KURBAN GÜNLERİNİN BAYRAM OLMA SEBEBİ
Cenâb-ı Hakk’a çeşitli vesîleler ile yaklaşılır. Bunlardan biri de birkaç gün sonra keseceğimiz kurbanlarımız ile olmaktadır. Bu derece yüce mânâ ifâde eden kurban ibâdeti, acaba nereden mîrâs kaldı? Bu günler de hangi idrâk ve düşünceyle bayram yapıyoruz?
Târih, Peygamber Efendimizin cedd-i âlîsi, Kabe-i Muazzama’nın bânisi, Hz. İbrâhim’in devriydi. Nemrud’un ateşinden kurtulmuş olan Hz. İbrâhim, insanlığı, Allah’a kul olmaya dâvet ediyordu. Bu uğurda canını ve malını hiçe sayma fedâkârlığını gösteren Hz. İbrâhim, Allah tarafından yeni bir imtihana çekilecekti.
Aradan seneler geçmesine rağmen, evlâdı olmamıştı. Evlat arzusu içinde olduğu bir sırada, melekler Hz. İbrâhim’in yanına gelerek sorarlar: “Yâ İbrâhîm! Allah sana bu kadar nimetler ihsan etmişken, sen bu nimetleri Allah yolunda hiç düşünmeden harcıyorsun. Kalbine hiç bir şey gelmiyor mu?” Cevap düşündürücüdür: “Değil malımı fedâ etmek, Allah bana sâlih bir evlat verse, onu bile Allah yolunda fedâ edebilirim.” İşte bu söz kayda geçmişti.
Aradan uzun yıllar geçmiş, Cenâb-ı Hak Hz. İbrâhim’e sâlih bir evlat ihsan etmişti. Adı İsmâil’di. Hz. İsmâil en sevimli olduğu bir çağa geldiğinde bir akşam, Hz. İbrâhim, yattığı yataktan, “Nezrini yerine getir, Yâ İbrâhim!” nidâsıyla, kalktı. Bu rüyâ acaba Allah’tan mıydı? Nezri neydi, onu düşündü.
Ertesi gece, aynı rüyâyı, yeniden gördü. Artık Hz. İbrâhim anladı ve bildi ki, bu rüyâ Allah’tandır. Bildiği için bu güne “Arefe” ismi verildi.
Fakat nezri neydi, onu hatırlayamadı. Bayram akşamı da aynı rüyâyı görünce, nezrini hatırladı. Oğlunu kurban edecekti.
Artık Allah’ın emrini yerine getirmesi lâzımdı. Bayram sabahı olunca, Hacer vâlidemizi çağırdı. Oğlu Hz. İsmâil’i hazırlamasını söyledi. Hacer vâlidemiz, Hz. İsmâil’igiydirip, süsledi. Baba oğul, beraberce Minâ istikâmetine doğru yola koyuldular. Fakat nereye gidildiğini, ne evlat ne de annesi biliyordu.
Yolda şeytan Hz. İbrâhim’in önüne çıkarak: Yâ İbrâhîm! Böyle bir evlâdı nasıl kesersin? Hiç baba evlâdını kesebilir mi? Hz. İbrâhim, şeytanın sözüne kulak bile vermedi, hiç tereddüt etmeyerek, yerden aldığı taşla şeytânı defetti.
Şeytan durmuyordu. Bu sefer Hâcer vâlidemizin yanına gelerek, onu kandırmaya çalıştı. Fakat Hâcer vâlidemiz verdiği cevabla, teslimiyetin zirvesine varıyordu: “Eğer Allah’tan böyle bir emir gelmişse, ben de bir anne olarak, bu emre teslim olup, boynumu büküyorum.”
Şeytan vazgeçmiyordu. Bu defa Hz. İsmâil’in yanına gelip: “Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? Kesmeye götürüyor, kesmeye.” diyerek onu korkutmaya çalıştı.
Hz. İsmâil de, annesinden geri kalmayarak: O benim babamdır. O bir Peygamberdir. Eğer bu emri Allah’tan almışsa, emri muhakkak yerine getirmesi lâzımdır." cevâbını verdi ve şeytanı taşladı.
Sonunda baba oğul işâret olunan yere kadar geldiler. Fakat Hz. İbrâhîm, oğluna nasıl söyleyecekti. Bütün mesele buradaydı. Sonunda: “Ey benim yavrucuğum. Ben, seni, rüyâmda, kesiyor görüyorum. Sen benim bu rüyâma bir bak, ne söylersin.” Hz. İsmâil kıyâmete, kadar gelecek insanlığa ibret olacak şu sözleri söyledi: “Ey babacığım. Sana Allah’dan ne emrolunmuşsa, onu derhal yerine getir. İnşâAllah beni sabredenlerden bulacaksın.”
Artık baba oğul Allah’ın hükmünü yerine getirmeye hazırlanmıştı. Bu esnâda Hz. İsmâil: “Babacığım, birkaç ricâm var. Yerine getirmeni istiyorum. Anneme selâm söyle. Ellerinden öptüğümü ilet. Küçük çocukların arasına girmesin. Olur ki, onlara bakıp, beni hatırlar da, Allah’a isyan edebilir. Ve babacığım! Gözlerimi, ellerimi ve ayaklarımı bağla. Can tatlıdır. Olur ki, bıçağı elinden almak isterim.”
Hz. İbrâhim oğlunun isteklerini yerine getirdi. Biraz sonra Hz. İsmâil tekrar: “Ey babacığım, ellerimi ve ayaklarımı çöz. Beni Allah görüyor, melekleri görüyor. Ne isyankâr çocukmuş, babası, bağlamak zorunda kaldı, demesinler.” dedi.
Artık baba oğul, Allah’ın hükmüne tam teslim olunca, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil’i, şakağı üzerine yatırdı. Bu esnâda yerde gökte ne kadar melek varsa secdeye kapanmış: “Allah’ım! Koru İsmâil’ini, Affet İsmâil’ini” diye yalvarıyordu.