İşte İngilizlerin Ermeni balonunu patlatan sadrazam

Başlatan Lika, 04 Ocak 2009, 11:57:57

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Lika

Türkiye "özür mektubu"nu tartışıyor. Kimsenin samimiyetinden şüphelenmek istemem ama bence Ermeni lobisi dahil, hiçbir Batılı "dayı"nın umurunda değil Ermeni "felaketi". Eskiden de öyleydi, şimdi de öyle.

Herkes bir siyaset yürütmekte ve çıkarı uğruna bu tür çetrefilli meseleleri savaş baltası gibi kullanarak başka ülkelere ve toplumlara manevra sahası bırakmamaya çalışmaktadırlar.

Nereden mi çıkartıyorum samimiyetsizliklerini? Bundan tam 90 yıl önce bir Osmanlı sadrazamı giydirilmek istenen bu deli gömleğini yırtıp atmak için cesurca bir girişimde bulunmuştu. Hem de bugün Türkiye'yi köşeye sıkıştıranlara meydan okuyarak. Ama bakın bu cesur başbakanın girişimine kimler ve nasıl engel oldu? İbretle okuyalım.

Tarih: Şubat 1919. İşgal İstanbul'u.

İşgalciler milletvekillerini, valileri, generalleri dahi hükümete zorla tutuklatmaktadırlar. İstanbul'da "İttihatçı avı" başlamıştır. Özellikle "Ermeni soykırımı"yla suçlananların cezalandırılması için ihbarlar birbirini kovalamaktadır.

Sultan Vahdettin, istifasını kabul ettiği Tevfik Paşa'ya sadaret mührünü yeniden uzatır. Besbelli Tevfik Paşa'nın önüne yine Ermeni iddiaları çıkartılacak ve suçluları cezalandırması istenecektir. Şimdi öyle bir adım atmalıdır ki, hem devlet üzerindeki şaibe ortadan kalksın hem de tepelerinde Demokles'in kılıcı gibi sallandırılan bu püsküllü beladan kurtulsunlar.

İngilizler nasıl çark etti?

Tevfik Paşa oturur, 13 Şubat 1919 günü beş tarafsız Avrupa ülkesinin (Danimarka, İsveç, İsviçre, Hollanda ve İspanya) büyükelçiliklerine birer mektup yazar. "Tehcir konusunu araştırmak amacıyla" İstanbul'da toplanacak bir uluslararası mahkemeye iki yargıç göndermelerini ister. Mesela Danimarka sefaretine gönderdiği Fransızca mektupta şunlar yazılıdır:

"Danimarka Kraliyet Elçiliği'nce bilindiği üzere Osmanlı hükümeti, savaş sırasında gerek Müslüman, gerekse Müslüman olmayan Osmanlı yurttaşlarının sürülmelerinden sorumlu olanlar hakkında adlî kovuşturma açmış bulunmaktadır. Irk ve din ayrımı gözetmeksizin suçluları ortaya çıkarmak üzere hem İstanbul'da hem de illerde soruşturma komisyonları kurulmuştur.

Bu sorunu yüksek hakkaniyet ve tarafsızlık esprisiyle aydınlatabilmek için Osmanlı hükümeti, adı geçen soruşturma komisyonları üyeliklerine tarafsız ülkeler yargıçları arasından seçilecek yabancı üyeler de katmaya karar vermiştir. Bu düşünceyle Osmanlı Dışişleri Bakanı Danimarkalı iki yargıcın anılan komisyonlara atanması için hükümeti nezdinde aracılık etmesini ve Danimarka hükümetinin karşılığını tez elden bildirmesini Danimarka Kraliyet Elçiliği'nden rica etmekle onur kazanır. Bu üyelerin yollukları ve öteki giderleri tabii ki Hükümet-i Şahanece karşılanacaktır."

Tevfik Paşa bu beklenmedik çıkışıyla tek taraflı bir soykırım suçlaması yapan İngiltere'yi hiç olmazsa uluslararası bir denetim mekanizmasına bağlamak istiyordu.

İster inanın, ister inanmayın, İngilizler haber alır almaz bu notanın ilgili ülkelerin dışişleri bakanlıklarına ulaşmaması için seferber oldular. Neler yapmadılar ki? Sansür memurlarını harekete geçirdiler. Ne var ki, sansür memurunun bir anlık gecikmesi yüzünden telgraflar Kopenhag, Lahey ve Madrid'e ulaşır. Fakat İngilizler pes etmezler ve çekilen telgrafların hiç olmazsa İsveç ve İsviçre'ye ulaşmaması için bu defa Londra kanalından akla hayale gelmedik dolaplara girişirler.

Ermeni balonu


Bu arada şimdilerde "Ermeni soykırımı" anıtları açarak insanlık sevgisini vitrine taşıyan sevgili Fransa da iddiaları hukuken bitirebilecek bu önemli girişimi bütün gücüyle engellemeye uğraşanlar arasındadır. Paris, Kopenhag büyükelçisini harekete geçirerek İstanbul'a yargıç gönderilmemesi uyarısında bulunur. Sonuçta İngiliz-Fransız baskısı sonuç verecek ve Danimarka, Tevfik Paşa'nın davetini reddedecektir.

Sıra İspanyollara gelmiştir. Onların zaten İngiltere'den habersiz iş yapacak mecalleri yoktur. İspanya'nın Londra büyükelçisi, 28 Şubat'ta İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın görüşünü almak üzere başvurduğunda kendisine şu sunturlu cevap verilir: "Bu, barış konferansının işidir. Türkiye'nin çağrısının kabul edilmesi, Barış Konferansı'nda muhtemelen alınacak tedbirlerle çelişecek ve ciddi komplikasyonlar yaratabilecektir." (Barış konferansı dedikleri Lozan'dı ama orada Ermenileri nasıl "sattıklarını" bana değil, "diasporacılar"a sorun.)

Zaten 4 gün sonra Tevfik Paşa hükümeti bu girişiminin bedelini düşürülerek öder. Yine de Paşamız bir noktada hedefine ulaşmış sayılmalıdır. Ermeni soykırımı iddialarını dillerine dolayanların göz yaşartıcı samimiyetlerini(!) ortaya sermiş ve kayıtlara geçirmeyi başarmıştır.

Bugün bize utanıp sıkılmadan tarihimizle yüzleşmemiz gerektiğini söyleyen devletler, o zaman uluslararası bir mahkeme huzurunda gerçekleşecek tarafsız bir hesaplaşmayı göze alamamışlar ve dertlerinin Ermeniler değil, kendi çıkarları olduğunu cemi cümleye ayan etmişlerdi. Bilal Şimşir'in deyişiyle, "Balonun söneceğinden, hazırlanan sömürgeci planların bozulacağından kaygı"lanmışlardır (Malta Sürgünleri, Ank. 1985, s. 62.)

Başkentinin işgal altında bulunduğu, ordu ve parlamentosuna kadar bütün kurumlarının süngü gölgesinde nefes alıp verdiği ve olayın hatıralarının henüz sıcak olduğu bir ortamdaki tarafsız yargılama nasıl sonuçlanırdı, bilinmez. Ama en azından Türkiye'nin bir hafıza çalışması yapmaya açık olduğu ve bunu, güçlü ve avantajlı olduğu bir zamanda değil, en zayıf ve dolayısıyla en dezavantajlı zamanında istediği göz önünde bulundurulursa Tevfik Paşa'nın girişiminin değeri bir kat daha artar.

Tevfik Paşa gibi Abdülhamid'in yetiştirdiği bir 'âkil adam'ı milletin gözünden düşürüp unutturanlar neleri kaybettirdiklerini bir anlasalar keşke!



Sultan II. Abdulhamid'in İrade-i Seniyyesi'nin ikinci sayfası.

Abdülhamid'in gözüyle Ermeni meselesi: "Güçlü olmalıyız"

Sultan II. Abdülhamid, 118 yıl önceki bir iradesinde meselenin bamteline şöyle dokunuyordu:

"Bir süreden beri müstakbel Ermenistan'ın sınırları çizilmek isteniyor. Oysa Ermenilerin oturdukları yer, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgedir. Buraya Ermenistan denilecek hiçbir işaret yoktur. Burada istenen, ıslahat adı altında bir Ermeni devletinin kurulmasıdır. Bu kesinlikle mümkün değildir. Batılı devletlerden faydalanalım ama İngiltere'nin Mısır'ı, Fransa'nın Tunus'u, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i işgalleri karşısında kimin kılı kıpırdadı?

Maddî ve manevî kalkınmamıza engel oluşturan kapitülasyonların kaldırılmasını kim kolaylaştıracaksa ona yakın durmamız doğaldır. Maliyenin ıslahı, askeri tensikat ve donanımın ikmali, deniz kuvvetlerinin üstün seviyeye çıkarılması, herkesin çalışmasıyla kısa zamanda 1 milyonluk bir orduya kavuşularak devletin durumunun yükseltileceği padişah tarafından ferman buyurmuştur." (BOA, Yıldız Esas E. 31.1727/2, Z 158, K 86.)

Abdülhamid özetle, güçlü olana kadar bu kılıçları başımızın üstünde tutacaklarını ta o zamandan görmüş ve göstermiş. Bunun için ona 'Kızıl Sultan' demişlerdi ya zaten.

Mustafa Armağan
Zaman



Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Tuğra

〰〰〰〰🐠

mazhar

Zavallı Fransızlar!


Hiçbir zaman Batı düşmanı olmadım. Bizden önceki nesiller Batı'ya ve özellikle Fransa'ya lüzumundan fazla önem vermişler; Fransızları Aydınlanma'nın bânîleri zannetmişlerdir. Kimsecikler kusura bakmasın ama ben Avrupa'yı, makyajı akmış yaşlı fahişelere benzetiyorum ve onlara çok acıyorum.
Fransa Senatosu'nda Anayasa Komisyonu sözde Ermeni Soykırımının İnkârı Kanun Teklifini, düşünce ve düşünceyi ifade hürriyetine açıkça aykırı olduğu için 'kabul edilemez' bulmuştu. Yazımı kaleme aldığım saatte henüz Senato Genel Kurulu'nun nihaî kararı kesinleşmemişti. Lâkin bu gülünç ve çağdışı teklifin kanunlaşması umurumuzda bile değildir. Binlerce yıllık tarihe ve medeniyete sahip Türk Milleti, Kanunî'nin deyimiyle 'Françeska'ların basit siyasî çıkarlarıyla verdiği kararlara aldırmayacaktır.
Önemli olan, tarihî belgelerin açıkça ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bu gerçeklerin ışığında, milletimizin tarihinde hiçbir soykırım olayının bulunmadığını açıkça ilân edebiliriz. Ortada böyle bir olay yokken, hiç kimse aslında mazlûm olan milletimize Taşnak torunlarının gönlü hoş olsun diye özür diletemez.

***

19. asrın sonlarından itibaren başlayan Ermeni olaylarını, 1915 tehcirini ve daha sonraki gelişmeleri gösteren en önemli vesikalar hâlen Osmanlı Arşivi'nde muhafaza edilmektedir ve Ermeni araştırmacıları dahil herkese açıktır. Bu arşivlerin ortaya çıkmasında emek veren bir idareci sıfatıyla tehcir konusundaki belgelerin önemine işaret etmek istiyorum.
Ayrıca, eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun, TTK bünyesinde 2003'te kurduğu 'Ermeni Masası'nda, 'Ermeni Meselesi' ilk defa bilimsel olarak araştırılmaya başlanmıştır. Burada görevlendirilen ilim adamları, Ermeni sorununu, sadece Osmanlı Arşivi'nden değil, bunun haricinde dünyanın en önemli arşivlerini tarayarak araştırdılar. Prof. Dr. Kemal Çiçek, Amerikan Millî Arşivleri (NARA) ile Kongre Kütüphanesi Arşivi'ni; Prof. Dr. Hikmet Özdemir, İngiliz Arşivleri ile BM Arşivleri'ni; Prof. Dr. Ömer Turan, Harvard Üniversitesi Misyoner Arşivleri ile Near East Relief Arşivi'ni ve Doç. Dr. Ramazan Çalık da Alman Devlet Arşivi'ni tek tek tarayarak günümüze kadar incelenmemiş arşiv belgelerini derlediler. Gene Prof. Dr. Aygün Attar da Rus Arşivleri'ni elden geçirdi.
Netice hep aynıydı. Ermeniler hiçbir şekilde soykırıma tâbi olmamışlardı.

***

Ermeni tehciri meselesi, defaatle soruşturulmuş, kovuşturulmuş ve yargı önüne çıkarılmıştır. Bunları kısaca özetleyelim:
1. 1915 Temmuzu'nda, bizzat Osmanlı mercilerince, tehcir edilen Ermenilere zarar verenler için 12 vilâyette 'Dîvan-ı Harb-i Örfî Mahkemeleri' (Sıkıyönetim Mahkemeleri) kurulmuş ve yargılamalar sonunda, mahkemelere sevk edilen 1673 kişiden 1347'sinin suçları sabit görülerek cezalandırılmışlardır. Bu cezaların içinde 67 idam cezası da vardır. Muhakemeler 1915 ve 1916'da sürmüştür.
2. İşgal döneminde 1919'da kurdurulan uydurma mahkemelere Prof. Justin McCarty 'Kanguru Mahkemeleri' diyor ve işgalci müttefiklerin kukla yönetimince kurulduğunu belirtiyor. İçlerinde Nemrut Mustafa Mahkemesi'nin de bulunduğu bu kukla mahkemeler 'savaş suçu' yargılaması yapmışlar, ancak bütün arşivler ellerinde olduğu hâlde bir katliam neticesine varamamışlardır. İngiliz Yüksek Komiseri Caltorph, Londra'ya yazdığı bir raporda, yargılamaların maskaralığa dönüştürüldüğünü belirtmiştir (FO 371/4174/118377). Gene ABD Yüksek Komiseri Lewis Heck, 4 Nisan 1919 tarihli raporunda aynı meâldeki görüşlerini bildirmiştir (NARA 867.00/868; M 353, roll 7, fr. 448).
3. İşgalden sonra 'savaş suçu' iddiasıyla İngilizler 144 İttihatçı yöneticiyi benzeri suçlamalarla Malta'ya sürgüne göndermişler; ancak bu kişiler hakkında bizzat kendileri tarafından 'takipsizlik kararı' verilmiştir.
Hasan Celal Güzel