Gönderen Konu: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz  (Okunma sayısı 77500 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #120 : 10 Haziran 2008, 20:37:23 »

Imam-i a’zam hazretlerinin bir talebesine yaptigi vasiyetlerden bazilari söyledir:

- Konusurken yüksek sesle konusma. Hiçbir isinde acele etme, teenni ile hareket et. Acele seytandir.
[Hadis-i serifte, (Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder) buyuruldu. Teenni, acele etmemektir.]

- Susmayi âdet edin.
[Hadis-i serifte, (Susmak, hikmettir; fakat susan azdir) buyuruldu.]

- Her ayda birkaç gün oruç tut.
[Hadis-i serifte, (Her ay 3 gün oruç tutan, yilin tamaminda oruç tutmus gibi olur) buyuruldu.]

- Nefsini hesaba çek, ilmi muhafaza et. Böylece amelinden iki cihanda faydalan.
[Hadis-i serifte, (Akilli, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrasi için amel edendir) buyuruldu.]

- Dünya nimetine ve sagligina güvenme.
[Hadis-i serifte, (Ihtiyarliktan önce gençligin, hastaliktan önce sagligin, mesguliyetten önce bos vaktin, fakirlikten önce zenginligin, ölümden önce hayatin kiymetini bil) buyuruldu.]

- Bu nimetlerin hepsinden sorguya çekileceksin.
[Hadis-i serifte, (Kiyamette, herkes ömrünü nerede geçirdiginden, malini nereden kazanip, nereye harcadigindan ve ilmi ile amel edip, etmediginden sorulacaktir) buyuruldu.]

- Kötü kimseyi; kötülügü ile anma, bir iyiligini bul, onu söyle. Eger kötülügü din hakkinda ise, bid’at ise onu insanlara söyle ve ona uymaktan onlari koru.
[Hadis-i serifte, (Bid'atler yayilinca, ilmi olan bunu herkese bildirsin, bildirmezse, Kur'an-i kerimi gizlemis sayilir) buyuruldu.]

- Sakin ölümü hatirindan çikarma.
[Hadis-i serifte, (Ölümü çok hatirlayanin kalbi ihya olur, ölümü de kolaylasir) buyuruldu.

- Kur’an-i kerim okumaya devam et.
[Hadis-i serifte, (Kur'an okunan evin hayri artar, melekler oraya toplanir, seytanlar oradan uzaklasir. Kur'an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sikinti verir, bereketsiz olur. Bu evden melekler çikar, seytanlar girer) buyuruldu.]

- Bid’at ehlinden uzak dur.
[Hadis-i serifte, (Bid’at ehlinin cenazelerine gitme, onlarla birlikte namaz kilma. Ben onlardan degilim) buyuruldu.]

Küfür ehli ile zaruretsiz konusma, mümkünse onlari Islam’a davet et, degilse, onlarla dost olma [diyaloga girme]. Anneni, babani, üstadini hayir duadan unutma. Ezan okununca, hazir ol, herkesten önce mescide gel. Kabirleri ziyaret et.

Komsudan gördügün ayiplari, emanet bil; sakla, kimsenin sirrini kimseye söyleme. Seninle istisare edene dogruyu söyle. Cimrilikten sakin. Tamahkâr olan mürüvvetsiz olur. Her iste mürüvveti gözet. Ihtiyacin olsa da, kimseden bir sey isteme. Dünya ehline ragbet etme.

Yolda giderken sagina soluna bakma, önüne bak. Bahsis verilen yerlerde herkesten daha çok ver. Bir cemaat içinde iken, onlar teklif etmeden imam olma. Kadinlarin, kizlarin, gençlerin toplandiklari yerlere gitme. Fisk, çalgi, müzik ve diger haram bulunan eglence yerlerine girme.

Bu nasihatimizi, cani gönülden kabul et. Bunlarla dünya ve ahiretini süsle. Zira bunlar senin ve herkesin iyiligi içindir. Bu yolda git ve herkese de tavsiye et

"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı muhibban

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 131
  • Utandırma Ya Rabbi!
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #121 : 15 Haziran 2008, 15:23:08 »
İmâm-ı Âzam hazretlerinin son vasiyeti, Riyâdün Nâsıhîn kitabında, kısaca şöyledir:

1- İman, dil ile ikrâr, kalb ile tasdîktir. İmanda azalma, çoğalma olmaz. Ancak parlaklığında, kuvvetinde çoğalma olur. Amel, imandan parça değildir. İman herkes için lâzım olduğu hâlde, her amel, herkes için lâzım değildir. Meselâ nisâba ulaşmayan fakir zekât vermez. Hayz ve nifas hâlindeki kadın namaz kılmaz. Fakire ve böyle özürlü kadınlara iman lâzım değildir denemez. Hayrın ve şerrin takdîri Allahü teâlâdandır.

2- Ameller farz, fazîlet ve günah olmak üzere üçe ayrılır.

3- (Allahü teâlâ Arş’ı istivâ etmiştir.) demek, (Arş’ta duruyor.) demek değildir. Arş sonradan yaratılmıştır. Hak teâlânın Arş’a ihtiyacı yoktur.

4- Allahü teâlânın kelâmı [Kur’ân-ı kerîm] mahlûk değildir.

5- Eshâb-ı kirâmın en üstünleri sırası ile dört halîfedir. Eshâbı seven mümin, müttekî, onlara düşman olanlar, münâfık ve şakîdir.

6- Kulların yaptığı işler mahlûktur. Çünkü kulun kendisi mahlûktur.

7- Yaratıcı ve rızık verici Allahü teâlâdır. İnsanlar, mümin, kâfir ve münâfık olmak üzere üçe ayrılır. Cenâb-ı Hak, mümine ibâdeti, kâfire imanı, münâfıka da ihlâsı farz kılmıştır.

8- Mest üzere mesh câizdir.

9- Kabir suâli haktır. Cennet ve Cehennem ebedîdir.

10- Allahü teâlâ, bütün mahlûkâtı öldükten sonra diriltir. Cennettekiler, nasıl olduğu bilinmeden, bir şeye benzetilmeden ve cihetsiz olarak Allahü teâlâyı göreceklerdir. Peygamber efendimizin şefaati haktır. Bütün günahı olan müminlere şefaat edecektir. Hazret-i Âişe, Hazret-i Hatice’den sonra bütün kadınların en üstünü ve müminlerin annesidir.
Elimize, dilimize, gözümüze ve kalbimize sahip olalım...

Çevrimdışı Aslıhal

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 271
  • Sadece,halin aslı
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #122 : 19 Haziran 2008, 15:43:54 »
40 Sene Yatsı Abdestiyle Sabah Namazı
  İmam-ı Âzam Hazretleri hakkında, "Kırk sene, yatsı abdestiyle sabah namazını kılmıştır" denir, doğrudur.
  Hazreti İmam, giderken iki kişinin kendisi hakkında "İşte yatsı abdestiyle sabah namazını kılan zat budur" diye konuştuklarını duyar. Bunun üzerine:
- Yâ Rabbi, bu insanları yalancı çıkarma. Ben, senin huzuruna bende olmayan bir sıfatla çıkmaktan haya ederim, diyerek ondan sonra yatsı abdestiyle sabah namazını kılmaya başlamış ve bu 40 sene devam etmiş.
  Hazreti İmam'ın namaz kıldığı mescidin müezzini anlatıyor:
- Yatsı namazını kılıyorduk. İmam namazda "Zilzal" sûresini okudu. Cemaat içinde İmam-ı Âzam da vardı. Namaz bitti, herkes çıktı. İmam-ı Âzam tefekkür halinde, olduğu gibi duruyordu. Onu rahatsız etmemek için kandili yanar vaziyette bırakarak çıktım. Onun mescidde kalacağını tahmin ederek kapıyı kilitledim. Sabah ezanını okuyup içeri girdiğimde, o hâlâ ayakta ve sakalını eline almış şöyle yalvarıyordu:
- Ey zerre kadar hayrı da, zerre kadar şerri de karşılıksız bırakmayan 'ım. Bu kulunu cehennem azabından ve ona yaklaştıran şeylerden koru. Bu kulundan rahmetini esirgeme.
  İçeri girince beni farketti. Zamanın geçtiğinden haberi yoktu. Yatsı namazı yeni bitmiş zannederek:
- Kandili mi alacaksın? dedi. Ben:
- Hayır, sabah ezanını okudum, dedim. Bunun üzerine sabah olduğunu anladı ve bana:
- Bu gördüğünü kimseye söyleme, diye tenbih etti. Kendisine söz verdim ve vefatına kadar bunu kimseye söylemedim.
  Hz. imam sabah namazının sünnetini kıldı ve oturdu. Sonra bizimle beraber farzı da kıldıktan sonra çıktı. Ben anladım ki, sabah namazını yatsı namazının abdestiyle kılıyordu. Çünkü mescidin kapısı akşamdan kilitlenmişti.
  İmam-ı Âzam Hazretleri çok da cömertti. Bir gün Şakik-i Belhî ile giderlerken, karşıdan gelen bir adamın, yolunu değiştirdiğini gördü. Durumu farkeder etmez adama yetişip:
- Beni görünce neden yolunu değiştirdin? diye sorunca adam:
- Yâ imam, size olan borcumu zamanında ödeyemediğim için utandım, diye cevap verdi. Bunun üzerine İmam-ı Âzam Hazretleri:
- Eğer sen bu kadar sıkıntı içindeysen, şu insanlar şahit olsun ki, ben senden alacağım olan 10.000 dirhem borcumu sana hibe ettim. Bu vesileyle senin utanmana sebep olduğum için de beni bağışla, kusura bakma, dedi.
  İşte islam ahlakı ve işte İmam-ı Âzam Hazretleri'nin büyüklüğü. Onu küçümseyenler, buyursunlar aynı büyüklüğü kendileri de göstersinler.
Bârını gerden-i ahbâba edenler tahmîl
Ne kadar olsa sebük-ruh olur elbette sakîl
 

Çevrimdışı Ferzin

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 240
İctihadından Dönmedi
« Yanıtla #123 : 17 Temmuz 2008, 18:56:40 »
Hanefi Mezhebi İmamı Müctehidimiz İmamı Azam Hz. leri kendisine kadılık vermek isteyen Halifeye muhalefet etti. Önce sözle. Bir gün halife kızdı;

-Yalan söylüyorsun sen bu işe layıksın. İmamı Azam Hz.leri;

-Sizin yalan söylediğini iddaa ettiğiniz bir kimse bu işe nasıl layık olabilir? deyince Halife cevap veremedi.

Fakat kızgınlığı geçmemişti. Sözle ve mantıkla mat edemediği İmamı Azam Hz. lerini cebirle yola getirmek için hapse attı ve kamçılattı.

Fakat İmamı Azam Hz. leri kendi içtihatından dönmedi. Ölümü pahasına ve;

"Gasp edilmemiş temiz bir toprağa gömünüz beni" diye vasüyet ederek Hz. Allah'a kavuştu.

İmamı Azam Hz.lerinin irtihal ettiği günde İmamı Şafii Hz. leri doğdu.


Fazilet Takvimi
2-Ağustos-1976

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #124 : 17 Temmuz 2008, 19:39:29 »
elhamdülillah.o büyük imama bağlıyız..bilgilendiren kardeşlerimize teşekkür ederim.

Çevrimdışı telecafe

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 261
    • http://www.antoloji.com/mevlut_bicik
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #125 : 11 Ağustos 2008, 17:51:32 »
O Imam-i  A'zam  kiiiii  !!!!!!

Kablel-veladet Allah Rasülü (s.a.v.) onu övdü.
Keskin ferasetiyle muannidleri her sahada dövdü.
Onun ilmi dirayeti karsisinda caresiz kalan nasibsizler,
Erkekce dövüsmekten kacarak, kallesce ona sövdü.

Selam,sevgi ve saygilarimizla efendim.........
« Son Düzenleme: 12 Ekim 2008, 23:20:06 Gönderen: telecafe »

Çevrimdışı attila

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 23
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #126 : 18 Aralık 2008, 15:42:42 »
İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ’NİN
İMAM EBU YUSUF’A VASİYETİ:                  TAM METİN

Ey Ya’kub!

Sultana (devlet başkanına) saygılı ol. Kendi vakarını da muhafaza et. Onun makam ve mevkiine de ta’zim et.
İlmi bir mes’ele veya bir ihtiyaç dolayısı ile seni çağırmadıkça, huzuruna girmekten kaçın. Çünkü, onun huzuruna lüzumlu-lüzumsuz girip çıkarsan, sana itibar etmez, kıymet vermez. Onun indinde değerin düşer, mevkiin sarsılır.
Sultan ile ilişkilerinde, ateşten faydalandığın gibi davran; uzakça dur; ona çok yaklaşma, ateş çok yaşlaşanı yakar, uzakta kalana fayda sağlamaz. Sultan da ateş gibidir, her şeyi kendisinde görür; kendisinde gördüğünü de başka kimsede görmez.
Sultanın huzurunda, - bilhassa ilmi konularda- çok konuşmaktan sakın. Çünkü söylediklerini alır ve sonra bunları senin aleyhine kullanır. Kendisini etrafındaki kimselere senden daha alim gösterebilmek için, senden öğrendiklerini kendi bilgisi imiş gibi söyler. Hatta seni hatalı çıkarmaya çalışır. Muhitinde gözden düşersin. Sultanın huzuruna girdiğin zaman, hem kendi kadrini, hem de başkalarının kadrini bil ve koru. Sultanın yanında tanımadığın bir alim varken huzura girme: Çünkü, sen ilim cihetinden ondan aşağı bir durumda bulunabilirsin ve ola ki huzurda yaptığın konuşma ile ondan üstün gözükebilirsin. Bu sebeple adamın seni bir zarara uğratmak için çalışması muhtemeldir.
Bu halin tersi de mümkündür: Sen ondan daha bilgili olabilirsin. Buna rağmen, sultanın huzurundaki konuşmalarla ondan aşağı bir seviyeye inebilirsin; öyle gözükebilirsin. Bu takdirde de sen sultanın gözünden düşersin.
Sultan sana ilmi, fıkhi bir iş, bir görev teklif ederse, düşün ve ancak senin şahsiyetine ve mezhebine uygun görürsen kabul et. Sana ve mezhebine rıza gösterilmeyeceğini anlarsan o işi, görevi kabul etme.
Sultanla buluşmak için, onun adamlarını ve etrafındaki kişileri  vasıta olarak kullanma. Sultanla doğrudan doğruya kendin buluş, görüş. Etrafındakilerden uzaklaş ki, sultan indinde şerefin ve merteben yerinde kalsın.
Halkın önünde lüzumsuz konuşma, sadece sordukları suallere cevap ver.
Halk ve tüccarlar arasında da zaruri ve dini ilimlerle ilgili olmayan sözlerden sakın. Böyle yaparsan mal ve dünyaya rağbetinden bahsedilmez. Aksi halde halk ve ticaretle iştigal edenler, haklarındaki hüsn-ü zannını kötüye yorarlar ve onlara rağbet etmeni, kendilerinden rüşvet almış olman şeklinde yorumlarlar.
Halk arasında gülme ve hatta gülümseme. Çarşı ve Pazar yerlerine de fazla çıkma.
Halkla ve halkın ihtiyarları ile birlikte yol ortasında yürüme. Çünkü onların arkasında yürürsen, bu durum senin ilmine hakaret olur. Onların önlerinde yürürsen, bu durumda da onlar seni ayıplarlar. Resul-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz: “Küçüklerine sevgi, büyüklerine saygı göstermeyenler bizden değildir.” Buyurmuşlardır.
Yol ağızlarında ve köşe başlarında oturma. Bir yerde oturman gerekiyorsa, mescitlerde veya mescitlerin avlularında otur. Dükkanlarda da oturma.
Çarşıda, sokakta ve mescitlerde bir şey yeme.
Yol kenarındaki çeşmelerden, musluklardan ve sakaların ellerinden su içme.
Safi ipekten veya ipekten yapılmış atlas gibi kumaşlardan elbise giyinme. Zira bunlar, insanı gevşekliğe ve ahmaklığa sevkeder.
Eşinin yanında başkalarının hanımlarından ve hizmetçilerin işlerinden bahsetme. Böyle şeylerden söz edersen, karın sana karşı edepsizlik ve küstahlık eder. Sen başka kadınlardan bahsedince, karın da kendinde, yabancı erkeklerden söz etmek hakkını bulabilir.
Mümkünse, dul bir kadınla veya yanında babasını veya anasını veya önceki kocasından olan kızını getirecek olan kadınla evlenme. Bu mümkün olmaz da bu vasıftaki kadınlardan birisi ile evlenirsen, en yakın da olsa hiçbir akrabasının, kadının yanına girmemesini şart koş, Çünkü, kadın seninle evlenerek mal ve servet sahibi olunca, babası onun bütün malının kendisine aid olduğunu ve kızının elinde emaneten bulunduğunu iddia edebilir. Elinden geldiği kadar iç güveysi de olma.
Başka kocasından çocuğu olan dul kadınla da evlenme. Çünkü, o kadın, bütün malı o çocuklar için toplayıp biriktirir. Senin malından çalar ve onlara harcar. Zira, her kadın için evladı senden daha kıymetlidir.
Sakın bir evde iki hanımını birlikte bulundurma. Birden fazla evlenirmişsen, onları ayrı evlerde oturt. Evlilik hayatının bütün maddi ihtiyaçlarını temin etmeye  muktedir olduğunu anlamadan evlenme.
Önce ilim tahsil et; sonra helalinden mal ve servet temin et; daha sonra da evlen. Çünkü, ilim tahsil ettiğin sırada, hayatını kazanmak için de uğraşırsan, ikisini bir arada yürütemez ve tahsilini noksan bırakmak zorunda kalırsın. İlim tahsilinden önce kazanacağın servet ise seni dünya ile meşgul olmaya, köle ve cariyeler alıp hizmetçiler edinmeye teşvik eder. Bu durumda da vaktin boşa gider. İlim tahsilinden önce evlenirsen, çoluk çocuğa karışırsın; nüfusun  artar. Onların ihtiyaçlarını temine çalışırken ilim tahsilini bırakmak mecburiyetinde kalırsın.
Gençken, kuvvetli iken, gönlünü meşgul eden şeyler yokken ve kafan zinde iken ilim sahibi olmaya çalış. Sonra da mal ve servet sahibi olmaya çalışırsın. Zira, çoluk-çocuğun çoğalması zihnini meşgul eder. Hayatını kazanınca da evlenebilirsin.
Daima Cenab-ı Hak’dan kork. Kötülüklerden uzak dur. Emanetleri ehline, sahibine teslim et.
İster avamdan olsun, ister havastan, ister büyük olsun, ister küçük her kişiye iyilik et ve nasihatte bulun.
Sakın, hiçbir kimseyi küçük görme. Vakarını koru ve herkese hürmet göster. Halk ile fazla içli dışlı olma. Lüzumlu halinde onlar seni arayıp bulsunlar. Seni ziyarete gelenleri güler yüzle karşıla. Onlara iyi davran ve sordukları mes’elelere  cevap ver. Eğer sual sahibi, sorduğu konu hakkında malumat sahibi ise, ilgisi artar ve ilimle iştigal eder. Eğer sorduğu konu hakkında malumat sahibi değilse bu takdirde de sana hürmet ve muhabbet besler. Soru sahipleri karşısında dini naslara delil arayıp, onları ilm-i kelam meseleleri ile isbat etmeye kalkışma. Çünkü onlar, ilim yönünden seni taklid eden kimselerdir. Dolayısıyla,  öyle yaptığın takdirde onlar da, bu gibi meselelerle uğraşmaya kalkışırlar ve bu gibi konularda hataya düşerler.
Sana bir şey sormaya gelen kimselerin sadece sordukları suallerine cevap ver. Cevabı kısa tut, uzatıp ilaveler yapma. Çünkü, sorusuna aldığı uzun cevap, soru sahibinin aklını teşviş eder, zihnini karıştırır.
On yıl, kazançsız ve azıksız kalsan bile ilim tahsil etmekten geri durup, yüz çevirme. Çünkü, tahsilden vazgeçmen halinde, yine geçim sıkıntısı çekmen muhtemeldir.
Fıkıh bilgilerini derinleştirmek ilim ve anlayışlarını artırmak maksadı ile sana müracaat eden talebelerin, ilme karşı rağbetlerini artırman için her birine evladınmış gibi muamele et, onlara yardımcı ol.
Halktan ve etrafında bulunan kimselerden hiç birisi ile tartışma ve münakaşa etme. Çünkü bu gibi kimselerle münakaşa etmen, senin itibarını düşürür.
Sultan bile olsa, hiçbir kimsenin yanında hakkı anlatmaktan ve söylemekten çekinme.  
Başkalarının yaptığı ibadetten daha çok ibadet yapmadıkça ve başkalarının verdiği hayırlardan daha çok ihsanda bulunmadıkça gönlün rahat etmesin. Böyle yapmazsan, halk senin kendi yaptıkları ibadet ve ihsandan fazlasına ehemmiyet vermediğini görür ve senin ibadet ve ihsana rağbetinin azlığına hükmederler. Kendilerinin cahillikleri ile yaptıkları ibadet ve amelleri senin ilminle yaptığın ibadet ve amellerden daha üstün görürler.
Alimi çok herhangi bir beldeye vardığın zaman, o memleketi kendine tahsis etmeye ve halkı etrafında toplamaya çalışma. Ancak sen de oranın sakinlerinden biri gibi ol. Böyle yaparsan senin orada bir mevki kazanmak için gayret etmediğini bilirler. Böyle yapmazsan, o memleketin alimlerinin hepsi, senin aleyhinde bulunmaya başlarlar. Mezhebini tenkit ederler . Halkı aleyhine kışkırtırlar ve seni göz altında tutarlar. Bu durumda da boş yere aleyhinde bulunulmuş ve tenkid edilmiş olursun.
Eğer alimlerden senden belirli meseleleri soranlar olursa, cevabında, onlara her hususu açık delilleri ile anlat. Onlarla verdiğin cevaplar üzerinde münakaşa ve münazara etme.
Hoca ve üstatlarına dil uzatmaktan kesinlikle sakın. Yoksa onlar da sana ta’nederler ve seni arkandan çekiştirirler. Halktan da daima çekin.
Açıkta yaptığın davranışlarınla gizlide yaptığın davranışların farklı olmasın. Allah (c.c.) için gizli halinde iken nasılsan, açık alinde de öyle ol.
İlmi bir konuyu çözerken etraflıca mütalaa et. O konuyu içi ile dışını birleştirerek çözmeye, ıslah etmeye çalış.
Sultan tarafından, sana hoş gelmeyen bir işe memur edilirsen, bu vazifeyi kabul etme. Yalnız bu görevin sana sadece ilminden dolayı verildiğini anlarsan, onu kabul et.
Münazara ettiğin meclislerde, asla korku ve endişe içinde konuşma. Çünkü korku ve endişe hali, meseleleri geniş bir şekilde kavrama ve anlama kabiliyetine noksanlık getireceği gibi, diline ve ifade kuvvetine de ağırlık verir.
Çok gülme, çünkü çok gülmen kalbini karartır, öldürür.
Yürürken aceleci ve mütekebbir olma, sakin ve vakarlı yürü.
Hiçbir işinde de aceleci olma. Çünkü, arkasından çağıranlar, ancak hayvanlardır.
Konuşurken de bağırıp, çağırma, gürleme; yüksek sesle bile konuşma. Daima, sakin ve suskun olmayı tercih et. Lüzumsuz ve boş hareketlerden de kaçın. Az hareket etmeyi adet edin ki, halkın indinde sebatın ortaya çıksın.
İnsanlar arasında da Allah (C.C.)’ı çokça zikret ki, onlar da bunu senden duyup öğrensinler.
Namazların sonlarda, kendini alıştırıp daima yerine getireceğin bir vird seç ve onu ifa et. Mesela vird olarak, namazlardan sonra, Kur’an-ı Kerim okuyabilirsin, Cenab-ı Hakkın yüce isimlerini zikredebilirsin, bela ve musibetlere karşı ihsan buyurduğu sabır ve tahammül gücüne veya bahşettiği çeşitli nimetlere şükredebilirsin.
Her ayın belirli günlerinde oruç tutmayı itiyat haline getir ki diğer insanlar da bu hususta sana uysunlar.
Nefsini daima murakabe altında bulundur ve başkalarına karşı da onu koru. Eğer böyle yaparsan, dünya ve ahirete teallük eden amellerinde ilminden istifade edebilirsin.
Dünyaya ve sahip olduğun dünya malına ve servetine güvenme. Haline ve makamına da güvenip dayanma. Unutma ki, Cenab-ı Hak sahibi bulunduğun bütün varlığından sana hesap soracaktır.
Sultana yakın olmak için vesile ve aracı arama. Sultanın seni yakınları arasına almasını da arzu etme. Şayet sultan, kendiliğinden seni yakınları arasına alırsa, bu durumu da halka açıklama. Çünkü bu durumu halka açıklarsan,  sana bir takım işler havale ederler. Bu işleri takip edip, üzerinde durursan Sultan seni hoş  karşılamaz. Bu işleri takip etmez ve üzerinde  durmazsan bu sefer de halk seni ayıplar. Her iki hal de senin için küçüklüktür.
Hata ve günahlarında insanlara uyma. Allah (C.C.) indinde makbul olan, sevaplı işlerde onlara tabi ol.
Kötülüğünü bilsen bile, hiçbir insanı o kötülüğü ile yad etme. O insanda bile iyilik, hayır ve salah ara ve insanları iyi halleri ile an. Ama o insanın kötülüğü din hususunda olursa durum değişir. Eğer fenalığı o kimsenin dini durumunda olursa ve sen bu hali görürsen, bu halini diğer insanlara da söyle ki, yanılarak ona tabi olmasınlar ve onun fenalıklarından sakınsınlar. Zira, Resul-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz bu hususta şöyle emir buyurmuşlardır. “Bir faciri –mevki ve mertebesi ne olursa olsun- kendisinde görülen günahı ile anıp, yadedin ve durumunu başkalarına da haber verin ki, insanlar ondan sakınsınlar.” Açık olan bu emre uyarak, din hususunda kendisinde bozukluk ve aksaklık gördüğün bir kimseyi, bu hal ve davranışı ile zikret, onun makamından da korkma. Çünkü Allah-u Telala senin yardımcın ve koruyucundur. Dinin koruyucusu ve yardımcısı da O’dur. Bunu bir defa yaptığın zaman senden korkarlar, heybetin onlara tesir eder, böylece de dinde bid’at çıkarmaya kimse cesaret ve teşebbüs edemez.
Sulatanından ve amirinden dine uymayan bir hal ve davranış gördüğün zaman, kendisine itaat etmekle beraber, onu bu hususta münasip bir dille ikaz et. Çünkü o, iktidar cihetiyle senden kuvvetlidir. Mesela, ona şöyle diyebilirsin: “Siz benim amirim ve sultanımsınız. Bundan dolayı emrinize itaat ederim. Şu kadar var ki, dine uymayan hal ve davranışlarınızı da size haber vermekten kendimi alamıyorum.” Bu ikazı bir defa yapman yeterlidir. İkazını tekrarlar ve bu hususta ileri gidip, aşırı davranırsan, sultan seni azarlar ve müşkül durumda bırakır. Netice itibariyle, ikaz hususundaki tekrar ve ısrarın – şahsınla birlikte – dinin – tatbikatta- alçalıp, zayıflamasına sebep olabilir.
Aslında bir veya iki defa ihtar ve ikazda bulunmanla din hususundaki ciddiyetin ve emr-i bi’l-ma’ruf konusundaki aşırı arzu ve sebatın da anlaşılır.
Eğer, o sultan veya amir dine aykırı hal ve hareketini birkaç defa tekrarlarsa, bizzat kendin, o yalnızken huzuruna çık ve din konusunda kendisine nasihatte bulun.
Eğer, o sultan veya amir, bir bid’atçi ve te’vilci ise onunla çekinmeden ilmi münazara ve tartışmada da bulun. Ama o, hak mezheblerden birine bağlı ve dindar bir zat ise, O’na Kur’an-ı Kerim’den ve hadis-i şeriflerden bildiklerini söyle. Kabul ederse ne ala. Ama kabul etmezse, Allah (C.C.) dan seni ondan korumasını niyaz ederek yanından ayrıl.
Ölümü daima hatırla.
Kendisinden ilim tahsil ettiğin üstad ve hocaların için Allah-u Teala’dan af ve rahmet dile.
Kur’an-ı Kerim’i okumaya devam et.
Kabirleri, büyük zatları ve mübarek yerleri çok ziyaret et.
Halktan herhangi bir kimse, sana rüyasında Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’i görmüş olduğunu söylerse bunları camilerde, türbelerde veya makberlerde bulunan mübarek kimselerin rüyalarını iyi karşılayıp, bunların söz ve haberlerini red ve inkar etme.
Nefsani arzularının peşinde koşan ve hayvani zevklerine düşkün olan kimselerde oturup-kalkma. Yalnız, kendilerini dine ve dinin emirlerine uymaya davet etmek maksadıyla, böyle kimselerle beraber bulunmakta herhangi bir mahzur yoktur.
Oyun ve eğlence yerleri ile söğülüp-sayılan yerlere girme.
Ezan okunduğu zaman, hemen camiye gitmek  için hazırlan. Böyle yaparsan halk senden ileri geçmemiş olur.
Sultanın sarayına, konağına yakın yerde ev tutma.
Komşularında gördüğün kötü hal ve davranışları gizle ve ört. Çünkü bu bir sırdır, sır ise sana emanettir. İnsanların gizli taraflarını da açığa vurma.
Her hangi bir hususta sana akıl danışmak seninle istişare etmek isteyen kimseyi dinle. Seni Allah (C.C.) a yaklaştıracağını bildiğin hususları ona söyle.
Cimrilikten kaçın! Çünkü bütün insanlar cimrilere buğzeder.
Tamahkar olma. Yalan söyleme. İnsanlar arasında karıştırıcılık ve kışkırtıcılık da yapma. Her işinde haysiyetini ve insanlığını koru. Gazel huylu ve güzel hareketli ol. İnsanları incitmekten sakın.
Her zaman ve her yerde beyaz (temiz) elbise giyin.
Nesini, dünyaya rağbeti ve hırsı azaltarak temizle. Dünyaya rağbeti ve hırsı içinden at. Masivadan kalbini temizle.
Fakir olsan bile, fakirliğini belli etme. Kimseye el açma.
Gayret ve himmet sahibi ol. Çünkü, azim ve gayreti zayıf olanın, makam ve mevkii de zayıf olur.
Yolda yürürken sağa sola bakma, daima önüne bak.
Hububat gibi ölçekle satılan şeyleri veya tartı ile satılan şeyleri satın alırken kendin ölçmeye veya tartmaya teşebbüs etme. Satan şahsın ölçüsüne, tartısına itimat et.
Dünyayı ilim adamları nezdinde hakir göster. Çünkü, Allah (C.C.)’ın nezdinde bulunanlar, dünyadakilerden daha hayırlıdırlar.
İşlerini, o işten anlayan ehil kimselere havale et. Eğer böyle yaparsan, bilgiye, tecrübeye ve ihtisasa olan itimadın ve hürmetin artıp sağlamlaşır. Ayrıca, böyle davranmakla, ihtiyaçlarını kolay temin etmiş ve menfaatini korumuş olursun.
Aklı kısa olan kimselerle konuşma. Münazara usul ve adabını bilmeyen, ortaya attığı iddialarına delil getirip onları isbat edemeyen ilim adamları ile konuşmaktan kaçın.
Makam ve mevki peşinde  koşan, halk arasındaki günlük ve basit mes’elelere dalarak, bu yolla kendilerine şöhret ve dünya menfaati sağlamak isteyen kimselerin söz ve sohbetlerine katılma. Onların aralarına da girme. Çünkü, o gibi kimseler, bir konuda senin haklı olduğunu bilseler dahi teslim olup senin haklı olduğunu söylemezler. Sözlerine de değer vermezler. Bunlar şarlatanlıkla  seni susturmaya ve mahcup etmeye kalkarlar.
Seçkin ve kibar kimselerin iştirak ettiği meclislere girdiğin zaman seni izzetle karşılayıp yer göstermedikçe, geçip onlardan üst tarafa oturma. Oturursan, onlardan sana üzüntü verecek bir şey gelebilir.
Herhangi bir cemaat içinde bulunduğun zaman, sana hürmet edip öne geçirmedikçe, kendiliğinden ön saflara geçme. Aynı şekilde, hürmet görmez ve teklif almazsan öne geçip imamet yapma.
Halka mahsus mesire yerlerine çıkıp dolaşma.
Zalim sultan ve amirlerin yanlarına bulunma. Eğer, kendilerine söyleyeceğin hak söz ve tavsiyelere inanıp uyacaklarını bilirsen yanlarında bulunabilirsin. Ama mümkündür ki, zalim sultan ve amirler, senin yanında yapılması doğru ve helal olmayan her hangi bir işi yaparlar; sen de onları bu kötü işlerinden men edemezsin... Bu durumda insanlar eğer tam karşı koyacağın vakitte, sükut ettiğini görürlerse, onların bu kötü söz ve davranışlarının hak olduğunu savunurlar.
İlim meclislerinde kızmaktan ve şiddet göstermekten sakın.
Halkla konuşurken, onlara hikaye ve vak’a anlatma. Şüphesiz ki hikaye anlatanlar yalan söylerler veya en azından anlattıklarına yalan karışır.
İlim adamlarından her hangi biri ile, fıkhi mes’elelerde, bir mecliste oturup konuşmak istersen, oraya iyice hazırlanarak git. O mecliste, bildiklerini bütün incelikleri ve delilleri ile söyle. İyi bilmediğin meselelerden bahsetme. İyi bilmediğin meselelerden bahsedersen, konuşmalarınızı dinleyenler, senin o mecliste bulunmana sinirlenirken, hayal kırıklığına uğrarlar. Ayrıca, haksız ve isabetsiz olarak, karşındaki kimseyi senden daha alim sanırlar.
Eğer, katıldığın meclis, bir fetva meclisi ise ve sorulan meseleler de fetvaya müsaitse cevabını verirsin. Müsait değilse sebebini söylersin ve sözü kısa kesersin. Karşındaki şahsın, seni huzurunda izahat vermeye kalkışmasına ve başkasına ders vermeye başlamasına mahal bırakmamak için oradan kalkar gidersin. Yalnız orada adamlarından birini bırakarak, muarızının ilminin, derecesini, görüşünü ve sözünü anlarsın.

Çevrimdışı attila

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 23
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #127 : 18 Aralık 2008, 15:43:28 »
TAM METİN 2 VASİYETNAME
Talebelerinden her hangi birinin va’zını da meclisinde dinleme. Çünkü, senin bulunman onu sıkar ve şaşırtır. Ama, talebinin va’zında itimat ettiğin bir adamını bulundur. Onun va’zını dinlemeleri için mahalle halkını teşvik et ve cemaatin çoğalmasını temin et.
Senin makam ve mevkiinden istifade eden, ayrıca başkalarına tavsiye ve tezkiye ettiğin bir kimseye va’z meclisi kurdurtma. Bu işi, mahallenin halkına ve kendilerine inandığın uzak dostlarından birisine havale et. Onlar takdir ve inha etsinler. Makam ve mevkiinden istifade eden kimseleri  de vaizlik ve imtihanına tabi tut. Sen de imtihan heyetinde bulunma.
Nikah işlerini semtinin hatibine bırak. Cenaze ve bayram namazlarını da semtin hatibine havale et.
Beni de hayır duadan unutma.
Bu vasiyet ve öğüdümü kabul et ve tut. Bu saviyetimi sana, ancak senin ve Müslümanların iyiliği için yapıyorum.
İşte, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin en büyük talebesi, usul-i fıkıh ilminde ilk eseri telif eden İmam Ebu Yusuf’a vasiyeti bu.
Muhteşem vasiyet ve bu vasiyete harfiyen riayet ederek bize örnek olan muhteşem zat, İmam Ebu Yusuf Hazretleri ortada. Başka söze ne hacet... Onlar, o büyüklerimiz, İslam’ı söylemişler ve İslam’ı yaşamışlar.....



İMAM-I AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ’NİN
İMAM EBU YUSUF’A VASİYETİ:
Ey Ya’kub!
Sultana (devlet başkanına) saygılı ol. Kendi vakarını da muhafaza et. Onun makam ve mevkiine de ta’zim et.
İlmi bir mes’ele veya bir ihtiyaç dolayısı ile seni çağırmadıkça, huzuruna girmekten kaçın. Çünkü, onun huzuruna lüzumlu-lüzumsuz girip çıkarsan, sana itibar etmez, kıymet vermez. Onun indinde değerin düşer, mevkiin sarsılır.
Sultan ile ilişkilerinde, ateşten faydalandığın gibi davran; uzakça dur; ona çok yaklaşma, ateş çok yaşlaşanı yakar, uzakta kalana fayda sağlamaz. Sultan d
a ateş gibidir, her şeyi kendisinde görür; kendisinde gördüğünü de başka kimsede görmez.
Sultanın huzurunda, - bilhassa ilmi konularda- çok konuşmaktan sakın. Çünkü söylediklerini alır ve sonra bunları senin aleyhine kullanır. Kendisini etrafındaki kimselere senden daha alim gösterebilmek için, senden öğrendiklerini kendi bilgisi imiş gibi söyler. Hatta seni hatalı çıkarmaya çalışır. Muhitinde gözden düşersin. Sultanın huzuruna girdiğin zaman, hem kendi kadrini, hem de başkalarının kadrini bil ve koru. Sultanın yanında tanımadığın bir alim varken huzura girme: Çünkü, sen ilim cihetinden ondan aşağı bir durumda bulunabilirsin ve ola ki huzurda yaptığın konuşma ile ondan üstün gözükebilirsin. Bu sebeple adamın seni bir zarara uğratmak için çalışması muhtemeldir.
Bu halin tersi de mümkündür: Sen ondan daha bilgili olabilirsin. Buna rağmen, sultanın huzurundaki konuşmalarla ondan aşağı bir seviyeye inebilirsin; öyle gözükebilirsin. Bu takdirde de sen sultanın gözünden düşersin.
Sultan sana ilmi, fıkhi bir iş, bir görev teklif ederse, düşün ve ancak senin şahsiyetine ve mezhebine uygun görürsen kabul et. Sana ve mezhebine rıza gösterilmeyeceğini anlarsan o işi, görevi kabul etme.
Sultanla buluşmak için, onun adamlarını ve etrafındaki kişileri  vasıta olarak kullanma. Sultanla doğrudan doğruya kendin buluş, görüş. Etrafındakilerden uzaklaş ki, sultan indinde şerefin ve merteben yerinde kalsın.
Halkın önünde lüzumsuz konuşma, sadece sordukları suallere cevap ver.
Halk ve tüccarlar arasında da zaruri ve dini ilimlerle ilgili olmayan sözlerden sakın. Böyle yaparsan mal ve dünyaya rağbetinden bahsedilmez. Aksi halde halk ve ticaretle iştigal edenler, haklarındaki hüsn-ü zannını kötüye yorarlar ve onlara rağbet etmeni, kendilerinden rüşvet almış olman şeklinde yorumlarlar.
Halk arasında gülme ve hatta gülümseme. Çarşı ve Pazar yerlerine de fazla çıkma.
Halkla ve halkın ihtiyarları ile birlikte yol ortasında yürüme. Çünkü onların arkasında yürürsen, bu durum senin ilmine hakaret olur. Onların önlerinde yürürsen, bu durumda da onlar seni ayıplarlar. Resul-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz: “Küçüklerine sevgi, büyüklerine saygı göstermeyenler bizden değildir.” Buyurmuşlardır.
Yol ağızlarında ve köşe başlarında oturma. Bir yerde oturman gerekiyorsa, mescitlerde veya mescitlerin avlularında otur. Dükkanlarda da oturma.
Çarşıda, sokakta ve mescitlerde bir şey yeme.
Yol kenarındaki çeşmelerden, musluklardan ve sakaların ellerinden su içme.
Safi ipekten veya ipekten yapılmış atlas gibi kumaşlardan elbise giyinme. Zira bunlar, insanı gevşekliğe ve ahmaklığa sevkeder.
Eşinin yanında başkalarının hanımlarından ve hizmetçilerin işlerinden bahsetme. Böyle şeylerden söz edersen, karın sana karşı edepsizlik ve küstahlık eder. Sen başka kadınlardan bahsedince, karın da kendinde, yabancı erkeklerden söz etmek hakkını bulabilir.
Mümkünse, dul bir kadınla veya yanında babasını veya anasını veya önceki kocasından olan kızını getirecek olan kadınla evlenme. Bu mümkün olmaz da bu vasıftaki kadınlardan birisi ile evlenirsen, en yakın da olsa hiçbir akrabasının, kadının yanına girmemesini şart koş, Çünkü, kadın seninle evlenerek mal ve servet sahibi olunca, babası onun bütün malının kendisine aid olduğunu ve kızının elinde emaneten bulunduğunu iddia edebilir. Elinden geldiği kadar iç güveysi de olma.
Başka kocasından çocuğu olan dul kadınla da evlenme. Çünkü, o kadın, bütün malı o çocuklar için toplayıp biriktirir. Senin malından çalar ve onlara harcar. Zira, her kadın için evladı senden daha kıymetlidir.
Sakın bir evde iki hanımını birlikte bulundurma. Birden fazla evlenirmişsen, onları ayrı evlerde oturt. Evlilik hayatının bütün maddi ihtiyaçlarını temin etmeye  muktedir olduğunu anlamadan evlenme.
Önce ilim tahsil et; sonra helalinden mal ve servet temin et; daha sonra da evlen. Çünkü, ilim tahsil ettiğin sırada, hayatını kazanmak için de uğraşırsan, ikisini bir arada yürütemez ve tahsilini noksan bırakmak zorunda kalırsın. İlim tahsilinden önce kazanacağın servet ise seni dünya ile meşgul olmaya, köle ve cariyeler alıp hizmetçiler edinmeye teşvik eder. Bu durumda da vaktin boşa gider. İlim tahsilinden önce evlenirsen, çoluk çocuğa karışırsın; nüfusun  artar. Onların ihtiyaçlarını temine çalışırken ilim tahsilini bırakmak mecburiyetinde kalırsın.
Gençken, kuvvetli iken, gönlünü meşgul eden şeyler yokken ve kafan zinde iken ilim sahibi olmaya çalış. Sonra da mal ve servet sahibi olmaya çalışırsın. Zira, çoluk-çocuğun çoğalması zihnini meşgul eder. Hayatını kazanınca da evlenebilirsin.
Daima Cenab-ı Hak’dan kork. Kötülüklerden uzak dur. Emanetleri ehline, sahibine teslim et.
İster avamdan olsun, ister havastan, ister büyük olsun, ister küçük her kişiye iyilik et ve nasihatte bulun.
Sakın, hiçbir kimseyi küçük görme. Vakarını koru ve herkese hürmet göster. Halk ile fazla içli dışlı olma. Lüzumlu halinde onlar seni arayıp bulsunlar. Seni ziyarete gelenleri güler yüzle karşıla. Onlara iyi davran ve sordukları mes’elelere  cevap ver. Eğer sual sahibi, sorduğu konu hakkında malumat sahibi ise, ilgisi artar ve ilimle iştigal eder. Eğer sorduğu konu hakkında malumat sahibi değilse bu takdirde de sana hürmet ve muhabbet besler. Soru sahipleri karşısında dini naslara delil arayıp, onları ilm-i kelam meseleleri ile isbat etmeye kalkışma. Çünkü onlar, ilim yönünden seni taklid eden kimselerdir. Dolayısıyla,  öyle yaptığın takdirde onlar da, bu gibi meselelerle uğraşmaya kalkışırlar ve bu gibi konularda hataya düşerler.
Sana bir şey sormaya gelen kimselerin sadece sordukları suallerine cevap ver. Cevabı kısa tut, uzatıp ilaveler yapma. Çünkü, sorusuna aldığı uzun cevap, soru sahibinin aklını teşviş eder, zihnini karıştırır.
On yıl, kazançsız ve azıksız kalsan bile ilim tahsil etmekten geri durup, yüz çevirme. Çünkü, tahsilden vazgeçmen halinde, yine geçim sıkıntısı çekmen muhtemeldir.
Fıkıh bilgilerini derinleştirmek ilim ve anlayışlarını artırmak maksadı ile sana müracaat eden talebelerin, ilme karşı rağbetlerini artırman için her birine evladınmış gibi muamele et, onlara yardımcı ol.
Halktan ve etrafında bulunan kimselerden hiç birisi ile tartışma ve münakaşa etme. Çünkü bu gibi kimselerle münakaşa etmen, senin itibarını düşürür.
Sultan bile olsa, hiçbir kimsenin yanında hakkı anlatmaktan ve söylemekten çekinme. 
Başkalarının yaptığı ibadetten daha çok ibadet yapmadıkça ve başkalarının verdiği hayırlardan daha çok ihsanda bulunmadıkça gönlün rahat etmesin. Böyle yapmazsan, halk senin kendi yaptıkları ibadet ve ihsandan fazlasına ehemmiyet vermediğini görür ve senin ibadet ve ihsana rağbetinin azlığına hükmederler. Kendilerinin cahillikleri ile yaptıkları ibadet ve amelleri senin ilminle yaptığın ibadet ve amellerden daha üstün görürler.
Alimi çok herhangi bir beldeye vardığın zaman, o memleketi kendine tahsis etmeye ve halkı etrafında toplamaya çalışma. Ancak sen de oranın sakinlerinden biri gibi ol. Böyle yaparsan senin orada bir mevki kazanmak için gayret etmediğini bilirler. Böyle yapmazsan, o memleketin alimlerinin hepsi, senin aleyhinde bulunmaya başlarlar. Mezhebini tenkit ederler . Halkı aleyhine kışkırtırlar ve seni göz altında tutarlar. Bu durumda da boş yere aleyhinde bulunulmuş ve tenkid edilmiş olursun.
Eğer alimlerden senden belirli meseleleri soranlar olursa, cevabında, onlara her hususu açık delilleri ile anlat. Onlarla verdiğin cevaplar üzerinde münakaşa ve münazara etme.
Hoca ve üstatlarına dil uzatmaktan kesinlikle sakın. Yoksa onlar da sana ta’nederler ve seni arkandan çekiştirirler. Halktan da daima çekin.
Açıkta yaptığın davranışlarınla gizlide yaptığın davranışların farklı olmasın. Allah (c.c.) için gizli halinde iken nasılsan, açık alinde de öyle ol.
İlmi bir konuyu çözerken etraflıca mütalaa et. O konuyu içi ile dışını birleştirerek çözmeye, ıslah etmeye çalış.
Sultan tarafından, sana hoş gelmeyen bir işe memur edilirsen, bu vazifeyi kabul etme. Yalnız bu görevin sana sadece ilminden dolayı verildiğini anlarsan, onu kabul et.
Münazara ettiğin meclislerde, asla korku ve endişe içinde konuşma. Çünkü korku ve endişe hali, meseleleri geniş bir şekilde kavrama ve anlama kabiliyetine noksanlık getireceği gibi, diline ve ifade kuvvetine de ağırlık verir.
Çok gülme, çünkü çok gülmen kalbini karartır, öldürür.
Yürürken aceleci ve mütekebbir olma, sakin ve vakarlı yürü.
Hiçbir işinde de aceleci olma. Çünkü, arkasından çağıranlar, ancak hayvanlardır.
Konuşurken de bağırıp, çağırma, gürleme; yüksek sesle bile konuşma. Daima, sakin ve suskun olmayı tercih et. Lüzumsuz ve boş hareketlerden de kaçın. Az hareket etmeyi adet edin ki, halkın indinde sebatın ortaya çıksın.
İnsanlar arasında da Allah (C.C.)’ı çokça zikret ki, onlar da bunu senden duyup öğrensinler.
Namazların sonlarda, kendini alıştırıp daima yerine getireceğin bir vird seç ve onu ifa et. Mesela vird olarak, namazlardan sonra, Kur’an-ı Kerim okuyabilirsin, Cenab-ı Hakkın yüce isimlerini zikredebilirsin, bela ve musibetlere karşı ihsan buyurduğu sabır ve tahammül gücüne veya bahşettiği çeşitli nimetlere şükredebilirsin.
Her ayın belirli günlerinde oruç tutmayı itiyat haline getir ki diğer insanlar da bu hususta sana uysunlar.
Nefsini daima murakabe altında bulundur ve başkalarına karşı da onu koru. Eğer böyle yaparsan, dünya ve ahirete teallük eden amellerinde ilminden istifade edebilirsin.
Dünyaya ve sahip olduğun dünya malına ve servetine güvenme. Haline ve makamına da güvenip dayanma. Unutma ki, Cenab-ı Hak sahibi bulunduğun bütün varlığından sana hesap soracaktır.
Sultana yakın olmak için vesile ve aracı arama. Sultanın seni yakınları arasına almasını da arzu etme. Şayet sultan, kendiliğinden seni yakınları arasına alırsa, bu durumu da halka açıklama. Çünkü bu durumu halka açıklarsan,  sana bir takım işler havale ederler. Bu işleri takip edip, üzerinde durursan Sultan seni hoş  karşılamaz. Bu işleri takip etmez ve üzerinde  durmazsan bu sefer de halk seni ayıplar. Her iki hal de senin için küçüklüktür.
Hata ve günahlarında insanlara uyma. Allah (C.C.) indinde makbul olan, sevaplı işlerde onlara tabi ol.
Kötülüğünü bilsen bile, hiçbir insanı o kötülüğü ile yad etme. O insanda bile iyilik, hayır ve salah ara ve insanları iyi halleri ile an. Ama o insanın kötülüğü din hususunda olursa durum değişir. Eğer fenalığı o kimsenin dini durumunda olursa ve sen bu hali görürsen, bu halini diğer insanlara da söyle ki, yanılarak ona tabi olmasınlar ve onun fenalıklarından sakınsınlar. Zira, Resul-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz bu hususta şöyle emir buyurmuşlardır. “Bir faciri –mevki ve mertebesi ne olursa olsun- kendisinde görülen günahı ile anıp, yadedin ve durumunu başkalarına da haber verin ki, insanlar ondan sakınsınlar.” Açık olan bu emre uyarak, din hususunda kendisinde bozukluk ve aksaklık gördüğün bir kimseyi, bu hal ve davranışı ile zikret, onun makamından da korkma. Çünkü Allah-u Telala senin yardımcın ve koruyucundur. Dinin koruyucusu ve yardımcısı da O’dur. Bunu bir defa yaptığın zaman senden korkarlar, heybetin onlara tesir eder, böylece de dinde bid’at çıkarmaya kimse cesaret ve teşebbüs edemez.
Sulatanından ve amirinden dine uymayan bir hal ve davranış gördüğün zaman, kendisine itaat etmekle beraber, onu bu hususta münasip bir dille ikaz et. Çünkü o, iktidar cihetiyle senden kuvvetlidir. Mesela, ona şöyle diyebilirsin: “Siz benim amirim ve sultanımsınız. Bundan dolayı emrinize itaat ederim. Şu kadar var ki, dine uymayan hal ve davranışlarınızı da size haber vermekten kendimi alamıyorum.” Bu ikazı bir defa yapman yeterlidir. İkazını tekrarlar ve bu hususta ileri gidip, aşırı davranırsan, sultan seni azarlar ve müşkül durumda bırakır. Netice itibariyle, ikaz hususundaki tekrar ve ısrarın – şahsınla birlikte – dinin – tatbikatta- alçalıp, zayıflamasına sebep olabilir.
Aslında bir veya iki defa ihtar ve ikazda bulunmanla din hususundaki ciddiyetin ve emr-i bi’l-ma’ruf konusundaki aşırı arzu ve sebatın da anlaşılır.
Eğer, o sultan veya amir dine aykırı hal ve hareketini birkaç defa tekrarlarsa, bizzat kendin, o yalnızken huzuruna çık ve din konusunda kendisine nasihatte bulun.
Eğer, o sultan veya amir, bir bid’atçi ve te’vilci ise onunla çekinmeden ilmi münazara ve tartışmada da bulun. Ama o, hak mezheblerden birine bağlı ve dindar bir zat ise, O’na Kur’an-ı Kerim’den ve hadis-i şeriflerden bildiklerini söyle. Kabul ederse ne ala. Ama kabul etmezse, Allah (C.C.) dan seni ondan korumasını niyaz ederek yanından ayrıl.
Ölümü daima hatırla.
Kendisinden ilim tahsil ettiğin üstad ve hocaların için Allah-u Teala’dan af ve rahmet dile.
Kur’an-ı Kerim’i okumaya devam et.
Kabirleri, büyük zatları ve mübarek yerleri çok ziyaret et.
Halktan herhangi bir kimse, sana rüyasında Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’i görmüş olduğunu söylerse bunları camilerde, türbelerde veya makberlerde bulunan mübarek kimselerin rüyalarını iyi karşılayıp, bunların söz ve haberlerini red ve inkar etme.
Nefsani arzularının peşinde koşan ve hayvani zevklerine düşkün olan kimselerde oturup-kalkma. Yalnız, kendilerini dine ve dinin emirlerine uymaya davet etmek maksadıyla, böyle kimselerle beraber bulunmakta herhangi bir mahzur yoktur.
Oyun ve eğlence yerleri ile söğülüp-sayılan yerlere girme.
Ezan okunduğu zaman, hemen camiye gitmek  için hazırlan. Böyle yaparsan halk senden ileri geçmemiş olur.
Sultanın sarayına, konağına yakın yerde ev tutma.
Komşularında gördüğün kötü hal ve davranışları gizle ve ört. Çünkü bu bir sırdır, sır ise sana emanettir. İnsanların gizli taraflarını da açığa vurma.
Her hangi bir hususta sana akıl danışmak seninle istişare etmek isteyen kimseyi dinle. Seni Allah (C.C.) a yaklaştıracağını bildiğin hususları ona söyle.
Cimrilikten kaçın! Çünkü bütün insanlar cimrilere buğzeder.
Tamahkar olma. Yalan söyleme. İnsanlar arasında karıştırıcılık ve kışkırtıcılık da yapma. Her işinde haysiyetini ve insanlığını koru. Gazel huylu ve güzel hareketli ol. İnsanları incitmekten sakın.
Her zaman ve her yerde beyaz (temiz) elbise giyin.
Nesini, dünyaya rağbeti ve hırsı azaltarak temizle. Dünyaya rağbeti ve hırsı içinden at. Masivadan kalbini temizle.
Fakir olsan bile, fakirliğini belli etme. Kimseye el açma.
Gayret ve himmet sahibi ol. Çünkü, azim ve gayreti zayıf olanın, makam ve mevkii de zayıf olur.
Yolda yürürken sağa sola bakma, daima önüne bak.
Hububat gibi ölçekle satılan şeyleri veya tartı ile satılan şeyleri satın alırken kendin ölçmeye veya tartmaya teşebbüs etme. Satan şahsın ölçüsüne, tartısına itimat et.
Dünyayı ilim adamları nezdinde hakir göster. Çünkü, Allah (C.C.)’ın nezdinde bulunanlar, dünyadakilerden daha hayırlıdırlar.
İşlerini, o işten anlayan ehil kimselere havale et. Eğer böyle yaparsan, bilgiye, tecrübeye ve ihtisasa olan itimadın ve hürmetin artıp sağlamlaşır. Ayrıca, böyle davranmakla, ihtiyaçlarını kolay temin etmiş ve menfaatini korumuş olursun.
Aklı kısa olan kimselerle konuşma. Münazara usul ve adabını bilmeyen, ortaya attığı iddialarına delil getirip onları isbat edemeyen ilim adamları ile konuşmaktan kaçın.
Makam ve mevki peşinde  koşan, halk arasındaki günlük ve basit mes’elelere dalarak, bu yolla kendilerine şöhret ve dünya menfaati sağlamak isteyen kimselerin söz ve sohbetlerine katılma. Onların aralarına da girme. Çünkü, o gibi kimseler, bir konuda senin haklı olduğunu bilseler dahi teslim olup senin haklı olduğunu söylemezler. Sözlerine de değer vermezler. Bunlar şarlatanlıkla  seni susturmaya ve mahcup etmeye kalkarlar.
Seçkin ve kibar kimselerin iştirak ettiği meclislere girdiğin zaman seni izzetle karşılayıp yer göstermedikçe, geçip onlardan üst tarafa oturma. Oturursan, onlardan sana üzüntü verecek bir şey gelebilir.
Herhangi bir cemaat içinde bulunduğun zaman, sana hürmet edip öne geçirmedikçe, kendiliğinden ön saflara geçme. Aynı şekilde, hürmet görmez ve teklif almazsan öne geçip imamet yapma.
Halka mahsus mesire yerlerine çıkıp dolaşma.
Zalim sultan ve amirlerin yanlarına bulunma. Eğer, kendilerine söyleyeceğin hak söz ve tavsiyelere inanıp uyacaklarını bilirsen yanlarında bulunabilirsin. Ama mümkündür ki, zalim sultan ve amirler, senin yanında yapılması doğru ve helal olmayan her hangi bir işi yaparlar; sen de onları bu kötü işlerinden men edemezsin... Bu durumda insanlar eğer tam karşı koyacağın vakitte, sükut ettiğini görürlerse, onların bu kötü söz ve davranışlarının hak olduğunu savunurlar.
İlim meclislerinde kızmaktan ve şiddet göstermekten sakın.
Halkla konuşurken, onlara hikaye ve vak’a anlatma. Şüphesiz ki hikaye anlatanlar yalan söylerler veya en azından anlattıklarına yalan karışır.
İlim adamlarından her hangi biri ile, fıkhi mes’elelerde, bir mecliste oturup konuşmak istersen, oraya iyice hazırlanarak git. O mecliste, bildiklerini bütün incelikleri ve delilleri ile söyle. İyi bilmediğin meselelerden bahsetme. İyi bilmediğin meselelerden bahsedersen, konuşmalarınızı dinleyenler, senin o mecliste bulunmana sinirlenirken, hayal kırıklığına uğrarlar. Ayrıca, haksız ve isabetsiz olarak, karşındaki kimseyi senden daha alim sanırlar.
Eğer, katıldığın meclis, bir fetva meclisi ise ve sorulan meseleler de fetvaya müsaitse cevabını verirsin. Müsait değilse sebebini söylersin ve sözü kısa kesersin. Karşındaki şahsın, seni huzurunda izahat vermeye kalkışmasına ve başkasına ders vermeye başlamasına mahal bırakmamak için oradan kalkar gidersin. Yalnız orada adamlarından birini bırakarak, muarızının ilminin, derecesini, görüşünü ve sözünü anlarsın.
Talebelerinden her hangi birinin va’zını da meclisinde dinleme. Çünkü, senin bulunman onu sıkar ve şaşırtır. Ama, talebinin va’zında itimat ettiğin bir adamını bulundur. Onun va’zını dinlemeleri için mahalle halkını teşvik et ve cemaatin çoğalmasını temin et.
Senin makam ve mevkiinden istifade eden, ayrıca başkalarına tavsiye ve tezkiye ettiğin bir kimseye va’z meclisi kurdurtma. Bu işi, mahallenin halkına ve kendilerine inandığın uzak dostlarından birisine havale et. Onlar takdir ve inha etsinler. Makam ve mevkiinden istifade eden kimseleri  de vaizlik ve imtihanına tabi tut. Sen de imtihan heyetinde bulunma.
Nikah işlerini semtinin hatibine bırak. Cenaze ve bayram namazlarını da semtin hatibine havale et.
Beni de hayır duadan unutma.
Bu vasiyet ve öğüdümü kabul et ve tut. Bu saviyetimi sana, ancak senin ve Müslümanların iyiliği için yapıyorum.
İşte, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin en büyük talebesi, usul-i fıkıh ilminde ilk eseri telif eden İmam Ebu Yusuf’a vasiyeti bu.
Muhteşem vasiyet ve bu vasiyete harfiyen riayet ederek bize örnek olan muhteşem zat, İmam Ebu Yusuf Hazretleri ortada. Başka söze ne hacet... Onlar, o büyüklerimiz, İslam’ı söylemişler ve İslam’ı yaşamışlar.....


Çevrimdışı mustantık

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 224
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #128 : 14 Nisan 2009, 23:44:54 »
İMAMI AZAM EBU HANİFE HAZRETLERİ
(80/150 - 700/767)
İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müctehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı.
Ebû Hanife, Kûfe'de hicrî 80 yılında doğdu. Numân ve ailesinin Arap olmadığı kesindir; onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler vardır. Dedesi Zûta, Teym b. Sa'lebeoğulları kabilesinin âzatlısı olup, Hz. Ali zamanında Kâbil'den Kûfe'ye gelerek; orada yerleşti. Zûta'nın oğlu Sâbit de Kûfe'de ipek ve yün kumaş ticaretiyle uğraştı. İslâm'ın hâkim olduğu bir ortamda yetişen Numân b. Sâbit küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzetti. Kırâatı, yedi kurrâdan biri olarak tanınan İmam Âsım'dan aldığı rivâyet edilir (İbn Hacer Heytemî, Hayratu'l Hisan, 265) Numân gençliğini ticaretle geçirdikten sonra İmam Şa'bî (20/104)'nin tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, şiir öğrendi. Yetiştiği Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi müslim-gayrimüslim birçok düşüncenin, itikâdı fırkaların bulunduğu, itikadla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir şehirdi. Dindar bir ailede yetişen Ebû Hanife'nin de bu itikâdı tartışmalara zaman zaman katıldığı kuvvetle muhtemeldir. Ebû Hanife, Şa'bî'nin kendisini ilme teşvikini şöyle anlatmaktadır: "Günün birinde Şa'bî'nin yanından geçiyordum. Beni çağırdı ve bana, 'Nereye devam ediyorsun?' dedi. Ben de, 'Çarşı pazara' dedim. O, 'Maksadım o değil, ulemâdan kimin dersine devam ediyorsun?' dedi. Ben, 'Hiçbirinin' diye cevap verince Şa'bî, 'İlmi ve ulemâ ile görüşmeyi sakın ihmal etme. Ben senin uyanık ve aktif bir genç olduğunu görüyorum' dedi. Onun bu sözü benim içimde iyi bir etki yaptı. Ticareti bıraktım, ilim yolunu tuttum. Allah'ın inâyetiyle Şa'bî'nin sözünün bana çok faydası oldu." Kendisinin de belirttiği gibi Şa'bî'nin bu tavsiyesi onun için bir dönüm noktası olmuştur. Bundan böyle ticaret işini ortağı Hafs b. Abdurrahman'a devredecek, ara-sıra dükkânına uğrayacak, asıl işi ilim meclislerine devam etmek olacaktır. O zaman Numan henüz yirmiiki yaşındadır (Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanife, Çev.: Osman Keskioğlu. İstanbul 1970. 43).
Ebû Hanife'nin yaşadığı yer ve çağda itikâdı fırkalar çoğalmış, bir sürü sapık fırkalar ortaya çıkmış, Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e zulmü devam etmiştir. Mantığı çok kuvvetli olan Numân b. Sâbit hiçbir fırkaya bağlanmadan ilim tahsilini ilerletti ve kelâm ilmine yöneldi. Tartışmak (cedel) için sık sık Basra'ya gitti, ancak kelâm ve cedel'in din dışı olduğunu görerek fıkh'a yöneldi. "Arkadaşını tekfir etmek isteyen ondan önce küfre düşer" diyordu (Hatib el-Bağdâdî, Târihu Bağdâd, XIII, 333). Kendisi bunu şöyle anlatır: "Sahâbi ve tâbiin, bize gelen konuları bizden iyi anladılar. Aralarında sert münâkaşa ve mücâdele olmadı ve onlar fıkıh meclisleri ile halkı fıkha teşvik ettiler; fetvâ verdiler, birbirinden fetvâ sordular. Bunu anlayınca ben de münakâşa, cedel ve kelâmı bıraktım; selefin yoluna döndüm. Kelâmcıların selefin yolunda olmadığını; cedelcİlerin kalpleri katı, ruhları kaba, nasslara muhâlefetten çekinmeyen, verâ ve takvâdan uzak kimseler olduklarını gördüm" (İbnü'l Bezzâzı, Menâkîbu Ebî Hanife, I, 111).
Numân, babasıyla onaltı yaşında hacca gittiğinde ortada tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh, Abdullah İbn Ömer ile tanışarak onlardan hadis dinlediği, rivâyet edilir (Abnü'l Esir, Üsdü'l-Ğâbe, III, 133). Kendisi, tâbiînden sayılır ve etbau 't-tâbiînin büyüklerindendir. Onun, gençliğinde çağının bütün düşünce akımlarını izlediği, ihtilâfları çok iyi tesbit ettiği zikredilmektedir (Şa'rânı, Tabakatü'l-Kübrâ, I, 52-53). Fıkıhta karar kılıp selefin yolunu izlemeye başladıktan sonra geleneğe uyarak kendisine bir üstad âlim seçti. Onsekiz yıl Irak'ın büyük fakihi Hammâd b. Ebî Süleyman (ö.120/737)'ın derslerine devam etti. Onun vekîli oldu ve on yıllık öğrencilikten sonra kendi kürsüsünü açmak istediyse de, altmış kadar fetvasının kırkının Hammâd tarafından tasvib edildiği ve yirmisinin düzeltildiğini görünce bundan vazgeçerek onun ölümüne kadar vekâletinde bulundu. Özellikle o sırada varolan şu dört fıkhı öğrendi: İstinbat, Hz. Ömer fıkhı, Abdullah b. Mes'ud fıkhı, Abdullah b. Abbâs fıkhı. Birincisi şer'i hakikatleri araştırıp ortaya koymaya, ikincisi maslahata, üçüncüsü tahrice, dördüncüsü Kur'ân ilmine dayanan okuldu (Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhı Mezhepler Târihi, Çev: Abdulkadir Şener, II, 132).
Hocası Hammâd b. Ebî Süleyman, İbrahim en-Nehaî ve Şa'bî gibi iki büyük âlimden fıkıh okudu. Abdullah b. Mes'ud ve Hz. Ali'nin fıkhına sahip Kadı Şureyh, Alkame b. Kays, Mesruk b. el-Ecda'ın fıkhından faydalandı. Ebû Hanife'nin fıkhında daha ziyâde İbrahim en-Nehaî okulunun tesiri görülür. Dehlevî, "Hanefi fıkhının kaynağı, İbrahim Nehaî'nin kavilleridir" der (Şah Veliyullah Dehlevî, Huccetullah'il Bâliğa, 1, 146). Ayrıca Ebû Hanife, "istihsan" kullanmada tartışılmaz bir ilim elde etmiştir. Onun tâcir olarak halkın günlük hayatıyla iç içe oluşu ve sık sık ilim merkezlerine seyahat edip birçok âlim ile düşünce alışverişinde bulunması, bu alanda saygınlığına sebep olmuştur. Hac seyahatlerinde tâbiîn âlimlerinin İleri gelenleriyle görüşmüş, ilmî sohbetlerde bulunmuş, onlardan hadis dinlemiştir. Atâ b. Ebî Rebâh, Atiyye el-Avfı, Abdurrahman b. Hürmüz el-A'rec, İkrime, Nâfi', Katâde bunlardan bazılarıdır (Zehebî, Menâkibu'l-İmâm Ebı Hanife ve Sahiheyni Ebı Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasen, Mısır). Kendisi şöyle der: "Hz. Ömer'in fıkhını, Hz. Ali'nin fıkhını, Abdullah b. Mes'ud'un ve Abdullah İbn Abbâs'ın fıkhını onların ashâbından aldım" (M. Ebû Zehra, Ebû Hanife, 44).
Ebû Hanife ilimle uğraşırken ticareti de bütünüyle bırakmadı. Bu, onun helâl rızık kazanmasını sağladığı gibi, ticarî kazancını ve talebelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını, bağımsız bir ilim meclisi kurmasını da sağladı. Ebû Yûsuf'un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan o Ebû Yusuf'u murâkabe eder, yardımda bulunurdu. Gücü yetmeyen talebelerinin de evlenmesini sağlardı (Zehebî, a.g.e, 39). Birçokları ticarette Ebû Hanife'yi Ebû Bekir'e benzetirdi; çünkü o bir malı satın alırken, sattığı zamanki gibi emânet kâidesine uyar, kötü malı üste, iyisini alta koyardı, muhtaç satıcıyı sömürmezdi. Bir defasında bir kadın, satmak üzere ona bir ipek elbise getirdi. O, fiyatını sordu. Kadın yüz dirhem istedi. Ebû Hanife, değerinin yüz dirhemden fazla ettiğini söyledi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktığında Ebû Hanife, daha fazla edeceğini söyleyince kadın, "Benimle eğleniyor musun?" demişti. Ebû Hanife de, "Ne münasebet, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim" dedi. Adam çağrıldı ve fiyatı takdir etti: Ebu Hanife o malı beş yüz dirheme satın aldı. Bu olay o zamandan beri halk arasında günümüze kadar anlatılarak, ticarette dürüstlüğe dâir bir darb-ı mesel haline gelmiştir.
Ebû Hanife vakar sahibi bir insandı. Tefekkürü çok, konuşması az, Allah'ın hudûdunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müctehiddi. Fıkhı sistematik hale getirip bütün dünyevî meselelerin leh ve aleyhteki biçimlerini ortaya koyarak ve sağlam bir akîde esası çıkararak doktrinini meydana getirmiştir. Ebû Hanife'nin binlerce talebesi olmuş, bunların kırk kadarı müctehid mertebesine ulaşmıştır (el-Kerderî, Menâkıbu'l-İmâm Ebû Hanife, II, 218). Müctehid öğrencİlerinden en meşhurları Ebû Yusuf (158), Muhammed b. Hasan es-Şeybânî (189) Dâvûd et-Tâ; (165), Esed b. Amr (190), Hasan b. Ziyâd (204), Kasım b. Maan (175), Ali b. Mushir (168), Hibban b. Ali (171)'dir. Ebû Hanife'nin fıkıh okulu, talebelerine verdiği dersler ile ondan fetvâ istemeye gelen halk için verdiği fetvâlardan meydana gelmiştir. Ders verme usûlü eski filozofların diyalektik akademi derslerini andırmaktadır. Bir mesele ortaya atılır; bu, talebeleri tarafından tartışılır ve herkes görüşünü söyler; en son olarak İmam, delil ve istinbat ile bir karara ulaşılmasını sağlar ve kararı delillerden ayırarak veciz cümleler halinde yazdırırdı. Bu sözleri en yakın müctehid talebeleri tarafından sonradan mezhebin fıkıh kaideleri haline getirilirdi. Onun ilim meclisi bir istişâre, bir diyalog merkezi, bir hür düşünce okulu idi. Ebû Hanife'nin halkın sevgi ve saygısını kazanmasında; fetvâlarının her yerde haklı olarak tutulmasında; ilmi, ihtilaflardan arındırıp halka selefin yaptığı gibi bilgi aktarması, fitnelere bulaşmaması ve takvası etkili olmuştur. Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, câhil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret. Halka yumuşak davran, bıkkınlık gösterme, onlardan biriymişsin gibi davran." Ebû Hanife kimseye "benim görüşüm en doğrudur" demedi; hattâ, kendisinin de bir görüşü olduğunu ama daha iyi bir görüş getirene uyacağını söylerdi. Yine o, talebelerine kendisinden her işittiğini yazmamalarını, çünkü yarın görüşünü değiştirebileceğini ifade ederdi. Demek ki, hiç bir zaman kendisi mezhebî taassub içinde olmamıştır. Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katıldı. Hayatının bir bölümü Emevİlerin, bir bölümü Abbâsİlerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyâsal iktidara karşıydı. Onun siyâsetini ehl-i beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i beyt'e büyük muhabbeti vardı. Abbâsîler iktidara geldiklerinde ehl-i beyt'i gözeteceklerini söylemişlerdi. Ancak onların iktidara geldikten bir süre sonra ehl-i beyt'e zulmetmeye devam ettiklerini görünce, onlara da karşı çıktı. Derslerinde fırsat buldukça iktidarı tenkid etti. Her iki siyasal iktidar devrinde de kendisinden şüphelenilmiş, onu kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o, her iki dönemde de teklifleri reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramış, hapsedilmiştir (İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, V, 559). İmam, takvâsı, firâseti, ilmî dürüstlüğü ve görüşlerini iktidara karşı kullanması ile halkın büyük sevgisini kazandı. Abbâsi yönetimi ile hiçbir zaman uyuşmadı, uzlaşmadı. Ticaretten kazandığı helâl rızıkla ilmini destekledi. Hattâ o, Zeyd b. Ali'nin imamlığına zımnen bey'at etmişti. Hz. Ali'nin torunları, kendisi gibi birer birer isyan edip şehid edilirken İmam Zeyd için Ebû Hanife şöyle diyordu: "Zeyd'in bu çıkışı -Hişâm b. Abdülmelik'e isyanı- Rasûlullah'ın Bedir günündeki çıkışına benziyor. " Ebû Hanîfe'nin ehl-i beyt imamları ile olan birlikteliği, Emevi ve Abbâsi yönetimlerine karşı tavrı dikkat çekici bir tavırdır. 145 yılında Hz. Ali (r.a.)'in torunlarından Muhammed en-Nefsü'z Zekiye ile kardeşi İbrahim'in Abbâsilere isyan etmeleri ve şehîd olmaları karşısında Ebû Hanife Irak'ta, İmam Mâlik Medine'de açıkça iktidarı telkin etmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence görmüş ve hapsedilmişlerdir. Ebû Hanife alenen halkı ehl-i beyt'e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehidler gibi öldü. Zehirletildiği de rivâyet edilir (en-Nemeri, el-İntika, 170). Bağdat'ta, Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazır bulundu.
Ölümünden sonra ders halkasını Ebû Yusuf sürdürdü. Vefâtından sonra fetvâları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. Mezhebi sistematik hale getiren, İmam Muhammed eş-Şeybânî'dir. el-Asl, el-Câmi'ü's Sağır, el-Câmi'ü'l-Kebîr, ez-Ziyâdât, es-Siyerü'l-Kebû'i yazan odur. Bu kitaplar güvenilir rivâyetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır (Bk. Hanefi mezhebi).
Talebelerinin toparladığı "el-Fıkhu'l Ekber", kesin olarak İmam Âzam'a aittir ve ehli sünnet akidesinin temel kitabıdır (İmam Fahrü'l İslâm Pezdevî, Usûlü'l-Fıkh, I, 8; İbnü'n-Nedîm, Kitâbü'l-Fihrist, I, 204). Ayrıca el-Fıkhü'l Ebsât, Kitâbü'l Alim ve'l Müteallim, Kitâbü'r Risâle, el- Vasiyye, el-Kasîdetü'n Numâniye, Marifetü'l-Mezâhib, Müsnedü'l-İmam Ebî Hanife adlı eserler de imamdan rivâyet edilmiştir. Bunların yanısıra kaynak ve araştırmalarda nüshaları bulunamayan başka eserlerden de söz edilmiştir.
Ebû Hanîfe önceleri Kelâm ilmiyle uğraşmış ve birtakım tartışmalara katılmış olmasına rağmen cedelcİlerin iddialı üslûbundan uzak kalmıştır. İctihadlarını değerlendirirken kendisi şöyle demiştir: "Bu bizim reyimizle vardığımız bir sonuçtur. Kimseyi reyimize zorlamaz, kimseye 'bunu kabul etmeniz gerekir' demeyiz. Bizim gücümüz buna yetiyor, bize göre en iyisi budur. Bundan daha iyisini bulan olursa buyursun getirsin onu kabul ederiz" (Zehebî, a.g.e., 21). Kendisine tâbi olacak kimselere de şu tavsiye ve ikazda bulunmuştur: "Nereden söylediğimizi (verdiğimiz hükmün delil ve kaynağını) tetkik edip bilmeden bizim reyimizle fetvâ vermek hiçbir kimse için helâl olmaz." O, bir tek kişi ya da mezhebin İslâm'ı kuşatmasının mümkün olmadığını biliyordu. Ne Ebû Hanife ne başka bir İmam, kendi ictihadı hakkında böyle bir iddiada bulunmuştur. Onlar hep sahih sünnetin asıl olduğunu, sahih sünnet ile sözleri çatıştığı takdirde sahih sünnet ile amel edilmesi gerektiğini öğrenci ve izleyicİlerine özenle tavsiye ve ikaz etmişlerdir.
Mezhepleri günümüze kâdar varlığını sürdüren Ehl-i Sünnet mezheplerinden dördü arasında ilk tedvin edilen mezhep Hanefi mezhebi olmuştur. Irak'ta doğan bu mezhep hemen hemen bütün İslâm dünyasında yayıldı. Abbâsiler döneminde kadıların çoğu Hanefi idi. Selçukluların, Harzemşahların mezhebi de Hanefilik idi. Osmanlı döneminde de resmi mezhep Hanefilik olmuştur (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, Ankara 1981, 127).
Ebû Hanife yetmiş yıllık ömrünü fetvâ vermek, ders halkasında talebe yetiştirmek, ilmî seyahatlerde bulunmak ve ibadet etmekle geçiren, İslâm âleminin yetiştirdiği büyük müctehidlerden biridir. Elli beş defa hacca gittiği nakledilir (İzmirli, İ. Hakkı, a.g.e. 127). Bu duruma göre o her sene hac yapmıştır.
İmâm-ı Âzam usûlünü şöyle açıklamıştır: "Rasûlullah (s.a.s.)'den gelen baş üstüne; sahâbeden gelenleri seçer, birini tercih ederiz; fakat toptan terketmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve ictihadlara gelince, biz de onlar gibi ilim adamlarıyız."
"Allah'ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah'ın güvenilir, âlimlerce mâlum ve meşhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashâbından dilediğim kimsenin re'yini alırım... Fakat iş İbrâhim, Şâ'bi, el-Hasen, Atâ... gibi zevâta gelince ben de onlar gibi ictihad ederim" (el-Mekkî, Menâkıb, I, 74-78; Zehebî, Menâkıb, 20-21; M. Ebû-Zehra, Târihü'l-fıkh, II, 161; A. Emin, Duha'l İslâm, II, 185 vd).
İmam Muhammed de "İlim dört türdür: Allah'ın kitabında olan ile ona benzeyen, Rasûlullah (s.a.s.)'in sağlam bir senetle nakledilen sünnetinde sâbit olanlar ile ona benzeyenler, Rasûlullah'ın ashâbının icmâ'ı ile sâbit hükümler ile onlara benzeyenler ve nihâyet İslâm fukahâsının çoğu tarafından sahih ve güzel olduğu kabul edilenlerle bunlara benzeyenlerdir" (İbn Abdilber, el-Câmi', II, 26) demiştir.
Ebû Hanife'ye hadis konusunda bir kısım tenkidler yapılagelmiştir. Bunlar: Ebû Hanife hadiste zayıftır (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, VI, 368); Re'yi ile sahih hadisleri reddeder (M. Zâhidü'l-Kevserî, Te'nib, 82 vd.); Onun nezdinde sahih olan hadis sayısı onyedi veya elli civarındadır (İbn Haldûn, Mukaddime, 388,) şeklinde özetlenebilir.
Gerçekte, Ebû Hanife, hadis ilminde meşhur muhaddisler kadar mütehassıs değilse de, "ictihad şûrâsı"nda bu konuda kendisine yardımcı olan hadis hâfızları vardır (M. Zâhidü'l Kevserî, a.g.e., 152). İctihadında, bizzat üstadlarından öğrendiği dörtbin kadar hadis kullanmıştır (Mekkî, Menâkıb, II, 96). Bazı hadisleri Hz. Peygamber'e ait oluşunda şüphe bulunduğu, başka bir deyişle hadisin sıhhatini tesbit için İleri sürdüğü şartlara uymadığı için reddetmiştir (İbn Teymiyye, Raf'u'l-Melâm, 87 vd.). Yoksa Ebû-Hanife, değil sahih hadisleri reddetmek, mürsel ve zayıf hadisleri dahi kıyasa tercih ederek tatbik eylemiştir. (İbn Hazm. el-İhkâm. 929).
Diğer taraftan, Kıyas yüzünden Ebû-Hanife'ye tenkit yöneltenler haksızlık etmiştir. Çünkü sahâbeden beri kıyas tatbik edilmiş ve diğer imamlar da az veya çok miktarda bu metodu kullanmışlardır. Ebû Hanife: 1-Kıyası kâideleştirmiş, 2- Sık kullanmış, 3- Henüz vuku bulmamış hâdiselere de tatbik etmiştir. (ibn Abdilber, a.g.e., II, 148; İbnu'l-Kayyım, İlâmü'l-Muvakkim, 1, 77-277, M. Ebû-Zehra, Ebû-Hanife, 324; A. Emin, a.g.e., II, 187).
Yine, "İstihsan" metodu başta Şâfii olmak üzere birçok âlim tarafından ağır bir şekilde mahkum edilmiş ve bazı kimseler tarafından da yalnız Ebû Hanife'ye nisbet edilmiştir. Halbuki mesele mukayeseli bir şekilde incelendiğinde istihsanı reddedenlerle kabul edenlerin buna verdikleri mânânın çok farklı olduğu görülecektir.
İmam Şâfii'ye göre İstihsan; "Bir kimsenin keyfine göre bir şeyi beğenmesi, güzel bulmasıdır." Bir kölenin bedelini bile tayin edecek olan kimse onun benzerini gözönüne alarak bu işi yapar. Eğer benzerine aldırmadan bir değer biçerse, tutarsız ve haksız bir iş yapmış olur. Allah'ın helâl ve haramı ise bundan çok daha önemlidir. Bir kimse haber veya kıyasa istinad etmeden hüküm verirse günahkâr olur (er-Risâle, 507-508). İstihsan ile hükmeden, Allah'ın emir ve nehiyleriyle bunların benzerlerini terketmiş, kafasına estiği gibi davranmış olur (el-Umm, VII, 267-272).
İbn Hazm'da İstihsan, nefsin arzuladığı, beğendiği şekilde hükmetmektir (el-İhkâm, 42). "Bu bâtıldır, çünkü delili yoktur, arzuya tâbi olmaktan ibarettir; arzu ve zevkler ise insandan insana değişir" (İbtâlu'l-Kıyas, 5-6) demiştir.
Bu imamlara göre istihsan; Kitab, sünnet, icmâ ve kıyas gibi mûteber delillerden birine değil de nefsin arzusuna dayanan bir istidlal ve hüküm verme yoludur. Halbuki her ne kadar Ebû Hanife'nin istihsanı nasıl anladığına dâir sarih bir ifade nakledilmemişse de, onun benimsediği hüküm ve ictihad usûlünün, yukarıda zikredilen mânâlarda bir istihsana uymadığı sâbittir. Kaldı ki onun istihsana göre verdiği hükümlere dayanarak mensuplarının ortaya koyduğu istihsan tarifleri yukarıdakilerden tamamen ayrıdır (Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İctihad, s.137).
İstihsanın iki anlamı vardır:
1- İctihad ve re'yimize bırakılmış miktarların tayin ve takdirinde re'yimizi kullanmak; nafaka, tazminat bedeli, yasak ava karşılık kesilecek hayvanın takdirlerinde olduğu gibi.
2- Kıyası bundan daha kuvvetli bir delil ve delâlete terketmek, Râzî bu ikincisini de ikiye ayırarak geniş izah ve misaller veriyor ki bunlardan çıkan neticeye göre istihsanın ikinci türü: Nass, icmâ, zaruret veya daha kuvvetli başka bir kıyas sebebiyle kıyası terketmekten ibaret oluyor.
Bu anlamıyla istihsan hem gayr-i mûteber bir ictihad metodu olmaktan hem de yalnız Ebû Hanife'ye mahsus bulunmaktan çıkmış oluyor. İmam Şâfii, istihsan lâfzını birinci mânâda kullanmıştır (el-Mekkî, Menâkıb, I, 95). İmam Mâlik, "İstihsan ilmin onda dokuzudur" demiş ve ictihadında buna geniş bir yer vermiştir (Amidî, el-İhkâm, 242; el-Mekkî, Menâkıb, I, 95 vd.).
İmam Ebû Hanife'nin ictihâdından bazı örnekler:
1- Ebû Hanife'ye, Evzâı soruyor:
-Namazda rükûa giderken ve doğrulurken niçin ellerinizi kaldırmıyorsunuz?
-Çünkü Rasûlullah (s.a.s.)'den bunu yaptığına dâir sahih bir rivâyet gelmemiştir.
-Haber nasıl sahih olmaz? Bana Zühfi, Sâlim'den, o babasından, "Rasûlullah (s.a.s.)'in namaza başlarken, rükûa varırken ve doğrulurken ellerini kaldırdığını" haber verdi.
-Bana da Hammâd, İbrâhim'den, o Alkame ve el-Esved'den, bunlar da Abdullah b. Mes'ud'dan, "Rasûlullah'ın yalnız namaza başlarken ellerini kaldırdığını, bir daha da kaldırmadığını" haber verdi.
-Ben sana Zührî, Sâlim, babası yoluyla Hz. Peygamber'den haber veriyorum, sen ise bana, Hammâd ve İbrâhim haber verdi diyorsun?
-Hammâd b. Ebî Süleyman, Zührî'den, İbrâhim de Sâlim'den daha fakihtir. İbn Ömer'in sahâbî oluşu ayrı bir fazîlettir, ancak fıkıhta Alkame ondan geri değildir. el-Esved'in birçok meziyetleri vardır. Abdullah'a gelince; o Abdullah'tır!
Bu cevap üzerine Evzâî, susmayı tercih etmiştir (Karaman, a.g.e., 138-139).
Bu istinbâtında Ebû-Hanife, hadise dayanmış, fakat üstadları olduğu için râvİlerini daha yakından tanıdığı bir hadisi diğerlerine tercih etmiştir.
2- Bir kimse diğerine kârı ortak olmak üzere satması için bir elbise veya aynı şartla yapıp kiraya vermesi için bir ev teslim etmek suretiyle bir "mudârebe akdi" yapsa bu akid Ebû Hanife'ye göre fâsittir. Çünkü sözkonusu akidde meçhul bir bedel karşılığında bir adam kiralanmış oluyor. İmam-ı Âzam'a göre bu bir ortaklık akdi değil isticâr (kira) akdidir ve şartlarına uygun olmadığı için fâsidtir (Ebû Yusuf, İhtilâfu Ebî Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ, 30; es-Serahsı, el-Mebsût, XXII, 35 vd.).
Aynı akid, "müzâraa" akdine benzetilerek, İbn Ebî Leylâ tarafından câiz görülmüştür.
Bu kıyas ictihâdında iki müctehid, makisûn aleyhleri farklı olduğu için iki ayrı hükme varmışlardır.
3- Keza bir kimse, diğerine mahsulün yarısı, üçte yahut dörtte biri kendisinin olmak üzere arazisini veya hurmalığını teslim etse yani müzâraa veya muamele akdi yapsa, Ebû Hanife'ye göre bu akidler bâtıldır. Çünkü arazinin sahibi adamı meçhul bir ücret karşılığında kiralamıştır. Ebû Yusuf'un rivâyetine göre İmam şöyle derdi: "Tarla veya bahçeden hiçbir şey çıkmazsa bu adam boşa çalışmış olmayacak mı?" Ebû Yusuf ve İbn Ebî Leylâ ise sahâbe görüşlerine dayanarak ve mudârabe akdine kıyas ederek bu işlemi câiz görmüşlerdir (Ebû Yusuf, a.g.e., 41-42).
4- Yahudi ve hristiyanlar gibi farklı din sâliki gayr-i müslimlerin birinin diğerine şâhid veya vâris olması, Ebû Hanife'ye göre câizdir; "çünkü bütün kâfirler tek bir millet gibidir". Halbuki İbn Ebî Leylâ, onların iki ayrı din sâliki iki ayrı millet olduklarını kabul ederek birinin diğerine şâhit ve vâris olmasını câiz görmemiştir (Ebû Yusuf, a.g.e., 73).
İmam-ı Azam'ın fıkıh tedvinindeki öncülüğü
İslâm ilimlerinde fıkhın konularının düzenli olarak belirlenmesiyle bunların kitap, bâb, fasıllara ayrılarak yazılması İslâm hukukunda çok önemli bir dönüm noktasıdır. İmam Muhammed eş-Şeybânî'nin telifiyle ortaya çıkan bu düzenli metinler (asl), vahyî hükümlerle dinî-dünyevî hayatı ince ayrıntılarıyla içine alan beşyüzbin meseleyi hükme bağlamıştır. Bunlar yazılı küllî fıkıh kâideleri olarak İslâm kültür ve hukukunun vazgeçilmez kaynakları olmuş, yüzyıllarca şerhleri yapılmıştır. Çağdaşlarının Ebû Hanife'yi aşırı rey taraftarlığı ile suçlamaları bile daha sonraları onun görüşlerinin başka kavramlar adı altında kabulünü engellememiştir. Ebû Hanife'nin bir diğer özelliği, kendisinden öncekİlerin nakillerinin yarısını bütün meseleleri yeni baştan edille-i şer'iyye kaynaklarından çıkarmasıdır. İslâm'ın esaslarına uymayan "haber-i vâhid"leri reddeder. Ashabın görüşünü birçok müsnedden tercih eder. Tâbiinin görüşünü almak yerine kendi reyini koydu, çünkü o da tâbiîndendi. Ebû Hanife, hilâfet 132 yılında Abbâsilere geçinceye kadar Irak'tan Hicâz'a gitti; orada Mâlik b. Enes (179) ve Sufyân b. Uyeyne gibi İleri gelen imamlarla görüştü; hacca gelen çeşitli merkezlerin âlimleriyle irtibat kurdu, 136 yılında Abbâsi yöneticisi Ebû Câfer el-Mansur'un başa geçmesiyle Kûfe'ye döndü. Ama onu da tasvip etmedi; ehl-i beyt lehine fetvâ verdi (M. Zemahşerî, el-Keşşâf, 11, 232). Çağdaşı İmam Câfer el-Sâdık ile mütâbakatı vardır. İki yıl onun meclisinde bulunmuş ve, "bu ikiyıl olmasa Numân helâk olurdu" demiştir. Hicrî 150 yılında vefât ettiğinde yakınlarına, "Halifenin gasbettiği hiçbir yere gömülmemesini" vasiyet etmiştir.
İmâm-ı Azam bazı rivâyetlere göre işkence edilirken, zehirlenerek öldürülmüştür. Dâvûd b. el-Vâsitî'nin nakline göre her gün hapiste ona başkadı olması teklifi yapılır, o her defasında reddeder, böylece sonunda yemeğine zehir katılarak şehid edilir. İbn el-Bezzâzı de Ebû Hanife'nin hapisten çıkıp evine döndüğünü, ancak devletin onu halkla temastan engellediğini ve evinde gözetim altında tutulduğunu zikreder (el-Bezzâzı, Menâkıbu'l-İmâmi'l-A'zam, II, 15). Ebû Hanife'nin cenaze namazında ellibin kişi bulunmuş, hattâ halife Ebû Mansur'un da namaza katıldığı söylenmiştir.
Çağdaşları içinde değişik okullara mensup Mâlik, Evzâî, Abdullah b. Mübârek, İbn Cüreyh, Câ'fer-i Sadık, Vâsil b. Atâ vs. büyük imamlar bulunan İmâm-ı Âzam ile büyük İmam Muhammed Bâkır arasında geçen şöyle bir olay anlatılır: Muhammed Bâkır, Ebû Hanife'ye, "Dedemin yolunu ve hadislerini kıyasla değiştiren sen misin?" diye sormuş; Ebû Hanife, "Sen, sana lâyık olan bir şekilde yerine otur. Ben de bana lâyık olan şekilde yerime oturayım. Dedeniz Muhammed (s.a.s.)'e hayatında sahâbîleri nasıl saygı duyuyorlarsa aynı şekilde ben de size saygı besliyorum. Şimdi sen bana kadının mı erkeğin mi zayıf olduğunu; kadının mirasta erkeğe nisbetle hissesini; namazın mı orucun mu efdal olduğunu, idrarın mı meninin mi pis olduğunu söyler misin? " diye sormuş. İmam Bâkır da kadının mirasta iki hissesi olduğunu; erkekten zayıf olduğunu; namazın oruçtan efdal ve idrarın meniden pis olduğunu söyledi.
Ebû Hanife ona, "Kıyas yapsaydım kadın erkekten zayıftır diye ona mirastan iki hisse verir; idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra sadece abdest alınmasını söylerdim. Kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allah'a sığınırım" (Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhı Mezhepler Târihi, II, 66-67).
Ebû Hanife, meseleleri olmuş gibi farzederek takdîrî fıkıh hükümleri ortaya koymuş, örfü ve istihsanı sık sık kullanmış, ticârî akidlerdeki ictihadlarında ilk defa ortaya hükümler çıkarmıştır. Onun en önemli özelliklerinden birisi, şahsı hak ve hürriyetleri savunmasıdır. Âkil bir insanın şahsı tasarruflarına hiç kimsenin müdâhale edemeyeceğini savunarak fıkıhta büyük bir reform yapmıştır. Âkile ve bâliğe bir kızın/kadının evlenme hususunda velâyetinin kendisine ait olduğunu savunurken babası dahi olsa, hiç kimsenin şahsı velâyet hakkına müdâhalede bulunamayacağını söylemiştir. Kezâ, bunak, sefih ve borçlunun hacredilmesini reddeder. Çoğu görüşlerinde ve bu hürriyet bahsinde o görüşünü yalnız başına cumhura karşı -hatta Ebû Yusuf da ona muhâlefet eder-durmaktadır. Ona göre velâyet, hürriyeti kısıtlar ve zedeler. Genç erkeğin nasıl hür velâyeti varsa, genç kızın da olması gerekir. Maslahat dışında bu mutlâka şarttır. Yine Ebû Hanîfe, mülkiyet ile hürriyeti birbirine bağlamış, insanın mülkündeki tasarruf hürriyetini sonuna kadar savunmuş ve mahkemenin bu hürriyete müdâhalesinin onu kayıt altına almasının karşısında yer almıştır. İnsanın kendi mülkî tasarrufu eğer başkasına zarar verici olursa, o zaman bu meselede şuurlu bir dinî vicdana başvurur. Çünkü bu gibi meselelerde mahkeme müdâhalesi daha fazla düşmanlık ve çekişme, dinî duyguların zayıflamasına, hattâ fitne ve zulme yol açar. İnsanın dinî duygusu zayıfladıktan sonra bunu hiçbir şey telâfi edemez, kalp katılaşır, dinden uzaklaşılır, buğzetme ve düşmanlık yaygınlaşır, tecâvüz ve çekişmeler artar, iyilikler kaybolur, kötülükler ortaya çıkar. İşte kısaca, Ebû Hanîfe yöneticİlerin zorbalığına karşı kişisel özgürlükleri savunurken, aynı zamanda dinin sivil gelişim tarzını da ilk defa böyle sistemli bir fıkıhla ortaya koymuştur.
Ebû Hanife'nin bir başka önemli görüşü, Dârü'l-Harb'e izinli giren bir müslümanın fâiz almasını câiz görmesidir. Çünkü ona göre orada İslâmî hükümler tatbik edilmediğinden, müslümanın düşman rızasıyla onların mallarını alması câizdir. Evzâî bu konuda karşı çıkarak, fâizin her yerde her zaman haram olduğunu söylemiş, kâfirlerin mal ve canlarının müslümanlar için haram olduğunu istihrac etmiştir. Ebû Yusuf ile İmam Şâfii ve Cumhur da Ebû Hanife'nin bu görüşüne katılmazlar. Ebû Hanife'nin temel ilkesi, zarûretin yasak şeyleri mübah kılması ilkesidir. Zarûret bulununca özel ve istisnâî hallere gerek vardır. Bu bakımdan o bir çok meselede kolaylık getirmiştir. Onun Dârü'l-İslâm'ın Darü'l-Harb'e dönüşmesi için getirdiği şartlar da Cumhurun görüşünden farklıdır. O, düşman istilası ile birlikte ayrıca Dârü'l-Harb'in şirk ahkâmını uygulaması, başka bir Dârü'l-Harb'e bitişik olması, o devlette emniyet içinde olan bir müslüman veya zımmî kalmış olması halinde oranın Dârü'l-Harb olmadığını söylemektedir. Cumhur ve Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ise, sadece orada küfür ahkâmının uygulanmasını yeterli görmüşlerdir (Bk. Dârü'l-islâm, Darü'l-Harb.).
Vakıf konusunda da Ebû Hanife, mâlikin mülkünde hiçbir kayıtla mukayyed olmadığını savunurken, mâlikin kendisinin yaptığı vakıfta ne kendisi ne mirasçıları hakkında lâzım bir vâkıf olmamakta, vakıf âriyet hükmünde olmaktadır. Yani vâkıf, âriyetin câiz olduğu kadar câizdir. Rakabesi vâkfın mülkü hükmünde kalmakla beraber geliri ve hasılatı vâkıf cihetine sarfolunur. Vâkıf, sağlığında vâkıftan dönerse kerahatle beraber bu câizdir. Ebû Hanife bu konuda, İbn Abbâs'tan rivâyet edilen hadislere göre hüküm vermiştir. O şöyle demiştir: "Nisâ sûresi nâzil olup da orada miras hükümleri bildirildikten sonra Rasûlullah'ı şöyle derken işittim: "Allah'ın ferâizinden hapis etmek yoktur. " Yani mirasçılar mirastan mahrum edilemezler, buyurmuştur. Yine Hz. Ömer demiştir ki: "Eğer bu vâkfımı Hz. Peygamber'e anmamış olsaydım, ondan dönerdim." Üçüncü delili, malı vâkıf ile hapsedip tasarruftan alıkoymanın fıkıh kâidelerine karşı gelmek şeklindeki aklı delilidir. Mülkiyet tasarruf ve hürriyete bağlıdır, hürriyeti men eden her türlü tasarruf sarih bir şer'î nass bulunmadıkça bâtıl olmaktadır. Birşey bir kimsenin mülküne girdikten sonra onun mülkiyetinden mâliksiz olarak çıkmaz.
Bazı âlimlerin İmâm-ı Azam'a yönelttiği "hile-i şer'iyye"nin mûcidi olduğu yolundaki eleştiri asılsızdır. Onun hilelere ait kitabı olduğu iddiaları uydurmadır. Çünkü ortada böyle bir kitap bulunmamaktadır. İmam Muhammed'e atfedilen hileler kitabıda İmam Muhammed'in değildir. Ancak Hanefi mezhebi imamları hile-i şer'iyye meselelerini kullanmışlardır ki, bu da bir hakkı yerine getirmek veya bir zulmü defetmek için mübah olan yolda bulunmuş kolaylıklardır ve helâli haram yapmak veya bir hakkı iptal etmek için vesile olarak kullanmak değil, şer'î maksatları kolaylaştırmak kabilindendir. Bu da talak yeminleri, akitler ile ilgilidir. Bu görüşün dayandığı delil şudur: Fıkhı prensipleri korumak için konulan bazı kâidelerin engellediği sâbit hakları elde etmek için yol göstermek ve insanların şer'î ahkâm ile oynayarak, onu bozarak dinde düşmanlığa meydan vermemesi için çareler aranmıştır ve bunlar, Allah'ın kesin teklifi hükümlerinden kaçınma ile ibadetle kesin olarak ilgisi olmayan alanlarda uygulanmıştır. Tabii, tarih boyunca her konuda olduğu gibi insanların hile-i şer'iyyeleri asıl amacından saptırarak şerîat ahkâmını zâhiren uygular gözüküp aslında kendi hevâlarından teşri yapmalarına engel olunamamıştır.
Ebû Hanife'ye nisbet edildiğine göre, ona "Bir adam karısına, 'benden Muhalaa istesen ben de seni hulû' etmezsem üç talakta boş ol' demiş. Karısı da, 'gece olmadan önce senden hulû' istersem kölelerim azad, malım sadaka olsun' diye yemin etmiş. Bunun çaresi nedir?" diye sorulunca, Ebû Hanife, hiç kimse günaha girmeden ve şerîatın esaslarına karşı olmadan onları şöyle kurtarıyor: Kadına, kocandan hulû' yapmasını iste diyor, kadın hulû' istiyor. Sonra kocasına da, bana bin dirhem vermen üzere seni hulû' ettim, dedirtiyor. Kadına tekrar, böyle hulû' ben kabul etmem, dedirtiyor. Sonuçta Ebû Hanife kadına, "Kalk kocanla birlikte git, her ikiniz de yemininizi yerine getirmiş oldunuz" diyor (Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanife, 458, 459). Bu hile yöntemi, yeminde kullanılan kelimelerin kullananın maksatlarına aykırı olmaksızın söyletip uyarmaktan ibarettir. Aslında şunu söylemek gereksizdir: Bu tür olaylar, müslümanların öfkeli, ilkel, câhili bir şekilde olur olmaz yemin edip kendİlerini fıkıh oyunlarıyla kurtarmanın yollarını arattırma gibi bir yola dökülürse, bu İslâm'ın ana gayesine aykırı düşer. İnsanların bu kadar hata yapabilecekleri mümkündür ve "hileler" diye yanlış tabir edilen bu sahâbi fıkhî yöntem aslında böyle ilkel kişİlerin pişmanlıklarının fıkhî açıdan kolaylaştırılmasıdır. Ancak hileden önce insanların gerçek ânlamda şerîat ahkâmına uymasını sağlamak ve onları Peygamber ahlâkına sahip kılmak gerekmektedir. Eğer bu yöntem, hevâ ve menfaat uğruna Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin "zorluğu" karşısında, ona karşı şerîatı boşa çıkarmak şeklinde, meselâ fâiz konusunda fâizin adını değiştirerek yapılırsa, şirktir, küfürdür, fâsıklık ve zâlimliktir. Eğer fıkhı bir kâide yüzünden mazlum kalmış bir kimse yalan yere kadı karşısında yemin ederek zulmü defetmeğe çalışırsa bu câizdir. Fakat olur olmaz herkesin hile-i şer'iyyeye başvurması, şerîatı küçük düşürdüğü gibi dinin özünü de bozar.
İmâm-ı Âzam, hükmün delili olan nassın ifadesi kesinse fiile farz; eğer kuvvetli zan ve kanaat verecek durumda ise o zaman vâcib adını vermektedir. Farizalar ve şartlara dair geniş kapsamlı sistemi ilk defa o ortaya koymuştur. Müfessirlerin ikinci tabakasından olması, Kur'ân ayetlerinin tefsirinde fıkıh istinbatında delilleri mükemmel kullanmasının sebebidir. Aynı zamanda onun bir muhaddis oluşu, sünneti de iyi bildiğini gösterir. Sahih hadisler konusunda çok titiz davranmış, hadis uydurmacılığına karşı hadis tetkikine önem vermiştir. Onun sadece onyedi hadisle istinbat ettiği (İbn Haldun, Mukaddime, s.388) mübâlağa ve hattâ ona iftiradır. Ancak, ondan sonra gelen Hanefi imamlarının, meselâ; "Ben ümmetimden ismi Numân, künyesi Ebû Hanife olan bir zatla iftihar edeceğim. O ümmetimin kandilidir..." diye hadis uydurdukları sâbittir. "Her kim onu severse beni sever, onâ buğzederse bana buğzeder" diye hadis uydurmâkla ona olan sevgi veya buğzu değiştirebileceklermiş gibi bir tavır içine girmişlerdir. İbn Kayyım, Zehebî, Suyûtî, İbn Hacer el-Askalânî bu hadislerin uydurma olduğunu söylemişlerdir. Hattâ Hanefİlerin Muteahhirun'undan birçok Hanefi fakih ve ilim adamı bu hadislerin hayal mahsulü olduğunu söyler. Allah'ın koruduğu kimseler dışında herkes kıskançlığa düşer, fukahâ da bundan beri değildir.

                                 Kaynak: Şamil İslam Ansiklopedisi
Sana gerekli olmayan şey hakkında konuşma. İster akıllı, ister akılsız hiç kimseyle münakaşa etme. Ve kardeşini, anılmandan hoşlandığın şeyle an.
(Abdulah ibn-i Mes’ud)

Çevrimdışı 12Eylül

  • kullu halin yezülü........
  • okur
  • *
  • İleti: 94
imamı azam hazretleri tasavvufla nasıl tanıştı?
« Yanıtla #129 : 12 Nisan 2010, 23:15:37 »
Hepimiz belki duymuşuzdur LEVLES SENETANİ LEHELEKEN NUMAN bu sözü söylemesine sebep olan olayı sizlere aktarayım;
imamı azam hz. bir gün ne zaman öleceğini öğrenmek için istihare namazı kılar. rüyasında 5 parmak işareti görür mana veremez.2 ay sonra rüyanın tabirini düşünürken hizmetinde bulunan bir mühibban İmamı azam hz. 'efendim bir sıkıntınız mı var?' diye sorar. imamı azam hz. 'ben bile bulamadım sen nereden bileceksin der' muhibban  sıkıntısını söylemesini ister ve imamı azam hz. başından geçen durumu anlatır. mühibban murakebeye dalar bir müddet sonra 'efendim  siz yasak bölgeye girmişsiniz yani muğayebatı hamse işaret olunmuş
  1.yağmurun ne zaman yağacağı
  2. kıyametin ne zaman kopacağı
  3. anne karnındaki çocuğun ne olacağı
  4. yarın ne kazanacağı
  5.nerde ve ne zaman öleceği
 imamı azam hazretleri şaşırır ve bunu nasıl bildiğini sorar.oda hiç bir şey söylemeden  sisile i sadatımızdan imamı cafer i sadık hazretlerine götürür.(ayrıca imamı azam hazretlerinin annesi, sabit r.a vefat edince imamı caferi sadıkla evlenir.)sonra imamı caferis sadık ile tasavvufla tanışır ve iki yıl sonra LEVLES SENETANİ LEHELEKEN NUMAN....der
« Son Düzenleme: 12 Nisan 2010, 23:18:35 Gönderen: 12Eylül »
viyanada abdest alıp cin seddi üzerinde namaz  kılan tüm osmanlı torunlarına selam olsun!!!!!!!!!

Çevrimdışı omur

  • ömür
  • yazar
  • ****
  • İleti: 651
Ynt: imamı azam hazretleri tasavvufla nasıl tanıştı?
« Yanıtla #130 : 12 Nisan 2010, 23:36:51 »
 zs2))

Çevrimdışı Aslıhal

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 271
  • Sadece,halin aslı
İmami Azam Hazretleri
« Yanıtla #131 : 25 Temmuz 2010, 21:51:34 »
İbnü'l-Kümeyt ten nakil olunmuştur: "Bir gece yatsı namazında, mescidimizin imamı Zilzâl Suresi'ni okumuştu. Namaz bitmiş, mescit boşalmıştı. Mescidin kandilini söndüreceğim sırada, İmam-ı Âzam Hazretlerinin tek başına bir köşede oturarak, sadrının harâretiyle korku içinde teneffüs ettiğini ve okunan ayet-i kerimelerle alakalı gayet hüzünlü bir tefekküre daldığını gördüm. Huzurunu bozmamak için, zaten yağı bitmek üzere olan kandili kapatmadan mescitten dışarı çıktım. Sabah ezanını okumak üzere mescide doğru yaklaştığım sırada, baktım ki kandil hala yanıyor! Taaccüp ederek içeri girdim. İmam-ı Âzam hala oradaydı. Onun hürmetine Allah kandili söndürmemişti. Ayakta kıbleye karşı dönmüş, sakalını eliyle kavramış Hz. Allah'a;

Yâ men yeczi bimisgâle zerratin hayran hayra
Yâ men yeczi bimisgâle zerratin şerran şerra
Ecrinnuman abdeke minennâr vemâ yakrubu  minhê
Vedhıl-hü  fi seati rahmetike

"Ey kullarının zerre miktarı dahi olsa, hayır işlerini hayırla ve ey kullarının zerre miktarı dahi olsa, şer işlerini şer ile karşılıklarını veren Allahım! Numan kulunu cehennem azabından ve ona yaklaştıracak olan amellerden himaye eyle, rahmetinin genişliğine dahil eyle.' diye yalvarıyordu. İleriye varınca beni gördü. 'Kandili almak mı istersin?' dedi. 'Hayır efendim, sabah namazı için ezan okudum' deyince 'Öyle ise bu gördüğün ahvali gizle, kimseye söyleme' dedi ve yatsı abdesti ile, herkesle beraber sabah namazını kıldılar.
Bârını gerden-i ahbâba edenler tahmîl
Ne kadar olsa sebük-ruh olur elbette sakîl
 

Çevrimdışı omur

  • ömür
  • yazar
  • ****
  • İleti: 651
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #132 : 11 Ekim 2010, 04:07:59 »
Bir defâsında İmâm-ı A'zam hazretlerinin annesi, bir meseleyi öğrenmek istedi ve oğluna; "Oğlum git bu meseleyi Ömer bin Zer'e sor?" dedi. İmâm-ı A'zam hazretleri sormak için Ömer bin Zer'e gitti. Ömer bin Zer; "Sen bu meseleyi benden daha iyi bilirsin." deyince, İmâm-ı Âzam; "Annemin emrine muhâlefet etmem." dedi. Ömer bin Zer; "Bu meselenin cevâbı nedir?" diye sordu. İmâm-ı A'zam meselenin cevâbını söyleyince, Ömer bin Zer de; "Öyleyse git, annene böyle söyledigimi bildir." dedi.

(Evliyalar Ansiklopedisi Ömer bin Zer)

Çevrimdışı osmanlı

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 379
  • Okula hayır, Açık lise kolejlerine evet.
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #133 : 11 Ekim 2010, 10:27:02 »
" Sultan seni kendi yakınlarından ederse de, sen bu yakınlığını insanlara duyurmayasın. Zira sultana yakınlığı izhar edince, insanların ihtiyac ve işlerinin yeri olursun. Hepsinin işlerini görmeyi boynuna alırsan, sultanın gözünden düşüp hakaret bulursun. Yapmazsan ayıblanır, insanları darıltmak sıkıntısında kalırsın. "

Bu söz çoook derin ehemmiyetle, medyum ve cinci hocalar için sanki...
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz
« Yanıtla #134 : 01 Kasım 2010, 00:34:11 »
müteallim Hocam Allah sizlerden Razı olsun
Cok faydalı ve ve yararlı olacak bır calışma yapmışınız , musadenizle bir iki şeyde biz aktaralım .

İmamı azam Hz lerini halkın gözünden düşürmek icin , Fars tarafından bir kac kişi secelip
birde kendi akıllarınca İmamı kücük düşüreceklerine ınandıkları bir soruyla ,
imamı azamın yanına gelirler ve , bu soruya halkında şahit olmasını , mümkül oldugunca kalabalık bir toplulugu secerler .

Soruları şudur ya imam bir adamki olmayacak kişilerle zina işlemiş , Babasını öldürüp kafa tasında şarap içmiş ve cok zulum etmiş , bu adam müslüman olurmu diye sorarlar , İmamı azam .Hz leride onlara sorar bu dediginiz kişi ben hala müslümanım diyomu diye evet ya imam derler , bunun üzerine imamı azam.Hz leri öyleyse o kişi hala müslümandır der , bunu duyan farslılar Halkı galeyana getirmek ve imamı kücült mek icin olurmu öyle müslüman bu nasıl müslümanlık gibi ,laflar ederken imamı azam .Hz leri Allahın bagislayıcı oldugunu Rammetinin gadabından cok oldugunu bildiren Ayeti kerimeyi ve hadisi şerifi bildirince  , yapacak birşeyleri kalmadıgını görüp geldıkleri gibi giderler.

"Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez" (Yusuf 87)

Rahmetim gazabımı geçti. Buhari Tevhid 55, Müslim Tevbe 14, 16

İmamı azam .Hz leri Bir kimse ka'dei ulanın teşehhüdünde ( Ettehiyatü ) den sonra (Allahümme salliala muhammedin ) diye salavatı okumaga gecerse , secde'i sehiv ,
vacip olur . Eger yalnız ( Ettehiyatü )der de salavatı telafuz etmesse ,
secde'i sehiv icab etmez, diye ictihatta bulunmuş . Bir gün rüyayı sadıkasında .
Resulullah Efendimiz'i görmüş . Resululah Efendimiz kendisine , Ya İmam ümmetimin
benim üzerime salavat getirmesi hatamıdır ki , secde'i sehiv lazım gelir diye ictihad ettin ? diye sormuş . İmamı Azam da Hayır Ya Resululah ! Yerinde ve zamanında okumadıkları , icin diye cevap vermiş .

Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .