Defterler Arasında Kurutulmuş Bir Kadın: Latife Hanım

Başlatan aydeniz, 30 Nisan 2010, 13:10:27

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

aydeniz



Tarihin sinir uçlarında dolaşan ülkelerin hikâyesi, çoğu kez bir kadının kalbinden geçmiştir. Savaşlar yapılırken, anlaşmalar imzalanırken, coğrafyanın ve iklimin şahitliğinde hayat yeniden merhamet hizasına taşınırken, devrimler birbirinin ardına sıralanırken; yaşanmış ve yaşanması mümkün olan şeylerin birbirine karışması da bundandır. Neyin bedelidir bilinmez ama gelenekten geleceğe dünya hiçbir kadına yıllar boyu kucağını kapatmadıkça asaleti bağışlamamakta… Güzelliği ve aklı dondurulmadan hiçbir kadın kendisi için hazırlanmış sınavları tamamlamış sayılmamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk first lady’si olan Latife Hanım’da ülkesinin kaderine yazgılı her kadın gibi, güzelliği ve aklı dondurulup eline tutuşturulanlardandır. Kader; hayattan tüm beklentisi bir sandık dolusu çeyiz olan kızları mucizelerle şaşırtırken, ülkesi için söyleyecek sözü olan kızları her seferinde teslimiyetle sınamıştır. İşte bu yüzden Latife Hanım, Atatürk ile tanıştığı ilk günden bu yana güzelliği, aklı, asaleti, yalnızlığı ve teslimiyetiyle defalarca aynalarda yalnız bırakılmış… Herkesin kendi Latife’sinin olduğu bir ülkede kimilerine göre reformist, kimilerine göre dindar, kimilerine göre fazlaca modern sayılmasına rağmen defter arasında kurutulmuş bir kadın olarak arşivlerde yerini almıştır.

Defterler… Devrim kanunlarının yazıldığı, ülke düşlerinin sıralandığı, anayasal reformların tasarlandığı, ideal Türk kadını projelerinin kayıtlara geçirildiği, başını örten kızların ikna odalarında fişlenmesinin kabul edildiği, kadınların emeğiyle iktidara gelmiş bir hareketin kadınlarının cezalandırılmasının kararlaştırıldığı defterler… Bir Başbakan Anayasa kitapçığını masanın üzerine fırlatırsa o ülkede ekonomik kriz çıkar yazan defterler… Gizli tutulmuş, affedilmiş, yok edilmiş, temize çıkarılmış defterler sırf ‘ülkenin geleceği’ düşünülerek yirmi yedi yaşında bir kadını önce ikinci plana atmış, sonra saklamış ve son olarak da kurutmuş olsa da aradan geçen on yıllar boyunca unutturmayı bir türlü başaramamıştır.

Hayat bilgisi kitapları onu sıradan kıskançlıklar yüzünden ayaklarını yere vura vura yürüyen, ülke meselelerinin kendisine tercih edilmesinden rahatsızlık duyan ve Çankaya’dan çarşafla kaçan bir kadın olarak anlatsa da; Latife Hanım, Müslüman modern Türk kadını modelinin ilk adımını atmıştır. İşgal yıllarında Paris’te ülkesinde yaşananları gazetelerden takip eden, Fransız ve İngiliz edebiyatıyla ilgilenen, hukuk fakültesinden mezun olan genç, güzel ve entelektüel bir kadın olmasına rağmen bazı çevrelerce ‘cahil’ ilan edilmiş ve herkesin ‘kendi’ Atatürk’ünün sinemaya aktarıldığı günümüzde neredeyse Atatürk’ün aynı zamanda akrabası olan Fikriye Hanımın dolaylı katili olarak anlatılmıştır.

1922 yılında, henüz Türkiye Cumhuriyeti’nin first lady’si olmadan Paşa’ya bir nevi basın danışmanlığı, tercümanlık yapmasına rağmen, ‘kiminle evlendiğinin farkında olmayan’ kadın olarak yaftalanmıştır. Boşanırken eşine aralarında yaşananların ‘sır’ olarak kalması konusunda asker sözü veren ve asker sözü isteyen Latife Hanım, yıllarca gözden uzak yaşamıştır. Tüm bunlara rağmen devlet onu ve ailesin, yıllarca görmezden gelmiş, 1970 yılında kömürün karneyle verildiği dönemde “Atatürk’ün eski eşi olduğundan bana ne?” diyen görevliye ve belki de onu görünmez kılan makamlara olan kırgınlığıyla köşkten ayrılıp başka bir eve geçen Latife Hanım, ülkemizde yaşanan resmi ideolojiler kavgasında hiç kimsenin sahiplenmediği bir first lady olarak yaşamıştır.

Kanser olduğunu yakınlarından bile gizleyen, içini yalnızca mektuplara ve günlüklerine döken, yıllar sonra yabancı basına verdiği bir röportajda “Atatürk bensiz yaşamaya ikna edildi” diyen bir kadının âhı, o günün yetilileri tarafından şahbaz yönetmen edasıyla örtbas edilmiş… Latife her kadının bilinmezliğini de yanına alarak hiç birimizin hatırlamayacağı bir şekilde, kendi halinde yani haber değeri olmadan yaşadığı gibi sessiz ve asil bir kadın olarak vefat etmiştir.

Bu ülkenin konuşulmayanı, tartışılmayanı, uzak durulanı, yaklaşırsan büyüsü bozulacak bir masal kahramanı olarak kalmıştır. Kırgın hikâyelerin pek de hatırlanmak istenilmediği zamanlarda, Türk kadınının aslında pek çok yasal ve demokratik hakkının Latife Hanımın katkılarıyla kazanıldığı unutulmuş… Cahil, şımarık, çarşaflı, kıskanç bir kadın olarak ismi ve hikâyesi hep dipnotlara atılmıştır. Atatürk’ün yanında havai ve batılı kadınlar ordusundan başta Sabiha Gökçen olmak üzere ‘modern, şık, ileriye bakan(?)’ onca salon kadınının ismi yıldızlı harflerle anılırken, Latife Hanımın adı dahi konuşulacak kadınlar listesine alınmamıştır.

Pek çok konuda olduğu gibi, Latife Hanımda da herkes kendi Latife’sini yazmıştır bu ülkede. Kimi tesettür defilesinde Atatürk ile yan yana çektirilmiş fotoğrafını afişlere bastırmış, kimi modern Türk kadını terazisinde onu yargılamış, güzel olmadığı ve bir devlet başkanı eşinin sahip olması gereken birikime hiçbir zaman ulaşamadığı yıllarca konuşulmuş… Mezarının yeri bilinmeyen, vefat ettiğinde devlet tarafından cenaze töreni yapılmayan, aradan yıllar geçmesine rağmen mektuplarının yayınlanması ihtimali bile olay konusu olan bir kadın olarak, içinden geçenleri tahmin etmemize dahi imkân vermeyecek şekilde, kapalı kapıların ardına saklanmıştır.

Bu ülkede her şey olup bir tek kendisi olamayan kadınlardan biridir Latife Uşakki. Eşinin soyadını kullanmaktan dahi mahrum bırakılmış bir kadın. Bırakın varlığını, anılarının bile ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliğini tehdit edecek bir unsur sayılan bir kadındır.

Türkiye’de devlet ve kadın ilişkisi temize çekilecekse, devlet kadınlarına teşekkür edecekse, kadın sorunlarına değinecek ve ulusal egemenliğin kadın karnesi 23 Nisan arifesinde tartışmaya açılacaksa atılacak adımların ilki Latife Hanım’ı defter arasında kurutulmuş bir kadın görüntüsünden kurtarmak olmalıdır. Atatürk’ün hatıralarına bir devlet başkanından daha çok değer veren gruplar, o hatıraların sahibinin bu ülke kadar Latife Hanım olduğunu da unutmamalıdır.

Birkaç yıl öncesine kadar Çankaya’ya çıkacak kadın profilini, örtüsünün nasıl olacağını, dindar Cumhurbaşkanı eşinin ‘şık mı, rüküş mü’ giyindiğini konuşan Türkiye, bari bu yıl şapkasını önüne koyup Latife Hanım’ın kadın ve first lady kimliğini ele almalıdır.

Atatürk’e duyduğu aşkla, boynundaki kolyede ileride eşi olacak bir liderin fotoğrafını taşıyan haliyle, yazdığı mektuplarla, kırgınlıklarıyla, kızgınlıklarıyla, başını dik tutan tavrıyla, ayaklarını yere vurmasıyla, gençliğiyle, kendisinden ayrı yaşamaya ikna edilen eşini eli kolu bağlı bir şekilde seyretmesiyle, güzel ve akıllı olmasına dahi tahammül edemeyen bir kitlenin kendisine nasıl tepki duyduğunu hissedişiyle… Latife Hanım, her şeyden önce bir kadındır. Çankaya’da yaşanmış kısacık zamanda genç, iddialı ama kırgın bir first lady olarak Ankara’ya hüznünü fazlaca bırakmış… Anadolu’nun kadın ve devlet ilişkisine dair tüm hatıraları aslında defter arasında kurutulmuş hüzünlü bir first lady’nin etek uçlarında toplanmıştır.

Bu ülkede hiç kimseye kendi gibi olmasına fırsat vermeyen sistem, bari bu kez Latife Hanım için geleneği kırmalı, bilinmeyenler konuşulmalı ve Latife Hanım’ın hüznü tarihin arşiv odalarından gün yüzüne çıkarılmalıdır. 23 Nisan arifesinde Türkiye bari bu kez kucağını kadınlarına açmalıdır.

Aylık Kadın Dergisi TURUNCU
Nisan 2010     Ümmügülsüm TAT