İsrail’i kim kurdu, kim yola getirecek?

Başlatan Lika, 31 Mayıs 2010, 02:39:32

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Lika

İsrail ve Mısır’ın üç yılı aşkın bir süredir sürdürdükleri Gazze ablukasına karşı yürütülen mücadelede yeni bir aşamaya gelindi.



“Rotamız Filistin, yükümüz insanî yardım” sloganıyla hareket eden Türkiye, Yunanistan, İngiltere, İrlanda ve Cezayir’den yola çıkan “Filistin’e yol açık” gemileri, Akdeniz’de buluştu ve Gazze’ye doğru yol almaya devam ediyor.



İsrail’in, ‘gemilere müdahale edeceğiz’ açıklamalarına aldırış etmeyen yardım gönüllülerinin insanî yardımları, Gazze’ye ulaştıracaklarından şüphe duymuyorum.



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun birkaç gün önce, “Bu insanlar gökyüzünden oraya düşmediler. Bu insanların da aynı haklara sahip olması gerekiyor. Artık yeter! İşgalin sona erdirilmesi ve Filistin devletinin kurulmasının vakti geldi. Artık yeter! Bölgemizin istikrar, refah ve barışa ihtiyacı var" şeklindeki sözlerinin zamanlaması da oldukça manidar. Türkiye’nin, gemilerin yola çıkmak üzere verdiği bu sert ama diplomatik üslup, İsrail’i tedirgin etmiş olmalı.



İsrail’in bölgede ayak diretemeyeceği tek ülke: Türkiye. Nasıl ki, İsrail’in bugünlere gelmesinde, eski Türkiye hükümetlerinin önemli katkıları olmuşsa, bugünden sonra da bölgeye barış gelmesi, Amerika ve küresel Siyonist güçlere rağmen Türkiye’nin elinden olacak.



İsrail bunun farkında. İsrail’in farkında olması demek, diğer aktörlerin de farkında olması demektir. Lakin pes etmek, teslim olmak kolay değil. Üstelik büyük bir ideali olan Siyonizm için hiç kolay değil...



Peki, Filistin bugünlere nasıl geldi?



Bu süreç genellikle çok iyi bilinmiyor. Bu konuda genellikle II. Abdulhamid Han’ın, Teodor Herzl’e gönderdiği mesajdan söz edilip, devamı getirilmez. Evet, Teodor Herzl, Filistin meselesinde önemli bir aktör ve tetikçi. Lakin bu tetikçinin patronu kim?



Teodor Herzl, önerdiği parayı nereden buldu ve ona bu fikri ona kim aşıladı? Ya da o kimin tetikçisiydi?



Bunun için 200 yıl öncesine gitmek gerekiyor. Filistin ve İsrail meselesinde Yahudilerin ‘Yahudilerin kralları' ya da 'kralların Yahudileri' unvanını verdikleri ünlü tefeci Mayer Amschel Rothschild son derece kilit bir rol oynar.



Rothschild hanedanlığı, Mayer Amschel Rothschild ve 5 oğlu tarafından 18. yüzyılda kurulur. Aile, 19. yüzyılda zenginlik ve nüfuzun zirvesine ulaşır. 20. yüzyılda da bu zenginlik ve nüfuzunu önemli ölçüde muhafaza eder. Bu aile, tarihin gördüğü en büyük, en yaygın ve en güçlü bankerlik ailesi ya da hanedanı…



Gettoda doğan, zamanla Avrupa devletlerini mali açıdan kontrol eder hâle gelen Rothschildler; parası, nüfuzu ve gücünün yanı sıra, aslını inkâr etmeyen, ne olursa olsun aslına sadık kalma özelliğiyle de tarihe geçmiş bir Yahudi ve Siyonist aile.



Rothschildler geçen zaman içinde asimile olmadıkları gibi, Yahudiliklerini de hiç bir zaman gizlememişler…



Elbette Teodor Herzl’in arkasında Rothschild'ların olmaması düşünülemez. Aileden Lord Rothschild; Osmanlı sonrasında Filistin topraklarının en verimli yerlerinin Yahudilerin eline geçmesini sağlayan projeler için, 2 milyon Sterlinlik bir fon tahsis eder. Bu rakam bugün için küçük sayılabilir fakat bu tahsisin yüzyıl öncesi olduğunu hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekiyor…



Bununla da kalmayarak, İngiliz hükümetine baskı uygulayıp, Balfour Deklerasyonu'nu yayınlatır. Aynı hanedanlığın, II. Dünya Savaşı’nda Hitleri finanse ederek, zehirli gaz sağladığı da belirtiliyor.



Tüm Masonik örgütlerinde bağlı olduğu Bilderberg, tek başına birkaç büyük devlet kadar güçlü olduğu iddia edilen Rothschildlerin projesidir. Hatta “one minute” çıkışıyla ayrı bir önem kazanan Davos, bu aile fertlerinden birinin öldüğü küçük bir kasaba. Hiçbir özelliği olmayan bu kasabanın şöhreti, hanedandan birinin anısına düzenlenen Küresel Ekonomik Form…



Dünya elmas ticaretinin yüzde 90'ı, altın ticaretinin yüzde 40'ı, kömür-bakır-uranyum-alüminyum ticaretinin de yüzde 15'i, petrolünse çok önemli bir kısmı bu aile tarafından yapılıyor.



Doksanlı yıllarda 1 milyondan fazla kişinin ölümüne neden olan Hutu ile Tutsi kabileleri arasındaki iç savaşı, bu grubun elmas ticaretini yürüten Debeers firmasının çıkardığı ve finanse ettiği iddia ediliyor.



Düne kadar Meksika Körfezi’ne on binlerce ton ham petrol akıtan, British Petrol (BP) Yunanistan’ın da iflasına enden olan dünya finans devi Goldman Sachs, ABD Merkez Bankası (FED), Citigroup, HSCB, ING, Visa, Master Card, Vodafone, Shell, Avon, Procter&Gample, BurgerKing, Kraft, Chuiquita, Sky hanedanlığın ortak veya sahibi olduğu binden fazla şirketlerden sadece birkaçı…



Aynı zamanda, Bilderberg icra kurulunda yer alan George Soros’un servetinin de bu gruba ait olduğu iddia ediliyor.



Ülkelere borç veren hanedanın, Filistin Gemisi ile ne alakası mı var? Muhtemeldir ki, bu geminin yakıtını Rothschildlerin rafinerisi üretiyordur. Geminin insanî yardım malzemelerinden ilaç, tıbbı malzeme, gıda, inşaat malzemesi vs vs pek çoğu bu ailenin fabrikalarında üretiliyor olmalı. Hatta, gemi ile iletişim kurulan cihazlar, yazılımlar ve rotasını belirleyen aletler, uydu teknolojisi de büyük ölçüde bu ailenin ürünü olmalı.



Göçebelerden oluşan İsrail adlı gece kondu devletini, mimarını ve finansörünü korkutan gemi, hiç kuşkusuz önemli bir proje. Fikir sahiplerini tebrik etmek şart. Keşke daha önce olsaydı diye hayıflanmaya gerek yok. Karasal konvoyun Ürdün sınırından alınmadığında, Suriye üzerinden gemilerle Mısır’ın Ariş limanına nakli ile ortaya çıkan fikir; kötü mal sahibi, ev sahibi yapar deyişini doğurmuş gözüküyor.



İsrail’in her direnci, yeni gediklerin oluşmasına neden oluyor. Her şerden bir hayır doğuyor. Bu gemi ile ambargo muhtemelen tuzla buz olacak…



İlk günlerde, ‘İsrail gemileri taciz edebilir’ diye düşünüyordum. Ama İsrail’in son günlerdeki ciddi bir devletin yapmayacağı diplomatik hatalar, bu fikrimden dönmeme neden oldu. İsrail gibi bir devletten de ciddi eylemler zaten beklenmez. Gazze katliamıyla ülkeler üzerindeki korku kredisini bitiren, Mossad’ın Hamas lideri El Mebbuh cinayetine karışanlar için başka ülkeler adına düzenlediği sahte pasaportlar ve amatör cinayetiyle iyice çizilen karizmasına eklenen iç siyasetindeki dengesizlik, bir zulüm döneminin sona ermekte olduğuna işaret ediyor.



İhtimal vermemekle birlikte, İHH önderliğindeki sivil yardım gemilerine akılsızca yapacağı bir müdahale, Bilderbergçileri bile savunmasız bırakır.



İngiltere ile tüm ipleri koparabilir. Türkiye’ye kurduğu büyükelçi ve İzzet Şahin komplosundan sonra, Türkiye ile yeniden karşı karşıya gelmenin faturasını mutlaka hesap edecektir.



Diğer yandan Hizbullah faktörü, İsrail için korkulu bir rüya. Gemideki silahsız elliden fazla ülkenin vatandaşı, otuz beşi milletvekili, yedi yüzden fazla kimsenin gözaltına alınması uluslararası krizlere neden olacaktır.



İsrail’in ne kadar zor durumda olduğunu göstermesi açısından manidar bir gelişme de; ‘Mısır üzerinden götürün’ önerisi.



Netice itibari ile İsrail için iki ucu pis bir durum var. Serbest bıraksa, ambargo fiilen sona erecek ve bir daha dikiş tutmayacak… Gemileri batırmak demek, yeni bir dünya savaşı demek olduğunu herkes bilir. Yolcular ve insanî yardımlara el koymayı da ne ülkelere ne de yönetimlerini zikrede geldiğimiz ailenin belirlediği uluslararası kuruluşlara izah edemez.



Dünyanın içinde bulunduğu son hâle göre çıkabilecek her türlü kriz, hem Rothschild hem de ortağı Rockefeller ailelerinin de çıkarlarına aykırı. Buna onlarda izin vermeyeceklerdir.



İsrail, bu kez çok çaresiz! Artık tüm yollar çıkmaz sokak!

Kemal Özer
timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Lika

İsrail’in sağduyu yoksunu olduğundan şüphe yoktu ancak özgürlük ve barış gemileri yola çıkarken hiç kimse bu denli bir katliamı ummuyordu.



Gemilerde İsrail vatandaşı olan vicdan sahibi Museviler, Yahudi Hahamlar, Hıristiyanlar,  Müslümanlar hatta ateistler vardı.



Bu insanların hepsinin ortak amacı; mazlum ve mağdur Gazze halkına insanî yardım götürmekti. Hiçbirinde hiçbir silah yoktu.



Ancak hafıza beşer olmanın verdiği rehavetle, muhataplarının dünyanın gözü önünde bebekleri katletmiş bir katil olduğu bir an unutulmuştu.



Nasıl olsa gemide 50’den fazla ülkenin vatandaşı vardı. Nasıl olsa gemide olup bitenler an ve an canlı canlı yayınlanıyordu.



Avını bekleyen katil, milletlerarası sularda bu denli bir vahşete imza atacağını muhtemelen İsrailliler bile bilmiyordu. Muhtemeldir ki katilin hamileri bile tahmin etmemiştiler. Ama gıdası leş olan bir akbaba için gelenin Filistinli olması ya da başka milletlerden olmasını hiçbir önemi yoktu.



Peki, dünyanın başının belası katili kim bu hale getirdi?



Alman Yahudisi Mayer Rothschild’in kurulması için büyük servet ayırmıştı. Bunun içinde İngilizlere Filistin topraklarını işgal ettirilmiş ve bir terör devletinin alt yapısı için 30 yıllık bir hazırlık süreci geçirttirilmişti.



Bu sürede Siyonistlerin tayin ettiği İngiliz siyasetçileri ve bürokratları yalnızca Filistin’in değil dünyanın başına belâ olan bu terör devletinin inşasını sağladı.



Süreçte Hitleri kışkırtarak, Almanya vatandaşı fakir Yahudilerin bir kısmı yine bu ünlü Siyonistlerin kimyasal şirketlerinde (şimdinin ilaç ve GDO’cuları) sağlanan kimyasallarla Yahudiler korkutularak İsrail’e toplanmaları sağlanmıştı.



Ne kadar fakir Yahudi ve de fanatik Yahudi varsa büyük para ve huzur vaadiyle Filistin topraklarına yerleştirilmiş; buna karşın Filistinliler, ya katledilmiş, ya hapse atılmış ya da sürgün edilerek yerlerinden yurtlarından edilmişti.



Bu kapsamda İngilizlere 1. ve 2. Balfour Deklarasyonu yayınlatıldı. İtalya, Fransa, Amerika gibi ülkelerce desteklenen Balfour Deklarasyonu, İsrail Devletinin kurulmasına giden sürecin önemli bir kilometre taşlarındandı.



Bu kapsamda kriz çıkarılarak Cemiyet-i Aksam’ın kendisi feshetmesi sağlandı. Cemiyet-i Akvam’ın feshinden sonra yerine Filistin topraklarında İsrail devleti ilanı şartıyla Birleşmiş Milletler adlı yeni bir örgüt kuruldu. Bugüne kadar hiçbir Müslüman’ın Genel Sekreterliğe getirilmediği Birleşmiş Milletler, galip devletlerden oluşan Güvenlik Konseyi oluşturuldu. Veto yetkisi olan Güvenlik Konsey’de 1 buçuk milyarlık nüfusuna rağmen hiçbir Müslüman ülkeye yer verilmedi.



Tümüyle bir Siyonist proje olan Birleşmiş Milletler, eşi ve benzeri görülmemiş bir karar alarak Filistin topraklarını böldü ve fanatik teröristlerden oluşan İsrail devletini, 14 Mayıs 1948’de ilan etti. Dünyaya armağan edilen bu yeni belâ, artık dünya başının üzerine çöreklenmiş bir terör devleti olarak büyümeye başladı. İngiltere merkezli Siyonistlerin kontrolünde olan küresel güçle ile İsrail’in her yaptığı cinayette yanında yer alarak ABD sürekli destekledi.



Birleşmiş Milletler’ce, Siyonist olmayan Yahudilerde dâhil olmak üzere tüm insanları öldürülmesi gereken yaratıklar olarak gören bu katil zihniyete yönelik, zaman zaman silik kınamalar yapıldı. Aleyhinde alınan hemen her karar Amerika Birleşik Devletleri tarafından veto edilerek sorun sürekli büyütüldü.



Dünya iletişim kaynaklarına da çöreklenen Siyonist kaynaklar, sürekli olarak bilgi kirliliği yaşatmış ve kendi cinayetlerini gizlemeyi başardı. İletişim kaynaklarındaki yaptığı tahrifatla Filistinlilerin taşlarını ve soba borusu niteliğindeki etkisiz füzelerini sorun olarak gösterdi. Ülkemizdeki Siyonist âşıkları da bunu hep böyle gösterdi. Hatta Hürriyet’e 30 yıllık kaptanlık yapan Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısındaki “Ben, Türkiye’deki Yahudi cemaatine, sevgiyle, saygıyla, kardeşlikle, canı gönülden bağlı bir insanım” bu itirafta olduğu, Siyonizm ideolojisini desteklemekten hiç çekinmedi.



Siyonist rejim, Gazze’ye sadece insani yardım taşıyan içerisinde gazeteciler ve milletvekillerinin de bulunduğu 800’e yakın silahsız siville ilgili birbiri ile çelişen sayısız haberle vererek maniple etti. İsrail kaynaklarının çelişkili bilgilerini yayınlayan ve Siyonistleri konuşturarak bu kirliliğe bazı Türk haber kanalları da alet oldular.



Mısır rejimi, İsrail’in Gazze ablukasına destek vermiş ve geçtiğimiz yıl yola çıkan yardım filolarını Ürdün sınırından içeri sokmamıştı. Refah sınır kapısına getirilmesini isteyerek Firavunî geleneğini sürdüren Mısır rejimi, hiç kuşkusuz bu kanlı olayın da suç ortağı.



“Rotamız Filistin, yükümüz insanî yardım” sloganıyla hareket eden Türkiye, Yunanistan, İngiltere, İrlanda ve Cezayir’den yola çıkan “Filistin’e yol açık” gemileri; Akdeniz’deki uluslararası sularda Pazartesi saat 00:00 sularında alçakta bir müdahaleye uğradı.



04:30 sularına gelindiğinde operasyon tamamlanmış ve özgürlük savunucusu sivillerin bir kısmı katledildi bir kısmı yararlandı. Geriye kalanlar ise esir edildi.



Yunanistan, İspanya İsveç hatta Mısır bile hemen tepki verirken Türkiye, 25 saat sessiz kalarak büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Kriz, geliyorum demesine karşın, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan dış gezilerdeydi. Genelkurmay Başkanı ve Başbakan gezilerini gecikmeli de olsa iptal ederek geri döndü.



İsrail, sivil gemilerde katliam yaptığı sırada İskenderun Deniz Saha Komutanlığı’na füzeli saldırı düzenlendi. Terör örgütü saldırıymış gibi sunulsa bile zamanlaması ve ilk kez bir deniz üssüne saldırı olması, operasyonu İsrail’den ya da İsrail’in isteğiyle yapılmış tehlikeli bir oyun yahut da gözdağı olarak yorumlanmasına nende oldu.



Konu hakkında değerlendirme yapan Başbakan vekili Bülent Arınç’ın ses, mimik ve vücudundaki tedirginlik önemli ölçüde hayal kırıklığına neden oldu. İsrail’le sadece 3 adet askeri tatbikatın iptali müeyyidesi gibi sıradan müeyyide ‘one minute’ çıkışının sonu olarak gösterildi.



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun her zamanki sakin diplomatik üslup da bazı ağır cümleler içermekle birlikte kanaatimce tatminden oldukça uzaktı. Yapılan, ağırlığını Türkiye vatandaşlarının oluşturduğu Türk bandıralı bir gemi üstelik uluslararası sularda savaş açmaktı.



İsrail’in savaş ilanına karşı Türkiye’nin karizmasını yerle bir edecek bir içerik ve sesle yanıt verilmişti. Aradan 48 saat geçmiş Başbakan Erdoğan, İsrail terör devletini olabilecek en ağır bir dille eleştirmişti. Ancak gemileri müsadere edilmiş, vatandaşları esir edilmiş, ağır yaralanmış hatta öldürülmüş bir ülkenin uygulayacağı müeyyidelerden oldukça uzaktı. Türkiye gibi bir ülke açık savaş ilanına böyle mi cevap vermeliydi? Evet, Erdoğan duygulara tercüman oldu. Millet bu denli konuşmalara çok hasretti ve hasretini giderdi. Ama esaret halen sürüyor.



Dışişleri Bakanımız, “dönenleri elleri zihinleri ve vicdanları hür olarak döneceklerdir” dediler. Bundan şüphe yok. Peki, damarları da hücreleri de hür olarak dönebilecek mi? Devletimiz bunu da garanti edebilecek mi?



Kimileri işkence edilmesinden korkuyor. Fiziki işkenceler Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde yapılır. İsrail gibi dünyanın bilmediği özel teknolojilere sahip ülkeler artık fiziki işkenceleri nende tercih etsin. Sonucu 3-5-10 yıl sonra ortaya çıkabilecek biyolojik, kimyasal ve radyolojik işkence yöntemler varken fiziki işkenceyi nende tercih etsin. Maharet olayları engellemektir, Engelleyememişseniz esirlerine bu tür radyolojik işkenceler uygulatmadan anında geri almaktadır.



Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi gibi birçok kimse, bu konuşmaların toplumun duygularına tercüman olduğunu ancak onuru kırılmış bir devlet bununla yetinemez, donanmasını gönderip gereği yapmalıydı çağrısı yaptılar.



Bir İsrail vatandaşı için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen katil İsrail’in bu gayri insanî tutumunu, vicdan sahibi herkes tarafından en ağır dille eleştirmiş ve lanetlenmiştir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde ve de Türkiye’de ki birçok Musevi de Siyonist İsrail’e benzer eleştirileri yaptılar. Ancak, devlet bireyler gibi eleştirmez. Devlet, gücünü ortaya koyar. Askeri gemi ve uçaklarını bölgeye gönderir rehin alınan gemisini alıp menziline teslim eder, sivil yolcularını da eksiksiz bir şekilde alarak ülkesine getirir. Türkiye siyasetçilerden konuşmalarını değil, vatandaşları ve gemilerini geri istiyor.



Muhtemelen tüm esirler gün içinde Türkiye’ye dönecek. Yine muhtemelen herkes rahat bir nefes alacak. Diplomasinin zaferi olarak gösterilecek. Ya gemiler ne olacak? Onumuz ne olacak? Kudüs’ümüzün muhafızı Raid Salah ne olacak?



Not: İnşaAllah sonraki yazımızda İsrail’in kurucusu ve hamisi İngilizleri neden gözardı ediyoruzu işleyeceğiz.

Kemal Özer
timetur
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

azizistanbul

Gemilerdeki yolcuların çoğu şehadet için dua etmişler.

Gemilerdeki yolcuların çoğu ailelerine vasiyetlerini bırakmışlar.

Demek ki bazı şeyleri kestirebiliyordular.

Kabenin sahibi olan Allah kabeyi korur . Ben develerin sahibiyim develeri istiyorum. diyen abdülmüttalip  efendimiz gibi

bu gemilerin ve onların içindekilerin hamisi olan bu devletin başbakanı bu gemileri göz göre göre ölüme göndermemeliydi.

Gemide olan 600 küsür kişi tamamen İsrailin insafına bırakılmış  bir durum ortaya çıktı.
İsrailliler istediklerini öldürdüler istediklerini hapsettiler. İsteseydiler hepsini öldürebilirlerdi.

hükümet kuru kahramanlık nidaları attı fakat silah anlaşmaları iptal edilmedi.

Tavşan kaç tazı tut.


جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ