Uğursuzluk ve Bereketsizlik

Başlatan Mücteba, 05 Nisan 2011, 00:16:23

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Tv'de Dehşetli, Küfürlü, Üzerine Yürümeli Kavga

Bombeli, karamelli, pistaşlı, peşmelbalı pasta yapan karısını bağırarak çağırdı: "Sevgi hemen gel açıkoturumda kavga başladı!.." Sevgi hanım geldi, koltuğa oturdu. Ekranda klasik bir açık oturum sahnesi... Sunucular, konuk tartışmacılar... Bunlardan ikisi bağırarak birlirlerine suçluyor. Seslerin tonu yükseldi, ikisi de ayağa kalktı, hem bağırıyor, hem el kol hareketi yapıyorlar. Havada küfürler uçuşuyor, kavga kızışıyor, kızışıyor kızışıyor.

Yakası açılmadık küfürler ediliyor. Yurdun her yerinde milyonlarca vatandaş zevkle seyrediyor. Haberi olmayanlar çağırılıyor. Zehra acele gel, tv'de kavga başladı... Naciye bırak şimdi çay yapmayı, çabuk koş kavgayı kaçırma... (Cep telefonunu açar, dostlarını arar) "Çocuklar hemen filan kanalı açın kavga var, dikkatim dağılmasın ben kapatıyorum, öperim, çüş..."

Saniyeler geçtikçe kavga kızışır, taraflar birbirinin üzerine yürür.

Milyonlarca insan bu kavgayı seyrederek tatmin olur, huzur bulur, mutlu olur.

Kavgacılar birbirleri aleyhine dava açarlar.

Tv patronu sunucuları çağırır ve "Aferin, sizinle iftihar ediyorum, o gece dehşetli bir reyting oldu, tebrikler" der.



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Eylül 2011 Cuma

Mücteba

Türkiye'nin Sünnî Çoğunluğu

Türkiye'nin büyük çoğunluğunu Sünnî halk oluşturur. Ülkemizde Türk, Kürt, Alevî ve daha hayli çeşitlilik vardır. Tahminen bir buçuk milyon Kripto Yahudi, yine bir buçuk milyon Kripto Ermeni de vardır. Az miktarda tek kimlikli Musevî, Ermeni, Süryanî, iki bin kadar Rum...

Son yıllarda bütün azınlıklar kimliklerini korumak, hak ve hürriyetlerini elde etmek için çalışıyor ama çoğunlukta bir kıpırdanma görülmüyor.

Bütün dinî azınlıkların devletten bağımsız dinî teşkilatları, din başkanları var ama Sünnîlerin bağımsız bir başkanı, bir İmam-ı Kebir'i yok.

Sayıları çeşitli baskılardan, kaçmalardan, kaçırmalardan sonra iki bine düşmüş Ortodoks Rumların bile patrikleri var.

Yahudilerin hahambaşıları var.

Gregoryen Ermenilerin Patriği var.

Sayıları çok az olan Masonların Üstad-ı Azamları var.

Sünnîlerin laik ve Kemalist rejime bağlı olmayan bir Halife'leri, İmam'ları, Emîr'leri yok.

İşin en garip tarafı Sünnî kesimde bu yokluğun acısı ve kederi de yok.

Heybeliada'da Rum Ortodoks Ruhban Mektebinin yeniden açılması için müzakereler, tartışmalar, pazarlıklar yapılıyor ama kapatılmış olan Medâris-i İslamiyenin açılması için herhangi bir teşebbüs yok.

Yine, haksız yere zulmen kapatılmış olan tarikat ve tasavvuf tekkelerinin açılması için çalışan da yok.

Vaktiyle Sünnî Müslümanların belini kırmak, onları hafızasız bir toplum haline getirmek için yazıyı ve lisanı değiştirmişlerdi. Bu konuda da bir faaliyet görülmüyor.

Sünnî Müslümanlar üzerinde ağır baskılar yapıldı. Onların kıyafetlerine ve serpuşlarına bile insan haklarına aykırı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar kalksın diye bir kampanya açılmıyor.

Velhasıl Sünnî Müslüman çoğunluk sanki afyonlanmıştır.

Haklarını, hürriyetlerini arayamıyor.

Devletten ayrı din teşkilatına sahip olmak için çalışmıyor.

Başına bağımsız bir din büyüğü seçmeyi düşünmüyor.

İslam vakıflarını (Evkaf-ı İslamiye) bağımsız hale getirmeyi düşünmüyor.

Ülkemizde misyoner okulları var ama Müslümanların, devletten bağımsız İslam Maarif teşkilatı ve İslam mektepleri yok.

Farmasonlar kendi localarında bildikleri gibi Masonik âyinler yapıyor, Müslümanlar tekkelerde toplanıp zikrullah yapamıyor.

Evet Sünnî Müslüman çoğunluk öylesine uyuşturulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş ki, en tabiî haklarını bile aramaktan âciz vaziyete düşmüştür.

Ülkemizde eskisine nispetle çok hürriyet var ama Müslümanlar bunu iğtinam edemiyor (ganimet olarak kullanamıyor).

Sünnî Müslümanların üzerine sanki ölü toprağı saçılmıştır.

Acaba bu gafletin, bu güçsüzlüğün sebepleri nelerdir?

Sanırım, bunun birinci sebebi Müslümanların tek bir Ümmet olmaktan çıkıp, birbirlerinden kopuk, bazısı birbirine rakip cemaatler ve gruplar haline gelmiş olmasıdır.

Sayıları on milyonlarca da olsa Sünnî Müslümanlar Ümmet teşkilatını ve şuurunu yitirirlerse sürü haline dönerler.

Olur mu böyle şey, sen neler söylüyorsun?

Hiç olmaz olur mu?

Şu halimize, halinize baksanıza!..

Hindistan İngiliz işgali altında iken, Hint Müslümanları Hilafet için çalışmışlardı. Hattâ İstiklal mücadelemize katkıda bulunmak için 30 bin altın göndermişlerdi de o para tebahhur etmişti (Sözlüğe bakınız).

Türkiye Sünnîlerinin, vaktiyle İngiliz boyunduruğu altındaki Hint Müslümanları kadar Ümmet, Hilafet, Şeriat şuuru ve gayreti yok.

Ramazan ayında Malatya'da bir vekil imam Cuma hutbesi esnasında Hilafet ve Şeriat isteyince, cemaatin bir kısmı tarafından aşağı indirilmiş ve Diyanet tarafından hemen işine son verilmiştir.

Sünnî Müslümanları derin gaflet ve atalet uykularından kimler uyandıracak?



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Eylül 2011 Cuma

Mücteba

Müslümanın Gözü ve Bakışı

VARLIĞA, dünyaya, ülkeye, olup bitenlere, kendisine, çocuğuna bakış; dinlere, inançlara, hayat felsefesine, kültüre, zihniyete göre değişir.

Bir Budistin bakışıyla bir Müslümanın bakışı bir değildir.

Herkesin "kendi" gözü vardır, dünyayı onunla görür. Bir sinek ile bir balık aynı şeyleri ayrı görürler.

Küçük çocuk okuldan eve gelir. Annesi ve babası Müslümansa onun için şöyle düşünürler:

İnşaAllah çocuğumuz iyi bir Müslüman, iyi bir insan, iyi bir vatandaş olarak yetişir. Güçlü bir imanı olur, âqil ve bâliğ olunca ibadetlerini yerine getirir, ahlak ve fazilet sahibi hayırlı bir kimse olur. Biz yaşlanıp ölünce çocuğumuzun hayrının, hasenatının, iyiliklerinin sevabı bize de yazılır. İnşaAllah zamanı gelince Allah'ın lütfu ve keremi ile Cennet'te buluşmak nasip olur.

Allah'a ve âhirete inanmayan (yahut inanır görünüp de gerçekte inanmayan) materyalist bir ana babanın düşüncesi şöyledir:

Çocuğumuz büyüsün yetişsin, bütün tahsil kademelerini başarıyla geçsin, parlak bir kariyer yapsın. Çok para kazansın, lüks ve konforlu bir hayat sürsün. Ünlü, anlı, şanlı biri olsun. Öyle olsun ki, biz onunla kıvanç duyalım, gururlanalım.

Geliri fazla olmayan bir Müslüman akşam sofraya oturur. Hanımına fazla mutfak parası veremediği için o günün menüsü şöyledir: Tarhana çorbası, yeşil mercimek yemeği, üzüm hoşafı.

Müslüman bu sofra karşısında ne yapar?.. Allah'a bin kere şükr eder. Bin değil, milyon kere şükr etse, yine de şükür vazifesini hakkıyla yerine getiremediğini bilir.

Somali'deki aç Müslümanları düşünür de Cenab-ı Hakk'ın kendisine ihsan buyurduğu bu sofranın ne büyük nimet ve ziyafet olduğunu idrak eder.

Yemeğini yer, yine şükür duası eder.

Müslüman bilir ki, bu sofradaki yemekler onun bu akşamki rızkıdır. Allah ezelde onun bu tarihte bu yemekleri yiyeceğini takdir buyurmuştur.

Yemekler ucuz ve mütevazı diye nankörlük, terbiyesizlik ve küstahlık etmez.

Peki nankör bir insan böyle bir sofra önünde ne yapar, ne der?

Yine mi çorba, yine mi mercimek, yine mi hoşaf!.. Biz niçin nar gibi kızarmış kaburga dolması yiyemiyoruz? Niçin bizim soframızda pirzolalar, biftekler, lüferler, baklalı enginarlar, beğendili hünkâr kebapları, kaymaklı tatlılar, nefis dondurmalar yok?

Yemeği yerken homur homur küfran-ı nimette bulunur.

Bir Müslümanla azgın bir fâsığın otomobile bakışı da başkadır. Mütedeyyin ve faziletli bir Müslüman ihtiyacına ve malî imkanlarına göre bir otomobil alır. Fâsık ise israf eder, ihtiyaç ve lüzum olmadığı halde sırf gösteriş, gurur, kibir, lüks sergilemek için, gerekenin üç misli pahalı bir otoya biner.

Mü'minin gözü ile münkirin (inkâr edenin) gözü hiç bir olur mu?

Mü'min firasetlidir, Allah'ın nuru ile görür.

Mü'min ölümden sonra dirilmeye, Mahşer'e, Mahkeme-i Kübraya, hesap kitaba, Cennet ve Cehenneme, bunları sanki görürmüş gibi inanır. Bu yüzden, dünyevî vazifelerini yaparken hep âhirete yönelik olur.

Evet, Müslümanın hayata bakışı Müslümancadır.

Müslüman, Müslümanca görür.

Müslümanca düşünür.

Müslüman siyasete, topluma, ülkeye, aileye, ticarete, velhasıl her şeye Müslümanca bakan, bakabilen kimsedir.

Kendisi Müslüman ama bakışı kâfirce... Ne korkunç tezat (çelişki)...



Mehmet Şevket EYGİ - 01 Ekim 2011 Cumartesi

Mücteba

Diyanet Bu Hezeyanlara Niçin Cevap vermiyor?
(Bu yazıyı geçen Ramazan'da kaleme almıştım)

BAZI Müslümanların bu tuzaklara kolayca düşmesini anlamak kolay değil.

Beş vakit namaz kılmaktan geçtim, cumaya, hattâ bayram namazına bile gitmeyen, ömrü boyunca alnı secdeye varmayan bir iki medyacı "İslam'da teravih yokmuş... İslam'da beş vakit namaz yokmuş..." yaygaraları kopartıyorlar ve Müslümanlar bunları muhatab kabul edip tartışıyor.

Yahu bu medyacılar Müslüman mı değil mi, bu husus bile belli değil.

Din konusunda ilimleri, kültürleri, birikimleri de yok. Böyle kişiler dinî konularda muhatab alınır mı?

Onların amaçları nedir?.. Dinî konuları ayağa düşürmek, alaya almak, magazinleştirmek.

İslam'da teravih ve beş vakit namaz yok gibi saçma sapan iddiaları ortaya atan ilahiyatçılara bakınız. Bunların bazısı namaz bile kılmaz.

Teravih (gece) namazı Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir. Peygamber, Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn, her asırda gelip geçmiş ulema, fukaha, mürşidler kılmıştır.

İslam'ın ve Ümmetin ana caddesi olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat teravih namazının hak olduğunu kabul etmiştir.

Böyle bir dinî değer hiç tartışılır mı?

İslam'da teravihin olmadığını iddia etmek saçmalıktır.

Böyle bir iddiayı ancak beyinsiz reformcular, dinde yenilik, değişim, hafifletme isteyenler yapar.

Şu hezeyana bakınız: Yirmi rekat namaz çokmuş... Sana çok geliyorsa kılma, lakin inkar da etme. Çünkü vardır.

Diyanet Fetva Kurulu'nun Teravih inkarcılarına vermiş olduğu cevap takdire şâyandır.

Reformcuların bazısına kalsa farz namazları da külliyen inkar edecekler ama o kadarına cesaret edemiyorlar.

Beşi üçe indiriyorlar...

Sonra haftada bir Cuma namazına indirecekler.

Sonra yılda iki kez bayram namazı yeter diyecekler...

Öyle ya, Pakistan'dan sürülmüş şu Fazlurrahman'ın Tâtiliye ve Tarihsellik mezhebi var ya. Ne diyor? Kur'andaki nice kesin/muhkem farzın hükmü eskidendi. Onlar tarihseldir, bugün geçerli değildir.

Türkiye'de İslam medreseleri olsaydı bu adamlar bu kadar kuru sıkı atamazlardı.

İlahiyat camiası içinde de Ehl-i Sünnet hocaları çok ama topluca ses çıkartmıyorlar.

250 Sünnî İlahiyat profesörü ve doçenti müşterek bir fetva hazırlayıp yayınlasalar ve reformcuların hezeyanlarını çürütseler ne iyi olur. İyi olur ama onları bir araya getirip, fetva yazdırıp yayınlayacak bir kurum yok.

Bugün ülkemizde Ehl-i Sünnet'i yıkıp yerine:

Mezhepsiz,

Fıkıhsız Şeriatsız,

Ilımlı/light,

Protestanlığa benzer,

Evcil, uysal,

ABD, AB, İsrail ve Haçlıların istediği şekilde,

Laik ve seküler...

Bir İslam türetilip getirilmek istenmektedir.

Hattâ bu maksatla bir hadîs ayıklama faaliyeti başlatılmıştır. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB norm ve standartlarına göre ayıklanacak, Feminizm sapık ideolojisine uymayan hadîsler külliyata alınmayacakmış. BBC'den Robert Pigott'un (BBC News, 26 Feb. 2008, Turkey in radical revision of Islamic texts) anlattıkları, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir reform hareketidir.

Bütün Ehl-i sünnet Müslümanları ülkemizdeki, dıştan destekli yeni bir İslam türetme hareketine ve faaliyetlerine karşı çıkmalıdır.

Bütün Sünnî ulema, fukaha, ilahiyatçılar ve ziyalılar bunu protesto etmelidir.

Diyanet Fetva Heyeti böyle bir şeye kesinlikle izin vermemelidir.

Bendeniz bu konuda hayli bilgiye sahibim ama bunların hepsini çok açık şekilde yazamıyorum.

Ehl-i Sünnet Müslümanlarının temel vazifelerinden biri de Kur'an, Sünnet ve icmâ-i ümmete dayanan gerçek, münzel, doğru, cadde-i kübra, Sevad-ı Âzam Müslümanlığını korumaktır.

Papazların, hahamların, politikacıların, gayr-i Müslimlerin dinimize karışmaya, dinimizde reform yapmaya ve yaptırmaya, mezhep değiştirmeye, Diyanet'i âlet etmeye hakları yoktur.

Türkiye'de din konusunda dönen dolaplardan İslam dünyasının haberi yoktur.

Arapça ve İngilizce bir kitapçık çıkartılarak durum İslam dünyasına bildirilmelidir.

Bütün reform faaliyetleri bid'attir.

Müslümanlar bid'atleri reddetmeli ve Ehl-i Sünnet dairesi içinde sâbit-kadem olmalıdır.



Mehmet Şevket EYGİ - 01 Ekim 2011 Cumartesi

Mücteba

Elektriğe Karşıymışım!

HES'lere karşıymışım, dolayısıyla elektriğe karşıymışım, mumla veya gazyağı lambasıyla aydınlanmaya razıymışım...

Ne geri zekalıca suçlamadır bu.

Bendeniz HES'e MES'e değil, tabiatın katl edilmesine karşıyım ve yüzde yüz haklıyım.

Bundan on beş sene önce kırsal kesimde mütevazı bir bağ evi yaptırmıştım. Nostaljik olsun diye içine elektrik tesisatı döşettirmemiştim. Çocukluğumda geceleri gazyağı lambası ile aydınlanırdık. Yine öyle yapabilirim sanmıştım. Bir de gördüm ki, gazyağının ışığıyla kitap okuyamıyorum, elektrik getirttim.

HES'leri tenkit etmek, HES'leri protesto eden köylülerden yana çıkmak elektrik düşmanı olmak demek değildir. Böyle bir iddia mantığa ve vicdana aykırıdır.

Biz tabiatın, yeşilliğin, insanların hukukun korunmasını istiyoruz.

Vaktiyle Karadeniz sahil yolunu tenkit edenler, yol yapılmasın demiyorlar, sahilde yapılmasın diyorlardı. Aradan zaman geçti, ne kadar haklı oldukları meydana çıktı.

Bendeniz nükleer enerjiye de karşıyım. Çünkü ileride yeni Çernobil faciaları olmasından korkuyorum.

İstanbul'un şu anda yirmi milyondan fazla nüfusa sahip olmasına karşıyım.

Çılgın projelerle bu nüfusun kırk milyona çıkarılmak istenmesine çok karşıyım.

İsrafın (savurganlığın) her türlüsüne karşıyım.

Rüşvete, hortumlamaya, o biçim komisyonlara, imar yolsuzluklarına da karşıyım.

Eğitimdeki Tevhid-i Tedrisat'a karşıyım.

Tevhid-i Tedrisat kanunla yapılıyormuş, binaenaleyh meşruymuş. Ne aptalca mantık!

Türkiye'nin Müslüman halkına gizlice muazzam miktarda domuz eti ve domuz yağı yedirilmesine de karşıyım.

Vazifelerini yapmayan belediyeleri ağır şekilde kınıyorum. Müslümanların hakları onlara haram ve zehir olsun!

Bütün haksızlıklara, zulümlere, sahtekarlıklara, haram yollarla zengin olmalara, israfa, sefahate hep karşıyım.

Yapılaşmaya kapalı arazileri inşaata açmaya karşıyım.

Dörtte birine inşaat izni olan arazinin dörtte üçüne inşa izni verilmesine karşıyım.

Altı kat binaya izin olan yerin on altı kata çıkarılmasına karşıyım.

Bütün haram, kirli, kara gelirlere ve servetlere karşıyım.

Türkiye'de TC başlıklı resmî devlet vesikalarıyla karı satılıyor, bu satıştan KDV ve gelir vergisi alınıp bütçeye konuluyor. Cumhurbaşkanının, Diyanet İşleri Başkanı'nın, müftülerin, bütün memurların maaşları yasal/legal karı satışı gelirleri katılmış bütçeden ödeniyor. Kanunla yapılan bu iş adalete, insan haklarına, kadın haklarına, vicdana, ahlaka, fazilete, gerçek hukuka uygun mudur.

Karı satışı yasalmış... Pöh!..

Yasal da TC niçin uluslararası kadın hakları sözleşmelerine "Kadınlara yasal fahişelik yaptırmayacağım" diye imza koymuştur?

Yeni Ceza Kanunu'nda zina suç sayılmıyor diye zina yasal mı oldu?

Elektrik üretmenin en az sakıncalı yolları vardır. Onları arayıp bulsunlar ve hayata geçirsinler.

Önemli olan filan firmanın, filan müteahhidin, filancanın sebeplenmesi değil, Türkiye'nin ülke, halk ve devlet olarak menfaatlerinin korunmasıdır.

Önemlilik sırasında, elektrikten önce adalet, tabiatı korumak ve insan hakları gelir.



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ekim 2011 Pazar

Mücteba

Ağlayan Yok

Din elden gidiyor veya gitmiş, yeterli sayıda ağlayan yok. Şeriat elden gitmiş, feryat eden yok.

Beş vakit namazı halkın yüzde 90'ı kılmıyor, fazla üzülen yok.

Ramazan'da cayın cayır oruç yeniyor, kimin umurunda.

Fuhuş, ahlaksızlık, edepsizlik korkunç boyutlarda, bu kadarı da olmaz diyen hemen hemen yok.

Medya yoğun şekilde müstehcen yayın yapıyor, tahrik edici seksî resimler basıyor; protesto eden yok.

"İslam'da teravih yoktur, Peygamber teravihi yasaklamıştır" (Olmayan bir şeyi nasıl ve niçin yasaklıyor?) hezeyanı savruluyor, en az bir milyon Müslüman protesto etmiyor.

Feministler yatsı ve teravih namazında Hacıbayram Camii'nin içine erkekleri sokmuyor. Sadece kadınları içeriye alıyor; bu bid'at tepkisiz kalıyor.

Ceza Kanunu'ndan zina suçu kaldırılıyor, gereken tepki gösterilmiyor.

Diyanet kadrosundan bir kadın müftü yardımcısı Buharî'de yer alan sahih bir hadîs için "Peygambere söyletilmiş" diyor; aldıran yok.

Bazıları bunca kötülüğe karşı "Dinde zorlama yoktur" diyor. Dinde zorlama olmaması gayr-i Müslimler içindir. Müslümanlar (zemine ve zamana göre) dinî konularda zorlanır.

Bir İslam devletinin Müslüman tebaası beş vakit namaz kılmakla mükelleftir, bu konuda zorlama vardır.

Hür ve mukim erkekler, şer'î özürleri yoksa, farz namazları cemaatle kılmalıdır. Bu konuda da zorlama yapılır.

Bir İslam devleti nehar-ı Ramazan'da alenen oruç yenilmesine rıza göstermez, yiyenleri cezalandırır. 1923'te Cumhuriyet ilan edildiği zaman anayasanın ikinci maddesinde "Devletin dini İslam'dır" yazılı idi, İstanbul'da Dolmabahçe sarayında bir Halife vardı, kabinede Şeriat Bakanlığı bulunuyordu ve polis Ramazan'da oruç yiyenleri tutukluyordu...

Bugün İslam devleti yok, laik/seküler bir düzen var ama Müslümanlar yine de (yüzde yüz olmasa bile) emr-i mâruf ve nehy-i münker yapabilirler. Niçin yapmıyorlar?

İslam devleti yok ama mahalle baskısı ne güne duruyor.

Şiddete baş vurmadan, yasaları çiğnemeden, İslamî insan haklarını ihlal etmeden pekala mahalle baskısı yapılabilir.

Müslümanların çoğunda ruh kalmamış, gayret kalmamış, islamî şuur ve hassasiyet kalmamış.

Emr-i mâruf ve nehy-i münker şuuru ve hassasiyeti kalmamış.

Çağdaşlar, otobüse kısacık seksî şortla binip ayaklarını uzatan kız protesto edilince kızılca kıyamet kopartıyorlar ama Müslümanlar onlar kadar karşı tepki göstermiyor, dinî ve millî değerlerini yeteri kadar savunmuyor.



Mehmet Şevket EYGİ - 02 Ekim 2011 Pazar

Mücteba

Haşema ve Tesettür

Orta yaşlı tesettürlü bir hanım haşemalı olduğu için oturduğu sitenin havuzuna sokulmamış, engel olan idarecileri mahkemeye vermiş.

Bu konuda birkaç yanlışlık var gibi geliyor bana.

Madem ki, tesettürlü dindar bir bayansın, ne işin var senin o bikinililerin arasında havuz safası yapmakta?

İdarecilere gelince: Sizin ne hakkınız var, o hanımı kovmaya?

Birkaç yıldan beri bir haşema modası çıktı. Varlıklı Müslüman kadınlar ve kızlar sözde tesettüre uygun uzun bir banyo elbisesine bürünüp denize veya havuza giriyorlar.

Tesettür ikidir. Birincisi vücudunu örtmek, ikincisi nâ mahrem erkeklerle ihtilât etmemek.

Müslüman hanımların, haşemayla da olsa deniz veya havuz alemleri yapmaları doğru değildir.

Haşemayla da olsa Müslüman bir hanımın yabancı erkekler arasında denize girmesi ayıptır.

Bundan iki yüz yıl önce yaşamış bir Osmanlı Müslümanına bugünkü tesettür kıyafetlerini gösterselerdi, onların çoğu için bunlar tesettür değil rezillik derdi.

Tesettür sadece başını örtmek değildir.

Başı örtülü, fakat saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapmış. Tesettüre uymaz.

Başını örtmüş, elbisesi dar ve vücut hatlarını gösteriyor. Bu tesettür değil, anti-tesettürdür.

Bir Müslüman hanım gerçek tesettür kıyafetine bürünmüş olsa bile caddelerde meydanlarda, kalabalık yerlerde kendini teşhir edemez.

Bir kısım hanımlarımız Şeriata oldukça uygun tesettüre bürünüyor. Onları tebrik ediyorum.

Bir kısmı da başını örtüyor ama onunki gerçek tesettür değil.

Bu memlekette bir İmamet-i Kübra kurumu olsaydı, onun bir Meşihat dairesi bulunsaydı, halk tesettür konusunda uyarılırdı.

Uyarıları herkes kabul etmese bile halkın en az yüzde otuzu kabul ederdi ve bugünkü aksaklıklar ve aykırılıkların çoğu olmazdı.

Tesettür defileleri İslam'a, Şeriat'a aykırıdır.

Birileri tesettürün cılkını çıkartmıştır.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona), İslam kadın ve kızlarının saçlarını deve hörgücü gibi yapmalarını yasaklamıştır.

Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınların Cennet'in kokusunu alamayacaklarını bildirmiştir.

Diyanet bu gibi konularda Müslüman kadınları ve kızları niçin uyarmıyor?

Bunca tarikat, cemaat, dernek, vakıf var. Onlar şer'î tesettürün sömürülmesine niçin karşı çıkmıyor?

İcazetli ulema ve fukaha (ne kadar kaldıysa), Sünnî ilahiyatçılar niçin "Muhterem Müslüman kadınlar ve kızlar, tesettür şöyle şöyle şöyle olur, bazılarının yaptığı gibi olmaz..." diyerek halkı uyarmıyor?

Müslüman kesimin kültürlü, medenî, ziyalı, sanat kültürlü, şehirli kişileri niçin tesettür konusunda İslamî ve şer'î bir çığır başlatmıyor?

İki türlü tesettür vardır:

İslamî/şerî tesettür.

Gayr-i İslamî şeytanî tesettür.

Gökkuşağı renklerine bürünmüş, takmış takıştırmış, süslenmiş püslenmiş sözde tesettürlü kadınlar, erkeklerin şehevî bakışlarını açık kadınlardan daha fazla çekiyor.

Böyle tesettür olur mu?

İslam'ın bir medeniyeti vardır. Türkiye'nin zengin, okumuş, yüksek tabaka Müslüman kadınlarının Avrupa kıyafetleri giymesi caiz midir?

Niçin varlıklı kadınlarımız ve kızlarımız el dokuması ve tabiî kök boyalı ipekli ve yün başörtüleri kullanmıyorlar da rengârenk Avrupaî eşarplar kullanıyorlar?

Evet niçin niçin niçin...

Yakup Kadri'nin "Çarşafa ve Peçeye Dair" harika yazısı niçin milyonlarca adet bastırılıp Müslüman kadın ve kızlara okutulmuyor?



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ekim 2011 Pazartesi

Mücteba

Bizde Kaç İktidar Var?

Ülkemizde kaç iktidar var? Seçimleri kazanan AKP iktidarı tek iktidar mıdır? Onun yanında birtakım paralel iktidarlar var mıdır?

İktidar ne demektir? Güç demek değil midir?

ORDU: Eskiden siyasî iktidarın üstünde birinci güçtü. Şu anda kaçıncı güçtür bilemem ama birinci güç olmadığı belli.

İKTİSADÎ GÜÇLER:
Büyük finans, büyük bankalar, Selanikli veya Müslüman para babalarının liraları.

MEDYA:
Yakın zamana kadar çok büyük bir güçtü. Şu anda burnu sürtüldü.

SABATAYCI LOBİ:
Onların da gücü kırıldı ama büsbütün de güçsüz değiller. Toparlanmaya, İslamî kesime sızmaya çalışıyorlar.

Şu anda dinî bir sekt veya cemaat siyasî iktidar kadar güçlü. Her geçen gün biraz daha güçleniyor. Üniversitelerde, yargıda, millî eğitimde, Diyanet'te, Emniyet/Poliste, daha birçok temel kurumda kadrolaşıyorlar.

Siyasî iktidarın başındakiler bunlardan hayli tedirgin.

Her ülkede baskı grupları olduğu gibi bizde de var.

Türkiye'de din başlı başına bir iktidardır. İslam düşmanları dinin gücünü kırmak için Müslümanları (Ümmeti) sürü sepet birbirinden kopuk parçaya, fırkaya, hizbe, sekte ayırmışlardır. Böl, parçala, hükm et...

Türkiye'deki bazı güçlerin, baskı gruplarının içine CİA, MOSSAD, ABD, İsrail, AB, Katolik Haçlılar, Protestan Evangelistler, Global liberallar sızmış mıdır?

Hassaten Müslümanların içine sızmış mıdır?

Demokrasi, seçimler tiyatronun sahne kısmıdır. Orada herkesin seyrettiği bir oyun oynanır. Kulislerde herkesin görmediği bambaşka oyunlar...

Türkiye gibi oldukça büyük bir ülke ve devlette oynanan siyaset oyunu o kadar karmaşıktır ki, binde bir değil, yüz binde bir vatandaş bile bunu bütünüyle göremez, kavrayamaz, içyüzünü bilip anlayamaz.

Sahnede açık oynanan oyunun mahiyetini anlamak bile çok zordur. Kültürü yetersiz seyircilere Hamlet piyesi seyrettirilse, oyun bittikten sonra bu konuda bir kompozisyon yazmaları istense, kaç kişi seviyeli bir metinle geçer not alabilir.

Görmek ve anlamak için sadece göz yeterli değildir. Beynin içinde büyük bir kültür birikimi olması gerekir.

Görmek başka şeydir, içyüzünü anlayıp bilmek başka şey.

1920'lerin başında Türkiye'de birtakım oyunlar oynandı, dolaplar döndü. Halk bunları anladı mı?

Cumhuriyetin kuruluşunu halka sorunuz. Her kafadan ayrı bir ses çıkacaktır.

Yorumların, açıklamaların hangisi gerçekle örtüşmektedir?

Bu ülkede bir gerçek yoktur, gerçekler vardır. Her kesimin kendi sübjektif gerçeği...

Acaba objektif gerçek hangisidir?

Türkiye sahnesinde oynanan tiyatro oyununu bütün içyüzüyle, bütün çıplaklığıyla, her veçhesiyle anlatacak biri varsa bu konuda bir kitap yazsa ne iyi olur.



Mehmet Şevket EYGİ - 03 Ekim 2011 Pazartesi

Mücteba

"Araplar Türk Laikliğini Ne Yapsın ?"

Bizde hiçbir zaman laiklik olmadı, laikçilik oldu. Bizde hiçbir zaman din ile devlet ayrılmadı, din-devlet birliği oldu.

Bizde laiklik perdesi altında devlet dini (din devleti değil!) uygulaması oldu.

Bizde din ile devlet barış, uyum, işbirliği, mutabakat içinde olmadı.

Bizde Kemalist rejim dine ve dindarlara baskı yaptı.

Bizde rejim dine saygılı olmadı.

Bizde laiklik adına Müslüman halkın temel insan hak ve hürriyetleri çiğnendi.

Laiklik adına din, inanç, ibadet, imanına göre bir hayat sürmek hakları çiğnendi.

Gerçek laikliğin tam tersine dinî hizmet ve faaliyetler, resmî bir genel müdürlük statüsündeki Diyanet İşleri Başkanlığı'na verildi.

Devlet Diyanet Başkanını tayin ve azl etti.

Laik olduğu iddia edilen devlet bir ara Müslümanların Ezanına bile karıştı ve Arapça Ezan-ı Muhammediye okunmasını yasakladı.

Laik devlet Cuma hutbelerine de karıştı.

Müslümanların kestikleri kurbanların derilerini bile gasb etti, şuraya vereceksin, buraya vermeyeceksin diye baskı yaptı.

Laik devlet Müslümanların zekatlarına göz dikti, camilerde THK, ÇEK, Kızılay için zekat zarfları dağıttı.

Rejim laiklik adına İslam medreselerini kapattı, icazetli Sünnî din alimi yetiştirilmesini yasakladı.

Laiklik adına, 15 yaşından küçük çocuklara özel din ve Kur'an dersleri verilmesini yasakladı, verenlere hapis cezası verdi.

Uzun yıllar boyunca TCK'nun 163'üncü maddesi ile en masumane dinî yazıları ve propagandaları ağır hapis cezaları ile cezalandırdı, yazarları, fikir ve din adamlarını zindanlara attı, Müslümanları dehşet içinde sindirdi.

Laik olduğunu iddia eden ideolojik rejim, bir yandan İslam'ı ve Müslümanları darbeler ve baltalarken, Kemalizmi yeni bir din gibi benimsetmeye çalıştı.

Laik geçinen rejim hac konusunda Müslümanların seyahat hürriyetini kısıtladı, haccı tekel altına aldı.

Müslümanların serpuşlarına, millî kıyafetlerine, çarşaflarına, başörtülerine kısıtlamalar getirdi.

Şapka Kanunu'nu protesto eden nice Müslümanı olağanüstü zalim mahkemelerde yargılayıp; kimini astırdı, kimini zindanlarda süründürdü, ortalığa dehşet saçtı.

Cumhuriyetin ilk yirmi beş yılında on bin camiyi, mescidi, tekkeyi, medreseyi, taş mektep binasını, vakıf eserini sattı, kiraya verdi, kapattı, yok etti. (1943'te Sultan Ahmet Camii bile ibadete kapatılıp asker deposu yapılmıştı!)

Laik rejim, Müslümanların topluca zikrullah yapmasını yasakladı.

Uzun yıllar boyunca Müslümanların Risale-i Nur okumalarını ağır cezalık bir suç saydı, çok zulm etti.

Laik rejim İslam vakıflarını kendisi kontrol etti, sayısız vakıf mülkünü elden çıkarttı. Yakın tarihimizde büyük bir vakıf yağması oldu.

Müslüman halkın kültür devamlılığını kopartmak için İslam yazısı yasaklandı. Bütün bu insan hakları ihlalleri, bu zulümler, bu devlet terörü sözde laiklik adına yapıldı.

Bizde öyle bir laiklik var ki, zinayı bile suç kabul etmiyor.

Bedbaht koca karısını yatakta aşığı ile zina halinde yakalıyor, polise gidiyor, "Zina suç değildir, bir şey yapamayız" cevabını alıyor.

Bizde laik rejim şu anda Türkiye'de geleneksel Sünnî İslam'ı kaldırıp, onun yerine reforme edilmiş, light, ılımlı, fıkıhsız ve Şeriatsiz, Fazlurrahmanın Tarihsellik ve Tatiliye mezhebine uygun, BOP'lu, seküler bir İslam Protestanlığı türetmek istiyor.

Laik rejimin ilahiyatçıları resmi ideoloji ile İslam'ı bağdaştırmak için çırpınıyor.

Ortadoğu İslam ülkelerine model olarak gösterilen Türkiye laikliği işte bu laikliktir.

Adı var, kendisi yok.

Bu laiklik adına Müslüman hanım avukatlar başörtüleriyle mahkemelere giremiyor.

Müslüman kadın öğretmenler başörtüsüyle ders veremiyor.

Birçok yerde başörtülü Müslüman kadınlara ikinci sınıf vatandaş, parya, sömürge yerlisi muamelesi yapılıyor.

Başörtülü Müslüman kadınlar milletvekili seçilseler bile tesettür kıyafetiyle millî iradenin merkezi Meclis'e giremiyor.

Mısır, Tunus, Libya Müslümanları böyle bir laikliği ne yapsınlar...

Türk laiklik modelini nazikçe reddediyorlar.

"Teklifinize teşekkür ederiz, bize yaramaz, sizde kalsın..." diyorlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 04 Ekim 2011 Salı

Mücteba

Yazılarım Yapıcı ve Faydalıdır

Haddim olmayarak çok âcizâne, çok yetersiz, çok etkisiz şekilde de olsa faydalı, uyarıcı, olumlu, yapıcı yazılar kaleme aldığıma inanıyorum.

Kendimi profesyonel bir gazeteci ve yazar olarak görmüyorum. Sarı basın kartım bile yoktur.

Çok nâçizâne de olsa Müslümlanların birleşmesi, tek bir Ümmet olması, başlarına bir İmam-ı Kebir seçmeleri, ona biat ve itaat etmeleri için çalışıyorum.

Her Müslümanın kendisine yetecek kadar sahih ilmihalini öğrenmesini istiyorum.

Tashih-i itikad için çalışıyorum. Beş vakit namazın ve cemaatin edası ve ikamesi için çalışıyorum.

Hizip, fırka, cemaat asabiyetini tenkit ediyorum.

Genel bir belâ ve âfet haline gelmiş olan lüks, israf ve sefahati kötülüyorum.

Müslümanları, Ümmet'i bölmek ve parçalamak isteyenlere karşı uyarıyorum.

Fıkhı ve Şeriati savunuyorum.

Bid'at cereyanlarıyla mücadele ediyorum.

Din sömürüsünü kınıyorum, lanetliyorum.

Zekatların Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata uygun olarak verilmesini ve sarf edilmesini istiyorum.

İcazetli, ihlaslı, ahlaklı, erdemli ulema ve fukahaya kulak verilmesini, onların öğütlerini tutulmasını istiyorum.

Allah katında İslam'dan başka hak, makbul, geçerli din olmadığını beyan ediyorum.

Şeriat-ı Garra-i İslamiyenin mukaddes ve muazzez olduğunu açıkça söylüyorum.

Kurtuluş Şeriata, Sünnete uymakla mümkün olur diyorum.

Ehliyeti olmayanların ictihad yapmaları, fetva vermeleri caiz değildir diyorum...

İslam kadın ve kızlarının tesettüre girmelerini istiyorum. Tesettürün dejenere edilmesini protesto ediyorum. Şer'î tesettür istiyorum.

Müslümanların bedevî kültürden medenî kültüre geçmelerini, yükselmelerini istiyorum.

Günahların, isyanların, fısk ve fücurun, nifak ve şikakın yaygın ve yoğun hale geldiği bir toplumun maddî refah ve kalkınmasının keramet değil istidrac olduğunu söylüyorum.

Müslümanların bilhassa sabah namazlarında camileri doldurmaları gerektiğini beyan ediyorum.

Müslüman toplum namazı ve cemaati terk eder ve şehvetlerine uyarsa tokat yer, azaba uğrar diyorum.

Bunları ve benzer konuları yazmayı bir emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesi addediyorum (sayıyorum).

Bu yazılarım karşılığında halktan maddî menfaat, dünyevî ücret, alkış, pohpoh, övgü istemiyorum.

Allah'ın lütuf ve ihsanıyla ihlâslı olabiliyorsam bu yazdıklarımdan dolayı uhrevî bir ücret alabilirim.

İhlâslı olamazsam ücret alamam.

Yazılarım olumsuz değildir, ümit kırıcı değildir.

Hiçbir cemaati, hizbi, fırkayı övmem.

İyi işler yapanların övgüye ihtiyacı yoktur.

İhlassız ve yanlış işler yapanları övgüler kurtarmaz ve aklamaz.

Bendeniz mü'minlerin en değersiziyim.

Bir nebzecik hizmet edebiliyorsam ne mutlu bana.

Elli küsur senedir yazıyorum. Birkaç ay önce taşradan bir misafir geldi, "Yazılarınızı okuyarak namaza başladım" dedi. Benim için ne büyük bir mükâfat!..

Yazılarımı beğenmeyen kardeşlerimden rica ediyorum: Lütfen okumayınız ve üzülmeyiniz.

İsimlerini ve kimliklerini saklayarak hakaret edenlere gelince:

Müslüman ve mü'min iseler onlara hakkım helal olsun.

Müslüman değillerse iman etmeleri için dua ederim.



Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ekim 2011 Çarşamba

Mücteba

Vasıfsız Müslümanlarla ne Köy Olur ne Kasaba

Ümmet içinde yeterli miktarda kaliteli/vasıflı Müslüman olmazsa İslam hayata başarılı bir şekilde uygulanamaz.

İslam kuru bilgiden ve teoriden (nazariyeden) ibaret değildir.

Vasıfsız Müslümanların kuracakları İslamî bir düzen, İslam'ın kendisi değil, karikatürü olur.

Vasıflı Müslümanın özellikleri nelerdir?

* Tahkikî parlak ve sahih bir imana sahip olmak.

* Yeterli miktarda sahih/doğru din/ilmihal bilgisine sahip olmak.

* Genel kültüre sahip olmak.

* Beş vakit namaz kılmak.

* Yüksek ahlak ve karakter sahibi olmak.

* Faziletli/erdemli bir Müslüman olmak.

* Mürüvvetli ve fütüvvetli olmak.

* Bilge olmak.

* İhlaslı olmak.

* Takvalı olmak.

* İcazetli olmak.

* Doğrudan doğruya icazetli değilse, iki koldan icazeti olan kimselere bağlı ve rabıtalı olmak.

* Haram ve şüpheli geliri, serveti olmamak, haram yememek.

* Ehl-i dünya olmamak.

* Âhirete yönelik olmak.

* Mu'temed ve ehil kimselerle istişare yapmak.

* Mücahid fi sebilillah olmak.

* İsraf, lüks, gösteriş, aşırı tüketim, aşırı konfor gibi şeytanî tuzaklara düşmemek.

* Ümmet şuuruna sahip olmak.

* Zamanının İmamına gıyabında biat etmiş olmak.

* En az nefs-i levvâme derecesinde olmak. (Nefs-i emmâre derecesinde/derekesinde kalan kişi vasıflı Müslüman olamaz.)


Başka sıfatlar ve özellikler de var ama bu saydıklarım bir fikir vermeye yeter.

İşte böyle Müslümanlar bir araya gelir, İslamî bir düzen kurarlarsa ortaya, yüzde yüz olmasa bile gerçek bir İslam düzeni çıkmış olur.

Müslüman, beş vakit namaz kılıyor ama İslam'ı iyi öğrenmemiş, iyi anlamamış, ahlakında büyük bozukluklar var, parayı ve malı çılgın gibi seviyor, zengin olmak için her haramı ve her haltı yiyor, rüşvet alıyor, haram komisyon alıyor, her tür hortumlama yapıyor, yalan söylüyor, nepotizm yapıyor, emanetlere hıyanet ediyor, verdiği sözü tutmuyor, insanları aldatıyor, kindar, hizip ve fırka asabiyetine sahip, adaletsiz ve insafsız işler yapıyor... Böyle kimseler bir araya gelseler ve İslamî bir düzen kursalar ortaya ne çıkar? Bir felaket çıkar.

19'uncu miladî yüzyılda Kafkasya'da Moskoflarla İslam tarihinin altın sayfalarını oluşturan bir cihad yapan Şeyh/İmam Şâmil hazretlerine bakalım:

* O icazetli bir din alimiydi.

* İcazetli tarikat şeyhiydi. Böylece Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) iki koldan bağlıydı.

* Sahih bir itikada sahipti.

* Çok yüksek bir ahlaka sahipti.

* Çok yüksek bir karaktere sahipti.

* Beş vakit namazı dosdoğru kılardı.

* İstikametin (doğruluğun ve dürüstlüğün) canlı bir timsali (simgesi) idi.

* Mücahid fi sebilillah idi.

* Hakimiyeti altındaki bölgelerde Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi uygulardı.

* Mâruf ile emr eder ve münkerden nehy ederdi.


İşte kaliteli bir Müslüman böyle olur.

Şeyh Şâmil örnek bir İslam devleti reisiydi.

Bir keresinde, cihad ederken yaralanmış, bin zahmetle bir dağ köyüne getirilmiş, uzun müddet komada kalmıştı. Kendine geldiğinde ilk sözü "Namaz vakti geçti mi?" olmuştu.

Şeyh Şâmil:

* İcazetli din alimiydi.

* İcazetli tarikat şeyhiydi.

* Gerçek İslam devlet reisiydi.


İşte gerçek İslam toplumları, gerçek İslam uygulamaları, gerçek İslam devletleri böyle vasıflı ve gerçek Müslümanlarla kurulur.

Yazmaktan bıkmadım, bir kere daha tekrarlayayım:

Sultan Salahaddin-i Eyyubî (Allah ona rahmet eylesin) vefat ettiği vakit başveziri Şam sokaklarında dellal gezdirmiş:

"Ey ahali, bilmiş olunuz ki, şu şu şu ülklerin sultanı Salahaddin fâni dünyadan âhirete intikal etmiştir. Mirasından, cenaze masraflarına yetecek para çıkmadığı için masrafları yakınları karşılamıştır."

En zeki, en akıllı, en istidatlı, en kabiliyetli, ruhça en asil çocuklarımızı vasıflı Müslümanlar, vasıflı rehberler, vasıflı öğütçüler, vasıflı idareciler olarak yetiştirmezsek gerçek bir İslam toplumu kuramayız.

Vasıfsız Müslümanlarla ne köy olur, ne kasaba.

İlle de vasıflı Müslüman.



Mehmet Şevket EYGİ - 05 Ekim 2011 Çarşamba

Mücteba

80 Liraya Fiks Mönü

(Bu yazıyı Ramazan'da yazmıştım, o zaman gazeteye göndermeyi unutmuşum...)

Dostlarımı kıramadım, evime yakın bir yerdeki iftara gittim. Lüks bir restorandı. İki fiks iftar mönüsü vardı, biri 70, diğeri 80 lira. Bir yığın yemek, iftariye, zeytinyağlı, börek mörek, tatlı, salata, meyve. Bu kadar fazla yiyemeyeceğim için bir çorba ile bir tabak yemek söyledim. Üzerine kaymaklı karışık tatlı getirdiler, şekerim yüksek, onu da yemedim.

Biz bazı imkanlı Müslümanlar İstanbul'da böyle iftarlar ederken Somali'de on milyon kardeşimiz açlıkla pençeleşiyor. Bir deri bir kemik kalmış çocuklar sinekler gibi ölüyor.

Sadece Somali'de mi? Geniş İslam coğrafyasının nice yerinde açlık, sefalet, hastalık kol geziyor. Bangladeş'te küçük çocukları ayda 4,5 euroya çalıştırıyorlarmış. (Le Monde'da okumuştum)

Somali'de aç bir Müslümana bir tas çorba, yanında yarım pide verilse, üstüne üç tulumba tatlısı... Sevincinden aklını kaybedebilir.

Avrupa görgüsünün hiç hoşlanmadığım bir kuralı var. Lüks mekanlarda, ziyafetlerde tabağı sıyırmak ayıp. İslam'da ise sünnetlemek hem sevap, hem fazilet.

Ya Rabbi, lüks iftar ziyafetlerinde ne kadar israf yapılıyor. Çorba geliyor, bir kısmı içilmiyor, çöpe... Kocaman tabaktaki et yemeğinin yanındaki garnitürlerin yarısı yenmiyor. İftariyelik peynirlerin zeytinlerin, reçellerin, çerezlerin yarısı çöpe.

İslam ahlakına göre, pilav yerken bir pirinç tanesi bile atılmamalı, israf edilmemelidir. Her pirinç tanesi bir nimettir. Bendeniz pilav yerken bir tek tane bile bırakmam. Tabağımı sıyırırım. Ayıplayabilirlermiş. Ayıplasınlar!..

Müslüman kardeşlerime hatırlatıyorum: İftar yemeklerinizi yerken, Somali'de açlıktan ölen Müslümanları düşününüz de biraz iştahınız kaçsın.

Safahat'ın bir şiirinin başında şimal Müslümanlarından birine ait şöyle bir cümle yer alır:

"Odama kapandım. Bütün gün Müslümanların haline ağladım."



Mehmet Şevket EYGİ - 06 Ekim 2011 Perşembe

Mücteba

Uyarı ve Tenkit

Bütün İslamî cemaatleri suçlamak aklımın köşesinden geçmez. Sahih itikad üzere olan, beş vakit namaz kılan, Kur'ana ve Sünnete sımsıkı bağlı bulunan, İslam ahlakı ile ahlaklı olan, Ümmet bütünlüğünü kabul eden, Ehl-i Sünnet ve cemaat dairesi içinde hizmet eden, din ile ticareti, din ile benliği birbirine karıştırmayan, ruhbanlarını erbab haline getirmeyen, ihlas ve istikametten ayrılmayan cemaatleri ve mensuplarını tenzih ederek, büyüklerinin ve mensuplarının ellerinden öperek, onların dışındaki bazılarını (olumlu olduğunu zan ve ümid ettiğim) bir hususta tenkit etmek istiyorum.

(1) Bu bazıları Ehl-i Sünnet Müslümanlarını ikiye ayırıyor: Bizden olanlar ve bizden olmayanlar. Böyle bir sınıflandırma sanırım cahilî bir sınıflandırmadır.

(2)
Günahkar da olsa bütün Müslümanlar kardeşimizdir. Hiçbir mü'mine üvey kardeş muamelesi yapmaya hakkımız yoktur.

(3) Bir kısım Müslümanlar tenkit edilip uyarılmaz mı? Elbette edilir ama olumlu bir şekilde.

(4) Diliyle Kelime-i Şehadet'i (İki kısmını birden, yani hem Lâ ilahe illAllah diyecek, hem de Muhammed Resulullah...) ikrar eden ve namaz kılan herkes Müslümandır. Biz kalplerini içindekini bilemediğimiz için zahire bakarız.

(5) Bazı sözler ve işler kişiyi küfre götürür. Bu konuda ancak icazetli müftüler ve kadılar hüküm verebilir. Sıradan Müslümanlar, kendi kafalarından, icazetli müftü fetvası ve kadı i'lamı olmadan kimsenin küfrüne, isim ve kimlik vererek hükm edemezler.

(6) Bir cemaatin bağlıları arasında elbette yakınlık, sevgi, işbirliği olur ama diğer Müslümanları dışlamamak, kendi cemaatlerine mensup olmayan Müslümanlar için "Onlar bizden değil" dememek şartıyla. (Bütün mü'minler bizdendir.)

(7) Müslümanlar birbirlerini haklı veya haksız tenkit ederken, bütün bu tenkitlerin hilm (yumuşaklık ve kardeşlik hukuku içinde) yapılması gerekir.

(8) İlmî tenkit yaparken kesinlikle hakaret edilmemeli, karşıdakinin namus ve şerefine dil uzatılmamalıdır.

(9) Ehl-i Sünnet dairesinin dışına çıkarak dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim yapmak isteyenlerle sadece ilmî bir üslupla, İslam terbiye ve adabı sınırları içinde tartışılmalıdır.

(10) Mümkün olduğu kadar isim ve kimlik verilmemeli, tenkitler anonim olmalıdır.

(10) Bugün ülkemizde maalesef bazı İslamî gruplar Ehl-i Sünnet ve Cemaat sınırlarını aşmışlar ve Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata aykırı inançlar, görüşler, ictihadlar, fetvalar, uygulamalar ortaya atmışlardır. Bunlar sert şekilde tenkit edilmeli, fakat İslam kardeşliği bağları asla kopartılmamalıdır.

(11) Unutulmamalıdır ki, Siyonistlerin, Haçlıların, emperyalistlerin, sömürgecilerin, global şer güçlerinin Müslümanlara karşı siyasetinin ana maddesi "böl, parçala ve hükm et"tir.

(12)
Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarının en büyük silahı ilimdir, irfandır, mantıktır. Binaenaleyh yanlış yollara sapanları ilmin, irfanın, mantığın ışığında uyarmalı, tenkit etmeli ve çürütmeliyiz.

(13)
İsim vererek bir reformcu veya bid'atçi tenkit edilecekse, ondaki yanlışlar mutlaka kaynak göstererek tenkit edilmelidir. Filanca şu kitabının şu sayfasında aynen şöyle demiştir şeklinde.

(14) Reformcular ve bozuk inanç, yorum ve görüşlere saplanmış olanlar, en doğru tenkitleri bile "Bunlar yalandır, bunlar iftiradır, bunlar uydurmadır!.." diyerek akıllarınca kendilerini savunuyorlar. Onlara bu konuda hiçbir fırsat verilmemelidir.

(15) Reformcular içinde, içine bid'atler karışmış olsa da itikadı olan, namaz kılan kimseler vardır. Bir de, namaz kılmayan, son derece ölçüsüz, aşırıya giden arivistler bulunmaktadır. Birincilerle ikincileri aynı kefeye koymamak gerekir.

(16) Meşhur aykırı ilahiyatçılardan birinin artık balonu sönmüş, foyası çıkmıştır. Onu bundan böyle muhatap almamak gerekir sanıyorum.

(17) Aykırı bir kişi Cemaleddin Afganî'yi tenkit eden Sünnî Müslümanlar için "Onlar Afganî'nin tuvalet bezi olamazlar" mealinde çirkin bir söz etmiştir. Biz o zatla tartışırken aynı üslubu kullanmamalı, o seviyeye düşmemeliyiz.

(18) Her hal ü kârda biz Müslümanlar, iman dairesi içinde bulunan, aykırılıklarının kendisini dinden çıkarttığına dair geçerli fetva ve yine geçerli şer'î hüküm bulunmayan kimseyi tekfir etmemeliyiz ve iman kardeşliğinden atmamalıyız. Buna hakkımız yoktur.

(19) Yalnız bütün reformcuları, bütün bid'atçileri, bütün dinde yenilik ve değişim isteyenleri, bütün Fazlurrahmancıları, BOP'çuları, laik ve Protestan Müslümanlık (nasıl oluyorsa) isteyenleri uyarmalı, tenkit etmeli, bu konuda Ümmet-i Muhammed'i bilgilendirmeli ve aydınlatmalıyız.

Muhterem İslam cemaatlerinini başlarından ve kurmaylarından çok rica ediyorum:

Lütfen Müslümanları, bizden olanlar ve bizden olmayanlar diye sun'î bir sınıflandırmaya tâbi tutulmasına izin vermesinler.

Cemaati din ile özdeşleştirmek yanlıştır.

Cemaat parçadır, din bütündür.

Cemaat asabiyetinin üzerinde Ümmet şuuru olmalıdır.

Bütün mü'min kardeşlerime selam ve hürmetlerimi arz ederim.



Mehmet Şevket EYGİ - 06 Ekim 2011 Perşembe

Mücteba

İnsanlar Hem Eşittir, Hem Eşit değildir

İNSANLAR hukuk ve adalet önünde, bir tarağın dişleri gibi eşittir ama bu eşitlik genel ve mutlak değildir.

İnsanlar hem eşittir, hem eşit değildir.


İnsan olmak bakımından eşittir; lakin ilim, irfan, ahlak, fazilet, hikmet, zeka, akıl bakımından eşit değildir.

Mü'min ile kâfir hiç eşit olur mu?

Bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?

Âlim ile câhil eşit olur mu?

Bedevî ile medenî eşit olur mu?

Namaz kılan dindarlar bile namazda eşit değildir.

Namazı dosdoğru kılan muttaki ile tavuğun yerden tane toplaması gibi aceleyle yalap şalap paldır küldür kılan bir olur mu?

Nefs-i emmâresine mağlub kişi ile nefsini dizginleyip yüksek manevî makamlara çıkmış olan bir olur mu?

Kanaatkâr, mütevâzı Müslüman ile beyinsiz müsrif bir olur mu?

Muhlis ile münafık bir olur mu?

Said ile şaqi bir olur mu?

Ezelde Allah ile yapmış olduğu ahd ü misakı hatırlayıp gereğini yerine getiren ile unutup gaflete ve isyana dalmış kişi bir olur mu?

Muhammed Mustafa'ya (Salat ve selam olsun ona) biatli ve itaatli biriyle, itaat ve biat bağını kopartmış biri bir olur mu?

Ayık ile sarhoş bir olur mu?

Akıllı ile deli bir olur mu?

Herkesi her hususta eşit sanmak ne büyük bir sapıklıktır.



Mehmet Şevket EYGİ - 07 Ekim 2011 Cuma

Mücteba

Türkiye'de ve Konya'da Durum Nasıldır?

NİCE Müslüman iktisadî kalkınma ve refah ile dinî ve ahlakî durumu birbirine karıştırıyor. Vasıflı ve uyanık bir Müslüman için, bu iki konu birbirinden ayrıdır.

Gerçek Müslüman İslâmî, dinî, Kur'ânî, Nebevî, şer'î değer ve ölçüleri birinci planda tutar.

Türkiye'de bir İslâm devleti yoktur ama ülke ve halk Müslümandır. Müslümanlar, Türkiye'nin kalkınmasını İslamî ölçü ve kıstaslara göre değerlendirmelidir.

Ankara'dan Konya'ya hızlı tren yapılmış, akıllara hayranlık veren bir hızla, bir buçuk saatte birinden diğerine ulaşılıyormuş. Bu, teknik bakımdan gerçekten bir hârikadır lâkin İslâmî bir ölçü değildir.

Peki, İslâmî ölçüler nelerdir?

Konya'yı ele alalım:

*Genel soru: Konya halkının ve şehrinin dinî-islâmî durumu nasıldır? İyi midir, orta mıdır, zayıf mıdır, kötü müdür?

*Konya, eskiden olduğu gibi Ehl-i Sünnet İslâmlığının, sahih itikadın kalesi midir?

*Konya'da İslâm'ın ikinci şartı olan beş vakit namaz halkın büyük kısmı tarafından kılınmakta mıdır?

*Hür ve mukim erkekler farz namazları orada cemaatle kılıyor mu?

*Konya'nın Müslüman kadın ve kızları, tesettür farzını ve şartını yerine getiriyorlar mı? Yoksa Konya'da açıklık, saçıklık başlamış ve yayılmış mıdır?

*Konya'da Müslümanlar, İslâm'ın temel şartlarından olan istikamete (doğruluk ve dürüstlüğe) riayet ediyor mu?

*Konya halkını irşad edecek, bilgilendirecek, aydınlatacak, müjdeleyecek, uyaracak yeterli miktarda icâzetli ulemâ, fukaha, mürşidler mevcut mudur ve vazifelerini bihakkın yerine getiriyorlar mı?

*Konya'da Cuma ezanı okunduğu zaman iş ve ticaret hayatı duruyor, ahali-i muslime câmilere koşarak Allah'a ibadet ediyor mu?

*Konya'da muslüman şehir medeniyeti ve kültürü hâkim midir?

*Konya'da İslâm ilimlerini, İslâm irfanını öğreten medreseler var mıdır?

*Konya'da yüksek tasavvuf ve ahlâk var mıdır, çeşitli tarikatların tekkelerinde zikrullah ve sohbet yapılmakta mıdır?

*Konya'da hüsn-i hat, tezhip, ciltçilik, ebruculuk, el dokuması, kumaş üretimi ve daha 250 kadar geleneksel İslâm sanatı icra edilmekte ve bu ürünler bütün dünya tarafından hayranlıkla ve büyük hâhişle (istekle) satın alınmakta mıdır?

*Konya şehrine yetecek ve orayı tatlandıracak miktarda çelebi, beyefendi, hanımefendi, şeyh efendi, hazret, küçük bey, küçük hanım, derviş mevcut mudur?

*Konya, Molla-i Rûm Mevlâna Celaleddin hazretleri zamanındaki ilim, irfan, edeb nurlarına sahip midir?

*Konya'da bu devrin Şems-i Tebrizîleri, Selahaddin Zerkûbîleri, Veled Çelebileri ve diğer eazım-ı ulemâ ve gerçek sûfîler var mıdır, bu muhterem zevat Müslümanları aydınlatıp râh-ı necâta ve saadete sevk ediyorlar mı?

*Yoksul ve miskin bir Müslüman elinde hiçbir belge olmaksızın Konya'daki vakıf imarethanelerine giderek yemek yiyebiliyor, karnını doyurabiliyor mu?

*Konya'da şer'î konularda emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılıyor mu?

*Konya'da Müslümanlar zekâtlarını Kur'âna, Sünnete, icmâya, Şeriata, fıkha uygun şekilde veriyorlar mı, bu zekâtlar yerli yerinde sarf ediliyor mu?

*Konya'da Allah'ın inzal etmiş olduğu ahkâm ile hükm ediliyor mu?

*Konya'da zina resmen suç mudur, değil midir?

*Konya'da KDV'li, resmî, TC vesikalı yasal fuhuş polisin koruması altında yapılıyor mu, yapılmıyor mu?


Yukarıda saydığım maddelerden ne demek istediğim anlaşılmıştır sanırım.

Şu aşağıda sayacağım şeyler, yukarıdaki şartlar yoksa kalkınma, iyilik, kerâmet sayılmaz.

* Göklere ser çeken apartmanlar, iş merkezleri, binalar yapılıyormuş.

* Konfor ve refah varmış. Fert başına düşen millî gelir çok artmış.

* Otoyollar, köprüler, viyadükler, barajlar, havaalanları, spor salonları... maddî kalkınma çok ilerlemiş.

*Sokaklardan, caddelerden otomobil selleri akıyormuş.

*Çok bolluk varmış. Bilhassa zengin tabaka yedikçe yiyormuş. (Hadis-i şerif meâli: "Mü'min bir mideyle, kâfir yedi mideyle yer.")

* Avrupai hayatın fısk u fücûrları gırla gidiyormuş. Şehir meyhanelerle, içkili restoranlarla, diskoteklerle, günah mekanlarıyla dolmuş. Müslümanların az kısmı camide namaz kılarken, sarhoşlar ve fâsıklar vur patlasın çal oynasın, yeri göğü inleterek eğleniyorlar, içiyorlar, şehvetlerine uyuyorlarmış.

* Evlerde deccal gözü cihazlar varmış ve bunların "musluklarından" Müslümanların harîm-i ismetlerine günah, fısk, fücur, zina, fuhuş, her türlü rezalet ve fezahat akıyormuş.

* Bir kısım Müslümanlar birbirinden kopuk sayısız cemaatlere, tarikatlara, fırkalara, hiziplere, gruplara, parçalara ayrılmışlar; ümmet şuurunu yitirmişler, bunların önemli bir kısmı birbirleriyle çekişiyorlar, birbirlerini sevmiyorlarmış...


1960'ta, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Fransızca mütercimliği yaparken resmî vazifeli olarak Konya Müslümanlarına bir müjdeyi ulaştırmak için oraya gitmiştim. Cuma günü değildi. Herhangi bir panayır, bayram da yoktu. Çarşıda gezerken birden öğle ezanı okundu. Halk arasında bir kaynaşma görüldü, dükkânlardan ellerinde ibriklerle çıkan Konyalı insanlar yol kenarlarında abdestlerini aldılar ve herkes yakındaki Aziziye Camii'ne seğirtti. Ben de yanımdaki dostlarımla birlikte gittim, o büyük camiin ayakkabılığında zor yer bulabildikti.

Namazdan sonra dostlarıma sormuştum: "MaşAllah herhangi sıradan bir öğle namazında bu ne kalabalık..."

Şu cevabı vermişlerdi: "Allah her şehre bir nimet vermiş. Konya'ya namazı nasip etmiş."

Aradan 51 sene geçti. Acaba Konya'da yine böyle namaz kılınıyor mu? Bu sorunun cevabını bendeniz vermeyeyim. Çok sevgili, çok muhterem, çok aziz Konyalı Müslümanlar versin. (Büyük küçük hepsinin ellerinden öperim.)

Evet, sevgili Müslümanlar!.. Halkı Müslüman olan bir ülkenin kalkınması dinî durumuna bakarak değerlendirilir. Sadece hızlı trenlere, uçaklara, barajlara, lüks otomobillere, yüksek ve müzeyyen binalara (bina ve z...), eletronik ev eşyalarına, bilgisayarlara, fâhir elbiselere bakarak değerlendirilmez.

Müslüman bir ülkede ve şehirde maddi kalkınmanın, zenginliğin, refahın yanında İslâmî ve Şer'î kalkınma yoksa oradaki zenginlik bir keramet değil maalesef bir istidractır.



Mehmet Şevket EYGİ - 07 Ekim 2011 Cuma