Gönderen Konu: İmami Azam Hazretleri Hakinda Malumat Topluyoruz  (Okunma sayısı 77461 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #60 : 04 Mart 2008, 01:10:03 »

51-Bu İlmî Varlığın Tekevvünü
 

Ebû Hanîfe'ye bu ilim nereden geldi? Bunun kaynağı nerede­dir? Onu böyle hazırlayan kimlerdir? İslâm fıkıh tarihinin rivayet ettiği bunca ilim onda nasıl toplandı? Bunları biraz araştıralım :

Bir insanın ilmî şahsiyetini hazırlayıp, onu kendi sahasında yükseltip yetiştirmek için şu dört şartın bulunması lâzımdır:

1- Yaratıhşmdaki kabiliyet, fıtrî mevhibeler veya sonradan kazanıp meleke hâline gelen vasıflar ki, bunlar onun ruhî temayü­lünü tâyin eden fikrî hazırlığını, istidatlannı meydana getirir.

2- Hayatına bir istikamet veren, ondaki kabiliyetleri sezip onlara göre ona yürüyeceği yolu çizen, tutacağı çığın gösteren kim­seler, bunların tuttuğu ışık altında yolunu seçer, hayatına istika­met verir, en doğru bulduğu yolda yürür.

3- Şahsî hayati ve kendi  tecrübeleri :  Hayatının seyri  bo­yunca karşılaştığı olayların onun üzerinde tesirler bırakacağı şüp­hesizdir. Fıtrî kabiliyetleri ve hayatlarına istikamet veren üstadla-rı aynı olduğu halde iki şahsın, hususî hayatları bakımından bir­birinden farklı olmaları bundandır. Biri muvaffak olur, diğeri ola­maz. O, diğer arkadaşı gibi    muvaffakiyete giden yolu   bulamaz. Şahsî hayatı onu başka yola sürükleyebilir.

4- Yaşadığı devir, içinde bulunduğu fikir çevresi. Kabiliyet­ler muhitin tesiri altında gelişir. Topluluğun ve muhitin tesiri in­kâr olunamaz. Bunları birer birer izah edelim.

 


  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #61 : 07 Mart 2008, 23:26:22 »
52-Yüksek Meziyetleri:Ağır Başlılığı,Ve Karı, İstiklâl Fikri, Şahsiyeti, Hakkı Aramadaki İhlâli
 

Ebû Hanîfe Hazretleri, öyle vasıflan hâizdir ki, bunlar onu ulema arasında en yüksek mertebeye çıkarmaktadır. O her şeyden evvel hak ve hakikati arayan bir âlimdir. Doğruyu bulmak için uğrayan mevsuk bir ilim adamıdır. Gayet uzağı gören düşünce sa­hibidir. Hakikati arar bulur her şeye sür'atle cevap verir fıtrî mantıki sayesinde mes'elenin derhal cevabını bulur.

a) Ebû Hanîfe nefsine hâkim, hislerini dizginlemesini bilen, iradesi kuvvetli bir şahsiyettir. Boş kelimelere aldanmaz, müna­sebetsiz ibareler onu haktan ayıramaz. Kabalılka mukabele etmez, nezaketi elden bırakmaz. Bir defa Irak vaizi ve halk arasında pek itibarlı olan Hasan-ı Basrî'nin fetva vermiş olduğu bir mes'eleyi münakaşa yaparken:

—  Hasan-ı Basrî bu mes'elede yanılmış, dedi. Adamın biri küstahça söze karışarak:

— Ey İbn-i zaniye, sen mi Hasan hata etti diyorsun? dedi.

Ebû Hanîfe'nin ne rengi bozuldu, ne yüzü değişti, çünkü aciz ler kızar.

—  Evet, vAllah Hasan hata etti ve Abdullah b. Mes'ud doğr söyledi. Allah ondan razı olsun, şöyle derdi: «Yâ Rab kimin, on gönlü darsa, bizim kalbimizde ona geniş geniş yer var.»[1]

Onun bu sükûneti ve böyle geniş gönüllülük göstermesi; di nuk his ve zayıf duygudan ileri değildir. O hassas bir yürek, du; gulu bir kalb taşıyordu. Nezaketi bir an elden bırakmıyordu. M nazara yaptığı kimselerden biri ona: «Ey bid'atçı yâ zındık!» dedi.

— Allah seni affetsin, benim böyle olmadığımı Allah bilir. Çü kü ben Allah'ımı tanıyalıberi ondan bir lâhza bile ayrılmadım. Yalnız Allah'ın affını dilerim, ancak O'nun ıkabmdan korkarım, dedi. Ve ıkab kelimesini söylerken gözlerinden yaşlar boşandı.

Adam ha tasını anladı ve :

—  Beni bu dediğim sözden dolayı bağışla, diye yalvardı. O da:

—  Cahillerden benim hakkımda bilmiyerek bir şey söyleyen­lerin hepsini bağışladım, ilim   erbabamdan her kim bende olmıyan bir şeyi beni mhakkımda söylerse işte onun başı dara gelsin. Zira ulemanın gıybeti,, arkalarından bir iz bırakır.[2]

Onun bu ağırbaşlılığı ve sükûneti duygusuzluktan doğma değil­di. Bu takva ile kanatlanan yüksek ruhların sükûnetidir, olgunluk eseridir. Onlar ancak Allah'la alâkalı olan şeyleri hissederler, in­sanların attıkları çirkefler onlara bulaşmaz. Onlar parlak cilâlı bir düz satıh gibidirler. İnsanların fırlattığı kaba lâflar orada bir iz bırakmazlar, yalabık satıhtan kayar gibi kayar düşer. Onlar, atı­lan taşların erişemiyeceği yüksek bir makamdadıilar. işte Ebû Hanîfe'nin sükûneti bu nevi'dendir. Nefsine hâkim, sabırlı bir in­sanın sükûneti; düşüncesi karşısında kopan yaygara fırtınalarının tesiriyle yolunu şaşırmaz. O sebatlı, azimli, metanetli ve kararlı hareke tederdi. Telâş ve korku nedir bilmezdi. Bir defa mescidde ders okuturken tavandan bir yılan önüne düşüverdi. Yamndakile-rin hepsi dağılıp kaçıştılar. O ise yılanı bir tarafa fırlattıktan son-ia yerine oturup dersine devam etti.[3]

b) O düşüncesinde istiklâl sahibi idi. Başkasına kendini verip uymazdı. Üstadı Hammâd b. Süleyman bunun farkında olmuştu. Zira her mes'eleyi onunla münakaşa eder, inceden inceye sorar, kendi aklı yatışmadan hiçbir fikri kabul etmezdi, işte bu fikir is­tiklâli sebebiyledir ki, o kitap ve sünnetin naslari ile Ashab-ı Ki-ram'm fetvalarından başka akval hususunda kendini serbest görü­yor, tabiînin kavline bakıp incelemeğe kendini selâhiyetli buluyor, hatalı savabını araştınyor, ona göre kabul ediyordu. Çünkü tabiî­nin re'yini talkit etmek, ona uymak vacip değildir. Ve bu taklit takvadan sayılmaz.

O, bir Şîa olan Kûfe'de yaşadı. Zamanında Şîa imamlarından Zeyd b. Ali Zeyne'i-Abidm, Muhammed Bakır, Ca'fer Sâdık Abdul­lah b. Hasan gibi zatlarla görüştü. Al-i Beyt'e büyük sevgisine ve meyline rağmen kibar sahabe hakkındaki kanaatini muhafaza etti. Ehl-i Beyte büyük sevgisi vardı. Onların uğrunda işkencelere bile katlandı. Fakat hiçbir tesirle fikrini değiştirmedi. Büyük As­habı da sevdi.

îbn-i Abdulber, El-întika'da diyor ki:

«Sâid İbn-i Ebî Urûbe derdi ki : Küfe'ye geldim, Ebû Hanî-fe'nin meclisinde bulundum. Birgün Hz. Osman b. Affan'ı andı ona çok acıyarak bol bol rahmet okudu. Ben de :

— Bunu burada senden duyuyorum, bu diyarda Hz. Osman'a senden başka rahmet okuyan kimseye tesadüf etmedim, dedim.[4]

îşte fikir istikllâi böyle olur. Ne avama boyun eğer, ne de ha-vâsda eriyip yok olur. Ne sevgi ne de nefret tesiri aklında kalır. Kendi bildiğinden şaşmaz.

c) O gayet derin fikir sahibi idi. Derin düşüncesiyle mes'ele-lerin içine nüfuz ederdi. Nasların ve diğer umurun yalnız zahirine bakmakla iktifa etmezdi, ibarenin zahirine saplanıp kalmazdı. Uzak

veya yakın kastolunan mânâların arkasını bırakmazdı. Bir meseleyi araştrırken onun zahirine bakıp aklmaz, yorulmadan bah­sine devamla onun illet ve sebeplerini, gayesini araştırırdı. Belki de işte bu derin felsefî akıl, hayatının başlangıcında onu kelâm il­mine sevektmiş olacak! Derin bahisleri incelemek suretiyle, ilim tecessüsü olan aklının iştihâsını biraz tatmin etmek, araştırıcı ve sorucu fikrinin arzularım doyurmak istemiştir. Yine bu derinleş­me arzusu onu hadîsleri derinden incelemeğe sevketmiş olacak ki lâfızların işaretinden, ibarelerin maksatlarından, benzerlik ahva­linden, münasip vasıflardan yardımlanarak hükümlerin illetlerini araştırıp meydana çıkarmıştır. Birçok hâdiseleri süzdükten sonra illeti bulunca onu kıyasa ölçü yapar, faraziye yürütür, mes'elenin muhtelif şekillerini tasvir eder ve bu esas üzerinden ileri doğru gider de giderdi.

ç) O, cevaplarını gayet kolaylıkla bulurdu. İcabında sanki mânâlar onun kafasının içine yıldınm sür'atiyle akardı. Bir sual karşısında donup kalmazdı. Görüşü kapalı değildi. Münakaşada tutulduğu olmazdı. Hak kendi tarafında oldukça asla susmaz, onu takviye eden delilleri bol bol bulup getirirdi.[5]

(i)   {2) 74                                                                     100 BÜYÜK ESER

Her şeyin usulünü, yolunu bulurdu. Karşısındakini susturmak için en kısa yoldan gitmesini bilirdi. Menakıb eserleri, tercüme-i hal ve tarih kitapları bu hususta akıllara dehşet ve hayret verici şeylerle doludur. Biz burada onlardan üç tanesini nakledeceğiz. Bunlar her ne kadar en hayret vericilerinden değilse de onun gü­zel buluşlarını ve zekâ işleyişini gösterme bakımından mühimdir.

1- Bir adam ölürken  Ebû Hanîfe'yi vasi tâyin etmiş, Ebû Hanîfe vasiyet yapılırken orada yoktur. Mes'eleyi tbn-i Şubrüme'-ye arzedip filân adam ölürken kendisini tâyin ettiğini söylüyor ve şahit getiriyor.

İbn-i Şubrüme Ebû Hanîfe'ye soruyor:

—  Bu şahitlerin doğru şahitlik ettiklerine yemin eder misin?

—  Bana yemin düşmez, ben orada yoktum.

—  Öyleyse senin mikyasların şaştı.

îş buraya gelince Ebû Hanîfe îbn-i Şubrüme'ye şunu sordu:

—  Ne buyurulur, bir körün başım yarsalar,    iki şahit kimin yardığına şahitlik etseler, âmâ, onların doğru şahitlik yaptıklarına yemin ettirilir mi? Benden ne grömediğim bir şey hakkında yemin istiyorsunuz!

İbn-i Şubrüme vasiyetin kabulüne hüküm vererek onu tenfiz etti.

2- Emevîler zamanında ayaklanan Hâricilerden Dahhak b. tfays Küfe mescidine baskın yaptı. Onlara göre, Hâricilerden baş­ka Müslümanların kanı helâldi. Ebû Hanîfe'nin karşısına geçip :

—  Tevbe et, dedi. O da:

—  Neden tevbe edeyim? dedi.

—  Neden olacak, Hz. Ali ve Muâviye ihtilâfından    hakemleri caiz görmeden tevbe edeceksin!

— Beni öldürecek misin, yoksa münazara mı yapacaksın?

— Münazara yapalım.

—  Münazara yaptığımızda birşey hakkında ihtilâf edersek se­ninle benim aramda hakem, arabulucu kim olacak?

—  İstediğin birini göster.

Ebû Hanîfe Dahhâk'm adamlarından birine:

—  Şuraya otur bakalım, ihtilâf edersek ihtilâf ettiğimiz şey hakkında bizim aramızda hakemlik yapacaksın, dedi. Sonra Dah-hâk'a dönerek:

—Aramızda bunun hükmüne razı mısın? diye sordu. O da

— Evet deyince :

—  işte hakemliği sen de caiz gördün, kabul ettin, dedi.

—  Dahhâk buna diyecek bir şey bulamıyarak sustu.

3-  Kûfe'de bir adam varmış. Osman b. Affan Yahudi idi, dermiş. Ulema onu bir türlü ikna edip bu bâtıl sözünden vaz geçi-remezmiş. Ebû Hanîfe ona gelmiş ve :

—  Sana dünürlüğe geldim, kızını istiyorum, demiş.

—  Kime?

—  Asîl ve şerefli bir adam, gayet zengin, Kur'ân-ı Kerîm'i ha­fız, son derece cömert. Geceleri ibadetle geçiriyor. Allah korkusun­dan göz yaşı döküyor.

—  Yeter, aranan meziyetler için bunların bir kısmı bile kâfi.

—  Yalnız bir kusuru var.

—  Neymiş o?

—  Adam Yahudi!

—- FesuphanAllah, buldun buldun da benim kızımı bir Yahu­diye vermemi mi istiyorsun?

—  Vermez misin?

—  Hayır!

—Sen bir kızını Yahudiye vermezsin de, Hz. Peygamber Efendimiz iki tane kızını Yahudiye nasıl olur da verir?

Adam işi anladı. Hz. Osman hakkındaki sözlerine pişman ol­du. Tevbe ve istiğfar etti.

Münazaralarda ve mübahaselerde onun gayet ince zekâ oyun-lariyle çıkar yollan bulmadaki mahareti dillere destandır. En dar ve güç yerlerde en İâtif sözleri bulup işin içinden çıkmasını bilirdi. Ve bunu fıtrî mantık kuvvetiyle yapardı. Hattâ Ebû Ca'fer Mansur ona:

—  Sen çare ve çıkar yol bulmakta kurnazsın, demişti.

Kuvvetli feraseti, keskin görüşü, insanların içinde nüfuz eden bakışı, ona mubahase ve münazara yollarını kolaylaştırıyordu. O da bunlarla insanların kalblerini açıyor, gönüllerinin en gizli kö-şelerrie giriyor, hakkı en kolay kavrayacakları taraftan onlara gös­teriyor, karşısındakiler de kolayca onu kabul ediyorlardı.

d) Ebû Hanîfe hakkı aramakta son derece ihlâs ve samimi yet sahibi idi. tşte bu kemâl sıfatı, bu olgunluk derecesi onun kalbini nurlandırmış, gönlünü ma'rifet nuruyla aydınlatmıştır. Zira eğer bir kalb; hakikat mes'delerini araştırmak ve anlamak husu­sunda nefsinin sefîl arzularından, pis kirlerinden ve hasîs garez­lerinden hâli olursa işte o zaman Allah onu ma'rifet nuruyla dol­durur, onun anlayışı temiz olur, düşüncesi doğru yolu bulur. Çün­kü, hakikatleri aramakta istikamet sahibi olmak, doğruluk, akim anlayışım kolaylaştırır. Akıl, eğer şehvet pisliğine dalarsa şaşırır kalır, dellâetten kurtulamaz.

Ebû Hanîfe nefsini her türlü süflî arzulardan kurtarmıştır. Onun tek emeli ve arzusu vardır: Hakikati doğru anlamak.

O biliyordu ki, fıkıh dindir, dîni anlamaktır. Başka düşünce-lerin altında kalan kimse bunu elde edemez. Yalnız hakkın ardı sıra koşan kimse ona yol bulur, hakikat öyle nazlı bir mahbubedir ki, kendini ona tam vermeyene râm olmaz. Hakikat âşığı bu yolda kendisi galip gelmiş, mağlûp düşmüş onun için hep birdir. Yeter ki hakikat meydana çıksın. Mademki hakikat meydana çıkmıştır, öyle ise o galip demektir. Çünkü aradığı budur. Münazara ve mu-bahasede hasmı onu ikna ederse hakikat meydana çıktı diye yine sevinir, mağlûp da olsa hakikati anladı diye kendini galip sayar. Hakkı aramaktaki ihlâstan dolayıdır ki, kendi görüşünün mutlaka hak olduğunu ileri sürüp iddia etmiyor, şöyle diyordu: «Bizim gö­rüşümüz budur. Bu, kadir olabildiğimiz en güzel kavildir. Kim ki bizim bu kavlimizden daha iyisini bulursa doğru olan odur.»[6]

Kendisine :

—  Ya Ebû Hanîfe, bu verdiğin fetva şüphe götürmez bir ha­kikat mıdır? dediler.

—  Bilmem vAllah, dedi. Belki de şüphe kaldırmaz bir bâtıl olabilir!

İmâm Züfer şöyje diyor: «îmâm Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan ile birlikte Ebû Hanîfe'nin dersine devam ederdik. Onun şöyle söylediklerini yazardık. Bir gün Ebû Yusuf'a dedi.ki:

—  Ne yapıyorsun öyle Yusuf,   benden her   işittiğini yazma! Çünkü ben bugün bir re'y görürüm, yarın onu bırakırım, yarın bir re'y görürüm, Öbürgün ondan vazgeçerim.»[7]

Hakkı aramakta son derece samimî ve ihlâs sahibi olduğun­dan kendisine sahih ve sağlam bir Hadîs veya Sahabe fetvası söylenince hemen onu kabul eder, kendi re'y ve görüşünden döner­di. Çünkü aradığı hakti.

Züheyr b. Muâviye diyor ki: Ebû Hanîfe'ye harpte kölenin verdiği eman muteber mi diye sordum.

—  Eğer harbe iştirak etmediyse  verdiği eman mu'teber de­ğildir, dedi. Ona dedim ki:

—  Âsim Ahvel, Füzeyi b. Yezid Rakkâşî'den bana şunu riva­yet etti: Düşmanı muhasara etmiştik. Düşmana üzerinde (Eman) yazılı bir ok atılmış. Karşı taraf: Bize eman verdiniz, dediler. Biz de bunu atan bir köledir, dedik.

—  Biz sizin hanginiz hür, hanginiz köle ne bilelim, dediler. Bu mes'eleyi Ömer b. HattâVa yazıp sorduk, o da:

Kölenin verdiği emanı yerine-getirin, diye cevap verdi. Ebû Hanîfe bunu işitince sustu. Bir şey demedi.

Sonra ben on sene kadar Kûfe'den ayrıldım. Sonra dönüp geldim. Ebû Hanîfe'ye gittim ve ona yine kölenin verdiği .emanı sordum. Bu defa bana Asım'm rivayet ettiği hadisle cevap verdi. Eski sözünden dönmüştü. Anladım ki, o, işittiği hadislere tâbi oluyor.

Bir defa kendisine : Sünnete muhalefet mi ediyorsun? de­diler.

—  Estağfurullah Allah'ın  Peygamberine muhalefet yapana Allah lanet etsin. Allah onunla bize ikram etti.    Onun sayesinde bizi kurtardı, cevabını verdi.[8]

Ebû Hanîfe fıkhına ve dînine işte böyle ihlâsla bağlıydı, o iç­ten gelen bir samimiyetle hakka tâbiydi. Kendi görüşlerine kör bir taassupla saplananlardan değildi. Hakka olan ihlâsi, o geniş akliyle beraber başkalarının görüşlerine de kalbinde yer açmağa onu sevk etmişti. Diğerlerinin kanaatlerine de hürmet ederdi. Zira taassup, hissiyatı fikirlerine galebe çalan kimselerin kârıdır. Veyahut asa­bı zayıf, fikir çevresi dar olanların işidir. Ebû Hanîfe'de bunlar­dan hiçbiri yoktu. Onun aklı kuvvetli idi. Nefsine ve asabına hâ­kimdi. Hakkı aramakta ihlâs sahibiydi. Allah'tan korkardı. Ken­disinin hata edebileceğini kabul ederdi.

e) Bu vasıfların hepsinin üstünde baş tacı gibi duran bîr va­sıf vardır ki, bunların hepsinin başı odur. O da: Allah'ın bâzı in­sanlara lütfettiği bir inevhibedir. Bunun adı : Kuvvetli şahsiyet sahibi olmaktır. Nüfuz ve mehabet, sempati ve ruh kuvveti saye­sinde başkalarına tesir yapabilmek hassasıdır. Onun birçok tale­beleri vardı. Kendi görüşlerini kabule onları zorlamış değildi. On­lara ders veriyor, talebelerinin ileri gelenlerinin fikirlerini yoklayıp onları tanıyor, onlaria bir büyük gibi değil emsalmiş gibi arkadaş­ça münakaşa yapıyordu. O bir görüşte karar kılıp mes'eleyi neti­ceye bağlıyor diğerlerini delilleriyle ikna ediyordu. Onlar da ken­dilerine kanaat gelince bunu kabul ediyorlardı. İçlerinden bazıları kendi görüşlerinde kalabilirlerdi. Kimse onları zorlamazdı. îster kabul etsinler, ister kabul etmesinler her iki takdirde de Ebû Ha-nîfe'nin mevki ve şahsiyetine asla bir halel gelmezdi, o daima baş­ta gelirdi. Çağdaşlarında Mis'ar b. Kidam, Ebû Hanîfe'nin talebe-siyle kurduğu ders meclisini şöyle tasvir eder:

«Sabah namazından sonra kendi ihtiyaçlarını görmek için da­ğılırlardı, sonra yine toplanırlardı. Ebû Hanîfe onlarla oturur, kimisi sorar, kimisi münazara yapardı. Bazı sesler yükselirdi. Bu sesleri sükûnete çeviren bir adamın tslâm nazarında mevkii elbet büyüklü."[9]

Hatib Bağdadî, c. XIII, s. 352

[2] îbn-i Haecr Heysemî, Hayrât'ul-Hisan,  s. 40

[3] Mekki, Menakıb-ı Ebî Hani/e, c. I, s. 268

[4] İbn-i Abdulber, El-İntika, s. 130

[5] Leys b. Sa'd diyor ö: «Ebû Hanîfe'yi görmeyi çok arzu ediyor­dum. Bir defa baktım ki, halk bîr üstadın başına toplanmışlar, boyuna mes'eleler soruyorlar, içlerinden biri: Yâ Ebâ Hanîfe! diye bir mes'ele sordu, vAllah ben onun doğru cevap vermesinden ziyade her sorulana ça­bucak cevap vermesine hayran  kaldım.>

[6] Hatib Bağdadî, Tsrüı-i Bağdad, c. xm, s. 332

[7] Hatib Bağdadî, TarÜı-i Bagdad c. XIII, s. 402

[8] İbn-i Abdulber, El-İntika, s. 140, 141.

[9] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanife, c. II, s. 36.
« Son Düzenleme: 07 Mart 2008, 23:28:06 Gönderen: müteallim »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #62 : 07 Mart 2008, 23:27:12 »
53-Fıtrî Ve Kısbî Meziyetler Mecmuası
 

İşte Ebû Hanîfe'nin vasıflarından bâzıları. Bunların bir kısmı fıtrîdir, bir kısmı kazanmakla, emekle elde edilmiştir. Kendisini ona göre hazırlamışür. Bunlar onun şahsiyetinin anahtarıdır. Bu meziyetler sayesinde aldığı her ruhî gıdadan faydalanmıştır. Bun­lar canlı cisimlere gıdayı hazırlayıp sevkeden cihazlar gibidir. Ru­hî gıda olan ilmi böyle işlemiştir. Asrının uleması, üstadîarı ile kar­şılıklı konuşmaları ve kendi tecrübelerinden edindiği bilgileri iş­leyip, faydalı bir hale getirmiştir. O bu unsurlardan beslendi. On­lara yeni bir düşünce tarzı, derin.bir görüş ilâve etti. Nesilden ne-sile geçerek bir tesir yolu bıraktı. İşte bu meziyetleri sayesinde Ebû Hanîfe hayranlarının Kalplerini teshir etti. Onların takdirini, kazandı. Bu yüksek meziyetler onu çekemiyenlerin hasedini kabart­tı, onun aleyhinde konuşanlar oldu. Fakat onun şerefine bunlar haIer vermez.                                           

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #63 : 07 Mart 2008, 23:31:30 »
54-Kimlerden Feyz Aldı
 


Ebû Hanîfe diyor ki: «Ben ilim ve fıkıh ocağında yetiştim. îlim erbabiyle düşüp kalktım. Fukahâdan en değerli birine devam ettim.»

îlmî yetişmesi, talebe olarak fıkıh tahsili hakkında Ebû Hanî-feînin kendi söyledikleri işte bunlardır. Bu sözler gösteriyor ki : Ebû Hanîfe bir ilim muhitinde yetişmiş, ilim ocağında yaşamıştır. Bu ilim muhîtindeki ulema ile buluşup görüşmüş, onlardan ilim almış? onların ilmî bahis usullerini öğrenmiş, sonra onların ara­sında bir fakım kendine üstad seçmiş. Çünkü onda ilmî temayül­lerini tatmîn edecek dirayeti, arayıp bulmuş, onun dersine devam etmiş, bir daha ondan ayrılmamış, ancak ara sıra diğer ulema ile de ilmî müzakereler yapmıştır. Çünkü bir üstadın dersine devam etmek, onu, diğer ulema ile görüşmekten meneder demek değildir. Bütün rivayetler onun ö devirde Irak'ın fıkıh üstadhğı kendisinde toplanmış olan Hammâd b. Ebî Süleyman'ın talebesi olduğunda birleşmektedir. Bununla beraber o başkalarından da ilim almış, birçok ulemadan rivayet etmiş, birçoklariyle müzakerelerde bu­lunmuştur. Bunlar bilhassa Hammâd'm vefatından sonra ve da­ha önce de Emevî valilerinden Ibn-i Hübeyre yüzünden Kûfe'den muhacir olarak çıkıp Mekke'ye gittiği zaman olmuştur. İşte bu sebeple onun hayatını yazanlar, Hammâd'm dersine devam ettiğini söylemekle beraber ders aldığı birçok üstadları olduğunu da kay­dederler.

Bu üstadlarm zikretmeğe,, daha doğrusu onların içinde husu­si bir fıkıh görüşü sahibi olmakla ma'ruf olanların hayatını anlat­mağa başlamazdan önce, burada üç noktaya kısaca da olsa derli toplu bir surette temas etmek istiyoruz :

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #64 : 07 Mart 2008, 23:32:09 »
55-Her Tabaka Ve Sınıftan Üstadları Var
 

Birincisi: Ebû Hanîfe'nin üstadları muhtelif mezhcblerden, çeşitli dînî fırkalardan idi. Yalnız Ehl-i Sünnet fukahâsından veyahut: sade ehl-i reyden değildiler. Ders aldığı üstadlan arasında Hadîs ftıkabası olanîar bulunduğu gibi, ilmini ve Kur'ân-ı anlayışı, tercüman'i Kur'ân unvanını taşıyan Abdullah b. Abbas'dan alan­lar da vardır. Biliyoruz ki, Ebû Hanifc, Mekke'de altı sene kadar kaldı. Bâzı kitapların rivayeti bize bunu gösteriyor. Bu kadar bir müddet Mekke'de kalan bu büyük fikir ve derin akıl sahibi hiç şüphesiz ki, îbn-i Abbas'ın ilmine vâris olan Tabiîni görüp onlar­dan ders ve iîim aldı, Kur'ân-ı fıkhı Öğrendi. Sonra îrok'da görüşüp buluştuklarının çoğu türlü Şia fırkalarından idiler. Bunların bâzı­sı Keysâniye. Zcydive idi. Bir kısmı da, oniki imâmı tutan İmâmiy-yeden, îsmâiliyyeden idiler. Bunların hepsinin onun fikir ve görü­şünde tesiri olabilir. Onun bu Şia fırkalarının temayüllerine kaydı­ğı asla olmamıştır. Onda yalnız Al-i Bcyt sevgisi yardır. Onun muh­telif fırkalardan ve mezhebi er den ders alması, türlü gıdalardan enerji toplayan vücude ben7er. O gıdalar, vücutta erir, kana karı­şır, enerjiye inkılâp eder. Ebû Hanîfe de böyle yaptı. Her unsur­dan alıyor, fakat onları işliyor, temizini alıyor fenasını atıyor, nev'i kendine mahsus olan yepyeni ve kuvvetli bir fikir hâlinde onu meydana çıkarıyor.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #65 : 07 Mart 2008, 23:35:38 »
56-Ashabın Fetvalarını Öğrenmesi
 

ikincisi: Aldığı bu çeşitli dersler Ebû Hanîfe'yi şu neticeye gÖ-türdü: îştihat, iyi görüş ve işlek zekâ ile meşhur olan kibar Sa­habe fetvalarını öğrendi,

Târih-i Bağdad sahibi diyor ki : «Ebû Hanîfe bir gün Man-sur'un yanına girdi. İsa b. Musa orada bulunuyordu. Bu sofî ve muttaki âlim Mansur'a :

—  Bugün dünyanın yegâne âlimi bu zattır, dedi. Mansur:

—  Ey Numan, bu ilmi kimden aldın, dedi.    O da şu cevabı verdi:

—  Hz. Ömer'den ilim planlar vasıtasiyle Ömer'den Hz. Ali'den ilim alanlar vasıtasiyle Ali'den, Abdullah b. Mes'ul'dan ilim alanlar vasıtasiyîe Ibn-i Mes'ut'tan aldım. îbn-i Abbas zamanında yeryü­zünde ondan daha âlimi yoktu.

Bunun üzerine Mansur:

—  Sen işini gayet sağlara tutmuşsun, ilmi asıl menbaından al­mışsın, dedi.»[1]

Ebû Hanîfe Hazretleri, bu değerli Sahabe-i Kiramın fetvala­rını öğrendi. Mansur'un huzurundaki sözü onun Ashabın fetvala­rını araştırdığını göstermektedir. En azından ashabla görüşen Ta­biînden onların akvâlini aldığına delâlet etmektedir. Çünkü kibar Ashabîa görüşenlerden arada bir vasıta zikretmeksizin doğrudan ilim aldığını söylüyor.

Ebû Hanîfe'nin ilimlerini ve kavillerini araştırıp aldığı bu Ashab, aklî temayül erbabından idiler. Kitap ve Sünnetin yâni Kur'-ân ve Hadîsin ışığı altında fikir ve akıl istiklâlinden faydalanmasını biliyorlardı; Ashabm müctehidler in dendir. Bu içtihadlann Ebû Ha­nîfe üzerindeki tesiri açıktır. Hükümlerin illetlerini anlamakta, hadisleri benzerlerine kıyas edip hüküm vermekte aklım kullanma­ğa onu sevketmiştir. Bundan başka zaten onda felsefî bir akıl te­mayülü vardır.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #66 : 07 Mart 2008, 23:38:13 »
57-Bazı Ashab-ı Kiramla Görüştüğü
 

Üçüncüsü : Bütün menakıb kitapları o'nun bâzı Ashabla görüş­tüğünü kaydederler. Bâzıları onlardan Hadîs rivayet ettiğini de söylerler. Böylelikle o, Tabiînden olmak şerefine de yükselmiştir. Çağdaşı olan fukahâdan Süfyan Sevrî, Evzâî, îmâm Mâlik ve saire gibi akranlarını bu şerefle de geçmiştir.

Ebû Hanîfe'nin uzun ömürlü, çok yaşamış bâzı ashabla gö­rüştüğünde ihtilâf yoktur. Kendilerine yetişip gördüğü Ashabın isimlerini zikrederken: 93 hicrî yılında vefat eden Enes b. Mâlik'i 87 senesinde vefat eden Abdullah b. Evfâ'yi, 85 senesinde vefal eden Vasile b. Eska'ı, 88 senesinde vefat eden Sehi b. Saide'yi ve en son ölen Sahabî olup 102 senesinde Mekke'de vefat eden Ebu't Tufeyl Amir b. Vasile'yi zikretmektedirler.[2]

Bunlar gibi uzun ömürlü Ashab-ı Kiram'ı gördüğü şüphesiz dir. Ancak onlardan Hadîs rivayet edip etmediği ihtilaflıdır. Ule manın bir kısmı bu Ashabdan Hadîs rivayet ettiğini söylüyorlar vç rivayet ettiği Hadîsleri de zikrediyorlar. Fakat Hadîs ulemasımr müdakkıklan bu senedleri biraz zayıf bulmaktadırlar. Her ne ka dar bir kısmı başka yolla takviye olunmakta iseler de hepsi böyl< değildir. Ashabdan rivayet ettiği söylenen Hadîsler şunlardır:

1- «Bir kimse Allah rızası için, velev bağırtlak kuşunun yu vasi kadar olsun, bir mescid bina ederse, Allah da onun için Cen nette bir ev bina eder.»

2-  «Seni  şüpheye düşüren şeyi bırak,  gönlünü    tırmalarm-yan şeyi al.»

3-  «Allah'u Tcâlâ bîçarelerin imdadına koşmayı sever.»

4 - «İlimöğrenmek her Müslümana farzdır.»

5 - «Bir hayra delâlet eden onu yapan gibidir.»

6 -  «Kardeşinin başına gelene sevinme, zira Allah onu kur­tarır,) seni o belâya duçar ediverin»[3]

Ulemanın birçoğu Ebû Hanîfe Ashabdan bâzılariyle görüşse de onlardan Hadîs rivayet etmedi, diyorlar. Bu hususla öne sür­dükleri deliller: Ebû Hanîfe Hazretleri onlarla görüştüğü zaman, ilim öğrenecek ve onu belleyip nakledecek bir yaşta değildi, diyor­lar. Aynı zamanda o, hayatının ilk çağlarında ticaret işlerine atıl­mıştı. Nasıl ki, yukarıda geçtiği üzere Şa'bî'nin verdiği öğüt saye­sinde lime sarılmıştı. Bunlara ilâveten Ashabdan işitip de ondan ri­vayet olunan Hadîslerin senedine ya bir yalancı veya rivayette za­yıf kimsenin ismi karışmıştır. Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan, Abdullah b. Mübarek, Zufer vesair gibi talebeleri de yazdıktan ki­taplara bu Hadîsleri kaydetmedikleri gibi, onlardan naklolunan sözlere Ebû Hanîfe'den rivayet olunduğu söylenen bu Hadîslere dair bir şey yoktur. Halbuki böyîe bir şey olsa bunu kaçirmazîarcîı. Eğer bu nisbet doğru olsa onu bilirler ve yaparlardı. Onu îmâm-ı A'zam'ın faziletleri arasında sayarlardı. Çünkü onlar bu gibi şey­lere son derece itina gösterirler, önem verirlerdi.[
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #67 : 07 Mart 2008, 23:39:26 »
58-Ebü Hanîfe Tabiînden Mîdîr?
 

Biz bu görüşe meylediyor, onu alıyoruz. Artık diyebileceğimiz cihet şudur: Ebû Hanîfe kendi zamanına kadar yaşamış olan uzun Ömürlü bâzı Ashab-ı Kiramla görüştü. Fakat onlardan Hadîs ri­vayet etmiş değildir.

Buna göre o Tabiî sayılır mı? Sayılmaz mı? mes'elesi ortaya çıkıyor. Ulema, Tabiînin tarifinde ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları Sa-habivle buluşup onu gören kimseve Tabiî derler[5] Kendisiyle sohbet etmese de bir Sahabeyi mücerred görmekle bir şahıs Ta­biî olur. Bu itibarla Ebû Hanîfe'nin Tabiînden olduğu şüphesizdir. Ulemadan bâzısı ise Tabiîyi tarif ederken Sahabeyi mücerred gör­müş olmakla iktifa etmiyor, onunla görüşüp konuşmuş olmayı, ondan rivayet etmeyi de şart koşuyor. Buna göre Ebû Hanîfe Tâbiîn zümresinden sayılmıyor, meğer ki yukarıda isimlerini zikretti­ğimiz Ashabın bazısından rivayet ettiğini kabul etmiş olalım.[6]


 Ashabdan Hadîs rivayet edip etmediği hususunda söz ne olur­sa olsun, bütün ulema onun Tabiîlerle görüştüğünde, onlardan ders aldığında ve onlardan rivayet ettiğinde ittifak etmektedirler. On Ta­biînin büyüklerinden fıkıh okudu. Yaşı buna müsaittir. Onları gördü, ders aldı ve rivayet etti. Bunda hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Kendilerinden rivayet ettiği -kimselerin ilim usulleri, bilgi yol­lan muhtelifti, kimisi Hadîsle şöhret almıştı,   Şa'bî gibi; kimisi re'y ve kıyas ile meşguldü, bunlar az değildiler. O hepsinden ilim aldı. îbn-i Abbas'm ilmini taşıyan îkrüne'den aldı, Abdullah b. Ömer'in ilmini toplayan Nâfi'den, Mekke'nin fakıhi olan Atâ b. Ebî Rabah'dan aldı. Atâ ile pek kısa sayılmıyacak bir müddet gö­rüştüğü anlaşılıyor. Ebû Hanîfe onunla tefsir münakaşası yaptı­ğını, ondan tefsîr aldığını kendisi söylüyor. El - întika naklediyor:

Ebû Hanîfe diyor ki, Atâ b. Ebî Rabah'a:

«Ona ehlini, onlarla beraber mislini de verdik.» [7] Âyetine ne buyurulur, diye sordum.

—  Ona ehlini ve ehlinin mislini verdi, demektir, dedi.

—   Bir adama ondan olmıyan birisinin katılması caiz olur mu?

 —Öyleyse sana göre burada ne denebilir? dedi.

Dedim ki:

—  Yâ Ebâ Muhammed, ehlinin ücretini ve onların ücretleri­nin mislini verdin demektir.

—  Sahih bu böyle, Allah en iyi bilendir, dedi .[8] Bu rivayet doğru ise, iki şeye delâlet etmektedir;

1- Ebû Hanîfe, Atâ b. Ebî Raban'm meclisine oturdu, on­dan ders okudu, ilim aldı. Atâ 114 senesinde vefat ettiğine göre bu şu demek olur: Ebû Hanîfe o zaman Mekke'ye Hac için gidiyor, orada ulemanın ders halkalarına oturuyor, onlardan ilim öğreniyor­du. Bunu yaparken Hammâd'm talebesi idi. Hammâd'ın   dersine devam etmesi başkalarından da ders almasına hiçbir mâni teşkil etmez.

2- Bu rivayetten anlıyoruz ki, Atâ Mekke'deki derslerinde Kur'ân-ı Kerîm'in tefsirine de temas ediyor, âyetlerin tefsirine gi­rişiyordu. Mekke ekolü, Ashabdan olan Abdullah b. Abbas'ın ilmi­ne varisti. îbn-i Abbas ise en ziyade   Kur'ân-ı Kerim . tefsirinden şöhret sahibi idi. Tercüman-ı Kur'ân unvanı taşır. Nâsih ve men-suhu onun kadar bilen yoktu.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #68 : 07 Mart 2008, 23:41:38 »
59-En Meşhur Üstadları
 

Şimdi artık Ebû Hanîfe'nin üstadlanndan birer birer bahset­mek sırası gelmiş bulunuyor. Ebû Hanîfe'nin kendilerinden ders aldığı ve muayyen bir fikir tarzı olup da onun üzerinde bir tesir bırakan bu üstadîanm tanımak, Ebû Hanîfe'nin feyz aldığı yerleri, ilim susuzluğunu gidermek için kana kana içtiği menbalan bize öğretmiş olur. Ve "böylece onun fıkhî kültürünün her cephesi ay­dınlanmış, bulunur.

Ebû Hanîfe'nin en başta gelen üstadı., ölünceye kadar dersi­ne devam ettiği Hammâd b. Ebî Süleyman Eş'arî'dir. Hammâd, îbrahim b. Ebî Musa el-Eş'arî'nin kölesi idi. Kûfe'de yetişti. İbra­him Nahaî'den fıkıh okudu. Onun re'y ve görüşünü en iyi bilen­lerdendi. 120 hicrî yılında vefat etti. Hammâd, yaînız îbrahim Na­haî'den fıkıh Öğrenmekle kalmadı, Şa'bî'den de fıkıh dersi aldı. Bu ikisi Şureyh'den, Alkame b. Kays'dan, Mesruk b. Ecda'den ders al­mışlardır. Bu üstadlar da Abdullah b. Mes'ud, Ali b. EbîfTalib gi­bi iki büyük Sahabeden fıkıh ilmini öğrenmişlerdir. Kibâr-ı As-habdan olan bu iki zat yâni Hz. Ali ve îbn-i Mes'ud Kûfe'de ika­met etmeleri hasebiyle Kûfe'ye kendi ilimlerini mîras bıraktılar ki, Küfe fıkhının temeli bu olmuştur. Bu ikisinin fetvaları ve onların izinden giden talebelerinin ekvali sayesinde o büyük fıkıh mirası ortaya çıkmıştır. İşte Hammâd bu ilmin içinde yetişti. * îbrahim Nahaî'nin fıkhını ve Şâ'bî'nin fıkhını okudu, öğrendi. Öyle görü­nüyor ki, Hammâd daha ziyade îbrahim Nahaî'nin fıkhım tuttu. Onun fıkhı ehl-i re'y fıkhı kulundandır. Şâ*bî ise ehl-i re'y fukahâsın-dan ziyade ehl-i Hadîs fukahâsma daha yakındır. Kendisi her ne kadar Irak'da yaşadı ve orada okuyup yetişti ise de Eserci ulema­dandır. Ehl-i re'y fukahâsının yolunu beğenip sevemedi.

Ebû Hanîfe 18 sene Hammâd'ın dersine devam etti. Ondan ehl-i Irak fıkhım Öğrendi ki, bu fıkhı, Hz. Aîi ve Abdullah îbn-i Mes'ud'un fıkıhlarının hulâsası demektir. îbrahim Nahaî'nin fet­valarını, fıkıh hükümlerini Hammâd'dan bizzat aldı. Onun için, Şah Veliyullah Dehlevî, «Hanefiyye fıkhının kaynağı îbrahim Na­haî'nin kavilleridir» hükmünü vermektedir. Hüccet'ullahi'1-Bâliga kitabında şöyle diyor: «Ebû Hanîfe Hazretleri (Allah razı olsun) ibrahim Nahaî'nin ve akranlarının mezhebine sarılmıştı. îbrahim Nahaî'nin dediklerinden geçmiyor, onları aşmıyordu. Ancak az bir şey bundan hariç kalır. Onun mezhebine göre, mes'ele çıkarma hususunda büyük dirayeti vardı. Tahric yollarında gayet ince görüsü vardı. Furu1 mes'elelerini cok1 mükemmel işlivordu. Eğer bu dediklerimin hakikata uygun olduğunu anlamak istersen : Kitab'ül-Asâr'dan, Abdu'r-Râzık’ın El-Camitnden, Ebü Bekir b. Şeybe'nin Musannef'inden îbrahim. Nahaî'nin akvalini topla, sonra onları Ebû Hanîfe'nin mezhebiyle mukayese yap, göreceksin ki, gayet az meseleler hariç, Ebû Hanîfe bu delillerden ayrılmıyor ve gayet az olan mes'elelerde de yine Küfe fukahâsmm kail olduklarından dı­şarı çıkmıyor.»[9]

îşi bu kadar dar bir çerçeve içine sokmakta belki de biraz mübalâğa vardır. Ebû Hanîfe'nin fıkhı aşın derecede dar göste­rilmiş oluyor. Fakat Ebû Hanîfe'nin Hammâd'a devamı ve Ham-mâd'ın da bütün rivayetlerde geçtiği veçhile, İbrahim Nahaî'nin fıkhını en iyi bi.en bir insan olması, şüpheye yer bırakmadan or­taya çıkıyor ki, Ebû Hanîfe fıkhının en büyük-ve başlıca kayna­ğı üstadı Hammâd'm, îbrahim Nahaî'den aldığı ilim mirasıdır. Hanefiyye'nİn eski eserlerini dikkatle okumakda bilhassa bunu isbat etmektedir.

 
- Ders Aldığ Diğer Kimseler
 

Hammâd'm dersine devam eden bir talebe olmakla beraber başkalarından da ders alıyordu. Bunu yukarıda da söylemiştik. Hammâd'm ölümünden sonra dersi bırakıp ilimden vazgeçmiş de­ğildi. Hem öğreniyor, hem Öğretiyor. Bu hususta Hz. Peygamber'-in Hadîs-i şerîfiyle amel eden ilme sadık ulema gibi hareket edi­yordu. «Bir adam ilim peşinde oldukça âlim olmakta devam eder. Alim olduğu zannına düştüğü zaman cahil olur gider.» Yukanda da zikrettiğimiz gibi Ebû Hanîfe Hac mevsiminde hacca gittiğin­de ve Mekke'ye vâki olan seyahatlerinde Atâ b. Ebî Rabah'dan ders alıyor, Beyt-i şerifte mücavir bulunduğu müddetçe oradaki ders halkalarına devam ediyordu. Hayatında 55 defa Hac ettiğim söylerler. Bunun mânâsı delikanlılık çağına ayak bastıktan sonra her sene haccetmiş demektir. Biz bu sayının kesin olduğuna hük­metmiş değiliz. Hac niyetiyle Mekke'ye gelince bir taraftan ilim ve Hadîs öğrenme imkânını buluyordu. Diğer taraftan da hac menâ-sikini, hacda yapılması gereken ibadetleri yapmakla dînî farîzesini ifa ediyor, takvasını tamamlıyordu. Mekke ekolünde Atâ'dan İbn-i Abbas'ın ilmini aldığı gibi onun azadhsı Ikrime'den de ilim aldı. Bu Ikrime, Efendisi tbn-i Abbas'ın ilmine vâristi. îbn-i Abbas'm ölümünden sonra oğlu onu dört bin dinara satınca:

— Senden hayır gelmez, babanın ilmini dört bin dinara satı­yorsun, dedi. O da bu satıştan vazgeçti.

Hz. Ömer'in ve onun oğlu Abdullah'ın ilimlerini, Abdullah'ın azadhsı Nâfi'den aldı. Böylece îbn-i Mes'ud'un ilmiyle Hz. Ali'nin iimini Küfe ekolü voliyle almış oldu. Hz. Ömer'in ve tbn-i Abbas'-m ilimlerini de görüşüp buluştuğu Tabiînden ahp öğrendi.

 

  Zeyd B. Ali'den Ders Alması
 

Buna göre İslâm cemaatının fıkıhlarım türlü yollardan aldı­ğını söyleyebiliriz. Her ne kadar kendisinde^ ehl-i re'y ve kryasçila-rın görüşü galip ise de, bu böyledir. Hattâ ehl-i re'yin üstadı sayıl­mıştır. Fakat Ebû Hanîfe yalnız bu üstadlardan ilim almalka ikti­fa etmedi, hattâ Şia imamlarından da ilim aldı, ders okudu. On­larla zaten münasebeli vardı, onlara yardımda bulunuyordu. Eme-vîler zamanında olduğu gibi Abbasîler zamanında da, ihtiyarlık çağında bu yüzden hesaba çekildi. Nihayet Ali Beyt'e olan candan bağlılığı sebebiyle ihlâsı uğruna şehid oldu. Hak ve takvadan ay­rılmadan bu uğurda can verdi. Bu imamlardan Zeyd b. Ali, Mu-hamftıed Bakır, Ebû Muhammed Abdullah b. Hasan'dan ilim öğ­rendi. Bunların her biri fıkıhda ve ilimde esaslı bilgi sahibidirler.

îmânı Zeyd b. Ali Zeynel-Abidin (ölümü 122 hicrî senesi) her nevi islâm ilimlerinde gayet geniş bilgi sahibi olan bir âlimdi. Kur'ân-m okunma tarzına dair kıraat ilimlerini ve diğer Kur'an ilimlerini çok iyi bilirdi. O fıkıh ilminde olduğu gibi, akaid ve ke­lâm ilminde de üstad idi. Hattâ mu'tezile, kelâmdaki üstün bilgi­sinden dolayı pnu kendi üstadlanndan sayarlar. Ebû Hanîfe iki sene kadar ona talebelik yaptığını söyler. (Ravdun-Nâdir) in kay­dettiğine göre Ebû Hanîfe şöyle demiştir: «Zeyd b. Ali'yi ve arka­daşlarım gördüm. Zamanında ondan daha fakıh, ondan daha bil­gili olan bir kimse görmedim. Onun kadar sür'atle cevap veren ve gayet açık sözlü olan yoktu. O emsalsizdi.»

Ebû Hanîfe'nin onunla görüştüğünde bizim hiç şüphemiz yok. Fakat onun dersine devam ettiği kanaatmda değiliz. Belki dersine devam etmeden onunla görüştüğü, buluştuğu zamanlarda onun bilgisinden istifade etmiş, ondan ilim öğrenmiştir.

 
Muhammed Bâkır'dan Ders Alması
 

Adı geçen Zeyd'in kardeşi olan Muhammed Bakır b. Ali Zeyn'eî-Abidin, Şîa imamlarından ve on iki imâmdan biridir. O kardeşi Zeyd'den önce vefat etmiştir. îmâmiye fırkalarının en meşhurların­dan olan on iki imâm ve îsmailiye fırkası onun imamlığında itti­fak etmişlerdir. Ona Bakır unvanı verilir. Çünkü o ilmi deşelemiş-tir. O, Al-i Beyt'ten oiduğu halde Hulefa'yı Raşidîn'den olan Ebû Bekir, Ömer ve Osman Hazretleri haklarında asla kötü bir söz sarf etmemiş tir. Rivayet olunduğuna göre, Irak ahalisinden bâzj-ları onun yanında Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ı kötülükle anmış­lar, onlara dil uzatmışlar, Muhammed Bakır buna fena halde kız­mış onlara sitem ederek:

—  Siz mal,  mülk ne varsa hepsini terkederek kendi yurtla­rından çıkarılan muhacirlerden misiniz? diye sordu.

—  Hayır, dediler,

— Muhacirlere kucağım açan, yer hazırlayan   Ensar'dan mı­sınız?

—  Hayır.

— Bunlardan değilsiniz, onlardan değilsiniz! Hiç olmazsa on­lardan sonra gelip de: Yâ Rab bizi ve îman etmede bizi geçen kar­deşlerimizi affet diyenlerden de mi olamıyorsunuz? Bari onların aleyhinde bulunmayın. Bunu da mı yapamıyorsunuz? Yanımdan defolun! Benden uzak olun. Müslüman olduğunuzu söylüyorsu­nuz, fakat islâm ehlinden değilsiniz.

Muhammed Bakır 114 hicrî yılında vefat etti.[10]

Muhammed Bakır gayet derin bilgi sahibi idi. Anlaşıldığına göre Ebû Hanîfe, Ehl-i re'y ve kıyastan olarak ortaya çıkmaya başladığı ilk zamanlarda onunla görüşmüş ve buluşmuştur. Ve ilk defa buluşmaları da, Ebû Hanîfe'nin Medine'yi ziyareti sırasında Medine'de olmuştur. Zira rivayet olunduğuna göre Muhammed Bakır ilk görüştüklerinde ona :

—  Sen ceddim Resûlullâh'm dînini ve Hadîslerini kıyasla de-ğiştiriyormuşsun? demiş, Ebû Hanîfe de:

— Allah korusun, böyle bir şey nasıl olur? demiş.

—  Belki değiştirdin.

—  Lâyık olduğunuz makamınıza oturunuz, ben de bana ya­kışır şekilde yerime oturayım, zira benim size hürmetim var, hayatında Ashabı arasında muhterem olan ceddiniz hürmetine, sîz­lere hürmet etmeğe hepimiz borçluyuz.

Bunun üzerine Muhammed Bakır oturdu. Ebû^Hanlfe de onun önüne diz çöktü. Ve arada şu konuşma cereyan etti; Ebû Hanîfe :

—  Size üç sualim var, onlara cevap lütfedin diye söze başladı. Evvelâ:

— Kadın mı daha zayıftır, erkek mi?

—  Kadın.

—  Kadının mirasta hissesi kaç?

—  Adam iki hisse alıyor, kadın bir hisse.

—  Bu, ceddin Resûlulîâh'ın kavli değil mi? Eğer ben atanın dinîni bozmuş olsam, kıyasa göre; erkeğin hissesini bir, kadının hissesini iki yapardım. Çünkü: kadın zayıftır, kazanç yollan az­dır, erkek kuvvetlidir, çok çalışır, çok kazanır, nasıl olsa geçinir. Fakat ben kıyas yapmıyorum, nasla amel ediyorum.

î kincisi:

—Namaz rnı daha faziletlidir, yoksa oruç mu?

—  Namaz daha faziletlidir.

—  Atanın kavîi böyledir. Eğer ben onun dînini bozmuş oîsam, kadın hayizden temizlendikten sonra, kıyasa göre; namazını kaza etmesini emrederdim. Orucunu kaza ettirmezdim. Fakat ben kı­yasla böyle bir şey yapıyor muyum?

Üçüncüsü:

—  Bevil mi daha pistir, yoksa meni mi?

—  Bevil daha pistir.

—  Eğer ben  atanın dînini kıyaslarımla     değiştirmiş olsam, kıyasa göre; bevilden gusül yapılmasını, meniden abdest alınması­nı emrederdim. Fakat ben Hadîse aykırı re'y    kullanarak, kıyas yaparak ceddin Resûlullâh'm dînini değiştirmekten Allah'ıma sı­ğınırım. Böyle şeyden beni Allah korusun.

Bunun üzerine. Muhammed Bakır ayağa kalktı. Ebû Hanîfe'yi kucakladı ve onu abımdan öptü.

Bu konuşmayı Muvaffak Mekkî, Menakıbmda nakletmiştir. Sözün gelişinden anlaşılıyor ki, bu konuşma ilk görüşmede olmuş­tur. Zira ona tanımadığı bir kimseye sorar gibi sormuştur. O, yal­nız Ebû Hanîfe'nin kıyascı olarak şöhretini duymuştu. Fakat Ebû Hanîfe nas olan yerde kıyas yapmadığını ve bunu misallerle açık­layınca onu takdir ve tebcil etti. Bu konuşma aynı zamanda bize şunu da gösteriyor ki: Ebû Hanîfe, henüz üstadı Hammâd'm ders sıralarında otururken bile re'y ve. kıyas sahibi olarak şöhret almış­tır. Hammâd'm ders halkasında oturması onun şöhret kazanması­na bir mâni teşkil etmemiştir, ilmi ve ilimdeki usulü etrafa yayı­lıp duyulmuş ki, Muhammed Bakır onu kıyascı olarak tanıyor. Hammâd 120 senesinde öldü. Muhammed Bakır ise 1İ4 senesinde vefat etti. Buna göre bu konuşmanın cereyan ettiği görüşme yapıl­dığı zaman, hiç şüphesiz ki, Hammâd hayatta idi.

Bu nevi haberler bize gösteriyor ki? Ebû Hanîfe henüz Ham-mâd'ın ders halkasında otururken şöhret kazanmıştır. Hayatının gelişi ve akışı onu bu şöhrete erkenden narazed kılmıştır. Zira onun birçok defalar Basra'ya seyahati, birçok defalar Hacca gidip gelmesi, ulema ile görüşmesi, üstadı Hammâd'Ia müzakeresini yaptığı re'y ve kıyas usulü ve yolunu işlemesi, etrafında ulema ile müna­kaşalarda bulunması, şüphesiz ki bunlar onu şöhret yapmıştır. Henüz müstakil bir ders halkası kurmadan önce daha talebeyken namı etrafa yayılmıştır.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #69 : 07 Mart 2008, 23:48:27 »
60-Ca'fer Sâdık'la İlmî Münasebeti
 

Ebû Hanîfe'nin Muhammed Bâkır'İa münasebeti olduğu gibi onun oğlu Ca'fer Câdık'la da ilmî temasları vardı, ikisi aynı yaşta idiler. Aynı senede doğmuşlardı. Fakat Ca'fer Sâdık, Ebû Hanîfe'-den daha evvel ahirete göçtü. Ebû Hanîfe'den iki yıl önce 148 senesinde vefat etti. Ebû Hanîfe ondan bahsederken: «VAllah Ca'fer Sâdık'dan daha fakih bir kimse görmedim» demiştir.

Muvaffak Mekkî Menakıb-ı Ebû Hanîfe eserinde şunu nak­leder : Ebû Ca'fer Mansur bir defa :

— Yâ Ebû Hanîfe bu insanlar Ca'fer Sâdık'a meftun oldular. Ona sormak üzere en çetin mes'ele hazırla da sor bakalım, dedi. Ebû Hanîfe de 40 soru hazırladı. Bundan sonrasını Ebû Hanîfe'­den dinleyelim. Diyar ki: Ebû Ca'fer, Hîre'de iken Ca'fer Sâdık yanında bulunduğu bir sırada huzuruna girdim. Ca'fer Sâdık Ha­lifenin sağ tarafında oturuyordu. Gördüğüm anda Ca'fer Sâdık'ııı heybeti beni kapladı, meclise Halifenin heybetinden ziyade onun heybeti hâkimdi. Selâm verdim.

—  Otur, diye işaret ettiler. Ben de oturdum.

Mansur, Ca'fer Sâdık'a dönerek :

—  Yâ Ebâ Abdullah, işte Ebû Hanîfe bu zattır, dedi.

— Alâ, dedi. Sonra bana dönerek ;

—  Yâ Ebû Hanîfe, Ebâ Abdullah'a mes'elelerini arzet baka­lım, dedi. Ben de hazırladığım mes'eleleri    arzetmeğe   başladım. Ben soruyordum, o cevap veriyordu. Ve siz şöyle dersiniz, Medine ehli şöyle der, biz ise böyle deriz,; diyerek bütün ihtilâfları nakle­diyor, bazan bizim kavlimize, bazan Medine ehli kavline tâbi olu­yor, bazan bize muhalefet ediyordu. Kırk mes'eleyi de böyle bütün tafsilâtiyle cevaplandırdı, bir tanesini bile cevapsız bırakmadı.

Ebû Hanîfe bunu anlattıktan sonra Ca'fer Sâdık'm ilmî kudre­tini belirterek şöyle dedi: «insanların en âlim olanı, mes'eleler et­rafındaki ihtilâfları en iyi bilendir.»

Bu rivayet bize gayet açık olarak gosierıyor ki: Ebû Hanîfe Ca'fer Sâdık Hazretleriyle daha ilk görüşmede onun yüksek ilmî kudretini anlamış, onu takdir etmiştir. Ca'fer Sâdık'ın fıkıh hak­kındaki derin bilgisine hayran kalmıştır. Şüphesiz ki, hâdise Man-sur ile evlâd-ı Ali arasında düşmanlık baş göstermezden Önce ol­muştu.

Ca'fer Sâdık her ne kadar Ebû Hanîfe ile aynı yaşta ise de ulema onu Ebû Hanîfe'nin üstadlanndan addetmişlerdir.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #70 : 07 Mart 2008, 23:53:00 »
61-Abdullah B. Hasan'la Münasebeti
 

Ebû Muhammed Abdullah b. Hasan da Ebû Hanîfe'nin üstad­larından biridir. Mekkî ve İbn-i Bezzazı menakıblanrîda geçtiği üzere Ebû Hanîfe onun talebesidir. Abdullah Hazretleri, sözünde sâdık bir âlim, güvenilir bir muhaddisti. Süfyân-ı Sevrî, îmâm Mâ­lik ve diğerleri ondan Hadîs rivayet ederler. Ulema nezdinde onun değeri büyüktür. O, kadri yüce bir âbiddir. Emevî Halifelerinin en sofularından olan Ömer b. Abdulâziz'le görüştü. Ondan son dere­ce i'zaz ve ikram gördü. Abbâsîlerin ilk devrinde Ebu'l-Abbas Sef-fâh'îa görüştü. Ondan da aynı i'zaz ve ikramı gördü. Seffâh kendisi­ne bir milyon dirhem ihsanda bulundu. Mansur, Halife olunca ona bunların aksine muamele yaptı. Onun evlâtlarına ve ailesine de aynı kötü muamelede bulundu. Elleri kollan bağlı bir haîde on­ları Medine'den Haşimiye'ye getirtti. Onları merhametsizce hapse tıktı. Çoğu hapiste can verdiler.

Burada şuna işaret etmek isteriz ki, bilûmum evlâd-ı Ali'ye ve bilhassa Abdullah b. Hasan ailesine karşı bu gaddarca muamele­ler, işte Ebû Hanîfe'nin kalbini Abbasilerden çeviren bunlardır. Bu gaddarca zulümleri gördükten sonra onlardan soğumuş, fırsat buldukça Ebû Ca'fer'in idaresi aleyhinde bulunmağa . başlamış, hükümetine acı tenkîdlerini yöneltmiştir. Çünkü o* Hz. Ali evlâ­dını seviyordu. Yukarıda görüldüğü veçhile bunlardan birçoklan onun üstadları idi, onlardan ilim ve feyz almıştı. Bilhassa Abdullah ile aralannda gayet samimî bir dostluk mevcuttu.

Abdullah 70 senesinde doğmuştur. Ebû Hanîfe'den on yaş ka­dar büyü kdemektir. 75 yaşında olduğu halde 145 senesinde bu fâ­ni âlemden ebediyet âlemine göçmüştür.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #71 : 07 Mart 2008, 23:53:53 »
62-Bazı Ehl-Î Heva Île Görüşmesi
 

Ebû Hanîfe'nin ilmî münasebetleri yalnız ehl-i sünnet ve ce­maat mensuplanna, Al-i  Beyt imâmlanna münhasır değildi.  Menakıb kitaplarının kayıtlarına göre o bâzı sapık fırkalarla temas ederdi. Onlardan bâzı hocaları vardı. Meselâ Câbir b. Yezid Cu'-fı'yi (ölümü 165 yılı) onun üstadlarmdan sayarlar. Halbuki o, Gu-lât-ı Şiîa'dandır. Bunlar Hz. Muhammed'in veya Hz. Ali'nin veya­hut da son imamların tekrar geleceklerine inanırlar. îbn-i Bezzâzî, Menakıb-ı Imâm-i A'zam eserinde bunun Abdullah b. Sebe'in et-bâindan olduğunu söyler. Fakat bence bu uzak bir şeydir. Bana gö­re o, Şia'nın Sebeiyye kolundan değildir. Zira Sebeiyye : Hz. Ali'ye uîûhiyyet nisbet ederler, veya buna yakın bir şey söylerler. Hz. Ali onları küfre nisbet etmiştir. Ebû Hanîfe'nin Islâmilmini bu nevi kimselerden almasına ihtimal verilmez. Câbir b. Yezid, Hz. Ali'nin tekrar döneceğine kail ise ve bu da Sebeiyye'nin kavline uygun dü­şüyorsa, bu aynı zamanda Keysâniyye'nin akidesine de uygun de­mektir. Onlardan sayılması daha uygun düşer .

Öyle anlaşılıyor ki, Ebû Hanîfe, yanlış anlayışını bildiği halde, ondan bâzı aklî ilimleri okumuştur. Onun kendisini sapık heveslere kaptırdığını biliyordu. Bunun için olacak ki, onun hakkında şöy­le, derdi: «Câbir Cu'fî açığa vurduğu hevesleriyle nefsini ifsad et­ti, bence kendi babında Küfe'de ondan daha büyüğü yoktur!»[11] Ebû Hanîfe, Câbir'in ilim bablarından hangisinde çok bilgi sahibi olduğunu beyan etmiyor. Belki de tahric kısmında, veyahut aklî ilimlerde derin bilgisi vardı.

Şunu da kaydedelim kî, Ebû Hanîfe kendisi onunla müzakere­lerde bulunur, fakat arkadaşlarım ve talebelerini onunla oturmak­tan görüşmekten menederdi. Demek onların onun fitnesine kapıl­malarından, sapık düşüncelerinin tesiri altında kalmalarından korkuyordu. Dalâlete saplanmış olan bu adamın hevâ ve hevesine göre, onları da sapıtmasından endişe ediyordu. Ebû Hanîfe onu yalancılıkla vasıflandırarak ondan sakındırırdı. Mîzanü'l-l'tidal kitabının kaydına göre, Ebû Yahya el-Humânî diyor ki: «Ebû Hanîfe'yi şöyle derken işittim: Gördüklerimin içinde Atâ'dan daha faziletli bir insan, Câbir Cu'fî'den daha yalancı bir kişi görme­dim.»[12]

Bunlar bize gösteriyor ki, Ebû Hanîfe ilmin herhangi bir sahasında kuvvetli olan birini buldu mu, her ne kadar bâzı sapık dü­şünceleri olsa da, onlardan ilim alıyordu, ilmin faydalı olanını alıyor, zararlı olan yerlerini ayıklıyordu. Temizini pis olandan ayı­rıyor, iyisini seçip alıyor, pis ve. zararlı planını fırlatıp atıyordu.

îlmi her kaptan atmaktan çekimiyordu, kabı taşıyana ve kaba bakmıyordu. Faydalı ve yararlı gördüğünü alıyor, onun kirini, pa­sını temizliyor, temiz bir hale sokuyordu. İlimden bu yoida fayda­lanmayı herkes yapamaz. Bunun ancak düşünce ufukları geniş, kabiliyetleri yüksek olan kuvvetli akıllar yapabilir. Zira aradıkları doğruyu bulmaktan, hayrı tanımaktan onları alıkoyacak, saplan­dıkları sapık bir düşünceleri yoktur. Ebû Hanîfe ise bu hususta asrının biricik âlimi idi.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #72 : 07 Mart 2008, 23:54:36 »
63-Arasında Îkî Nevî Ulema
 

Onun çağında ulema iki sınıf -idi. Bir kısmı yalnız İslâm fıkhı île iktifa eder, başka bir şeye uzanmızdı. Eğer daha biraz ufku ge­nişlerse, tahric ve kıyasa kadar giderdi. Diğer bir sınıf ise akaid ve kelâm okur, onların felsefesine dalmak ister, dînin ruhunu ve özü­nü bilmeksizin böyle felsefe taslamağa kalkışınca, bu felsefe onu maksattan ayırır, bâzan şaşırtıp dalâlete sürüklerdi. Hem fıkıh mes'elelerinde derinleşip, hem de aklî bilgileri inceleyip bu ikisinin arasım bularak sapmadan, gayeden ayrılmadan doğru yolu tutup giden adeta yoktu. İkisi arası bu orta yolu ilk tutan Ebû Hanîfe olmuştur. Ondan başkası bu yola koyulmamıştır.

Ebû Hanîfe bu yolu hem ilk tutan olmuş ve hem de en yük­sek mertebeye çıkmış ve gayeye ulaşmıştır. Onun için her nevi ilim kapısından dalmış ve her türlü ilmi öğrenmek istemiş, ilme giden her yolu tutarak daima ilim peşinde koşmuştur. Hakikatte hâkim ve doğru bir akıl, kuvvetli ve metîn bir dîn, araştırıcı ve tenkidci bir kafayla ortaya atıldı. Biliyordu ki, talebelerinin gücü bunların hepsine yetmez, onun yaptıklarını onlar yapamaz. Onun için tale­belerini fıkıhtan başka mevzulara dalmaktan sakındırır, fukahâ-dan başkasından ders almalarını yasak ederdi. Yukarıda oğlu Hammâd'ı kelâmda münazara yapmaktan nasıl menettiğini söyle­miştik [13]. Halbuki o, bu mevzuda temayüz etmiş bir âlimdi.

 

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #73 : 10 Mart 2008, 01:10:37 »
64-Münazaraları, Seyahatleri, Ders Usulleri
 

Bir şahsın hususî hayatını saran ahval ve hâdiseler, onun baş­kalarına itimad etmeksizin yaptığı eîüdler ve edindiği tecrübeler, bunların hepsinin o şahsın ilmî hazırlığında, hayatına istikamet verip fikrini kullanmasında tesiri görülür. Ebû Hanîfe'nin hayatı, ilmî araştırmaları, edindiği tecrübeler bunların hepsi Irak fıkhını yoğurup meydana getirmiştir.

a) Her şeyden evvel o, ticaretle meşgul bir aile yuvasında ye­tişti. Ve sonraları hayatı boyunca bu ticaretten ayrılmadı. Ticaret işlerine doğrudan kendisi bakmadıysa bile, bunları vekili veya or~ tağı vasıtasiyle yürütmüştür. Bu itibarla çarşı-pazardaki alış veriş usulünü ticaret örf ve âdetlerini yakından tanırdı.    Bu bakımdan çarşı-pazarda edindiği  tecrübeleri ona  ticarette halkın  muamele­leri, alış veriş yolları hakkında vukufla konuşma imkânını verdi. Ve belki de bunun için fıkıh mes'delerinde hüküm çıkarırken, aşa­ğıda izah olunacağı veçhile. Kitap ve Sünnet olmayan hususlarda, örf ve âdete mühim bir yer vermiş olacaktır. İhtimal ki, kıyas mas­lahata, adalete veya örfe muhalif olduğu zaman istihsan yoluyla hükme varma hususunda, ticarete olan  bu vukufu sayesinde iyi bir muvaffakiyet göstermiştir.  Talebesinden    Muhammed b.  Ha­san diyor ki: «Ebû Hanîfe kıyas yaptığı zaman ashabı ona itiraz ederler, şöyle böyle derler. Fakat   istihsan yapıyorum, dedi mi hiç birisi karışamazdı. Çünkü  istihsan  mes'elelerinde  öyle çok delil­ler bulurdu ki, hepsi boyun eğip ona teslim olurlardı.»

Bunun sebebi: Mes'elelerin inceliğini kavraması, halkla temas neticesi onların muamelelerini, meramlarını gayet iyi bitmesidir, îstihsan yaptığı zaman bunun malzemelerini, şer-i şerifin usuliyle beraber, insanların ahvalini iyiden iyiye bilmesinden alırdı.

b) Ebû Hanîfe çok seyahat ederdi. Rivayetler onun elli beş defa hacca gittiğini söylüyor. Bu rakam biraz mübalâğalı olsa da yine çok haccettiğine delâlet eder. Hac esnasında ders alır, ders verirdi. Başkalarından ilim öğrenir, rivayet eder, kendisi feîvâ ve­rirdi. Mekek'de Atâ b. Ebî Rebah'Ia görüşürdü. İlk defa görüştük­lerinde Atâ ona sordu :

—  Sen nerelisin?

Küfe ahalisindenim, deyince.

—  Dinlerini ayrı ayrı bölüp fırkalara dağılan    diyardan de­sene!

—  Evet oradan.

—  Sen hangi sınıftansın?                                                 ;

—  Ben selefe sövmiyen, kadere îman eden, günahtan  dolayı bir kimseyi tekfir etmeyen sınıftanım.

Hac esnasında îmâm Mâlik'e gider, onunla fıkıh müzakeresi yapardı. İmâm Evzâî ile görüşür, onunla mubahaselerde bulunur­du. Onun hac seferinin işte böyle bir de ilmî cephesi vardı. Vahiy diyarında, o mukaddes risâlet ülkesinde Hazret-i Peygamberin ha­rekâtını ve ahvalini yakından tetkik etmek imkânını bulur, Resûluî-lah'm âsânnı araştırır,, onu görmüş gibi olurdu.

Bu seyahatler esnasında kendi fetvalarını başkalarına arzeder, onlar hakkında başkalarının ne dediklerini duyar, tenkidlerini dinler ve zayıf noktalarını anlardı. Bunlardan başka bu seyahatler onun zihnini açar, görüş ufkunu genişletirdi. Muhtelif memleketle­ri görüp tanır, halkın muamelelerini ve örflerini Öğrenir, fıkıh mes'elelerini ona göre yürütür ve hüküm verirdi.

c) Ebû Hanîfe ilim tahsiline başladığından itibaren cedel ve münazaraya son derece meraklı bir zattı. îslâm fırkalarının ocağı olan Basra'ya sık sık gider, dînî fırkaların reisleriyle mücadele ve münakaşa yapar, onların görüşlerini çürütürdü. Gençliğinde onun yirmi iki kadar fırka ile mücadele yaptığı rivayet olunur. Yaşı iler­ledikçe ömrü boyunca îslâm fıkhını müdafaadan bir an hâli kal­mamıştır. Fıtrî mantıki sayesinde münazaraları kolayca kazanır­dı. Devrindeki dehrilerle bu kâinatın bir yaratıcısı bulunduğuna, îmanın zaruri olduğuna dair yaptığı münakaşa meşhurdur. Dehri-Iere şunu sorarak münazaraya başlamıştır:

— Bir adam size gelse de şöyle bîr şey anlatsa: Denizin orta­sında bir fırtına koptu, dalgalar ve rüzgâr çarpışırken birdenbire içi çeşitli mallarla dolu bir gemi meydana geliverdi. Kuvvetli fırtınaya rağmen bu gemi kaptansız ve tayfasız kendi kendine istika­metini bulup hareket ediyor; dese buna ne dersiniz. Akıl bunu ka­bul eder mi?

— Hayır, dediler, Böyle şey olmaz. Bu akim kabul etmeyeceği ve havsalanın almayacağı bir şeydir.

—  Mademki öyledir. Denizde bir geminin kendi kendine olu-vereceğini ve kaptansız yüzeceğini kabul etmiyorsunuz. Şu sonsuz âlemler, en ince nizam üzere kurulmuş bu dünya, içindeki akıllara hayret verici varlıkları ve olaylariyle kendi kendine nasıl oluverir, bunların bir yaratıcısı, bir sahibi yok mudur?

Dehriler buna cevap vermeyi sustular [1]

Kelâm ve akaid mes 'eklerinde yaptığı münakaşalar onun fik­rini işletmiş, kavrayışım derinleştirmiştir. Münazara ve mübahase melekesi gayet gelişmiştir. Onun için Mekke'ye, Medine'ye gidiş­lerinde vesair Hicaz seferlerinde fıkıh münakaşaları yapar, vardığı yerde âdeta fıkıh pazarı kurardı. Onun meclisinde herkes görüşü­nü ve delilini ortaya atar, serbestçe konuşurdu. Bu münasebetle o zamana kadar işitmediği Hadîsleri, Sahabe fetva ve içtihatları­nı duyar, yeni yeni kıyas ve hükümlere vakıf olurdu. Yukarıda da zikri geçtiği üzere o, kölelerin verdiği emâm tanımıyordu. Fakat kendisine Hz. Ömer'in kölelerin emânı tanıdığı söylenince o da bu­nu kabul etti ve eski re'yinden döndü.

ç) Ebû Hanîfe'nin ders usulü bambaşka idi. Talebesine dersi yalnız takrir yoluyla vermezdi. Hocayla talebe beraber müzakere yaparak mes'eleyi müşavere ile hallederlerdi. Meselâ ortaya bir fıkıh mes'elesi atılırdı. O mes'ele hakkında talebeleri söz alır her biri görüşünü söyler, delilini getirir, itirazlar yapılır, cevaplar ve­rilir, o mes'ele hakkında he risteyen konuşur, deliller çarpışır, mes'ele olgunlaşır, en sonunda Ebû Hanîfe de re'yini söyler ve mes'ele hükme bağlanırdı. Bu mübahaseler yapılırken talebeleri Ebû Hanîfe'nin kıyaslarına ve içtihatlarına itirazlarda bulunurlar, yukarıda Mis'ar b. Kidam'dan naklettiğimiz gibi, bâzan gürültüler olur, sesler yükselirdi. Mes'ele her yönden incelendikten sonra Ebû Hanîfe'nin re'yine göre karara bağlanırdı. (Hattâ bir mes'ele halledince şükür için toptan tekbir alırlardı. Dînî bir mes'elenin halli onlar için bir zafer olurdu. Küfe mescidi tekbir sadalariyle inlerdi). Bu usul ders okutmak, hem hocanın, hem de talebenin bilgisini arttırır. Talebe derse iştirak ederek açılır, hoca talebesinin re'yini işitir, onlân mes'ele halline alıştırır, bu usul çok fayda­lıdır. Ebû Hanîfe'nin derslerinde bu yolu tutması, ölünceye kadar onu talebe olarak yaşatmıştır, ilmi daima artmış, fikri yükselmiş­tir. Kendisine bir Hadîs arzolununca onda beyan olunan hükmün illetini araştırırdı. Hükmün illetini bulunca, o usul üzerine kurulan fürû' mes'elelerine onu tatbik ederdi. Ve ona göre işte fıkıh da budur. Şöyle derdi: «Hadis toplayıp da fıkıh bilmiyen kimse ilâç satan eczacıya benzer. İlâçları toplar, fakat hangi hastalıklarda kullanacağını bilmez, ilâçların kullanılacağı yeri doktor gösterir. Hadîsciler toplar, fakih Hadîsden hüküm alır.»[2]

Görülüyor ki, Ebû Hanîfe taleeblerini münazara yapmağa alıştırıyor, onları donmuş bir halde durup dersle alâaklanmaz bir durumda bıyrakmıyordu. Onları üç şeye alıştırdı;

1- Onlara malca yardım yapardı. Geçinme sıkıntılarım gi­derirdi. Evlenme çağma gelip de evlenme masraflarını karşılayacak parası olmıyanlann, masraflarını görerek evlendirir, kızlara cihaz verirdi. Şüreyk onun hakkında şöyle diyor: «İlim öğrettiği talebe­sini zenginleştirirdi. Talebesine ve ailesine yardım yapardı. Talebe­si ilim Öğrendikten sonra ona :

—  «Helâl ve haramı Öğrenmek suretiyle en büyük zenginliğe ulaştın» derdi.

2- Talebelerinin rûh haletini gözönünde tutar, onların üze­rinden himayesini eksik etmezdi. Onların hayrını gözetirdi. İçlerin­den birine ilim gururu gelip onun ders halkasından ayrılma sevda­sına düştüğünü sezince onu ikaz ederdi, onun henüz başkasından ders alma ihtiyacında olduğunu sezdirirdi.

Rivayet olunduğuna göre, talebesi Ebû Yusuf kendisinin müs­takil bir ders halkası kurup ders okutma vakti geldiği kanaatma kapılmış ve mescidin bir köşesinde derse başlamış. Ebû Hanîfe yanındakilerden birine demiş ki: Yakub'un (Ebû Yusuf'un) mec­lisine git ve ona şu mes'eleyi sor;

—  Bir adam iki dirhem ücretle temizlemek üzere temizleyici­ye elbise verse, elbisesini almak için gidip istediği zaman   evvelâ İnkâr etse, aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar isteyince bu defa elbiseyi temizlenmiş bir halde verse temizleme ücretini istih­kakı var mıdır? de. Eğer:

—  Evet vardır derse, olmadı, de. Şayet:

—  Yoktur, derse yine olmadn, cevabını ver.

Adam aldığı talimat üzerine İmâra Ebû Yusuf'a gider ve mes'eleyi sorar. İmâm Ebû Yusuf :

—  Evet ücreti ha ketmiştir, der.

—  Olmadı, deyince biraz düşünür ve bu defa da :

—  Hayır, yoktur, cevabını verir. Yine:

—  Olmadı, deyince, zeki talebe bu sorunun nereden  geldiği­nin farkına vardı ve kalkıp Ebû Hanîfe'nin dersine geldi. İmâm-ı A'zam, Ebû Yusuf'u görünce :

—  Seni buraya getiren temizleyici mes'elesi olsa gerek, dedi. Oda:

—  Evet, cevabını verdi.

—  Henüz böyle icâre mes'elesine cevap veremiyen bir kimse Allah'ın dîninden bahisle ilm-i fıkıhdan ders vermeğe nasıl cesa­ret eder?

—  Bu mes'eleyi bana Öğret!

—  Mes'eleyi ayırmak lâzım. Eğer inkâr ve gasbettikten sonra temizlediyse ücret istemeğe hakkı yoktur.    Çünkü inkâriyle icare akdi bâtıl olduğundan kendisi için temizlemiş olur. Eğer inkârdan önce temizlediğini isbat edebilirse o zaman ücret    istemeğe hak­kı vardır.»[3]

Ebû Hanîfe'nin böyle yapması belki de ders halkasında takip ettiği usul icabıdır. Çünkü o talebelerini kendisiyle mübahase ve müzakere yapacak bir mertebeye yükseltir, bu yüzden içlerinden bâzılarına gurur gelebilir! Bu gururu sebebiyle kendisi ayn ders vermeğe kalkışana ilminin henüz noksan olduğunu, daha olgunlaş­mağa muhtaç bulunduğunu, müstakil ders için ilminin yeter dere­ceye ulaşamadığını hatırlatır, onu irşad ederdi.

3- O, taleeblerine daima nasîhat ederdi. Bilhassa ayrılık sı­rasında onlara, başına bir hal gelenlere nasîhatta bulunurdu. Bu hususta Mekkî ve îbn-i Bezzazı menakıblerinden nice ibretli ve gü­zel nasihatler naklolunmuştur. Yusuf b. Hâlid Simtî'ye vasiyeti, Nûh b. Ebî Meryem el-Cami'ye vasiyeti, Ebû Yusuf'a vasiyeti meş­hurdur.                                                                     

Hülâsa, Ebû Hanîfe talebelerini kendisine emsal ve dost gibi tutardı. Onlara bütün ruhunu ve kalbini verirdi. Onlara şöyle der­di : «Sizler benim kalbimin sevinci ve hüznümün tesellîsisiniz!»

 

 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mekkî Menakıb-ı Ebü Hanîfe, c. 1, s. 179

[2] İbn-i Hacer Hesemi Hayratu'l Hisan, 22'nci Fasıl.

[3] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 91.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Imami azam hazretleri hakinda malumat topluyoruz
« Yanıtla #74 : 10 Mart 2008, 01:12:44 »
EBÜ HANİFE'NİN YAŞADIĞI DEVİR
 

65- Emevı Devrini Görmesi, Abbâsîlere Yetişmesi
 

Ebû Hanîfc Hazretleri, Emevî halifelerinden Abdu'l-Melik b. Mervan zamanında, 80. hicrî senesinde doğdu, 150 senesine kadar yaşadı. Abbasîler devrine yetişti. Emevîlerin en kuvvetli olduğu çağ­ları, sonra da zayıflayıp yıkıldığını gördü. Abbasî devletinin burul­masını, kuvvetlenip gelişmesini müşahede etti. Hayatının çoğu, 52 senesi, Emevller zamanında geçti. Büyüyüp yetişmesi, ilminin en yüksek noktasına çıkması, fikri olgunlaşıp kemâle ermesi hep o devirdedir. Ömrünün 18 senesi Abbasîler devrine raslar ki, bu ih­tiyarlık çağı demektir. Bu yaşta insan, şahsiyetine yeni bir şey kat-raaz. Çünkü o zamana kadar fikirleri mecrasını ve istikametim bu­lup yerleşmiş, ilmî metodu kurulmuştur. Artık fikir mahsullerini harice bol bol verir, kendisi az almaya başlar, hiç almaz diyeme­yiz. Çünkü insanın akıl araştırıcıdır, daima bilmediği şeyleri bil­meye özenir, her an öğrenmek ister. Bilhassa ihlâs sahibi ulemâ böyledir. Onlar daima daha fazla eser verip tesir bırakırlar. Buna göre Ebû Hanîfe'nin Emevîler devrinde aldıkları, Abbasilerden da­ha çoktur diyebiliriz. Emevîler devrinde ilim toplamış, Abbasiler devrinde harcamıştır.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik