39-Kadı İbn-i Leylâ'nın Hükümlerini Tenkîdî Ve Kadı'nın Mansur'a Şikâyetî
Bu münasebetle Ebû Hanîfe'nin bir durumundan daha bahsetmek istiyoruz ki, kanaatımızca, bu büyük imâma Mansur'un işkence yapmasında bunun da tesiri olsa gerektir. Bütün haberlerden anlıyoruz ki, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, Küfe kadılarının verdikleri hükümler, kendi re'yine muhalif düşünce, onları tenkîd ederdi. Yanlış bulduğu noktaları derhal açıkça söyledi. Verilen hüküm lehte olsun, aleyhde olsun, o hususta doğru bildiğini, haklı bulduğunu söylemekten çekinmezdi. Bu yüzden kadı, içten içe kızıyor, Ebû Hanîfe'ye kin besliyordu. Hattâ diyebiliriz ki, bunlar kadıyı, ümerâ nezdinde Ebû. Hanîfe aleyhinde konuşmağa bile sevkettîği olurdu. Nasıl ki Küfe kadısı Ibiı-i Ebî Leylâ'nın, Ebû Hanîfe'nin bu halinden bizzat şikâyet ettiği rivayet olunur. Bunun üzerine Ebû Hanîfe bir müddet fetva vermekten menoiunmuş ve sonraları bir vesile ile bu yasak kaldırılmıştır.
Menakıb kitaplarının ve Bağdad tarihinin kaydettiklerine gö-. re: birisi bir deli kadını kızdırmış olacak ki, kadın ona:
— Sen, zina yapan iki kişinin oğlusun, demiş, Adam kadıya şikâyet etmiş. Küfe kadısı olan İbn-i Ebî Leylâ dâvaya bakmış, ka-dının aleyhine hüküm vermiş ve kadına mescidde ayak üzere had vurdurmuş, 'hem de iki defa, birisi anasına, diğeri de babasına ka-zi( ettiği için!
Ebû Hanîfe bunu duyunca:
— Bizim kadı efendi bu mes'elede tam altı yerde yanılmıştır dedi.
1- Mescidde had vurdurmuştur. Halbuki mescidde had vurulmaz.
2- Kadına ayakta dayak attırmıştır, halbuki kadınlara oturdukları halde had vurulur.
3- Babası için bir had, anası için bir had vurdurmuştur, halbuki bir adam kalabalık bir cemaata kazzef etse ona yalnız bil" had vurulur, kazif olunanların sayısınca değil.
4- İki had vurmayı bir arada toplamıştır. Halbuki iki had birden vurulmaz.
5- Deli kadına had vurdurmuştur, halbuki deliye had yoktur, o mükellef değildir.
6- Anası ve babası için had vurdurmuştur. Halbuki onlar ka-yıbdırîar, mahkemeye gelip dâva etmemişlerdir.
Bu tenkidleri îbn-i Ebî Leylâ'ya yetiştirdiler. O da Emîrin yanma girip Ebû Hanîfe'den şikâyette bulundu. Bunun üzerine Ebû Hanfe fetva vermekten menolundu.
Bu yasağa riayet ederek Ebû Hanîfe bir müddet fetva vermedi. Vetiahd tarafından bir elçi geldi, fetva ve hüküm almak için Ebû Hanîfe'ye bâzı mes'eleler arzetti. Ebû Hanîfe:
— Bana fetva vermeyi yasak ettiler, diyerek fetva vermekler çekindi. Elçi Emîre giderek işi anlatı. Emîr de:
—- Fetva vermesine müsaade ediyorum, dedi. Ebû Hanîfe de tekrar fetva vermeğe başladı.[1
Ebû Hanîfe yaptığı tenkidlerde kadının hükmü ile fakihın fetvası arasında fark gözetmiyordu. Halbuki birincide, doğru olsun. yanlış olsun, başkalarını ilzam etmek vardır. Halbuki fetvada başkasını ilzam yoktur. Hattâ Ebû Hanîfe'nin yanlış bulduğu fetvâ-lan tenkidi tenfiz olunacak hükmü tenkidinden daha hafif olurdu. Hükümleri daha şiddetle tenkîd ederdi. Çünkü tenfîz olunan hükümde, ona göre bir hüküm yanlış olduğu takdirde, bir haksızlık tatbik sahasına konuyor demektir. Ebû Hanîfe bunları ten-kîtf etmekle, zulümden ve haksızlıktan şikâyet etmiş, yıkıcı ve bozucu hükümleri önlemiş oluyordu. Ruh haleti bakımından gönülleri tatmin ettiğinden bu, yerinde bir harekettir. Çünkü kadının hatası yüzünden masum canlara kıyılır, kanlar heder olur, mallar zayi' olup gider. Hürmet edilecek şeyler ortadan kalkar, hukuk zayi' olur, haksızlıklar alıp yürür. Bu tenkîdler hâkimi uyanık davranmağa davet sayılır. Fakat umumî nizamı koruma bakımından da kadının hükümlerinin hürmete lâyık sayılması lâzımdır ki, hüküm giyenler hükmün yerinde olduğuna kani' olsunlar, adalet işleri yoluna girsin, hüküm istikamet üzere yürüsün: Kadı yanılsa -Ha bu yanlış hüküm infaz olunsa, bu hata Örtülü kalınca umumî nizam hukukunu koruma bakımından bu daha yararlıdır. Az hata affolunabilir. Hatayı ilân etmeden gizlice tenbihatta bulunmak, umumî nizamın, sarsılmadan ve ahkâma hürmetin kalkmasından daha hayırlıdır. Ebû Hanîfe gibi büyük bir fakıhın ve kendisine uyulan şanlı imamın mahkeme kararları hakkındaki tenkidlerini,
bu mülâhaza ile gizli yapmasını veya kendilerine yazılı olarak göndermesini biz de arzu ederdik. Aralarında yazışma yoksa bile bunları bir takrir halinde alâkalı makama gönderebilirdi. Fakat her zamanın kendine mahsus şartları ve icablan vardır.
1-Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad. c. 13, s. 366