Mîmârbaşı Koca Sinan

Başlatan müteallim, 14 Şubat 2008, 02:46:33

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

müteallim

Mîmârbaşı Koca Sinan’ın bilhassa “kalfalık eserim” dediği Süleymaniye gibi bir âbideden sonra “ustalık eseri” olarak yaptığı Selimiye Câmii, bütün cihanda o âna kadar yapılan şaheserler içerisinde her şeyiyle ayrı bir san’at kudret ve ihtişâmı sergilemektedir.
Mîmârbaşı Koca Sinan, bu emsâlsiz eserine başladığında seksendört yaşındaydı. Eserin yapılmasına karar verilmesi ise, pek ibretlidir. Şöyle ki:
Akdeniz çoktan bir Osmanlı gölü olmasına rağmen Kânûnî’nin ömrü yetmediği için Kıbrıs adası fethedilmemişti. Gün geçtikçe de bir çıban başı hâlinde rahatsızlık arzetmeye başlamıştı. Üstelik hac farîzası için deniz yolunu kullanan müslümanların yol güvenliğini tehdit etmekteydi. Bunun üzerine II. Selîm Han, babası Kânûnî’ye nasîb olmamış bulunan bu adanın fethini gerçekleştirmeye azmetti. Ardından Kıbrıs’ın fethi rü’yâsını hakîkat kılmak yolunda devlet erkânını topladı ve uzun istişârelerden sonra fermân eyleyip Donanma–yı Hümâyûn’u deryâya saldı ve:
“Şâyet bu adanın fethi müyesser olursa, rızâ–yı ilâhî için şükür sadedinde büyük bir câmî yaptıracağım!..” diye de bir adakta bulundu.
Nihâyet Cenâb–ı Hakk’ın nusret ve inâyetiyle fetih müyesser oldu ve Kıbrıs adası bir slam diyârı hâline geldi. Ancak Pâdişâh II. Selîm Han, devlet işlerinin çokluğu ve daha nice meşgaleler sebebiyle va’dini unutmuştu. Epey bir zaman sonra rü’yâsında Rasûlullâh –sallâllâhü aleyhi ve sellem–’i gördü.
Hazret–i Peygamber –sallâllâhü aleyhi ve sellem–, ona şöyle hitab etti:
“– Ey Selîm! Sen murâd eyledin, Hakk nasîb kıldı. Sözünde sâdık olasın. Kıbrıs’tan alınan ganîmetle va’dettiğin câmîyi Edirne’ye yaptırasın!..”
II. Selîm Han, dehşet ve hayretler içinde uyandı. Gönlünde bir yandan sözünde duramamanın mahcûbiyeti, diğer yandan da rü’yâsında Allâh Rasûlü –sallâllâhü aleyhi ve sellem–’i görmenin sevinci vardı.
Sabahleyin rü’yâsını ilk olarak lalası Mustafa Paşa’ya anlattı. Pür dikkat kendisini dinleyen Paşa da, şaşkınlık içindeydi:
“– Sultanım! Bu ne hikmettir ki, benim size anlatacağım rü’yâyı siz bana anlatıyorsunuz!” dedi.
Pâdişâh ve lalası, aynı rü’yâyı görmekten mesrûr ve memnûn bir şekilde Cenâb–ı Hakk’a hamd ü senâlar ettiler. Muhammed Mustafâ –aleyhisselam–’a salevât–ı şerîfeler getirerek sevinç gözyaşları döktüler.
Bundan sonra Sultan Selîm, derhal devlet erkânından vüzerâ, vükelâ ve ulemâyı huzura topladı.. Hazret–i Peygamber –sallâllâhü aleyhi ve sellem–’in emri vechile yüce mâbedin Edirne’ye yapılmasına karar verdi. Bu kudsî vazîfenin îfâsı husûsunda da asrın en büyük mîmârı sıfatıyla orada bulunan Koca Sinan’a dönerek şöyle dedi:
“– Ey Devlet–i Aliyye’yi nice mâbedleri ve insanlığa faydalı âbideleriyle bezeyen Koca Üstâd!
Söylenenleri dinledin ve anladın.. mdi bu eser öyle bir eser ola ki, bütün cihanda dahî emsâli bulunmaya!..”
Koca Sinan da, aynı gönül coşkunluğu içerisinde gözleri dolarak:
“– Sultanım! Bu eserle mâdem ki Hazret–i Peygamber –sallâllâhü aleyhi ve sellem– dahî bizzât alâkadar olmuşlardır; dünyâ durdukça dimdik duracaktır bi–iznillâh!..” mukâbelesinde bulundu.
Vakit geçirmeden Pâdişâh, maiyyetiyle beraber Koca Sinan’ı da yanına alarak Edirne’nin yolunu tuttu.
Koca Sinan, mâbedin yeri için her tarafı inceledikten sonra görünüşüyle etrafını gölgesi altında bırakan Sarı Bayır Kavak Meydanı denen mahalde, içinde bir lâle bahçesinin de bulunduğu bir alanı münasip gördü ve planlarını burası üzerine yaptı.

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

müteallim

Süleymaniye camisinin gizli şifreleri

Mimar Sinan’ın, Leonardo da Vinci ile yarışacak dehasını anlatmak istedik sizlere... Büyük ustanın 'Benim kalfalık eserim' dediği Süleymaniye’nin şifrelerini bilmek ister misiniz? 
             
Akıllara durgunluk verecek gizemli bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?. Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman tarafından imparatorluğun gücünü ve görkemini göstermek adına inşa ettirildi.

Bu görev, tarihin en büyük ustası Mimarbaşı Sinan’a verildi. Camii ve külliyesi 7 senede bitirildi. Ancak 7 yıllık bu uzun süre Kanuni’nin canını sıkmıştı. Sinan’ın yapıyı neden bir türlü açmadığını anlamamıştı. O sırada her taraftan da dedikodular yağmaya başladı Sultan’a.

Kanuni durumu kendi gözleriyle görmek için bir ikindi vakti Süleymaniye’ye gitti. Muhteşem yapının içine girdiğinde Sinan tam da söylendiği gibi caminin ortasında oturmuş nargilesini tüttürmekteydi. Sultan gözlerine inanamadı. Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle ‘’ Bu ne iştir Mimarbaşı ‘’ diye haykırdı. Oysa Mimar Sinan’ın içtiği nargilede tömbeki yoktu. İçtiği sadece suydu.

Usta mimar, nargilenin fokurtularını dinleyerek caminin akustiğini ölçmeye çalışıyordu. Mihraptaki imamın sesini, aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesaplıyordu. Bunun için Anadolu’nun değişik köşelerinden 65 tane dev turşu küpü getirtti. Bu küpleri içleri boş, ağızları dışarıya gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirdi. Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı. Sesi, yüzlerce metrekarelik mekanın her köşesine, en iyi şekilde yaymayı başarmıştı. Kanuni’de , Sinan’ın niyetini anlamış, ustasını hemen bağışlamıştı.

Mimar Sinan yapının içine bir de hava koridoru inşa etti. Elektriğin henüz bulunmadığı o yıllarda, Süleymaniye 275 dev kandille aydınlatılıyordu. Sinan, bu kandillerden çıkan is camiye zarar vermesin ve cemaati rahatsız etmesin diye orta kapının üzerine küçük bir odacık yaptırdı. Binanın değişik köşelerine açtığı oyuklardan giren islerin bu odada toplanmasını sağladı. Şaşırdınız değil mi? Durun, daha bitmedi… Ve adına da İs Odası denilen bu bölmenin içine özel bir nemlendirme sistemi kurdu Sinan. Odada toplanan islerden, dönemin en kaliteli mürekkebini damıttı.

Süleymaniye’nin duvarlarında gördüğünüz o muhteşem kalem işleri, yazılar, süslemeler, caminin kandillerinden çıkan isten damıtılan o mürekkeple yapıldı. Tekrar altını çiziyorum, bunlar günümüzden 458 yıl öncesinin bilimiyle, teknolojisiyle yapıldı.

Son bir şifre daha var..

Hani oyuklar var dedim ya isin bir odada toplanmasını sağlayan , hava akımını içeri alan. Dışarıya çıkıp o iki oyuktan içeriye baktığınızda, birinden caminin içindeki Allah, diğerinden ise Muhammed yazılı dev levhaları görürsünüz. Ayrıca Süleymaniye’nin hangi köşesini, hangi duvarını, hangi açısını ölçerseniz ölçün, sayısal olarak karşınıza Allah kelimesinin ve katlarının çıktığını görürsünüz.

Bu düşüncelere durgunluk verecek sanat eseri karşısında insanın Da Vinci'nin şifresi de neymiş diyesi geliyor... Ne dersiniz?!

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

turab

Mimar Sinan'ın yapıtlarındaki sır

Mimar Sinan´in Selimiye Camii´nin kubbesini o genislige oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi,matematigin bilinen 4 ana isleminden farkli,besinci bir islem bularak çözdügü söylenir.Ayrica minarelerin şerefelerine cikanlarin yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir bir dehanin ürünüdür.
Almanlar ayni sistemi meclislerinin önündeki dev kurede kullanmislar.
Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapindaki minarelere yüzyillar önce monte edebilecek bir dehadir.
Almanlarin dehasi ise, o cirkin metal yiginina Selimiye´den fazla turist çekebilmelerindedir
*******************************************
Bir gün Selimiye Camii´ne girenler,kubbenin altiinda bir Japon´un ayaklarini kibleye dogru uzatmis sırtüstü yattigini görmüşler.Tabii hemen Japon´u, "Burasi kutsal bir yer. Bu sekilde yatmak bizim inanclarimiza gore saygısızlıktır.Lütfen oturun veya ayakta durun" diyerek uyarmışlar.Ancak, Japon trans vaziyetteymis,gözlerini kubbeden ayirmadan şöyle sayıklıyormuş:
Bu imkansız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz.
bu fizik ve matematik kurallarina aykırı.Bu imkansız, orada hicbir şey yok,orada hicbir sey
yok..."
*********************************
Selimiye camisisinin zemini gevsek toprakmis.Bu nedenle minarelerinin yakin zamanda yikilacagi
farkedilmiş.Uluslararasi bir grup bilimadamı toplanmislar.Nasil kurtarırız bu tarihi minareleri diye kafakafaya vermisler.Sonuçta en son teknoloji olan metal kelepcelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi cozum olduguna karar vermisler.Minarelerin temellerini açınca, koymayi dusundukleri kelepcelerin aynisiyla karsilasmislar.Mimar Sinan bilmem kaç yüzyıl önce ayni seyi düşünmüş.1950-60 arasi bir tarihte insaat muhendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Turkiye´ye gelmis.Heyet Imar ve Iskan Bakanligi´ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapilari incelemeye baslamis.
Ayasofyayi, Yerebatan Sarnicini filan gezdikten sonra sira Sinan´ in kalfalik eseri Suleymaniye Camisi´yle Sinan´in ogrencisi Mimar Davut
Aga´nin eseri Sultanahmet Camisi´ne gelmis.Japonlar bu camiler uzerinde günlerce inceleme yapmislar.Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artmış.
Cunkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevsek bir zemin uzerine insa edildigini anlamislar.Ama bunca yil, bu camilerde bir catlak dahi
olmamasina akil sir erdirememisler.Bunun üzerine Turkiye programinin gerisini tamamen
iptal edip, bu iki cami üzerine yogunlasmislar.Arastirmalarinin sonucunda herhangi bir sarsinti sirasinda bu iki caminin sabitlenmedigini aksine yerinde oynayarak yikilmaktan kurtulabildigi ortaya çıkmış.Minareleri incelediklerinde ise dumurlari
ikiye katlanmis.Minarelerin cok daha gelismis bir rayli sistem mekanizmasi uzerine oturtuldugunu ve her yöne yaklasik 5 derece yatabildigini görmüşler.
Daha derin arastirma yapmak için Edirne´ye,Sinan´in ustalik eseri Selimiye Camisi´ne gitmisler.Ordaki olaganüstü sistemleri görünce iyice dumur
olmuslar.Selimiye´nin tüm sirlarini,aylarini harcayarak cözmüşler.Japonya´ya döndüklerinde ise Sinan´in sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan´in kullandığı
sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler.Yani su an gelismis ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem,yüzyıllar önce Sinan´in gelistirdiği mekanizmalardır..
(tac mahalin mimari mehmet efendi,mimar sinanin ogrencisidir.)
Allahım!Ahirete mani olan dünyadan,ölümün iyiliğine engel olan hayattan ve amelin hayrına mani olan emelden sana sığınırım

Ay Iıığı

KENDi AGZINDAN MiMAR SiNAN

'Padişahının aciz duacısı Abdü'l-Mennan oğlu Sinan, Devlet-i Osmaniye'de dört padişaha hizmet ile müşerref olub sanatım ve hizmetimle müslümanlara faideli nice eserler kılmak nasıb oldu. Dört padişahın ilki Arab ve Acem fatihi Yavuz Sultan Selim Han hazretleridir.

Bu hakır, Sultan Selım Han'ın Kayseri Sancağı'ndan devşirilen kullarının evveli olmuştum. Acemi ocağında dülgerlik ile üstad hizmetinde sebat edip, hizmet gözledim. Arab ve Acem memleketlerinde uğradığımız her köşk kubbesinden ve harabelerden bir misal hasıl edip; yine Istanbul'a dönerek zamanın ayanına hizmetle meşgul olup, kapuya çıktım.    

Sultan Süleyman Han Hazretleri, Acem diyarına sefer eyleyip Van gölü kenarında düşmanla cenk mukarrer olunca Vezır-i Azam Lütfi Paşa gemiler inşa olunup, gölün öte yakasındaki düşmandan haber almak istedi. Bu işi hakire sipariş buyurdular. Allah'ın inayetiyle şartlar müsaid değil iken yoldaşlarım ile gayret edip, az zamanda üç kadırgayı, yelkenleri, demirleri ve kürekleri ile eksiksiz tedarik eitik. Paşa hazretleri kaptanlığını dahi uhdemize havale kılınca yoldaşlarım ile düşman askerinden haberler getirerek paşa hazretlerinin iltifatlarına mazhar olduk.

Sultan Süleyman Han, Karabuğdan'a sefer kıldılar. Pirut suyu kenarına geldiklerinde asker geçmeğe köprü lazım oldu. Nice kimseler köprü yapmaya gayret ettilerse de zemin batak olduğundan yaptıkları yıkıldı, aciz kaldılar. Merhum Lütfi Paşa, padişah huzurunda binayı ancak bu Sinan kulunuz yapar, dedikte bu hakire emr ve ferman olundu. Padişahın duası bereketiyle su üzere on gün içerisinde bir latif köprü binası nasıb oldu. Islam askeri selametle geçtiler.

Allahü Teala'nın hikmeti mi'mar-ı Acem vefat edip mimarlık makamı boş kaldı. Ayan "Mi' mar, bu fenne vakıf üstad-ı kamil ola" deyince, Lütfi Paşa "Mi'mar-ı haseki olan Sinan subaşı olmak gerektir. Andan gayri bu işe kadir kimesne olmaz." demişler. O vakit yeniçeri ağası hakiri çağırtıp "Paşa hazretleri seni mi'mar etmeğe karar verdi dediler. Hakır dahi nice camiler bina edip dünya ve ahirette nice hayırlara vesile olması düşüncesiyle kabul etdim.

(Tezkiratü'l-Bünyan)