Ömr-i şerifleri, insanların yaşı olup, manevî kemâllerin de yaşı olan kırk gelince, Hazret-i Hâce, bu sıkıntılarla dolu cihanın darlığından kurtulmak istedi. Bu günlerde birinin vefat haberinı işitip serapa dertli olan kalbinden içli bir âh sesi duyuldu.Ve:
— «Çok iyi oldu, kurtuldu» buyurdu. Bundan makkası mevhum olan varlık libâsından kurtulmaktır. Zira olanlar, yalnız matlubu duymakla kalırlar. Şöyle ki"Mevlânâ Rûmî (kaddesellahü sirreh) vefatı zamanında, bu esrarı terennüm eyledi.
Beyt:
Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur,
Gideyim, kavuşmanın sonu böyle bulunur."
Bu günlerde hanımına:
— «Ben kırk yaşına gelince, büyük bir hâdise önüme gelir» buyurdu. Mübarek ellerini açtı ve
— «Elimde olan bu çizgi, sana söylediğim sözün nişanıdır» dedi.
Yine bu günlerden bir gün, eline bir ayna alıp, hanımlarını çağırdı ve:
— «Gel beraber bu aynaya bakalım» dedi. O afîfe
der ki:
— «Aynada, onları tamamen beyaz sakallı gördüm ve korktum. Bana böyle görünmeyiniz, bakmaya gücüm yetmiyor» dedim.
Tebessüm etti ve kendini asıl şeklinde gösterdi. Yine bu günlerde idi. Kendi keşflerini, bir rüya görmüş gibi zikretmeleri âdetleri olduğundan:
— «Evliyâullahdan birine (bu yakınlarda Nakşibendî silsilesinin büyüklerinden biri âhirete intikal edecektir. Delhi şehrinin kenarında bir yere gömülsün ve insanlara karışmaktan kurtulsun) diye bildirildi.» dedi. Ve aynı yerde defnedildi. Bu zâtın kim olduğu hususunda, bazı talebeleri istihare eylediler, izin verilmediğini anlayınca, istihareden vaz geçtiler. Yine bir gün; kendisi için, "Bana şöyle bildirdiler ki; Senin dünyaya gelmekten maksadın, tamam oldu, Dünyada işin kalmadı, artık sefere çıkmak icab ediyor" Duyurdular. Ve yine:
— «Görüyorum ki, kutb-i zaman öldü diyorlar, bu zamanda kendime mersiye olarak, güzel bir kaside okuyorum ve içinde çok yüksek marifetler bulunduğunu anlıyorum» buyurdu.
Hicrî bin on iki senesinin Cemâzı'l-âhir ayı gelince, hastalığa tutuldu. Bu günlerde şöyle buyurdu: Hâce Ahrâr'ı (radıyallâhu anh) rüyada gördüm ve bana:
— «Gömlek giyiniz» dediler. Bu rüyayı anlattıktan sonra, tebessüm etti ve:
— «Eğer yaşarsam Öyle yaparım, yaşamazsam, gömleğim kefenimdir» buyurdu.
Bu günlerde sefere çıkmak isteyen muhlis talebelerinden birine de:
— «Birkaç gün, bir yere gitmeyiniz, son günlerimi yaşıyorum» dedi. Sâdık talebelerinden birçokları gelmişlerdi. Za'fiyetinin, hastalığının çok olduğu zamanlar, derin iîimler beyân eyleyip, çok yüksek hakikatlerden bahis ettilerr. Bir gece, hastalık ve za'fiyet o hale geldi ki, gören hâlet-i niza'da (can vermekte) olduklarını sanardı. Bir müddet sonra kendine gelip:
— «Eğer ölmek bu ise, ne büyük bir nimettir. Bu hâlden kurtulmak istemiyorum» buyurdu. Aynı ayın yirmibeşnci Cumartesi günü, hazırlık ve ayrılık eserleri görünmeğe başladı. Bütün dostlarına bakışları ile veda ederken,talebeleri, eshâbı ve dostları ağlamağa başladılar. Onlar ise tebessüm buyurup hayretle bakıyor ve sanki:
— «Siz nasıl dervişlersiniz, kazaya rızâ dâiresinden çıkıp ağlarsınız» söylemek istiyordu. Bu sırada talebelerinden biri (Yâ İlâhel âlemin) mübarek kelimesini söyledi. Sür'atle onun tarafına bakıp, mübarek yüzünü onun tarafına çevirdi. Orada olanlardan biri:
— «Onların bu hareket ve teveccühü hakîki mahbûbun ismini duyma şevkindendir» buyurunca, bu sözün tesiri ile mübarek gözleri yaş ile doldu, ikindi yaklaşmıştı. Sesli olarak Allahü Teâlâ'nın ismini zikretmekle meşgul olup böylece Allah diye, diye canını, canana teslim eyledi, (radıyalhhü anh) Vefatından sonra en İyi talebeleri karar verdikleri bir yere mezarlarını kazdılar. Tabutu oraya götüremediler. Telaşla bir başka yere götürüp indirdiler. Tabutu yere indirdikten sonra, o yerde ne görsünler:
Orası Hazret-i Hâce'nin talebeleri ile bir defa geldikleri bir yer idi. Burayı beğenmişti, abdest alıp, iki rekât namaz kılmıştı. O temiz yerden bir toprak mübarek eteklerine yapışmıştı, ve:
— «Bu yerin toprağı bizim eteğimizi tuttu» buyurmuştu. Ana caddeye yakın olan bu yerde lâhdini kazdılar. Bu irşâd memleketinin pâdişâhını, içli iniltilerle mezara indirdiler. Hâce Hüsâmeddin hazretlerinin bereketli gayretleri ile, mezarın etrafına ağaçlar meyveler, çiçekler dikip, orasını sanki zahiri bir cennet yaptılar. İnsanlar, ziyareti ile bereket ve şifâ bulurlar.
Beyt:
Mağfiret nuru parlasın, mezarında mum yerine,
Kapına gelenin kalbi gark olsun nur denizine.
Faziletli zatlar ve arifler vefat târihi için mersiyeler yazdılar. Buraya şiir hâlinde vefat tarihini gösteren bir manzum ile iktifa ediyorum.
Bir zat ki mahbübu ile baki oldu,
Ve sıfatlarından hep fâni oldu,
Halikına âşık, tam bir aşk ile
Mâhlûkata çok merhametli oldu.
Onun vasi senesi susuz dilime,
Bak ne güzel «Bahri marifet oldu». (1012)
İmam-ı Rabbani ve Yolundakiler BEREKÂT. Muhammet Hâşim Kişmi... S.61'den 66'ya kadar.