Benimle alay edeceğini hiç zannetmezdim!
— Ortada aîay edecek bir şey yok. Ben 20 dinar ve bîr dirheme iki elbise satın aldım. Birini 20 dinara sattım. Bu bir dirheme kaldı.[18]
Şüphesiz ki, bu aliş verişe satıcının cömertliğinden ileri gelen büyük bir ikram karışıyordu. Yahut bu alış veriş suretinde bir hediye ve ihsandı. Bu ticaret değildir. Bu büyük ve âlim tacirin nasıl cömert bir kalb sahibi olduğunu, onun emanet, dîn, akıl ve vefa bakımından nasıl bir namus heykeli olduğunu gösterir. Günah karışma şüphesi olan her şeyden pek sakımrdı. Bir mala haram karıştığı şüphesi hâsıl olursa onu hemen yoksullara, muhtaçlara sadaka olarak dağıtırdı.
Rivayet olunduğuna göre: Ortağı Hafs b. Abdurrahman'ı mal satmak üzere gönderdi ve içlerinde kusurlu bir elbise olduğunu da ona söyledi ve bunu satarken kusurlu olduğunu, söylemesini tenbih etti. Hafs malı sattı. Kusurunu söylemeyi unuttu. Onu satın alanın kim olduğunu da bilmiyor, Ebû Hanîfe bunu öğrenince bütün o mallardan alınan paranın hepsini sadaka olarak dağıttı.[19]
Bu derece takvaya riayet ,helâl kazançla iktifa etmesiyle beraber ticareti ona yine de çok gelir sağlıyordu, serveti çoktu. Ulemaya, muhaddislere pek çok ihsanda bulunur, onlara iyilik yapardı. Târih-i Bağdadî diyor ki: Seneden seneye kazancını toplar, onlarla üstadîann» muhaddislerin ihtiyaçlarını karşılar, yiyeceklerini, giyeceklerini satın alır, bütün hacetlerini görürdü. Sonra kârdan kalan parayı onlara dağıtırdı ve: «Bunları ihtiyacınız olan yere sarf edin ve ancak Allah'a hamd edin», derdi. Çünkü verdiğim bu mal filhakika benim değildir, sizin nasibiniz olarak Allah'ın fazl ve kereminden benim elimden size gönderdiğidir.»[20]
Ticaretinin sağladığı kazançla ulemaya mürüvvet gösteriyor, onların ihtiyaçlarını karşılıyordu. Onları başkalarına muhtaç olma durumundan çıkararak ilmin şerefini koruyordu.
O, dış görünüşe de ehemmiyet veriyor, dışının da içi gibi temiz olmasına dikkat ediyordu. Elbisesine itina gösterirdi. ' Elbisenin en âlâsını giyerdi. Üst elbisesi otuz dinar kıymetinde idi. Kıyafeti güzeldi. Çok güzel kokular kullanırdı. Ebû Yusuf'un dediği gibi daha uzaktan güzel kokusu duyulur, geldiği belli olurdu.[21]
Tanıdıklarını da kendi elbiselerine ve diğer dış görünüşlerine dikkat etmeğe teşvik ederdi. Yanına gelip oturan bir adamın üzerindeki eski elbise gözüne ilişti. Adam kalkıp gideceği zaman biraz beklemesini söyledi. Meclis dağılıp herkes gittikten sonra ikisi yalnız kalınca adama:
— Şu seccadeyi kaldır, altında olanları al, dedi.
Adam seccadeyi kaldırdı. Altında bin dirhem vardı, durakladı.
— Al bu dirhemleri, dedi. Onunla kılığını kıyafetini değiştir!
— Ben zenginim, bunlara ihtiyacım yok, cevabım verdi.
— Sen Hz. Peygamber'in şu Hadîsini duymadın mı: «Allah, kulunun üzerinde, ona verdiği nimetin eserini görmeyi sever.» Sen şu halini değiştirmelisin, tâ ki dostların senin için kederlenmesin
17.Mekkî, Menakjb-ı Ebu Hanife, c, II, s- 100.
18.Hatib Bağdadi, Tarih-i Bağdad, c. 13. s. 362
19.Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad, c. 13, s. 358.
20.Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 360.
21.İbn-i Haeer Heysemi, Hayrat'ul-Hisan, s, 61