Komutanlık önüne ( !!! )

Başlatan zaman_1453, 18 Ağustos 2008, 01:47:27

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

zaman_1453

Komutanlık Önüne
Sayın Komutanım

Gazetelerde "MGK'nın Aralık toplantısının gündemine
misyonerlik faaliyetleri de alındı. MGK için hazırlanan
raporda misyonerlerin bölücü amaçları olduğu uyarısı yer
aldı." yazılarını okuyunca bu konuda sizlere, incelenmesinin
ülkemiz için hayati önem taşıdığına ve sizin de bildiğinize
inandığım bazı gerçekleri arzetmek ihtiyacı duydum.
Zamanınızı aldığım için kusurumu bağışlayacağınızı
umuyorum.

Bu konunun MGK'nın gündemine alınması, enine boyuna
incelenmesi ve tartışılması Türkiye'nin yarınları için,
gelecek milenyum için hayati önemi vardır. Bu Türlüğün bir
var olma davasıdır. AB'ye geçiş süreci öncesinde bu konunun
uzun süre gündemde kalması ve çok iyi incelenmesi
gerektiğine inanıyorum.

Sayın Komutanım

Böyle bir yazıyı arzeden kişinin kimliği konusunda
müsaadenizle bilgi vermek istiyorum.

///////////////////////////////////////////////////////

Ben Zeki KENTEL (Tekirdağ 1930), Emekli Astsubay 1949-43,
KKK Muhabere Telsiz Teknisyeni, HvKK Güdümlü Mermi İçgüdüm
Teknisyeni

Babam Yd. Sb. Hadımköy Çadır Ordugahta iki kış geçirdi.
1943’te aynı yerde Hakk’a kavuştu.

Şehir ilkokulu mezunu olduğum için Kepirtepe Köy
Enstitüsü’ne kabul edilmedim.

MSB hesabına Sanat Enstitüsü’nü bitirdim.40-46-49
yaşlarında Galatasaray/İstanbul Erkek/Haydarpaşa
Liseleri-Boğaziçi/OrtaDoğu Üniversiteleri mezunu üç oğlum
var.

Onlardan aşağı kalmamak için Haydarpaşa Lisesi’ni
bitirerek Marksist söylemlerin etkin olduğu dönemde
(1969-1973) İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni
teklemeden bitirdim.Emekli olduktan sonra Elektronik (Tv.
Radyo) üretiminde ve Bilgisayar kuruluşunda çalıştım.

TSK’da ve sivil hayatta mesleki öğrenim amacıyla
Almanya, ABD ve İtalya’da bulundum.

Gezi amacıyla Fransa ve İspanya’ya (özellikle
Endülüs’e) gittim.

Hac amacıyla Suudi Arabistan’a gittim ve kafile
götürdüm.

İngilizce dilbilgimin yanında gittiğim her ülkenin dilini
daha önceden katıldığım kurslarda öğrenerek rahatlıkla
kullandım. Şimdi yalnız İngilizcem kaldı.

Oy vermenin yasak olduğu dönemde eşim Kasım Gülek’e oy
verdi. Sonra beraber İşçi Partisi’ne (Çetin Altan ve
Mehmet Ali Aybar mebus oldular) verdik. CHP’nin
kayıtlı üyesiyim.

İşletme Fakültesi’nden sınıf arkadaşım DSP
Milletvekili Masum Türker’in Hürses Gazetesi’nde
1989 yılından beri siyasi-ekonomik-sosyal vb. konularda
aykırı yazılar yazıyorum.

Eşimin başı örtülüdür.

Arzederim




/////////////////////////////////////////////////

Sayın Komutanım

Misyoner faaliyetlerinin MGK’nın gündemine alınması
sadece "İstanbul'da, hiçbir Hıristiyanın bulunmadığı
semtlerde 19 kilisenin açılmasının saiklerini ve yanıtını
eğer açıklığa kavuşturabilirse, bu bile toplumun geleceği
için çok yararlı bir gelişme olacaktır.

Eğer bugün Türkiye Cumhuriyeti üst yönetiminin en büyük
danışma organı MGK bu konuda kesin bir yargıya ulaşamazsa,
kazara gireceğimiz bir AB süreci içinde ülke insanımızın
geleceği konusunda sağlıklı düşünmenin olanağı yoktur.

Benim bulunduğum semtte Üsküdar ve Ümraniye'de yeni açılmış
iki kiliseden birkaç yazımda söz etmiş ve bunun semt
çocuklarımız için tehlikesine değinmiştim.

** Çocuklarımızın kimliği sorunu

Çocuklarımıza kendi dinimizi öğretmede sınırlamalar ve
yasaklar getirirken, mahalle aralarında açılan kiliselerle
ülke çocuklarını başka inançların çağrısına ve onların
yarınlarda birer HALUK olmalarını amaçlayan Misyonerlik
faaliyetlerine ‘demokrasi var’ yaygarası altında
hoş görüyle bakmanın anlaşılacak bir tarafı yoktur.

Batı Hıristiyan dünyasının (Misyonerlerin faaliyet günü)
ibadet günü Pazardır. Meyve suyu, pasta, bisküvi ve şekerle
zenginleştirilmiş bir ibadet çağrısına sokakta oynayan,
dimağı saf ve boş çocuklarımızın gitmesine (anne-baba dahil)
kimse engel olamaz.

Televizyonlarda filmlerde ve gerçek yayınlarda papazların
onay verdikleri evlenme törenlerini, evliliğin kutsallığını,
gençleri karı-koca ilan edişlerini büyük bir hayranlık ve
gıpta ile izliyorum. Batı'da Pazar ayinleri Tv'lerde canlı
olarak tüm ülkelerde izlenir. O papaza (Muhterem peder)
herkes saygılıdır.

Bizde imam çarpık vücutlu, hırpani kılıklı, çapa dişli ve
bir gözü kördür. Herkes onu hakir görür, aşağılar. Papaz her
haltı eder, kapalı hücrede cinsel hayatı konuşur, tüm
günahları bağışlar, kimse onu küçük düşürücü bir davranışı
düşünmez.


İslam'da, birlikteliğin beraberliğin kaynağı olan toplumsal
ibadetin yapıldığı gün Cuma’dır. Türkiye'de modern
çalışma koşullarının bir sonucu olarak kamu ve özel sektörde
çalışanların bu ibadeti yerine getirmede zaman açısından
zorlukları vardır. 7 yaşında okula başlayan bir çocuğun 60
yaşında emekli oluncaya kadar babası ile birlikte Cuma günü
Camiye gitmesinin imkanı yoktur.

** Toplumun bütünleşmesi

Ancak kırsal kesim ile serbest meslek sahiplerinin
(zenaatkar ve esnafın) kendi özgü koşulları bir dereceye
kadar bu birlikteliği sağlayabilir. Gerçekten Türk
milletinin, Anadolu insanının öz kültürünü, örfünü ve üstün
moral değerlerini koruyacak ve yarınlara taşıyacak olan güç
sadece ve sadece köylü, kasabalı ve esnaf ile bunların
varisleri olan çocuklarıdır. Mustafa Kemal’de bu
gerçek, “Bu milletin hakiki efendisi olan
köylüdür” ifadesini bulmuştur.

Bugünkü kendi öz kültürümüzden, örfümüzden ve üstün moral
değerlerimizden soyut eğitim ve çalışma sisteminden yetişen
insanımızın yönetiminde şehirler, bizi biz yapan bu
değerlerin yıkım yeridir.


Batıda “Din bir afyondur” tanımının mirasçısı
Marksçı partiden bir başbakan Pazar günü Kilise kapısında
ailesiyle, tüm devlet erkanıyla, generaliyle, bakanlarıyla,
patronlarıyla, halkıyla birlik, beraberlik ve dayanışmanın
takdir gören resimlerini veriyor. Türkiye’de asırların
ötesinden tevarus ettiğimiz çok daha üstün moral değerler
içinde bir Cuma günü, devlet büyüklerimizin, camiye
gidebilen kırsalın insanıyla, kasabanın halkıyla, esnafla,
serbest meslek sahibi vatandaşlarla aynı mekanda birlik ve
beraberlik içinde bulunması pek olası değildir.

Laiklik anlayışımız bunu gerektiriyor deniyorsa o zaman
bizim laiklik anlayışımızda bir  yanlışlık var demektir. O
zaman ülkenin kalkınmasında yönetimin aldığı kararlara,
halkın ve Anadolu’nun daha etkin katılımı nasıl
sağlanacak ve sinerji nasıl yaratılacaktır? Türkiye, eğitimi
ve bu eğitimden geçmiş yöneticisiyle acımasız bir ikiliğin
içindedir. Aynı eğitim sisteminden geçmiş aydınımızın halk
ile, kırsalın, kasabanın insanı ile aynı dili konuşmadığı
açık bir gerçektir. Kıbrıs’ta çıkan çatlak seslerin
kaynağında ilk neden Türkiye’den giden insanımızın
Kıbrıs Türküyle sağlıklı diyalog kuramamasıdır.

Bütün aykırılıkların temelinde varolan eğitim sisteminde
çocuklarımız içinden çıktıkları örf , moral ve kültürel
değerlere yabancılaşmaları geliyor. Yönetim kademelerine
gelince de kırsalın, Anadolu’nun katılmakta zorluk
çekeceği, çoğunlukla katılmayacağı düzenlemeleri
yapmaktadırlar.

Türk insanı bütünleşmenin ağır bunalımı içindedir.Yasalarda
güvencesi var diyerek bu bütünleşmenin nasıl başarılacağını
da henüz kimse düşünmemektedir.

** Çocuklar ve tarihi gerçekler

Sokakta oynayan çocuğumuz pazar günü rahatlıkla kiliseye
(misyonere) gidebilir. Anne-babaların buna engel olmaları
mümkün değildir. Avrupa'da binlerce Türk çocuğu çalışma
koşullarının doğal bir sonucu oyun alanının yanındaki Sunday
okullarının (kiliselerin) müdavimidirler.

Anne babaların çalışma koşulları ve eğitim sistemimizde yer
almayan örfümüz, kültürümüz ve moral değerlerimizden
habersiz oluşları nedeniyle çocuklarını kurtarmaları
düşünülemez.

** Türklüğün geleceği

Tarihi gelişime bakıldığında komşumuz Bulgarların,
Attila'nın torunları Macarların, İskandinavya'daki
Finlilerin, vb. bin yıldan daha az bir süre içinde bizim
gibi Türkistan kökenli olduklarını biliyoruz. Bugünkü
farklılıklar, farklı dinlere mensup olmakla meydana
gelmiştir.

İstiklal Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan mübadele sürecinde
Anadolu'da sadece İslam dininin mensupları bırakılmıştır.
Romalı anlamına gelen Rum tanımlı insanlar büyük olasılıkla
Türk kökenli oldukları halde, dini inanış bakımından
Ortodoks Hıristiyan oldukları için zorla mübadeleye tabi
tutulmuşlar ve Anadolu’da sadece Müslüman bir halk
bırakılmıştır.

Bütün bu gerçeklerin ardından, Türkiye'nin yarınları için
büyük umutlarının bulunduğu Türkistan ve Kafkasya'daki Türk
cumhuriyetlerinde yoğunlasan misyonerlik faaliyetlerinin
Milli Güvenlik Kurulu'nun Aralık ayı toplantısının gündemine
alınmasında Türkiye insanının geleceği açısından büyük bir
isabet olduğunu bir kere daha belirtelim.

MGK için hazırlandığı bildirilen raporda, asıl amacının, bir
din propagandası yapmaktan öte "Türkiye'yi bölmek" olduğu
vurgulanan misyonerlik faaliyetleri karşısında gereken
tedbirlerin alınamadığı, yasaların bu faaliyetleri önlemede
yetersiz kaldığı vurgulanıyor.

Biz rapordaki bölme kastının asıl ve nihai amaç olduğu
görüşüne katılmakla birlikte, bu amaca ulaşmanın ilkönce
Türk toplumunda Hıristiyanlığı çekici kılma çalışmaları
olduğunu görüyoruz.

Bizi bölmek isteyenler böyle bir söylemi doğrudan ağızlarına
alamazlar, ama Türklüğümüzü korumamamızda önemli bir yeri
olan İslamı geriletme çabalarına da açık ve gizli destek
verecekleri de bir gerçektir.

Bölmekten önce sinsice Hıristiyanlaştırma, ancak
Müslümanlığı zayıflatılmış toplum kesimlerinde etkili
olabilecek bir girişimdir. Bu çerçevede, "din eğitimi"nin
kimi bildik süreçlerde devlet eliyle azaltılması konusu ve
doğuracağı tehlikeler de yeterince tartışılmalı ve
değerlendirilmelidir.

İslami bir eğitim almamış, doğal olarak İslami kimliğini
yeterince özümsememiş gençlerin para gibi, cinsel objeler
gibi değişik saik ve dürtülerle Hıristiyan misyonerlerin
tuzağına düşmesini ve gençlerin bu sonuca sürüklenmesinin
sebepleri üzerinde çok düşünmek gerekir.

* Misyonerler İstanbul'da bazı radyo istasyonlarından Türkçe
olarak Hıristiyanlık propagandası yapıyor. Bazı
kitabevlerinin de bizzat sahibi durumunda. Bu yayınevleri
bölücü nitelikli Türkiye haritaları yayınladikları halde
haklarında herhangi bir işlem yapılmıyor. AB sürecinde
demokrasi ve insan hakları denilerek elimiz kolumuz
bağlanacaktır.

* Son üç yılda ücretsiz olarak dağıtılan İncil sayısı sekiz
milyonu buldu. Bu kadar İncil'i dağıtmak büyük bir maddi güç
gerektirdiği halde, misyonerlik yapan kuruluşların gelir
kaynakları bilinmiyor.

* Kiliseler aracılığıyla dağıtılan yayınlar arasında bulunan
"Kapsam" adlı aylık gazetede İslamiyet aleyhinde iddialara
yer veriliyor.

* Propaganda faaliyetlerini özellikle dini eğitimden yoksun
lise son sınıf ve üniversite öğrencileri üzerinde
yoğunlaştırıyor. Maddi gücü olmayan vatandaşlar da iş ve
para vaadiyle Hıristiyan yapılıyor.

* Misyonerler, müslüman ülkelerdeki her sorunu da "fırsat"
olarak kullanıp taraftar kazanmaya çalışıyor. Örneğin
"Kürtler" misyonerlerin hedef kitleleri arasında yeralıyor."
Gerçi biz de Kürt kardeşlerimizin ayrılıkçı örgütü
dışlamaları için "Dinimiz bir, Kabemiz bir, aynı Allah'a
tapıyoruz, vb." ifadeleri kullandık ama, bu ifadeleri
kullananların eylemleriyle çelişkili olmaları kitleyi
kazanmada etkili olamamıştır.


Türkiye'de gündeme gelen bu olay, öncelikle bir kimlik
değişimi sorunudur. Türkiye'nin geleceği ile ilgili bir
"güvenlik meselesi" bunun doğal sonucu olacaktır. Konunun
MGK gündemine alınması anlamlıdır ve de doğrudur.

Eğer bu yaklaşım anlamlı ve doğru ise, Türkiye nüfusunun
İslam'ı idrak tarzı da bunun kadar hayati nitelik
taşımaktadır. Misyonerlik faaliyetinin MGK gündemine
alınmasının altında, bu işin,Türkiye'ye ve İslam
coğrafyasına yönelik tarihi bir hesaplaşma, asırların
içinden gelen bir "Şark meselesi"  ile ilgili bulunduğu
gözardı edilemez. Globalleşen dünyada sermaye birikimini
kontrol edenler gelecek milenyumun haritalarını istedikleri
gibi çizmek için hiç bir masraftan kaçınmayacaklardır.


Eğer Türk devlet bilincinde bir kimlik duyarlılığı varsa
–ki elbette vardır- o zaman Anadolu toplumunun İslami
kimliğinin korunması ve zenginleştirilmesi duyarlılığı da
işlenmesi gereken bir konudur.

Çünkü İslami kimlik, kabul edilsin veya bu toplumdan soyut
yetişmişlerce reddedilsin, Türklüğün ve Türkiye'nin güvenlik
zırhıdır. Misyonerlik bir Hıristiyanlaştırma faaliyetidir.
Türkiye'nin merkezden, egemen çevreden en azından İslami
duyarlıktan uzaklaştırılması (Hıristiyanlaştırma'nın ön
adımı), Anadolu Türk toplumuna, Türkiye'nin çevresine,
Türkistan'a ve Türklüğün geleceğine yönelik bir tehdittir.

İşte bu nedenle İslami kimliğin bir biçimde zayıflatılması
girişimleri de incelenmeye alınmalıdır.

28 Şubatla birlikte zararlı akımlara destek veriyorlar
şüphesiyle yayılan bir havada yurt dışı müteahhitlik
hizmetleri nerede ise sıfıra inmiştir. Bizden kalan boş
alanda yalnız Libya'da Bulgarlar, İtalyanlar vb. milyarlarca
dolarlık inşaatları yürütmektedir.

İnsanımızı suçlarken ekonomimizdeki duraklamanın nedenlerini
de bu incelemeye dahil etmeliyiz.

Yüksek huzurlarınıza saygılarımla arz ederim.

Zeki Kentel  Hürses